RAMAZAN NEFSİMİZİ YENME VE RUHUMUZU YENİLEME ZAMANIDIR
Oniki aydan biri olmakla birlikte içerdiği bir gece bin aydan daha hayırlı olacak kadar değer ve itibarı haiz olan Ramazan ayı, kıymetini Kur’an’dan kazanan ve ihtişamı Kur’an ile ilan edilen müstesna ve mutena bir aydır. Kim ne derse desin onun değerini düşüremeyeceği gibi, kimse onu Allah ve Resulü’nün anlattığı gibi anlatamaz. Dolayısıyla bizim onunla ilgili söylediğimiz ve söyleyeceğimiz her şey, Kur’an-ı Kerim ile hadis-i şeriflerde onun hakkında beyan buyurulan hususların yanında denizden bir damla dahi olamaz.
İslam âlemi bu yıl o mübarek ayın 1429.sunu karşılamanın sevinç ve saadeti içindedir. Gündüzünü sıyam (oruç), gecesini de kıyam (teravih) ile değerlendirerek Yaradan’a yaklaşmanın ve estirdiği manevî havayı teneffüs ederek meleklerle kucaklaşmanın haz, huzur ve heyecanını yaşamaktadır.
Üç aylara girerken: “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübarek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.” niyazında bulunan Resulullah’ın yolunda yürüyen her müslüman, Recep ve Şaban aylarının manevî atmosferinde motive olarak Ramazan’ı Resulullah’ın dilediği şekilde karşılamaya hazır hale gelir.
Bu inanç ve anlayışla müminleri aydınlatıp belirtilen bilince erdirmeye katkıda bulunmanın gayreti içinde olan YOYAV, yıllardır yürüte geldiği kültürel faaliyetler cümlesinden olarak Ramazan’a 5 gün kala 15 Ağustos 2009 Cumartesi günü “Ramazan Nefsimizi Yenme ve Ruhumuzu Yenileme Zamanıdır” konulu bir konferans tertipledi. İlgi ile izlenen bu konferansı veren kişi YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş idi. Salonu dolduran dinleyicilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. Ateş, Ramazan’ın nasıl karşılanacağını ve onda ne gibi davranışlarda bulunacağını dilegetirdiği kıymetli konuşmasında şunları söyledi:
“Kur’an ayı Ramazan’ın manevî iklimine girmek üzere olup, onu en iyi, en güzel ve en mükemmel bir şekilde karşılayıp yüce Yaradan’ın iradesi istikametinde değerlen-dirmenin gayret ve kararlığı içinde olan kıymetli kardeşlerim, değer ve itibarını içeriğinden alan bu mübarek ayı misafir etmenin ve onun misafiri olmanın mutluluğunu yaşayan muhterem misafirlerimiz, basınımızın değerli temsilcileri!
Böylesine feyizli ve faziletli bir zaman diliminde sizlerle birlikte olmanın haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, bu atmosferin estirdiği manevî havayı doyasıya teneffüs ederek ilahî ihsan ve ikrama mazhar olmamızı niyaz ediyorum.
Dakikası dahi dünyaya değişilemeyecek derecede değerli gün ve geceleri içeren üç ayların üçüncüsü olan Ramazan-ı şerifin eşiğine gelmenin sevinç ve saadeti ile sözlerime başlarken hissettiğimiz huzuru, Huzuruna varıncaya kadar devam ettirmesini ve cemaline erdirerek sevindirdiği mutlu kullarından kılmasını yüce Allah’tan diliyorum.
Günler, haftalar derken aylar geçti, nihayet 2009 yılının Ağustos ayının 15’ine geldik ve Şaban-ı şerifin 24’üne girdik. Ramazan-ı şerife sayılı günler kaldı. 5 gün sonra nasip olursa inşallah Ramazan-ı şerife bir kere daha kavuşmanın bahtiyarlığına ereceğiz. Bu güzel günlerin kıymetini bilip, feyzinden faydalanan ve nuruyla aydınlanan basiretli insanlardan olmamızı ümit ediyorum.
