Ramazan'ın Rahmet Dilimi
Yıllardır yaptığı yayınlar ve düzenlediği toplantılarda Ramazan ayının ma'na, muhteva, mahiyet ve meziyetleriyle feyizYıllardır yaptığı yayınlar ve düzenlediği toplantılarda Ramazan ayının ma'na, muhteva, mahiyet ve meziyetleriyle feyiz ve fazîletleri hakkında mensuplarıyla dost ve davetlilerine doğru ve doyurucu bilgiler vererek bu mübarek ayın içerdiği rahmet, mağfiret ve kurtuluş dilimlerini dikkatli bir şekilde değerlendirip dolu dolu geçirmelerine katkıda bulunmaktadır. Yıl içinde yaptığı çok ve çeşitli yardımları, Ramazan ayında katlandırarak gerçekleştirmenin yanında, verdiği iftarlar ve düzenlediği kültürel etkinliklerle on bir ayın sultanının estirdiği manevî havayı doyasıyla teneffüs ettirmektedir.
Cennet kapılarının açıldığı, cehennem kapılarının kapatıldığı ve azgın şeytanların zincire vurulduğu bu mübarek ayda, yurdumuzun bir çok yerinde olduğu gibi YOYAV'da da hayrî hizmetler arttırılmakta, yardımlaşma çalışmaları yoğunlaşmakta ve dayanışma duygusu doruk noktaya ulaşmaktadır.
Orucu, iftarı, teravihi, mukabelesi, zekâtı, hayrı, hasenâtı ve benzeri birçok güzellikleri ile müstesnâ ve mübarek bir mevsim olan Ramazan ayının onar günden ibaret olan üç diliminin beherinde bir toplantı tanzim etmeyi planlayan YOYAV, ilk diliminin 6. günü olan 6 Eylül 2008 Cumartesi günü saat 11.00'de "Ramazan'ın Rahmet Diliminde Rahmet-i Rahmân Coşkusu" konulu bir sohbet toplantısı düzenledi. Salonu dolduran davetlilerin Ramazan-ı Şeriflerini tebrik eden Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmada şunları söyledi:
"Üç ayların üçüncüsü ve on bir ayın incisi olan mübarek Ramazan ayının manevî iklimine girmenin ve üç diliminin ilki olan on günlük rahmet diliminin altıncı gününe gelmenin bahtiyarlığına eren mü'min, muvahhid ve muttakî kardeşlerim, katkı ve katılımlarıyla gayretimizi kamçılayan kıymetli konuklarımız, dost ve kardeş kuruluşlarımızın değerli temsilcileri, saygıdeğer basın mensuplarımız!
İhsân-ı ilahî, rahmet-i Rahmân ve mağfiret-i Mennân üçgeni içinde, haz ve huzur dolu mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamamız dileğiyle bugünkü sohbetimize başlarken, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, insanlara merhametini esirgemeyen ve Rahmet-i ilahîye mazhar olmanın erdemine eren mutlu ve umutlu insanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
Ramazan ayının içerik ve yüceliklerini ümmetine anlatıp aydınlatarak onlara önemli tavsiye ve telkinlerde bulunan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), bu ayı üçe bölmüş, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş demiştir. Biz, bu yıl bu üç bölüme uyarak, bu mübarek ay içerisinde üç toplantı tanzim edip bu ayın muhteva, mahiyet ve meziyetleriyle ilgili birşeyler arzetmeyi düşündük. Bugün bu toplantıların birincisinde sizlerle birlikteyiz. Bizleri böyle bir günde bir araya getiren, dilek ve yüreklerimizi birleştirip birlikte yakarıp, birlikte şükretmemizi ihsan eden yüce Allah'a sonsuz hamd-ü senâlar ediyor, birlikte rahmet ve ayrılıkta azap olduğunu vurgulayan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)'e sayısız salât ve selâmlarımızı iletiyor, cümlemize cennet ve cemâlullah ile dünya ve ahiret saadeti niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Malumunuz olduğu üzere millî mefâhirimiz ve manevî meziyetlerimizden biri de merhamettir. Yaradan'ın rızası için yaratıkların yararına yönelik iş ve davranışlarla girişimlerden geri durmamamızdır. Öyle ki biz müslümanlar, düşmanlarımızdan dahi merhametimizi esirgemeyiz. Mazimiz merhametle doludur. Geçmişimizde vahşet yoktur. Darda kalana dost, yolda kalana yoldaş, aç kalana arkadaş olmayı görev biliriz. Nâçâr olanın çaresizliğini, kimsesizin yalnızlığını, hastanın halsizliğini ve muzdaribin ızdırabını kalbimizin derinliklerinde duyarız. Bu meziyetimizi milli şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy şöyle dilegetirmiştir:
"Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım,
Çiğnerim, çiğnenirim, Hakkı tutar kaldırırım."
