Anneye Hürmet ve Hizmet Duhûl-u Cennet Vesîlesidir
Ebeveyne ilgiyi ilke edinen YOYAV, anneler ve babalar günü dolayısıyla düzenlediği programlarla, onlara ihsan ve ikramda bulunmanın anlam ve önemini dile getirerek müntesipleri ile dostlarını bilgilendirip mânen motive etmenin gayret ve kararlılığı içinde olmuştur. Katılan konukların takdirini toplayan bu programlardan biri de 2022 yılı Anneler Günü dolayısıyla 9 Mayıs 2022 Pazartesi günü tertiplediği “Anneye Hürmet ve Hizmet, Duhûl-u Cennet Vesîlesidir” konulu kutlama programı olmuştur.
Çok sayıda davetlinin katıldığı bu programda misafirlerini hürmet ve muhabbetle selamlayıp, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileterek sözlerine başlayan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, konuyla ilgili ayet ve hadislerin ışığında önemli açıklamalarda bulunduğu mesaj yüklü konuşmasında şu cümlelere yer vermiştir.
“Büyüklerin küçüğü, küçüklerin büyüğü olmanın bilinciyle davranışlarını dizayn edip, büyüklerinin kadrini ve kıymetini bilmeyi, küçüklerini de şefkat ve merhametle görüp gözeterek Yaradan’a kul ve yaratıklara kol olacak inanç, bilinç ve anlayışla yetişmelerine özen gösteren duyarlı ve dirayetli kardeşlerim!
Ebeveyne ihtiramın dünyada huzur ve ukbâda cennete duhûl vesilesi olacağının idraki içinde olduklarına inandığım değerli dostlar!
Büyüklerini memnun ve mesrur ederek rızâ-ı Rahmân’a ermenin gayret ve kararlılığı içinde olduklarını düşündüğüm muhterem misafirlerimiz!
Anneler günü dolayısıyla düzenlediğimiz bu manalı ve muhtevalı toplantıya teşrif ederek baş tacı annelerimizin sevinç ve saadetlerini paylaşmamıza katkıda bulunan güzide heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum.
Başta insanlığın muhterem annesi Hz. Havva vâlidemiz olmak üzere iman ve ihlasla ebediyete intikal eden tüm anneleri minnet ve mağfiretle anarak ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olmasını niyaz ediyorum. Hayatta olan annelere de sağlık ve afiyet içinde huzurlu ve mutlu bir hayat temenni ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Malumunuz olduğu üzere ebeveyn olmak inanan her insanın önde gelen istekleri arasındadır. Zira Müslümanın müstesna meziyetlerinden olan bu özellik Hak ve halk nezdinde takdir edilen bir fazilet faktörüdür.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in müteaddit ayetlerinde ana-babaya sevgi, saygı, hizmet ve muhabbeti emreden yüce Rabbimiz İsrâ Suresinin: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.
Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öyle rahmet et!’ diyerek dua et.” mealindeki 23 ve 24. ayet-i kerîmeleriyle Nisâ Suresinin: “Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” mealindeki 36. ayet-i kerimesinde Allah Teâlâ kendisine kullukta bulunulmasının akabinde ana-babaya iyilik, itaat, hürmet ve hizmeti emrederek onların Hak nezdindeki değer ve itibarlarını beyan buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) anne-babanın önemiyle Allah katındaki yerlerini ifade ettiği hadîs-i şerîflerinden birinde: “Cennet annelerin ayakları altındadır.” Bir diğerinde: “… Baba cennetin orta kapısıdır.” buyurmuştur. Böylece cennete girmek isteyen herkesin anne-babanın yanında, yakınında ve hizmetinde olmalarının önemine dikkat çekmiştir.
Ashab-ı kiramdan birinin: “Ya Rasûlallah, insanlardan kendileriyle güzel sohbette bulunmak hususunda en çok hak sahibi kimdir!” diye sorduğunda: Hz. Peygamber (s.a.v.) “annendir” buyurmuştur. O kişi sonra kimdir diye sorusunu tekrarladığında yine “annendir”. Üçüncü kez aynı soruyu sorduğunda yine “annendir” cevabını vermiştir. Sonra kimdir diye sorduğunda “babandır” buyurmuştur.
Ana-babanın fazilet ve meziyetlerinin beyan buyurulduğu bu hadîs-i şerîflerde onlara ikram ve ihtiramda bulunmanın önemi anlaşılmakta olmakla birlikte meali verilen hadislerin sonuncusunda anneninbabadan üç adım daha ileride olduğu anlaşılmaktadır.
