Page 50 - 4322765931-tiras-ocak-2018.compressed
P. 50

meye bağlı olarak zamana yayılmış olacaktır. Bunun   lanılacağı, bununla da Allah ve Peygamber nezdinde
            üzerine Diyânet İşleri tarafından, kendisine bir resmî   kusurlu olacağı şeklinde bir imâna sâhip olduğu için,
            yazı  gönderilerek,  tercümelerin  gönderilmesi  veya   bunları vermemiştir.” Şahsî kanâatimize göre, Kur’ân
            mukavelenin  feshedilmesi  istenir.  Bu  meâl  işini  en   meâli  konusunda  Âkif’in  söylemediklerini,  bu  sözleri
            mükemmel şekilde yapmayı düşünen Âkif ise, muka-  ile, Eşref  Edîb Bey dile getirmiştir.
            velenin feshini hemen kabûl edip, avans olarak aldığı   O  günkü  devlet  yönetiminin,  Âkif’in  vefâtında
            bin lirayı da iâde eder. Diyanet İşleri Başkanlığı, meâl   gösterdiği  ilgisizliğinin,  vefâsızlığının  temelinde  de
            işini de, tefsîr ile birlikte Elmalılı Hoca Efendiye verir.   yukarıda  anlattığımız  olaylar  yatmaktadır.  Nasıl  bir
                Âkif  bu  gelişme  ile  serbest  kalmasına  rağmen,   vefasızlık? Onu da kısaca anlatalım:
            başladığı  işi  yarım  bırakmayıp  meâl  çalışmalarına   İstanbul’a  döndükten  sonra  Âkif,  onbeş  günde
            Mısır’da  devâm  edip  bitirdi  ve  son  durumunu,  müs-  bir, oturduğu Alemdağ’daki çiftlikten doktoruna iniyor
            vettelerden  temize  çekti.  Ancak  üzerinde  daha  da   ve bazen Mısır Apartmanı’ndaki dâirede kalıyordu. Ve
            çalışılması  gerektiği  düşüncesi  ile,  bunları  yanında   nihâyet bu apartmanda kaldığı günlerden birinde, 27
            muhâfaza etti. Öyle ki, Eşref Edib’in 1932’de Mısır se-  Aralık 1936 Pazartesi günü öldü. Cenâzesi Bayezid
            yahatindeki ziyâretinde, “yazdıklarının üzerinde tekrar   Câmii’nden  kaldırılacak  idi.  Namâz  vakti  sırasında,
            durulması” şeklindeki görüşünü, ona, ısrarla vurguladı   câmiye,  tek  bir  beygirin  çektiği  cenâze  arabası  ile,
            ve elindekileri, yâr u vefâkârı olan, aziz dostu Eşref   üzerinde  herhangi  bir  yeşil  örtü  olmayan,  çıplak  bir
            Edib’e de vermedi. 1936 yılında, İstanbul’a son dönü-  tabutun  getirildiği  görüldü.  O  anda,  nasıl  haber  aldı
            şünden önce ise, bu çalışmalarını, 1923’de Mısır’a ilk   ise,  Bayezid  Câmii’nin  hemen  yanıbaşında  bulunan
            gidişinde yolda tanıştığı ve sonrasında büyük i’timâdı-  ve  Küllük  ismi  ile  anılan  kıraathânenin  yanındaki
            nı kazanmış olan, Yozgatlı İhsan Efendi ismindeki can   Emin  Efendi  lokantasının  sâhibi  Mâhir  Usta,  elinde
            dostuna, vasiyet şeklindeki bir söz ile teslim etti.   bir bayrakla cenâzeye koştu. Gene o anda nasıl oldu
                Ancak  Türk  Hükûmeti,  aradan  geçen  yıllara   ise,  yüzlerce  genç  ortaya  çıktı.  Bu  gençler,  İstanbul
            rağmen  1936’daki  dönüşünde  dahî,  Âkif’in  meâlinin   Üniversitesi’nin büyük bayrağını, örtüsüz getirilen bu