Fizikî, fikrî ve fiilî yapımız merhamet mayası ile yoğrulmuştur. Dolayısıyla biz merhameti; medenî bir insan ve mükemmel bir müslüman olmanın gereği görmekteyiz. Merhametten mahrum ve menfaate mahkum olan kimselerden her türlü kötülüğün gelebileceğini düşünmekteyiz.
Yaratılmamız, yaşatılmamız ve sayısız nimetlerle kuşatılmamız ilahî rahmetin tecellisiyledir. İşimiz, eşimiz, aşımız ilahî bir rahmettir. Yurdumuz, yuvamız, yöremiz ilahî bir rahmettir. Ebeveynlerimiz, çocuklarımız, torunlarımız ilahî bir rahmettir. Yakınlarımız, arkadaşlarımız, dostlarımız ilahî bir rahmettir. Bu salonda buluşup biraraya gelmemiz ilahî bir rahmettir. Bu sohbete katılıp, dilegetirilen düşünceleri dinleyip değerlendirmemiz ilahî bir rahmettir. Milletçe birliklik, beraberlik, dirlik ve düzen içinde olmamız, ilahî bir rahmettir. Hâsılı sâhip ve nâil olduğumuz ne varsa hepsi birer ilahî bir rahmettir. Allah'ın rahmeti, yaratıkların tümünü kuşatacak kadar geniş ve herkese yetecek kadar bol ve bereketlidir. Bu hususa kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerîm'in A'raf Suresi'nin 156. ayetinde şöyle işaret edilmektedir: "... Allah buyurdu ki: Kimi dilersem onu azabıma uğratırım. Rahmetim ise, herşeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekât verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım." Rahmetini kullarından esirgemeyen Allah Teala, kullarının da merhametlerini hem cinsleri ile diğer varlıklardan esirgememelerini diler.
Kâinattaki herşey Allah'ın rahmetiyle ayakta durmakta ve devam etmektedir. Yerde-gökte, karada-denizde, her zaman ve her yerde herşey rahmet-i Rahmân ile kaim ve daimdir. İnsanlar-hayvanlar, kurtlar-kuşlar, balıklar-böcekler, çayırlar-çiçekler, güller-bülbüller, dağlar-taşlar, ormanlar-ağaçlar, çaylar-ırmaklar, denizler-okyanuslar, hâsılı gördüğümüz-görmediğimiz, bildiğimiz-bilmediğimiz ne varsa, bunların hepsi rahmet-i Rahmân ile var olurlar. Bütün bunlarla, tür ve miktarını bilemediğimiz tüm yaratıklar rahmet-i Rahmândan nasibini almaktadırlar. Ana rahmindeki cenîn, Allah'ın rahmeti ile beslenip büyütüldüğü gibi, dünyaya geldiğinde de Allah'ın rahmeti ile eğitilip, öğretilmekte, yönlendirilmekte ve yürütülmektedir. Doğar doğmaz dudaklarını annesinin göğsüne götürmesi de bu cümledendir.