Geçtiğimiz Ramazan-ı Şerif'in sonunda endişe ile bu günlerimize bakmış, acaba gelecek Ramazan-ı Şerif'e Rabbimiz bizi eriştirecek mi diye sızlanarak dua etmiştik... Şükürler olsun, işte bize bir Ramazan-ı Şerif daha... Bizleri böylesine özel ve güzel günlere bir daha ulaştıran Rabbimize ağaçların yaprakları, meyveleri sayısınca hamd ve şükürler ediyor, bugünlere erişemeyen dost ve yakınlarımıza da Ramazan-ı Şerif'in feyzinden hisseler diliyorum.
Güzel Allah’ın güzel kulları, güzel olmayı, güzellikleri görmeyi, güzelliklerle iç içe olmayı, güzel yaşamayı ve güzel kalmayı dileyen güzel kardeşlerim!
Malum-u âlîniz olduğu üzere güzel Allah’ın yarattığı her şeyde bir güzellik vardır. Dolayısıyla Kâinattaki her şeyde bir güzellik vardır. Gezegenlerde, göklerde ve yerde sayısız güzellikler var. Hâsılı her zaman ve zeminde farklı güzellikler var. Dünyanın gecesi-gündüzü güzel, her mevsimde ayrı bir güzellik var. Baharın güzelliği başka, yazın ve kışın güzellikleri daha başka. Sabahı-akşamı güzel, seheri-sahuru güzel, mehtaplı geceleri başka bir güzel. Yıldızların tesbih taneleri gibi dizim ve dizaynı ile Yaradan’ı zikretmeleri güzel. Cennet vatanımızın her yanı, her yeri ve her şeyi güzel. Karası-denizi güzel, ovası-ormanı güzel, dağları-dereleri güzel, yeşili-yaprağı güzel, taşı-toprağı güzel, güneşi-gölgesi güzel, karı-yağmuru güzel, günleri-ayları güzel, yılları-yüzyılları güzel. Bu güzellikleri görmek ayrı bir güzel.
Bu cümleden olarak hepimiz biliyoruz ki, her ay özel ve güzeldir. Ancak Ramazan ayı bir başka güzel. Her ayda yapılan ibadetler, gerçekleştirilen hayır ve hasenatlar kabule şâyân olur. Ancak Ramazan ayı bir başka. Çünkü diğer aylardaki iyilik ve ibadetlere bire on, belki bire yüz sevap söz konusu olurken, Ramazan ayında gönül derinliğine göre bire yedi yüzden başlar, yedi bin ve daha yukarılara doğru yükselip gider sevap ikram ve ihsanları. Bunun içindir ki, zekâtlar da, fitreler de, birçok hayır hasenat da bu ayda daha çok yerini bulur, diğer aylardan farklı bir yardımlaşma sağanağı ve ibadet artması bu ayda daha çok görülür. Müminlerde uhrevî duygular bu ayda daha çok coşar, dünyanın faniliği, ahiretin bakiliği bu ayda daha çok düşünülür. Herkes ihmal ettiği ahiretini bu ayda daha çok imar etmeye yönelir. Nitekim bir zat sorar:
- Yâ Resûlallah, nedense ahirete ciddî bir meyil duyamıyor, orayı pek arzulamıyorum, der. Efendimiz (S.A.V.) Hazretleri:
- Malın var mı? diye sorar. Var deyince:
- Öyle ise der, malından da ahiret için harca. Senin orayı arzulamayışın, burayı imar edip orayı harap bırakışındandır. Sen ihmal ettiğin ahiretini ibadetinle, hayra harcadığın imkânınla imar et de bak nasıl ilgi duyacaksın imar ettiğin yere...
Benzeri bir değerlendirmeyi maneviyat büyüğü Sehl bin Abdullah'dan da dinlemekteyiz:
- Sen derler, elinde avucunda ne varsa hep İslâm'a hizmet için harcıyor, geride bir şey bırakmıyorsun. Halbuki yaşlı bir adamsın. Bu harcadıklarına senin ihtiyacın var!..
