Allah’ı Anmanın Anlam ve Önemi
Vakfımızın her ayın ilk Çarşamba günü gerçekleştirmeyi gelenek hâline getirdiği Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarının 39.su 5 Ocak 2022 Çarşamba günü düzenlendi. Toplantıya katılanların okudukları hatm-i şerîfler ve süver-i şerîfelerin duasının yapıldığı bu program, Cumhuriyet döneminde yetişen şuurlu şairlerimizden biri olup, millî ve manevî duyguları terennümüyle temayüz eden Arif Nihat Asya’nın 47. Ölüm yıldönümü bu güne denk gelmesi güzel bir tevâfuk oldu. Dolayısıyla okunan hatm-i şerîfler ve süver-i şerîfelerin duasına O’nu da dâhil ederek yapılan duada din ve devlet büyükleriyle YOYAV’dan ebediyete intikal edenlerin ve toplantıya katılanların yakınlarının ruhlarına rahmet ve mağfiret niyazında bulunuldu.
Katılımcıları hürmet ve muhabbetle selamlayarak, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileten YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, duadan önce yaptığı ‘Allah’ı Anmanın Anlam ve Önemi’ konulu konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarımızın müdâvimi olan muhterem kardeşlerim!
Kur’ân yolculuğunda yeni bir yıla girmenin, Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarımızın 39.sunda sizlerle bir kere daha bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, bizleri bu programlar vesîlesiyle Vakfımızın çatısı altında buluşturan yüce Rabbimizin, ebedî hayatta sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in livâ’ül hamd sancağı altında da bir araya getirmesini niyaz ediyorum.
47 yıl önce böyle bir 5 Ocak gününde ruhunu Rahmân’a teslim ederek ebediyete intikal eden şuurlu şairimiz merhum Arif Nihat Asya’yı da yapacağımız duaya dâhil ederek ruhunun şâd, mekânının Cennet ve makamının yüce olmasını diliyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Anmak ve anılmak güzel, unutmak ve unutulmak da kötü. Anan anılır, anmayan yanılır. Bu gerçeğe dikkatimizi çeken Hz. Lokman, oğluna verdiği öğütlerinden birinde: “İki şeyi unut, iki şeyi unutma. Yaptığın iyiliği ve birinin sana yaptığı kötülüğü unut, Allah’ı ve ölümü unutma.” demiştir.
Allah’ı anmak, Müslümanların muttasıf olmaları gereken müstesnâ meziyetlerin başında gelir. İnanan insan, Allah Teâlâ’yı, gönderdiği Peygamberleri, indirdiği kitapları, kendisini dünyaya getiren ana-babasını ve eceli geldiğinde ruhunu Rahmân’a teslim ederek ebediyete intikal edeceğini aslâ unutmaz.
Ölümü unutan dünyaya dalar, Allah’ı unutan da ateşte yanar. Bu gerçeğin bilincine eren Müslüman, her an Hakk’ın denetim ve gözetiminde olduğunu düşünerek, O’nun emir ve istekleriyle bağdaşmayacak davranışlardan kaçınır, rızasına erdirecek duyarlı ve dirâyetli davranışlarda bulunmaya çalışır. Allah’ı anmayı ihmal etmez, her an huzurunda olduğunu hisseder. Beyni bilgi, dili zikir ve kalbi şükür içinde olur.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Suresi’nin: “Siz beni (ibâdetle) anın ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin.” mealindeki 151. ayet-i kerîmesinde beyan buyurulan ilahî uyarıya uyarak devamlı zikir ve şükür hâlinde olmaya çalışır. Aynı Sure’nin bu ayet-i kerîmesini izleyen 152. ayet-i kerîmesinde geçen: “… Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin…” mealindeki emrine imtisalen sabır ve sebatla, ibâdet ve ta’atta kâim ve dâim olmak suretiyle hayat boyu Hakk’ın hidâyet ve inâyetinde olmayı diler.
Bakara Suresi’nin meali arz edilen 151. ayet-i kerîmesinden esinlenen merhum Sabit Bennânî bir gün arkadaşlarına: ‘Ben, Allah Teâlâ’nın beni ne zaman andığını bilirim.’ demişti. O’nun bu sözünü hayretle dinleyen arkadaşları, ‘Allah’ın seni andığını nasıl bilirsin?’ dediklerinde, cevaben: ‘Ben Allah’ı zikrettiğim zaman, O da beni anar.’ demiş ve bu ayet-i kerîmeyi okumuştur.
Kul Rabbini dili ile zikrettiği gibi, ibâdet ve ta’atıyla da zikreder. Allah Teâlâ da onu, rahmet ve mağfiretiyle anar.
Ashâb-ı Kirâm’dan Hz. Ebu Hureyre ve Ebu Saîd El-Hudrî (r.anhüma)’dan rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Allah sevgisinden konuşulan, dinden bahsedilen yerlere meleklerin de imrendiğini şöyle bildiriyor:
“Allah Teâlâ’nın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Allah Teâlâ’yı zikreden ve dinden bahsedilen bir topluluk gördükleri zaman arkadaşlarını çağırıp derler ki: ‘Gelin aradığınız buradadır.’