Hz. İbrahim (A.S.)'in ateşe atılırken, Hz. Yusuf (A.S.)'un kuyuda ve zindanda çile çekerken, Hz. Yunus (A.S.)'un balığın karnında kıvranırken, Hz. Musa (A.S.)'nın çocukluğunda düşmanının kucağında ve sarayında dikkatleri üzerine çekerken, Ashâb-ı Kehf'in yıllarca mağarada yatıp sağa sola dönerken ve Hz. Peygamber (S.A.V.) ile arkadaşı Hz. Ebubekir (R.A.)'in Sevr Mağarasına sığınıp düşmanlarının ayak seslerini duyarken yüce Allah'ın rahmetiyle korunup kurtuldukları unutulmamalıdır.
Beşeriyetin babası Hz. Adem (A.S.)'den itibaren ilahî mesajları insanlara iletmekle görevlendirilen tüm peygamberler, Allah'ın rahmetini dileyerek dualarda bulunmuşlardır. Öyle ki, Allah'ın rahmetini içeren dualarda bulunmak peygamberler başta olmak üzere inanan insanların ortak özelliği olmuştur. Hz. Adem (A.S.) ile eşi Hz. Havva validemizin birlikte yaptıkları bir duayı yüce Allah A'raf Suresi'nin 23. ayetinde şöyle dikkatimize getirmektedir: "(Adem ve eşi) Dediler ki: Ey Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz." Diğer peygamberinde benzeri şekilde rahmet dilediklerine dair ayet-i kerimeler Kur'ân-ı Kerîm'in değişik surelerinde yer almaktadır. Bunlardan birkaçı şöyledir:
Hz. Nuh'un duası: "... Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum." Hud, 47
Hz. Musa'nın duası: "Bizim dostumuz Sensin. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Sen bağışlayanların en iyisisin." A'raf, 155
Hz. Süleyman'ın duası: "Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy." Neml, 19
Ashab-ı Kehf'in duası: "... Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde başarılı kıl." Kehf, 10
Müminûn Suresi'nin 118. ayetindeki: "(Resulum!) De ki: Bağışla ve merhamet et. Rabbim! Sen merhametlilerin iyisisin." mealindeki ilahî buyruk ile Hz. Peygamber (S.A.V.)'e bağış ve merhamet dilemesi emredilmiştir. Bu buyruk doğrultusunda rahmet dileğiyle dualarını sürdüren mü'minler, Bakara Suresi'nin 286. ayetinde ve Âl-i İmran Suresi'nin 8. ayetinde belirtilen duaları yaparak ilahî rahmet ve mağfireti niyaz etmektedirler. Bakara Suresi'nin 286. ayetinde yer alan dua cümlelerinin meali şöyledir: "Rabbimiz... Bizi affet. Bizi bağışla! Bize acı. Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." Âl-i İmran Suresi'nin 8. ayetindeki dua cümlesinin meali şöyledir: "Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lutfu en bol olan Sensin."
Kıymetli konuklar!
Kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerim'in değişik surelerinde yer alıp rahmet kökenli kelimeler içeren 162 ayette, Allah Teâla'nın başta insanlar olmak üzere yarattığı varlıklara rahmeti ile varlıkların birbirine merhameti, kimlerin rahmet-i ilahiyeye daha fazla mazhar olacakları ve kimlerin Allah'ın rahmetinden ümit kestikleri dikkatimize getirilmektedir. Bunların dışında 115 ayette Allah Teâla'nın Rahîm ism-i şerîfi, 56 ayette de Rahmân ism-i şerîfi olmak üzere toplam olarak 333 ayette, Allah Teâla'nın yarattığı varlıklara rahmeti ile insanların ve diğer varlıkların birbirine merhameti ifade edilmektedir.
Diğer taraftan Kur'ân-ı Kerîm'in 114 suresinden Tevbe Suresi hariç diğer 113 suresinin baş kısımlarındaki besmelelerde de Rahmân ve Rahîm ism-i şerîfleri geçmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'in 55. Suresinin adı ve ilk ayeti de "Er-Rahmân"dır. 78 ayetten oluşan bu surenin "Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" mealindeki "febieyyi âlâi Rabbikümâ tükezzibân" ayetinin, bazı ilahî nimet ve rahmetlerin belirtilmesinin akabinde 31 defa tekrar edilmiş olması da câlib-i dikkattir.