Her Müslüman bu gerçeği göz önünde bulundurarak ebeveyne ihsânı (iyilikte bulunmayı) ilke edinmenin yanında onlara hürmet ve hizmette bulunmanın gayret ve kararlılığı içinde olmalıdır. Bilhassa anneye hürmet ve hizmetin, duhul-u cennet vesilesi olacağı unutulmamalıdır.
Rivâyet edildiğine göre birgün Mûsâ (a.s.) Cenâb-ı Hakk’a niyâz etti:
“-Yâ Rabbî! Benim cennetteki komşum kimdir?”
Cevaben kendisine:
“-Ben’im filan yerde kasaplık yapan ve dostum olan bir kulum vardır. Ancak onun kasaplıktan başka çok mühim bir işi daha mevcuddur ki, eğer yanına dâvet edersen gelemez! İşte cennetteki komşun o olacaktır, ey Mûsâ!” buyruldu.
Hazret-i Mûsâ, derhal o kasabı ziyârete gitti. Kendisinin Mûsâ Kelîmullâh olduğunu bildirmeden:
“-Ben sana misâfir olarak geldim!” dedi.
Kasap da kendisine gelen ve her bakımdan diğer insanlardan farklı olduğu belli olan bu nûr yüzlü misâfire büyük bir tebessümle alâka gösterip onu evine götürdü. Hânesinin başköşesine oturtarak izzet ve ikramda bulundu. Ona kendi elleriyle et pişirdi ve önüne koydu. Mûsâ (a.s.)’a, mühim bir işi olduğunu söyleyerek kendisini beklemeyip yemeğe başlamasını söyledi. Kendisi de pişirdiği et yemeğinin diğer kısmını küçük lokmalar hâlinde hazırladı. Sonra duvarda îtinâlı bir şekilde asılı duran zenbili indirdi ve içinde bulunan çok yaşlı, mecâlsiz âdeta kuş kadar ufalmış bir kadıncağıza hazırladığı lokmaları yedirmeğe başladı. Yemeğin ardından onun ağzını güzelce sildi. Sonra temizliğini yaptı. Sevdi, okşadı ve tekrar büyük bir îtinâ ile yerine koydu. O bunları yaparken, ihtiyar kadıncağız da sürekli ona duâlar ediyordu.
Hazret-i Mûsâ, bu zembili kasabın dükkânında da görmüş, fakat bir şey sormamıştı. Hayretle bekledi.
Kasap, bütün hizmetini bitirip Hazret-i Mûsâ’nın yanına gelince, O’nun yemeğe başlamadığını görüp sordu:
“-Ey nûr yüzlü misâfirim! Niçin yemeğe başlamadın?”
Mûsâ (a.s.):
“-Sen bana şu zembilin sırrını söylemedikçe yiyemem!” dedi.
Bunun üzerine kasap şöyle dedi:
“-Ey misâfirim! Bu zembilin içinde bulunan yaşlı kadıncağız benim annemdir. Çok ihtiyarlamış olduğundan tâkatsizdir. Hem ona bakacak kimsem de yoktur. Ben de onu yalnız bıraktığım zamanlarda herhangi bir hayvanın kendisini rahatsız etmesi endişesiyle, böyle zembile koyup yukarı asıyorum. Bazen de yanımda dükkânıma götürüyorum. Benim gönlümün bütün huzûru, ona yaptığım hizmettendir. Günde iki öğün yemek veriyor, anneciğime karşı bütün vazîfelerimi seve seve yapıyorum!”
Hazret-i Mûsâ sordu:
“-Peki, sen bu hizmetleri yaparken o sana bir şeyler fısıldayarak ne diyordu?”
Kasap da:
“-Annem yaptığım hizmetler için dâimâ: “Allâh seni cennette Mûsâ (a.s.)’a komşu eylesin!” diye duâ eder. Ben de bu güzel duâya “âmîn” derim. Ancak o yüce peygambere komşu olabilecek kıymette amel nerede, ben neredeyim?!” diye cevap verdi.
O âna kadar kim olduğunu gizleyen Mûsâ (a.s.) tebessüm etti ve şöyle dedi:
“-Ey sâlih kişi, müjdeler olsun sana! İşte ben Mûsâ’yım. Beni sana Allah gönderdi. Buyurdu ki: “Anasının hizmetinde kusûr etmeyerek rızâsını kazanıp duâsını alan o velî kulumu cennette sana komşu eyledim!” Şükreyle, lutf-i ilâhî sana mübârek olsun!”