Hepsi gelip rahmetle onları kuşatırlar. Allah Teâlâ onlara sorar:
-Kullarımı ne halde bıraktınız? Melekler:
-Sana hamd, tesbih ve zikir ediyorlardı. Allah Teâlâ:
-Benden ne istiyorlardı? Melekler:
-Cenneti istiyorlardı. Allah Teâlâ:
-Cenneti görmüşler mi? Melekler:
-Hayır görmediler. Allah Teâlâ:
-Ya görselerdi ne yaparlardı? Melekler:
-Cenneti görselerdi daha çok isterlerdi. Allah Teâlâ:
-Neden kaçıyorlardı? Melekler:
-Cehennem ateşinden. Allah Teâlâ:
-Cehennem ateşini görmüşler mi? Melekler:
-Hayır görmediler. Allah Teâlâ:
-Ya görselerdi? Melekler:
-Onu görselerdi, daha fazla korkar, daha fazla kaçarlardı. Allah Teâlâ:
-Ey meleklerim, sizi şahit tutuyorum, ben onları bağışladım. Melekler derler ki:
-Onların içinde birisi, ilim öğrenmek veya ibâdet niyeti ile değil, başka bir iş için gelmişti, o da mı af edildi? Allah Teâlâ buyurur:
-Onlar öyle bir cemâat ki, onlarla oturan bir kimse şaki (kötü) olmaz, Cehenneme gitmez.”
Bu müjdeye kavuşmak için, birkaç kişi toplanınca, birlikte Allah Teâlâ’yı zikretmek ve zarurî din bilgilerinden konuşmak gerekir. Fırsatı ganimet bilmelidir.
Kıymetli kardeşlerim!
Allah Teâlâ, kullarının Kendini zikretmelerinden o kadar hoşnut olur ki, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayet-i kerîmesinde müminlerin Kendini devamlı zikretmelerini istemiştir. Bu cümleden olarak Ahzâb Suresi’nin 41-42. ayet-i kerîmelerinde: “Ey inananlar! Allah´ı çokça zikredin. Ve O´nu sabah akşam tesbih edin.” buyurulmaktadır.
Allah Teâlâ’yı zikir ve tesbih edenlere lütfedilecek ilahî ihsan ve ikram da aynı Sure’nin devam eden 43-44.ayet-i kerîmelerinde şöyle beyan buyurulmaktadır: “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O´dur. Melekleri de size istiğfar eder. Allah, müminlere karşı çok merhametlidir. Kendisine kavuştukları gün, Allah’ın onlara iltifatı, ‘selâm’ dır. Allah onlara çok değerli mükâfat hazırlamıştır.”
Zikrullah’ın devamı, kulluğun kıvamıdır. Allah’ı anmak, ibadetlerin en büyüğüdür. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’in Ankebût Suresi’nin 45. ayet-i kerîmesinde şöyle dikkatimize getirilmektedir: “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab´ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah´ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”
Bu ayette geçen: “Allah’ı anmak en büyüktür.” cümlesini açıklayan Abdullah bin Abbas (r.anhüma) bu cümlenin izahında iki yön vardır der. Bunların biri Allah’ın sizi anması, sizin O’nu anmamızdan daha büyüktür. İkincisi de Allah’ı anmak, ibâdetlerin en büyüğüdür.
Allah’ı anmanın değeri de, derecesi de büyüktür. Buna karşılık Allah’ı unutmak da en büyük felakettir. Bu husus da Haşr Suresi’nin 19. ayet-i kerîmesinde şöyle beyan buyurulmuştur: “Allah´ı unutan ve bu yüzden Allah´ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.”
Kişinin kendini unutması ve bu yüzden yoldan çıkanlardan olması, müptela olacağı musibetlerin en büyüğüdür. Dili, duygusu, düşüncesi ve davranışlarıyla Allah’ı anmada dâim olup, kalbi ve kalıbıyla Hakk’ın gözetiminde olduğunun bilinciyle zikir hâli içinde olması da rıza-i Rahmân’a erme ve Cennet-i a’lâya girme vesîlesidir. Bir hadîs-i kudsîde: “Kulum beni zikrettiği ve dudakları benimle hareket ettiği müddetçe ben kulumla beraberim.” buyurulmuştur. Başka bir hadîs-i kudsîde de: “Kulum beni yalnız olduğu hâlde zikrederse ben de onu Kendim zikrederim. Beni birilerinin yanında zikrederse, ben de onu daha hayırlı bir toplulukta zikrederim. Bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarım. (Ona hızlı bir şekilde icabet ederim.)” buyurulmuştur. Diğer bir hadîs-i kudsîde ise: “Beni zikretmek, (kendini) benden istekte bulunmasından alıkoyan kimseye, isteyenlere verdiğimin en değerlisini veririm.” buyurulmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîfinde: “Ademoğlu kendini azaptan kurtarma hususunda Allah’ı zikretmekten daha çok kurtarıcı bir amel işlememiştir.” buyurmuştur.