Kur'an-ı Kerîm'i anlayarak okuyan herkes, Allah Teâla'nın rahmetinin kimlere ve nelere ne şekilde, ne kadar tecelli ettiğini öğrenecek, daha fazla rahmete mazhar olmanın yoluna girecek, kendisini rahmet-i Rahmân'a yaklaştıracak hâl ve hasletlere sahip olmanın gayreti içinde olacaktır. Bunun için de Kur'ân-ı Kerîm'in metni ile birlikte mealini ve tefsirini de okumaya yönelecektir. Bu inanç ve bilinçle Kur'ân'a sarılan her müslüman kafasında, kalbinde ve diğer uzuvlarında rahmet-i Rahmân'ın tecellisini hissedecektir. Böylece rahmet-i Rahmân'a nail olmanın sağlayacağı sevinç ve saadetin yanında, başkalarına merhametli davranmanın duyarlığını yaşayacaktır.
Öteyandan hergün kılmakla yükümlü olduğu 5 vakit namazın her rekatında Fatihayı okuma mecburiyeti vardır. Fatiha'nın 2. ayetinde de Allah Teâla'nın Rahmân ve Rahîm ism-i şerîfleri yeralmaktadır. 5 vakit namazda 17'si farz, 20'si sünnet, 3'ü vitri vacib olmak üzere 40 rekat vardır. Dolayısıyla her gün kıldığı 5 vakit namazda 40 defa Fatiha okuyacağından, Rahmân ve Rahîm ism-i şeriflerini en az 40 defa anacaktır. Fatihalardan önce de birer defa besmele çekeceği de düşünülürse, 40 defa da besmele çekmiş olacak ve bunlarla da Rahmân ve Rahîm ism-i şerîflerini 40 defa daha anmış olacaktır. Toplam olarak günde en az 80 defa Rahmân ve Rahîm ism-i şerîflerini zikrederek dili, dudakları, kafası ve kalbi rahmet-i Rahmân'ın tecellisine mazhar olacaktır. Böylece her gün en az, 80 defa Rahmân ve Rahîm diyen dil ve gönül, rahmet deryasına dönerek hem diğer uzuvlara, hem de çevresindekilere rahmet havası estireceklerdir. Yüce Allah, cümlemize bu deryaya dalmayı ve içerdiği incilerden almayı nasip eylesin.
Namaz ibadetini eda etmenin bahtiyarlığına eren her müslümanın bilmesi gereken bir husus da, her gün kıldığı 5 vakit namazın farz ve sünnetleri ile vitri vacibini bitirirken 13 defa sağına 13 defa da soluna selam verip "es-selâmü aleyküm ve rahmetullah." yani "selâm (esenlik, güven, huzur) ve Allah'ın rahmeti üzerinize olsun" diyerek noktalamaktadır. Böylece birlikte ibadet ettiği insanlarla sağında ve solunda bulunanlara günde 26 defa Allah Teâla'dan esenlik, huzur, güven ve rahmet dileğinde bulunmaktadır.
Çevresindekilere her gün bu kadar hayırlı dilek ve istekte bulunan bir kimsenin onlara merhametsizlik ve haksızlık etmesi düşünülemez. Çünkü o, merhamet etmeyene rahmet edilmeyeceğini bilir ve kendisi Allah'ın rahmetini dilerken, Allah'ın kullarına merhametsiz davranmaz. Bu konuda ümmetini uyaran Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)'in: "Merhamet edenlere, Rahman merhamet eder. Yerdekilere merhamet edinki, göktekiler size merhamet etsin." mealindeki hadîs-i şerîfi ile: "İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez." mealindeki hadîs-i şerîfini devamlı göz önünde bulundurur.
