Cami, Cuma, Cemaat Sağlar Sonsuz Saadet
YOYAV’ın 32. Hizmet Sezonu’nda gerçekleştirmeyi planladığı etkinliklerin ilki olan 30. Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programı 2 Ekim 2019 Çarşamba günü çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirildi.
1-7 Ekim tarihleri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı’nca organize edilip, yurt sathında çok ve çeşitli etkinliklere sahne kılınan “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olması münasebetiyle programda “Cami, Cuma, Cemaat, Sağlar Sonsuz Saadet” konusu gündeme getirildi.
Programı Tevbe Suresi’nin 17 ve 18. ayetleri ile Cuma Suresi’nin 9 ve 10. ayetlerini tilâvet ederek başlatan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, okunan hatm-i şerîfler, Yasîn-i Şerîfler, İhlâs-ı Şerîfler, Fatihâ-i Şerîfeler ve diğer süver-i şerîfelerle getirilen salavât-ı şerîfeler ve kelime-i tevhidlerin duasını yaparak sevabını ebediyete intikal eden din ve devlet büyükleriyle şehitler, gaziler ve okuyanların ölmüşlerinin ruhlarına armağan ettikten sonra, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Kıymetli kardeşlerim!
Üç aylık bir dinlenme süresinden sonra tekrar Vakfımızın çatısı altında sizlerle buluşup 32. Hizmet Sezonumuzun ilk etkinliği olan 30. Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programında bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, ömür boyu Kur’ân-ı Kerîm ile iç içe olmanızı niyaz ediyorum.
İçinde bulunduğumuz hafta Camiler ve Din Görevlileri Haftası olduğu için, bugünkü sohbetimizde sizlere ‘Cami, Cuma ve Cemaat’ konusuyla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Malumunuz olduğu üzere ülkemizde Müslümanların toplu halde ibâdet ettikleri mekânların büyüklerine ‘cami’, küçüklerine de ‘mescid’ denilmektedir. Bunlardan cami, cem eden ve bir araya getiren mescid de secde edilen (namaz kılınan) yer manalarına gelmektedir. Her iki ismiyle bu yerler, Allah için bir araya gelip ibâdet edilen ve ilim-irfan öğrenilen dinî mekânlardır ki, buralara Allah’ın evleri deyimi de kullanılır.
Kur’ân-ı Kerîm’de mescid ve mesacid kelimeleri kullanılmakta olup, tekil hâlinde mescid, çoğul hâlinde de mesacid kelimesi geçmektedir. Örneğin İsrâ Suresi’nin 1. ayetinde Mescid-i Haram ile Mescid-i Aksâ’dan söz edilirken mescid kelimesi kullanılmaktadır. Bu ayetin meali şöyledir: “Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed’i) kulunu mescid-i Haram’dan çevresini mübârek kıldığımız mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir.”
Bakara Suresi’nin 114 ve 187. ayetleri, Tevbe Suresi’nin 17 ve 18. ayetleri ile Hac Suresi’nin 40. ve Cin Suresi’nin 18. ayetinde de mesacid kelimesi geçmektedir.
Mescidler metrûk mekânlar hâline getirilmemeli, cemaatle doldurulmalı ve ibâdetle imar edilmelidir. Ülkemizde Allah’a hamdolsun mescidler çok ama cemaat maalesef azdır. Cuma ve Bayram namazlarıyla, teravih namazları dışındaki namazlarda selâtîn camilerinde bile cemaatin sayısı bir iki safı aşmamaktadır. Öyle ki, cami çok cemaat yok denilse yanlış söylenmiş olmaz.
Bazı İslam âlimlerinin garipler zinciri içinde saydıkları şeylerden biri de cemaati olmayan camilerdir. Okuyanı olmayan kitap, İslamî yaşantının dışına çıkmış (fâsık) bir kişinin ezberindeki Kur’ân, dinleyeni olmayan musiki gibi. Cami, insan içindir. İçinde insan olmadıktan sonra binanın ne kıymeti olabilir? Camiyi cami yapan, onun işlevidir.
Yeryüzünün her tarafının ümmet-i Muhammed için mescid kılınmış olmasının anlamı, Müslümanların nerede olurlarsa olsunlar cami ve cemaat ruhunu hâkim kılabilecek oluşlarıdır. Camiler, bu ruhun dışarıya yansıyan görüntüleridir.
Hiç şüphesiz bu mübârek binalar, cami işlevini gördüğü sürece cami olabileceklerdir. Bizzat ‘cami’ kelimesinin anlamı, aslında camilerin işlevini ortaya koymaktadır. Çünkü yukarıda arz edildiği gibi Cami, ‘toplayıcı, toplayan, bir araya getiren’ anlamına gelir.
Cami, bulunduğu yerdeki insanları bir araya getiren, aynı amaç etrafında birleştiren; onları, İslâmın özünde yer alan birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhu içinde eriten, Müslümanlık bilinçlerini canlı tutan ve bu doğrultuda onları eğiten yer demektir.