Gözleri sevinç gözyaşlarıyla dolan kasap, büyük bir muhabbetle Mûsâ (a.s.)’ın elini öptü; sürûr, şükür ve huzûr içinde yemeklerini yediler.
Ashâb-ı kiramdan Ebu Hureyre (r.a.) ile tâbiinden Üveys el-Karanî’nin anneleri ile ilgili anılarından bir kaçını da dikkat ve dirayetle okuyup benzeri davranışlarda bulunmanın gayret ve kararlılığı içinde olunmalıdır.
Veysel Karani’nin çok yaşlı bir annesi vardır. Hem kör, hem de kötürümdür. Veysel Karanî onun eli ayağı, gözü kulağıdır. Yedirir, içirir, yıkar, paklar. Kadıncağıza bebek gibi bakar. Ne derse, ama ne derse yapar. En olmayacak arzularını bile ikiletmez. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de getirir yerine. Tabiri caizse, anasına kölelik eder.
Veysel Karanî Hazretleri haram bilmez, yalan söylemez. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler. Ümmet-i Muhammed’e dua eder. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resulüne duyduğu tarifsiz aşktır. Veysel Karanî’nin tek arzusu vardır. Yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server’i görebilmek. Efendimizi düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olur. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, oturur boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.
Beklediği kutlu haber çok geçmeden kendisine ulaşır. Bu haber Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in zuhur ettiği ve insanları Hak Dine davet ettiği haberidir. Hz. Veysel Karanî bu haberi duyunca hiç kimsenin irşad ve teşviki olmadan Müslüman olur, İslama ve Hz. Muhammed’e gönülden bağlanır. Annesine de Kelime-i Tevhid i bizzat kendisi öğretir.
Hz. Veysel Karanî Müslüman olunca yüce peygamberin nurlu yüzünü görebilmek aşkıyla yanar tutuşur. Hz. Veysel Karanî, Allah Resulünü görme arzusunu birkaç defa pek sevdiği annesine açarsa da, çok ihtiyar ve âmâ (kör) olan annesi, kendisine bakacak kimse olmadığından izin vermez. Hz. Veysel Karanî’nin yaşı kırkın üzerine gelir. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları çok iyi hisseden anne, çaresiz ancak Medine’ye gidip hemen gelmek, Hz. Peygamberi orada bulamayacak olursa teşriflerini beklemeden dönmek şartıyla kendisine izin verir.
Gönlü Allah aşkıyla, Peygamber muhabbetiyle dolu olan Hz. Veysel Karanî, izin alınca durmaz ve Medine yollarına koyulur. Issız vadiler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri aşar ve Peygamber beldesi Medine’ye ulaşır. Hz. Peygamber’in evine giden Hz. Veysel Karanî, Peygamberimizi evde bulamaz. Peygamber Efendimiz o sırada Tebük Seferi’ndedir. Peygamberimizi bulamayınca çok üzülür. Hz. Veysel Karanî, annesine verdiği sözü hatırlar. Hz. Aişe (r.a.)’ye “Kainatın efendisine selamımı söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübarek yüzlerini doya doya görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed-i (s.a.v.) ile yandığını, gönlümün bitmez niyazını bildiriniz.” diyerek ayrılır ve tekrar Yemen yolunu tutar.
Peygamber Efendimiz seferden dönünce Hz. Aişe’ye şöyle hitap ettiler: -“Ya Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi? Bu Rahmanî kokular, bu İlahi lezzet nedir?” Ey Allah’ın Resulü; Yemen Oymağı’ndan Karen Köyü’nden Üveys adında bir zat sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin bağrı yanık âşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün bir halde ayrıldı. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvi kokuları hissettim.
-“Yâ Aişe, sen o zatı gördün mü?”
-“Evet ey Allah’ın Resulü. Sağ gözümün ucu ile baktım.”
Öyleyse o gözünü bende ziyaret edeyim. Görüşün ve gördüğün mübarek olsun. Bir müddet sonra Mescid-i Nebevi ye geçen Resulallah, Sahabelerine seslendiler;
Müjdeler olsun, Üveys’i gören gözü ziyaret ettim, gelin siz de benim gözümü ziyaret edin.