- İyi ya, der, ben de o ihtiyacımı karşılamak için yapıyorum bu harcamaları.. Ben der, artık yola çıkmış kimseyim. Akıllı yolcular mallarını bulundukları yere bırakmazlar, belki varacakları yere önceden gönderirler. Ben de burada bırakmıyor, oraya gönderiyorum. Ta ki ben varınca ibadetlerimi, iyiliklerimi orada yanımda hazır bulayım. Burayı imar edip de orayı ihmal edenlerden olmayayım!..
İşte büyüklerin imar ve ihya anlayışları böyle! İnsan büyüklerin bu türlü anlayışlarından kendi dünyasına işaretler bulur, kendi hayatına örnekler alır. Kendi çapında varacağı yer için bir imar ve ihya hareketine girer.
Recep, Şaban derken aylardır yolunu beklediğimiz aziz misafirimiz Ramazan ayı da evlerimize gelmek üzere. Önümüzdeki Perşembeyi Cuma’ya bağlayan gece sahura kalkıyoruz.
Şimdilerde evlerde tatlı bir telaş var. Annelerimiz, ablalarımız, yengelerimiz yoğun bir şekilde Ramazan için hazırlık yapıyorlar. Hurmaların ve çayların en iyileri satın alınarak marketlerden gerekli ihtiyaçlar için alış-verişler yapılıyor. Bereketli iftar sofraları için yufkalar açılıyor, baklavalar hazırlanıyor, turşular kuruluyor, reçeller yapılıyor. Evlerin her köşesi silinip temizleniyor ve evler, Ramazan’ı en güzel şekilde karşılamak için hazır hale getirilmeye çalışılıyor. Bütün bunlar, Ramazan için yapılan maddî hazırlıklar. Acaba manevî dünyamızı da Ramazan’a hazırlıyor muyuz?
Ramazan, Cenab-ı Hakk’ın nimet ve lütuflarının sağanak sağanak yağdığı zamanın en kıymetli dilimidir. Allah, vicdanlarımızın uyanması, kalplerimizin metafizik gerilime geçmesi ve duygularımızın köpürerek coşması adına bu günleri bir fırsat olarak önümüze koyuyor. Peki bütün benliğimizle bu ufku yakalama ve ruh dünyamızı Ramazan’a hazırlama adına neler yapabiliriz?
Evvela bu kutlu günler, öze dönme günleridir. Bu sebeple günahlarla kirlenmiş bedenimizi temizleyip özümüze dönme adına tevbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Nasıl ki evlerimizi Ramazan’a hazırlarken temizliyoruz, aynen bunun gibi öncelikle gönül evimizi temizlemeliyiz. Bunun yolu da günahlarımızın affı adına tevbeleri kabul eden rahmeti sonsuz Rabbimize yana yakıla tevbe etmekten geçiyor.
Rahat bir şekilde okuyabilmemiz için büyük boy bir Kur’an alarak, Ramazan’daki mukabelelere hazırlık adına şimdiden günde okuyabildiğimiz kadar Kur’an okumaya başlayabiliriz. Peygamber Efendimiz’in ifadesiyle az da olsa devamlı yaparak Kur’an’dan günlük belirli bir sayfa takip edebilir ve arkasından da okunulan sayfanın anlaşılması adına mealini okuyabiliriz.
İnanan insanlar olarak, zaman içinde Ramazan’ı, Ramazan içinde Kur’an’ı, Kur’an içinde insanı, insan içinde imanı arayıp bulmanın ve yaşayıp yaymanın gayreti içinde olmalıyız.
Ramazan, müslümanı Kur’an’a getiren ay, Kur’an da okuyanını Allah’a götüren kitaptır. Bu kitap, Allah’ın insanlara uzattığı habl-i metîni (sağlam ipi)dir. Bu ipi tutan insan Yaradan’a yaklaşır ve meleklerle kucaklaşır.
Müslüman, faydalı olan her kitabı okumalı, ama en çok okuduğu kitap Kur’an-ı Kerim olmalıdır. Hem de Kur’an-ı gazete okur gibi değil, kemâl-i edep, hürmet, tertîl ve teennî ile okumalıdır. Okuduğunu anlamalı, anladığını da uygulamalıdır. Böylece basîretli bir insan ve mükemmel bir müslüman olmaya çalışmalıdır.