Müminin merhameti, mümin kardeşlerine münhasır olmayıp, onlarla birlikte diğer insanları da kapsar. Bu hususta ashâbını uyaran Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), onlara: "Merhamet etmedikçe mümin olamazsınız." buyurmuştur. Onu işiten sahabeler: "Ya Rasulallah! Hepimiz merhametliyiz" dediklerinde Efendimiz: "Benim kastım, sizden birinin arkadaşına merhameti değil, umuma (şamil olan) merhamettir." buyurmuştur. Bir başka hadîs-i şerîfinde de imanın kemâle ermesinde etken olan sevginin önemini vurgulayarak: "İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe (kâmil) mümin olamazsınız. Yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz birşeyi size söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayın (selamlaşınız)." buyurmuştur.
Bu iki hadîs-i şerîfi birlikte değerlendirdiğinizde, merhamet ve muhabbetin, imanı kemâle erdiren iki önemli unsur olduğunu anlarız. Müminin imanını ayakta tutup, manevî mertebelere yücelmesi için merhamet ve muhabbet kanatlarını kırmayıp koruması gerekir. "Merhamete sahip olan mes'ut, ondan yoksun olan da şakîdir." Bu gerçeği dile getiren sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), kulaklarımıza küpe olacak bir hadîs-i şerîfinde: "Merhamet ancak şakiden sıyrılıp alınır." buyurmuştur.
Her insanın aile bireylerine, yakınlarına ve çevresindekilere sergilediği samimî ve sevecen tavırlarla yaptığı iyilik ve güzelliklerin tümünün temelinde yer alan duygu ile itici güç sevgi, şefkat ve merhamettir. Merhamet muvaffakiyetin sırrıdır. Başarının yolu merhametten geçer. Gönül kazanmada, dost edinmede, sevilip sayılmada, destek görmede, kalkınma ve kalkındırmada müessir olan en önemli faktörlerden biri de merhamettir. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in insanları etkileyen güzel özelliklerini anlatan yüce Allah, Âl-i İmran Suresi'nin 159. ayetinde: "Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi." buyurmaktadır. Bu ayet-i kerimeden hepimizin çıkarması ve alması gereken çok ders vardır.
Dünyanın her yerinde insanlar şefkate, merhamete, ilgiye ve sevgiye muhtaçtırlar. Güleryüz, geniş kalp ve hoşgörülü bir yaklaşım görmek isterler. Ashab-ı Kiram bunları ve benzeri güzellikleri Hz. Peygamber'den gördükleri için etrafında toplanmış ve O'na yakın olmanın mutluluğunu yaşamışlardır. Öyle ki, Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte yaşayan veya O'nu gören müslümanlardan kalbi O'nun sevgisi ile dolmayan hiçbir kimse yoktur. Allah O'nu âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Bu husus Enbiya Suresi'nin 107. ayetinde şöyle vurgulanmıştır: "(Resulüm!) Biz Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." Bu ayette geçen âlem kelimesi çok kapsamlı ve zengin bir kelimedir. Kâinat anlamına geldiği gibi, yaratılmış olan bütün varlıklar anlamına da gelmektedir. Fatiha'nın ilk ayetinde de Yüce Allah kendisini "Alemlerin Rabbi" olarak tanıtmaktadır. Yani bütün varlıkların Rabbi demektir.
"Âlem" kelimesinin içine, geçmiş gelecek, olmuş olacak, yaratılmış yaratılacak, görünen görünmeyen, dünya âhiret, insan, cin, mülk melekût aklınıza ne geliyorsa hepsi girmektedir.
Yüce Allah âlemlerin Rabbi, Peygamberimiz de âlemlerin rahmet vesilesidir, Yani Allah, âlemlere rahmeti O'nun sayesinde göndermiştir.
Rahmet de çok geniş bir kelimedir. Allah lafzından sonra gelen Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecellisidir.
Kur'ân'da "rahmet" maddî-manevî bütün nimetlerin ortak ifadesidir. Mesela, Kur'ânda yağmurun adı rahmettir. Şu günden itibaren dünyadan yağmurun kesildiğini bir düşünün, hayat denen bir şey kalır mı? Kur'ân da rahmettir. Kur'ân halksa ne olur? Dünya ayakta kalır mı? Çünkü Kur'ân kâinatın ruhudur, Peygamberimizin nuru da kâinatın hayatı ve şuurudur.