Başka bir hadîs-i şerîfinde ise: “Kim Cennet bahçelerinde (faydalanarak) dolaşmak isterse, Allah’ı zikretmeyi arttırsın.” buyurmuştur.
Amellerin hangisi daha faziletlidir, diye sorulduğunda da: “Allah’ın zikriyle dilin ıslak olarak ölmendir.” buyurmuştur.
Kıyamet gününde Allah’ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin olmadığı günde arş-ı a’lânın gölgesinde gölgelenecek yedi kesimden kimselerden birinin, yalnız olduğu hâlde Allah’ı zikredip, Allah korkusundan ağlayan kimse olduğu beyan buyurulmuştur.
Hz. Davud (a.s.)’un Yaradan’a yakarışlarından birinde şöyle dediği rivayet edilir: “Allah’ım! Eğer beni zikredenlerin meclislerini geçip, gafillerin meclislerine gittiğimi görürsen, onların yanına ulaşmadan önce ayağımı kır. Bunu yapman bana bir nimette bulunman olur.”
Ashâb-ı Kirâm’dan Ebu Hureyre (r.a.) bir gün Medine pazarına girmiş ve orada bulunanlara seslenerek: “Peygamberin mirası Mescid (-i Nebevî)de dağıtılıyorken, sizleri burada görüyorum.” demişti. Bunu duyan insanlar pazarı bırakıp Mescide gitmişler ve herhangi bir miras görmemişlerdi. ‘Ey Ebu Hureyre! Mescidde herhangi bir miras dağıtıldığını görmedik.’ demişlerdi. Ebu Hureyre (r.a.): ‘Ne gördünüz?’ demiş, onlar da: ‘Kur’ân okuyan ve Allah’ı zikreden bazı kimseleri gördük.’ demişlerdi. Ebu Hureyre (r.a.): ‘İşte Peygamberin mirası budur.’ demişti.
Muaz bin Cebel (r.a.) da: ‘Cennet ehli dünyada iken Allah’ı zikretmeden geçirdikleri zamandan başka bir şeye üzülmezler.’ demiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Allah’ı zikretmenin değerini dile getirdiği hadîs-i şerîflerinden birinde: “Allah rızası için bir araya gelip Allah Teâlâ’yı zikreden insanları melekler kuşatır, üzerlerine rahmet örter ve Allah onları yanındakilere anlatır.” buyurmuştur.
Bir diğer hadîs-i şerîfinde de: “Bir araya gelip Allah’ı zikredenlere gökten bir münadî, ‘Bağışlanmış olarak kalkın. Kötülükleriniz iyiliklere çevrilmiştir’ diye nida eder.” buyurulmuştur.
Bugün bu salonda düzenlenen Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programına katılarak dile getirilen düşünceleri dinleyip, zikir, fikir ve şükür havasını teneffüs etme bahtiyarlığına eren siz muhterem misafirlerimizin de meleklerle kuşatılmanız ve mağfiret-i Mennân’a mazhar olmanız temennisiyle sözlerimi noktalarken, yıllar önce yazdığım ve ‘Yakarış’ adlı ilk şiir kitabımda yayınlanan üç üçlükten oluşan ‘Geceler Yarısında’ başlıklı şiirimle selamlıyor, Allah’ı anan ve anılan insanlardan olmanızı diliyorum.
Geceler yarısında Rabbini zikreyle kul.
Âlem uykuda iken, sen zikr-i Hak’la doğrul.
Allah Allah diyerek can verip, cânânı bul.
Seherde Kur’ân oku, feyz-i ilahiyle dol.
Mevlâyı sever isen, zikrullah ile yoğrul.
Allah Allah diyerek can verip, cânânı bul.
Zikr ü fikr eyleyerek dâim doğru yolda ol.
Doğru yoldan ayrılma, ol Hak katında makbul.
Allah Allah diyerek can verip, cânânı bul.”
Dr. Ateş, alkışlar arasında noktalanan bu kapsamlı konuşmasından sonra, okunan 49 hatm-i şerîf, 814 Yâsîn-i şerîf, 745 Mülk-ü şerîf, 610 Nebe’i şerîf, 30 bin Ayet’el Kürsî, 29 bin Fâtihâ-i şerîfe, 35 bin 300 İhlâs-ı şerîf, 430 Fetih Suresi, 200 Duhân Suresi, 50 Kıyame Suresi, 15 Kehf, 476 bin Kelime-i Tevhîd, 519 bin salavât-ı şerîfe, 20 bin 500 istiğfar, 25 bin Esmâ’ül Hüsnâ, 75 bin Besmele-i şerîfe, 8 bin Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, 1 milyon Yâ Fettâh, 10 bin Yâ Şafî, 10 bin İsm-i Azâm, 5 bin Sübhânallahi ve bî hamdihî tesbihâtının duasını yaparak sevabını Hz. Peygamber (s.a.v.) ile diğer peygamberler, din ve devlet büyükleriyle, şehid ve gazilere, geride kalan ebediyete intikâl eden YOYAV’lı ile toplantıya katılanların yakınlarının ruhlarına bağışladı.
Program sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Duadan Görüntüler
İkramdan bir görüntü.