Müslüman Ramazan’a rağbetli, düşkünlere şefkatli, muhtaçlara merhametli olmalıdır. Nefse gem vurmalı, iblis ve nefsin kalbe giden yollarını oruç tıkacı ile tıkamalıdır. Orucun bedeni temizleyen, nefsi terbiye eden ve ruhu yücelten yegâne ibadet olduğunu unutmamalıdır.
Oruç; nefsi körleme ve şeytanı zorlama vesîlesidir. Nefsi körleyen de Hakkı horlamaz ve zayıfı zorlamaz. Dolayısıyla oruç; arınma, korunma, yenilenme ve yücelme yöntemidir. Başka bir ifadeyle oruç; kalbin gıdası ve ruhun cilasıdır.
Nefis, istediğini almaktan ve arzuladığına ulaşmaktan hoşlanır. Helal-haram dinlemez. Doğru-yanlış gözetmez. Nefsi serbest bırakan, onun peşinde koşmaya ve ona köle olmaya mahkûm olur. Oysa müslüman, nefsin güdümüne giren değil, nefsini kendinin güdümüne girdiren, nefsine esir olan değil, nefsini kendine esir alan insan olmalıdır. Bunun çaresi de oruç tutmak ve az yemektir. Zira mide doyunca nefsin acıkacağı, mide acıkınca da nefsin tok olacağı bilinen bir gerçektir.
Onun için biz, günümüz insanlarına orucu anlatırken, oruç: Nefse gem, şeytana hem ve derde merhemdir diyoruz.
Orucun ardarda ve en yoğun şekilde tutulduğu ay da Ramazan ayıdır. Dolayısıyla Ramazan ayı, nefsimizi yenme ve ruhumuzu yenileme zamanıdır.
Ramazan’ın diğer aylara oranla farklı bir değer ve itibara sahip olmasının birden çok sebebi vardır. Bir kısmı aşağıda arz edilen bu sebeplerin başta geleni, kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim'in bu ayda indirilmeye başlamış olmasıdır. Bu husus Bakara Suresi'nin 185. ayetinde şöyle vurgulanmaktadır:
"Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol göstererek -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun..."
Bu ayet-i kerimenin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, Ramazan ayı Kur'an-ı Kerim'in indirilmeye başlanıldığı değerli bir zaman dilimi olmanın yanında farz olan oruç ibadetinin ifa edildiği mübarek bir zaman zarfıdır. Öyle ki Ramazanı Kur'an'dan, Kur'an’ı da Ramazandan ayrı düşünmemiz imkânsızdır.
Ramazan ayı; farz olan orucun tutulduğu, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi'nin içinde bulunduğu, cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapatıldığı, şeytanların zincire vurulduğu, ibadet ve taatın makbul, duaların müstecab, iyiliklerin toplu olduğu, günahların bağışlandığı, cennetin müminlere müştak olduğu bir aydır. Bunun içindir ki, Efendimiz (S.A.V.) Ramazan'ın içerik ve yüceliğini ifade eden hadis-i şeriflerinden birinde: "Eğer ümmetim Ramazanda ne olduğunu bilseydi, yılın tamamının Ramazan olmasını temenni ederlerdi." buyurmuştur.
Enes bin Malik Hazretlerinin aktardığı bir hadis-i şeriften öğrendiğimize göre Kâinatın Efendisi (S.A.V.) bir Ramazan ayı öncesi, yanında bulunan ashab-ı kirama: “Sizi ne karşılıyor ve siz neyi karşılıyor sunuz?” diye sordu ve üç defa tekrarladı. Sorunun içeriği ile üç defa tekrar edilmesinden büyük bir şeyle karşılaşacaklarını düşünen Hz. Ömer (R.A.): “Ey Allah’ın Resulü vahiy mi geldi?” diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Hayır.” buyurdu. Hz. Ömer (R.A.): “Düşman mı geldi?” diye ikinci soruyu sordu. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Hayır.” buyurdu. Hz. Ömer (R.A.): “Öyleyse ne oldu?” diye üçüncü kez sorunca, Hz. Peygamber (S.A.V.): “Allah Teala Ramazan ayının ilk gecesinde şu kıble ehlinin hepsini bağışlar.” buyurdu ve eliyle O’na (Kıble’ye) işaret etti.