Bu âyetten başka, Buharî'nin şartlarına uygun olarak kitabına hadis kaydeden el-Hâkim ile en-Nîsâburî, Peygamberimizin kâinatın yaratılış sebebi olduğuna dair bazı hadislere yer vermektedir.
İbn Abbas'ın anlattığına göre Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor:
"Allah İsâ (A.S.)'a vahyetti: 'Ey İsâ, Muhammed'e iman et. Ümmetine de emret ki, onlardan O'na ulaşanlarda iman etsinler. Muhammed olmasaydı Âdem'i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı Cennet ve Cehennemi yaratmazdım. Su üzerinde Arş'ı yarattığımda Arş çırpındı. Üzerine Lâ ilâhe İllallah Muhammedü'r-Resûlullah yazdım, sakinleşti."
Hz. Ömer (R.A.)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyorlar: "Ne zaman ki Âdem hatasını anlayıp: "Ya Rabbi! Muhammed'in hakkı için beni affetmeni diliyorum." dedi. Allah Teâla da O'na hitaben, "Ey Âdem! Ben, O'nu henüz yaratmadığım halde, sen Muhammed'i nasıl tanıdın?" buyurdu. O zaman Âdem, "Ya Rabbi! Sen beni kudret elinle yarattığın ve bana ruh üflediğin zaman, başımı kaldırdığımda Arş-ı âlânın sütunlarında: "Lâ ilâhe illallah, Muhammedü'r-Resulullah" yazılmış olduğunu gördüm. Zatının ismine, ancak yaratılmışların en üstünü ve en sevimlisini izafe edeceğini bildim" dedi. Allah Teâla O'na şöyle buyurdu: "Doğru söyledin. Hakikaten O, bana yarattıklarımın en sevimlisidir. Benden, O'nun hürmetine istediğin için Ben de seni affettim. Şayet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım." Abdullah bin Câbir, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'e "Yâ Resulallah! Allah'ın her şeyden önce yarattığı şey nedir?" diye sorması üzerine, Peygamberimiz (S.A.V.) şu cevabı verdi:
"Allah herşeyden önce senin Peygamberinin nurunu kendi Nurundan yarattı. Nur, Allah'ın kudretiyle dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh, ne Kalem, ne Cennet, ne Cehennem, ne melek, ne semâ, ne dünya, ne Güneş, ne Ay, ne insan ve ne de cin vardı."
Demek ki, Peygamberimiz bu kâinat ağacının hem bir çekirdiği, hem nurlu bir meyvesi, hem de yaratılış sebebidir. Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle O, müminlere çok düşkün, çok şefkatli ve merhametlidir. Bu gerçek Tevbe Suresi'nin 128. ayetinde şöyle vurgulanmıştır: "Andolsun ki, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."
Allah Teâla'nın inanan insanlara ihsân ettiği önemli rahmetlerinden biri de Kutsal Kitabımız Kur'an-ı Kerim'dir. Bu gerçeği bize Kur'ân-ı Kerîm'in kendisi aktarmaktadır. Nahl Suresi'nin 89. ayetinde bu husus şöyle vurgulanmaktadır: "... Bu kitabı Sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." Bu ayet-i kerimenin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere, Allah-u Teâla Kur'ân-ı Kerîm'in indirilmesindeki amaçlardan üç önemli hususu şöyle özetlemiştir: Bunların birincisi Kur'ân'ın herşey için açıklayıcı olması, ikincisi hidayet ve rahmet kaynağı olması, üçüncüsü de müslümanlar için bir müjde olmasıdır. Her müslümanın Kur'ân-ı Kerîm'i okurken bu üç önemli amacı gözönünde bulundurarak içeriğini anlama ve dikkatle değerlendirerek uygulama cihetine gitmesi gerekir. Bu yöne yönelen mü'minler, Kur'ân-ı Kerîm'in kendileri için şifa ve rahmet içerdiğini göreceklerdir. Bu husus İsra Suresi'nin 82. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmektedir: "Biz Kur'ân'dan öyle bir şey indiriyoruz ki O, müminler için şifa ve rahmettir. Zalimlerin ise yalnızca ziyanını arttırır."