            peşindedir ve Atatürk, bu görev ile, o zaman Giresun   tabuta  sardılar.  Büyük  bir  katılımla  kılınan  cenâze
            Milletvekili  ve  Basın  Kurumu  Reisi  olan  Hakkı  Tarık   namâzından  sonra  da,  çıplak  geldiği  halde  mukad-
            Us’u görevlendirir. O da Âkif’i, hasta yatağında ziyâret   des  örtülere  sarılmış  olan  bu  tabutu,  at  arabasına
                                                             koymaksızın,  eller  üzerinde  Edirnekapı  mezarlığına
            eder; ancak Mısır’da kalan meâl taslağının getirtilmesi   götürdüler. Herkesin gördüğü bu ulvî manzarada dik-
            sözünü alamaz. Hâttâ, tercümelerin teslim edildiği ki-  kati çeken husus, bu cenaze töreninde devletin ortada
            şinin ismini dahî, öğrenemez. Bunun üzerine Atatürk,   olmayışı, İstanbul’daki görevlilerin hiçbirisinin, İstiklâl
            Âkif’in yıllarca âilesi içinde, çocukları ile birlikte kendi   Marşı şâirinin cenâzesine iştirâk etmeyişiydi.
            kızı  gibi  büyüttüğü,  Süheyla  Karan  hanımı  ve  onun
            eşini  de,  bu  konuda  görevlendirir.  Üstelik,  tercüme/  1923’den sonra peşine polis takılan, ölümü önce-
            meâl için Hükûmet tarafından takdir edilen 4000 lirayı,   sinde bile eserinden çıkar sağlanmak ve bu olmayın-
            10.000 liraya çıkarttığının da söylenmesini ister. As-  ca kasden unutturulmak istenen Mehmed Âkif’i, eğer
            lında bu para artışı, Millî Mücâdele yıllarında, İstiklâl   gerçekten  seviyorsak,  O’na  yapılanları  unutmayın.
            Marşını yazdığı sıralarda, ödül olan 500 liraya tenez-  İşte  o  zaman,  Âkif’in  hâtırasını  yüceltmiş  ve  O’nun
            zül etmeyen ve sırtına bir palto bile alamadan ceke-  ruhuna fâtiha okumuş olursunuz, kanaatindeyim.”
            tiyle dolaşan Âkif’e karşı, düşünülmemesi gereken bir   Program  okunan  Hatm-i  Şerîflerin  duasının  Dr.
            davranıştır. Ne var ki, Atatürk’ün bu dolaylı gayreti de   İbrahim Ateş tarafından yapılmasıyla noktalandı.
            bir sonuç vermez ve Âkif, kararında direnir.
                Âkif’in bu tercümeleri bıraktığı şahıs olan Yozgat-
            lı Müderris İhsan Efendi ise, daha sonraları Mısır’da
            kendisi ile görüşen Hasan Âli Yücel Bey’e, “Rahmetli
            Âkif Bey, Kur’ân tercümesini, evet, bana verdi. Ancak,
            şu vasiyeti yaparak: İyileşirse kendisine iade etmek,
            ölürse  yakmak  şartiyle.  O’nun  öldüğünü  haber  alır
            almaz yaktım.” demiştir.
                Bu konudaki son sözü, Âkif’in çok eski dostu ve
            dâvâ arkadaşı Eşref Edîb Bey’den alalım: “1930’lar-
            da, Kur’ân’ın çevirisine dayanarak, Türkçe olarak duâ
            edilmesi denemelerine girişilmiş, ancak bu, başarıya
            ulaşılamamıştı.  Âkif’in  bu  tercümelerini,  bittiği  halde
            daha  da  düzelteceği  görüşü  ile  Türkiye’ye  getirme-
            mesi, bu denemelerde, kendisinin tercümelerinin kul-          Hatim duasından bir görüntü.

            48
   45   46   47   48   49   50   51   52