Böylece müslümanların müşerref oldukları Ramazan-ı şerifin kendileri için ne kadar müstesna ve muhtevalı bir ay olduğuna dikkatlerini çekti. Tabii ki ashab-ı kiramın kişiliğinde kıyamete kadar gelecek olan tüm müslümanların da dikkatini çekmiş oldu.
Bu hadis-i şerifte belirtilen müjdeye mazhar olmak için Kıble ehlinden olup, O’na yönelerek beş vakit namazı eksiksiz ifa etmek gerekir.
Ramazanın meziyyet ve faziletini ümmetine anlatan Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Beyhâki’nin Cabir b. Abdullah (R.A.)’dan rivayet ettiği bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:
“Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey Ramazan’da ümmetim için bana verildi. (Bunların) Birincisi, Ramazan ayının ilk gecesi olduğunda Allah Teala onlara bakar. Allah da kime bakarsa ona ebediyyen azap etmez. İkincisi, onların akşamladıklarında ağız kokuları Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Üçüncüsü, melekler onlar için her gün ve gece istiğfar eder (mağfiret) dilerler. Dördüncüsü, Allah Teala cennetine emrederek ‘kullarım için hazırlan ve süslen. Zira onların dünyanın yorgunluğundan (kurtulup) evime ve ikramıma (erip) dinlenecekleri (zaman) yaklaştı.’ buyurur. Beşincisi, Allah, onların (müminlerin) tamamını Ramazan’ın son gecesinde bağışlar.”
Sahabeden bir adam: ‘Ey Allah’ın Resulü! O gece Kadir gecesi midir?’ dedi. Resulullah: ‘Hayır, ancak işçiye ücreti işini bitirince verilir.’ buyurdu.
Bu hadis-i şerifin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere, Müslüman için Ramazan ayının başı Allah tarafından bakılma, sonu da bağışlanma vesîlesi olan müstesna bir zaman dilimidir.
Bu ayın ilk gecesi Allah Teala’nın baktıklarından olmaya çalışmalı, Allah’ın kendini kendine bıraktıklarından olmamalıyız. Allah’ın baktıklarından olmak için, O’nun kitabına bakıp okumalı, kullarına bakıp dertlerine derman olmalıyız.
Hz. Peygamber (S.A.V.) Ramazanla ilgili bir diğer hadis-i şerifinde şu tavsiyede bulunmuştur: "... Ramazanda dört hasleti çoğaltın. Onlardan ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz, ikisinden de müstağni olamazsınız. Rabbinizi hoşnut edeceğiniz (iki haslet): Kelime-i şehadeti söylemeniz (Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet etmeniz) ve Allah'tan mağfiret dilemenizdir. Müstağni olamayacağınız (iki haslet) ise: Rabbinizden cenneti istemeniz ve cehennemden O'na sığınmanızdır."
Beş gün sonra müşerref olacağımız Ramazan-ı şerifde başlatılacak mana maratonunda mesafe alarak ileri gidenlerden olmamız ve Mevla-yı Müteal Hazretlerinin bu mübarek ayda mümin kullarına ihsan edeceği rahmet ve mağfiretle, bağış ve berekete nail olmamız niyazıyla sözlerimi noktalarken, Ramazan-ı şerifin getirdiği güzellikleri yakalama, yaşama, yaşatma ve yayma yolundaki gayret ve kararlılığımızın devamını diliyorum. Orucun oluşturduğu olgunluk ortamında ibadet ve taatla dolu mutlu anlar yaşayarak Yaradan’a yaklaşmamızı ve nefse ayak basarak manevi mertebelerde yücelip, olgun insan olma yolunda hızlı adımlarla ilerlememizi temenni ediyorum.