En çok hadis rivayet eden sahabelerden olan Ebu Hureyre (r.a.), annesine çok fazla hürmet eder ve saygı gösterirdi. Size annesi ile bize örneklik olacak olan üç hatırasını sunmak istiyorum:
Bunlardan birinci Hatıra:
Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatır:
“Annem müşrikti. Onu İslam’a davet eder, ancak o ısrarla iman etmezdi. Bir gün yine İslam’a davet ettiğimde Resulallah (s.a.v.) hakkında hoşlanmadığım bazı kelimeler bana söyledi.
Ben bu durum karşısında ağlayarak Resulallah (s.a.v.)‘a geldim. Durumu ona bildirdim ve annemin hidayete ermesi için kendisinden dua etmesini istedim. O da; ”Allah’ım! Ebu Hureyre’nin annesine hidayet ver” diye dua etti.
Anneme aldığım bu güzel dua müjdesini haber vermek için tekrar hızlıca eve doğru yola çıktım. Eve geldiğimde kapının kapalı olduğunu buldum. Kapının arkasından su şırıltısı seslerini işittim. Annem geldiğimi anladı ve “Oğlum sen misin?” diye sordu. Ben “Evet” cevabını verdim. Bunun üzerine giysisini giydi ve örtüye bürünmüş halde kapıyı açtı.”
Bana; ”Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve Resulu olduğuna şehadet ederim” dedi.
Üzüntüden ağlayarak ayrıldığım evime şimdi sevinçten ağlayarak girdim. Bu durumu Resulallah (s.a.v.)’e haber vermek için yanına gittim.
Resulallah (s.a.v.) buna sevindi. Bunun üzerine ben; ”Beni ve annemi bütün müslümanların sevmesi için dua et” dedim. Resulallah (s.a.v.); “Allah’ım! Şu kulunu ve annesini mü’minlere sevdir” diye dua etti.
İkinci Hatıra:
Bir keresinde çok şiddetli bir açlık çekince evimden dışarı çıktım. Dışarıda Resulallah (s.a.v.)’ın ashabından bazılarıyla karşılaştım. Onlar; “Ey Ebu Hureyre! Seni bu saatte çıkaran nedir?” diye sorunca “Beni dışarı çıkaran açlıktan başka bir şey değildir” dedim.
Kalktık ve Resulallah (s.a.v.)’ın yanına gittik.
Resulallah (s.a.v.); “Sizi bu saatte buraya getiren nedir?” diye sordu.
Biz; “Açlık” diye karşılık verdik.
Bunun üzerine Resulallah (s.a.v.) bir tabak içinde hurma getirdi. Her birimize iki hurma verdi ve; “Bu iki hurmayı yiyin. Üzerine de su için. Muhakkak bu iki hurma bu gün için size yeter” dedi.
Ben bir hurmayı yedim, diğerini sakladım. Resulallah (s.a.v.) bu durumu fark edince; “Ey Ebu Hureyre! Diğer hurmayı neden sakladın?” diye sordu.
Ben: “Onu annem için sakladım” diye cevap verdim.
Bunun üzerine bana: “Onu ye! Annen için de sana iki hurma vereceğim” dedi.
Ben de onu yedim. Annem için bana iki hurma verdi.
Üçüncü Hatıra:
Ebu Murre anlatıyor:
“Ebu Hureyre dışarı çıkmak istediği zaman, annesinin kapısında durup:
“Ey anneciğim! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun.” derdi.
Annesi de: “Ey oğulcuğum! Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi senin de üzerine olsun” derdi.
Ebu Hureyre; “Küçükken beni yetiştirdiğin için Allah sana rahmet etsin” der, annesi de: “Ey oğulcuğum! Allah sana rahmet etsin. Büyükken bana hürmetkâr davrandığın için Allah senin hayrını versin ve senden razı olsun” derdi.
Öte yandan hanımının rızasını annesinin rızasından önde tutan Alkame’nin hazin hâlini göz önünde bulundurarak anneyi aslâ üzmemenin gayret ve kararlılığı içinde olunmalıdır.
Enes bin Malik radıyallahu anhudan şöyle rivayet edilmiştir:
“Alkame adında bir genç vardı. Şiddetli bir hastalığa tutuldu ve yatağa düştü.
Onun hanımı Peygamber Efendimize gelerek;
- Yâ Resulallah! Kocam son nefesini vermek üzere, dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hz. Bilal, Hz. Ali, Selman-ı Farisi'ye ve Ammar'a (radıyallahu anhum);
- Gidin, Alkame'nin durumunun nasıl olduğuna bakın, buyurdu.