Mealleri arzedilen ayet-i kerimelerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) ile O'nun insanlara tebliğ ettiği Kutsal Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm, inanan insanları karanlıktan kurtarıp, aydınlığa kavuşturacak birer ilahî rahmet ve nurdur. Ahzab Suresi'nin 43. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur (Allah'tır). Melekleri de size istiğfar eder. Allah, mü'minlere karşı çok merhametlidir." Bu ayet-i kerimenin "Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O'dur. (Allah'tır.)" cümlesinden yola çıkarak Kur'ân-ı Kerîm'in, Hz. Peygamber (S.A.V.)'in güneşin, ayın, yıldızların, elektriğin, sahabelerin, Hak dostları velilerin, ulemanın, irşad ehlinin insanları kuşatan ilahî rahmetlerden olduğunu söyleyebiliriz. Zira bunların hepsi insanları maddeten ve manen aydınlatan unsurların öndegelenlerindendir.
Rahmet, Allah'ın rahmeti, insanlar da Allah'ın kullarıdır. Allah Teâla yarattığı kullarını dünyada rahmetinden mahrum etmeyip ilahî irade doğrultusunda rahmetini onlara değişik şekillerde vermektedir. Kimsenin kendine az, başkasına çok verildiğinden söz ederek Hakkı halka şikâyet etme hakkı ve yetkisi yoktur. İnsanlara düşen, nâil oldukları nimetlere şükredip, onları kendilerine ihsân eden yüce Yaradan'ın istekleri istikâmetinde değerlendirmektir. Zuhruf Suresi'nin bu hususta bizleri aydınlatan 32. ayetin meali şöyledir: "Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır." Herkes bu ayet-i kerîmeyi dikkatle okuyup içeriğini anlamaya çalışmalı, başkalarının ellerindekine bakarak Allah'ın kendisine verdiğini azımsama, başkalarının sahip olduklarını kıskanma durumuna düşürecek düşünce ve davranışlardan uzak durmalıdır. Unutulmamalıdır ki, nimetin değeri rahmetledir. Nimet, rahmetle olursa, insana faydalı olur. Nimetin yanında rahmet olmazsa, o nimet nikmete (azaba) döner. Diken üzerinde yatana orası ilahî rahmetle beşik gibi rahat olur. İpek üzerinde yatana rahmet-i ilahi olmazsa orası diken gibi olur, uyuyamaz.
Kimse maruz kaldığı sıkıntıdan dolayı rahmet-i Rahmân'dan mahrum edildiğini düşünmemeli, her sıkıntıyı bir ferahlığın izleyeceğine inanıp ilahî ihsânı niyaz etmenin iz'anı içinde olmalıdır. Kimse Allah'ın rahmetinden ümit kesmemeli, ileri ve ihtiyar yaştaki Hz. Zekeriya (A.S.) ile kısır karısına, Hz. Yahya (A.S.)'yı evlat olarak veren Allah Teâla'dan ümitvar olmalıdır. İçini açıp rahatlayacağı ve derdini döküp derman dileyeceği bir dost bulamadığında bunalmamalı, Rabbına yönelip yakarmayı ve yardım dilemeyi bilmelidir. Şairin dediği gibi:
"Kimsesiz kimse yoktur, herkesin var kimsesi.
Kimsesiz kaldım, meded ey kimsesizler kimsesi." demelidir.
Herkes bu hususta, Zümer Suresi'nin 35. ayetini sürekli gözönünde bulundurmalıdır: "Deki, ey kendi nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar."
Allah'ın rahmetinden ancak Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenlerle sapık kimseler ümit keserler. Bu hususu dikkatimize getiren Ankebut Suresi'nin 23. ayeti ile Hicr Suresi'nin 56. ayetinin mealleri şöyledir:
"Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkâr edenler -işte onlar- benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar için acıklı bir azap vardır." (Ankebut, 23)
"Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" (Hicr, 56)
Kişinin kötülükleri ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun, Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemeli, onlardan sıyrılmanın ve rahmet-i Rahmân'a yönelmenin gayret ve kararlılığı içinde olmalıdır. Günahının büyüklüğü onu Allah'ın affını dileyip, rahmet ve mağfiretini niyaz etmekten alıkoymamalıdır. Mezar taşına:
"Ger günâhım gûh-u kaf olsa ne gamdır yâ Celîl!
Rahmetin bahrine nispet innehu şey'ün kalîl." mısraını yazdıran kişinin ümitvarlığını örnek almalıdır.
Allah Teâla'nın Rahmân ve Rahîm ism-i şeriflerini kafasına ve kalbine yerleştirmeli ve dilinden düşürmemelidir. Şunu bilmelidir ki, Rahmân ism-i şerîfinin ifade ettiği rahmet, inanan-inanmayan, iyi-kötü, günahsız-günahkâr, muti-asi insanların tümünü kapsadığı gibi diğer yaratıkları da kapsar. Allah Teâla'nın bu ism-i şerîfi, üzerinde tecelli eden müslümanlar da, insanların tümüne merhametle muamele ederler. Rahîm ism-i şerifinin ifade ettiği rahmet ise, müminlere mahsus olan rahmettir. Bazı bilginler Rahmân'ı; dünyada günah ve kusurları örten, Rahîm'i de; ahirette günahları bağışlayan olarak açıklamışlardır. Abdullah bin Mübarek de, Rahmân'ı; istenildiğinde veren, Rahîm'i de istenilmediğinde kızan olarak açıklamıştır. Südiy ismindeki alim ise, Rahmân'ı; sıkıntıları gideren, Rahîm'i de; günahları bağışlayan olarak açıklamıştır.
Allah'ın inanan insanlara rahmeti, onlara olan lütuf ve ihsanının temelini teşkil etmektedir. Bu hususta En'an Suresi'nin 54. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: "Ayetlerimize inananlar Sana geldiğinde onlara deki: Selam size, Rabbiniz rahmet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini islah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
Allah Teâla'nın kullarına rahmet etmeyi üzerine yazması onlar için büyük bir lütuftur. Bu hususu kullarına bildirmesi de başka bir lütuftur. Zira bunu bilen mümin, işlediği herhangi bir günahtan sonra ümitsizliğe kapılmaz, Allah Teâla'nın dilediğini bağışlayacağına inanır, bu inanç ve anlayışla tevbe ve istiğfar ederek eski haline döner.
Dünyanın yaratılmasından bu yana yaşayan ve kıyamete kadar yaşayacak olan yaratıkların tümünün yararlandıkları rahmetin tamamı, Allah Teâla'nın rahmetinin sadece yüzde biridir. Bu hususu bizlere bildiren sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: "Allah Teâla rahmetini yüz bölüme ayırdı. 99'unu katında tuttu bir bölümünü de yeryüzüne indirdi. O bir rahmet ile yaratıklar birbirine rahmet ederler. Öyle ki, bir hayvanın yavrusuna dokunmaması için ayağını kaldırması da bu rahmetledir."
Bu hadîs-i şerîften de anlaşılacağı üzere, yeryüzünde yararlandığımız ve yaptığımız her şey, Allah'ın yeryüzüne indirdiği o yüzde bir rahmetin tecellisidir. Bu rahmet yılın her gününde ve yeryüzünün her yerinde insanlara ve diğer yaratıklara ihsân edilmektedir. Ama, Ramazan ayında ve bilhassa ilk on gününde daha da yoğunlaşmaktadır. Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Ramazanın evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennemden kurtuluş buyurmuştur. Denizlerin taştığı, derelerin aktığı ve yağmurların yağdığı gibi bu mübarek mevsimde ilahî rahmet inanan insanlara bol bol ihsan edilmektedir.
Ne mutlu bugünlerin kadrini bilip rahmet deryasından depolarını dolduranlara, ne yazık bu güzel günleri gafletle geçirip fırsatı kaçıranlara.