Bu sahabeler gelip Alkame'ye;
- Yâ Alkame! Şehadet getir, dediler.
Alkame bir türlü şehadet getiremeyince, Hz. Bilal (r.a.) gelip durumu, Peygamber Efendimize haber verdi.
Bunun üzerine Hz. Resulallah (s.a.v.);
- Ana babası hayatta mı? Diye sordu?
Hz. Bilal:
- Babası öldü, yaşlı bir annesi var, dedi.
Efendimiz (s.a.v.):
- Yâ Bilal! Alkame'nin annesine git, benim selamımı söyle. Gelebilirse yanıma gelsin. Gelemezse ben onun yanına geleyim, buyurdu.
Hz. Bilal, kadının yanına gelip durumu anlatınca, kadın;
- Onun huzuruna gitmek bana düşer, diyerek, bastonunu aldı ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in huzuruna geldi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
- Alkame'nin durumu nedir, diye sordu? Kadın dedi ki;
- Yâ Resulallah! Alkame, çok namaz kılan, sadaka veren biridir. Ama ben ona dargınım. Çünkü hanımını bana tercih ediyor(du).
O zaman Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki;
- Annesi Alkame'ye darıldığı için şehadet getiremiyor.
Yâ Bilal! Git biraz odun hazırla. Gelip onu yakacağım.
Bunu duyan kadın:
- Yâ Resulallah! Oğlumu mu yakacaksın? Hem de benim gözümün önünde. Ben buna dayanamam.
Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki;
- Allah'ın azabı çok şiddetli ve süreklidir. Eğer Allah'ın onu bağışlamasını istiyorsan, ona hakkını helal et.
Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ona dargın durduğun sürece, namazının ve sadakasının ona bir faydası olmaz.
Bunun üzerine kadın dedi ki;
- Yâ Resulallah! Allah-u Zülcelal'i, seni ve beni buraya getireni şahit tutuyorum ki ben Alkame'den razı oldum.
Hz. Resulallah Efendimiz (s.a.v.), Hz. Bilal'e;
- Yâ Bilal! Git, Alkame'nin durumuna bak, buyurdu.
Hz. Bilal, Alkame'nin evine gelince, şehadet getirdiğini ve vefat ettiğini gördü. Durumu Peygamber Efendimize bildirdiler. Yıkanıp kefenlenmesini emretti ve bizzat kendisi namazını kıldı ve kabrin başına gelip şöyle buyurdu;
- Ey muhacir ve Ensar topluluğu! Her kim hanımını, anasından üstün tutarsa ona Allah'ın laneti vardır. Onun ne farz ne de nafile ibadeti makbul olmaz.
Ebeveyni aslâ ihmal etmemeniz, onlara ihtimam ve ihtiramla hürmet ve hizmeti ifası icap eden hizmetlerin önde gelenlerinden biri kabul etmemiz temennisiyle sözlerimi noktalarken sizleri seneler önce yazmış olduğum “Ebeveyni Hoş Tut” başlıklı şiirimle selamlıyor, rızâ-ı Rahmân’a eren müstesna ve mümtaz kişilerden olmanızı diliyorum.”
Ebeveyni Hoş Tut
Babanı büyük bil, ananı azîz.
Atanı unutma, olursun âciz.
Gerek zengin olsun, gerekse fakir,
Ananı hor görme, babanı hakîr.
Ebeveyni hoş tut, sıkılma, sabret,
Varını yoğunu onlara sarfet.
Şımartmasın seni şöhret ve servet,
Anana hizmet et, babana hürmet.
Ananı say, gözün ondan ayırma,
Onu kırıp başkasını kayırma.
Babana bak, baksın evladın sana,
Bil ki yaptığını yaparlar sana.
Dr. Ateş’in alkışlarla noktalanan konuşmasından sonra, Vakfımızın yürüte geldiği hayrî, sosyal ve kültürel hizmetlere yapageldiği kıymetli katkılarla, örnek kişiliği göz önünde bulundurularak “Yılın Yoksul Annesi” seçilen Afet Tan’a ödülü takdim edildi.
Program toplantıya teşrif eden annelerle diğer konuklara birer gül takdim edilmesi ve sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Toplantı, Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı ile başladı.
Dr. İbrahim Ateş, Afet Tan'a “Yılın Yoksul Annesi” ödülünü takdim etti.
Toplantıya katılan annelere ve misafirlere birer gül takdim edildi.
Toplantı sonu ikramdan görüntüler.
Programın sunumunu Yasemin Aras yaptı.