Camilerin cemaatle doldurulması ve her gün beş vakit namazların cemaatle kılınması dinimizin direktifleri cümlesindendir.
Hac ve Umre ziyaretlerinde Mekke ve Medine’de ezan okununca insanların dükkânlarını ve benzeri işyerlerini kapatıp cemaatle namaz kılmak için camiye koştuklarını görüyoruz. Her gün beş vakit namaz için camiler cemaatle dolup boşalıyor. Kadın-erkek, büyük-küçük her yaştan herkesin camiye koşması ve namazın akabinde herkesin işinin başına geçmesi, ne kadar güzel ve iç açıcı bir tablodur.
Haremeyn-i şerifeynde tanık olduğumuz bu tablonun diğer yerlerde de yaşanması, özellikle Cuma günleri erken saatlerde camilere koşulması ve ilk saflarda yer almanın gayreti içinde olunması samîmîyetle arzu edilen bir hâldir. Bu arada hanımlar için özel giriş-çıkış kapıları ile yeteri kadar yer ayrılması, îfâsı îcâp eden önemli bir görevdir. Bazı camilerde memnuniyetle müşahede edilen o hâlin bütün camilerde uyulur ve uygulanır olması, herkes tarafından beklenen ve istenilen bir husustur.
İbâdet için camilere gidip gelmek ve beş vakit namazı cemaatle kılmak, erkeklerin hak ve görevleri olduğu gibi, kadınların da hak ve görevleri olduğu unutulmamalıdır. Bilhassa Cuma günlerinde Cuma namazını kılmak ve îrad edilen hutbeyi dinlemek için erkenden boy abdesti alıp caminin yolunu tutmak gerekir. Camiye gitmek için atılan her adımın sahibine sağladığı saadet ve cemaatle eda edilen namazın fazilet ve sevabı göz ardı edilmemelidir.
Camide cemaatle ibâdet etmek, Hakk’ın huzurunda bir arada olma erdeminin yanında, mahalle halkıyla görüşüp haberleşmek ve durumları hakkında bilgi edinmek bakımından da önem arz eden sosyal bir sorumluluktur.
Cemaatten herhangi birinin hastalanması veya sıkıntılı bir duruma düşmesi hâlinde, hemen ziyaret edilmesi ve derdine derman olmaya çalışılması, îfâsı îcâp eden içtimai bir vazifedir. Bu vazifenin yerine getirilmesinde cami ve cemaate devamın büyük rolü vardır. Bilhassa daha geniş kesimden, daha çok insanın katıldığı Cuma namazlarında buluşmanın pek çok maddî ve manevî faydaları vardır. Bu faydalar göz ardı edilmemeli, Cuma namazları için camilere mutlaka gidilmeli ve namaz çıkışında hemen dağılmamalı, insanlarla görüşülerek hâl, hatır sorulmalıdır.
Eşler, aile bireyleri ile birlikte gezmeye gittikleri, piknik yaptıkları, çarşı ve pazara çıktıkları gibi, camilere de birlikte gitmelidirler. Ebeveyn olanlar anneler kız çocukları, babalar da erkek çocuklarıyla birlikte camiye gitmeli ve camide cemaatle nasıl namaz kılındığını gösterip öğretmelidirler. Büyüklerinden görerek küçük yaşta bu eğitimi alan yavrular, büyüdüklerinde kendiliğinden cami cemaati olmanın gayreti içinde olacaklardır. Dolayısıyla büyükler, öğüt vererek öğretmekten çok örnek olarak öğretmenin etkili olduğunu göreceklerdir. Böylece büyük-küçük, çoluk-çocuk cami kuşu oldular denecek kadar cami ve cemaatin müdavimi, beş vakit namazın muhafızı hâline gelecek ve toplumun tamamı cemaat ve yeryüzü de mescid, cami hâline gelecektir.
Allah Teâlâ Tevbe Suresi’nin 18. ayetinde: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.” buyurmaktadır. Ayette yer alan “imar etmek” ifadesi, inşaatın yanı sıra ibâdet, zikir ve ilim için camilere gitmeyi alışkanlık edinmek anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla müminler olarak bizler, ilim ve ibâdet için camilere gitmeyi alışkanlık edinerek camileri ikinci adresimiz hâline getirmek ve böylece onları mamur etmekle mükellefiz.
Sahabeden Ebu’d-Derda (r.a.) arkadaşı Selman (r.a.)’a gönderdiği mektubunda bu sorumluluğa şu öğütlerle yer vermiştir: “Ey kardeşim! Kulun geri çeviremeyeceği belalar başına gelmeden önce sağlığını ve boş vaktini ganimet bil. Sıkıntıda olan insanların dualarını almayı da ganimet bil. Ey kardeşim! Cami evin olsun! Çünkü ben Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle dediğini işittim: “Cami bütün müttakilerin evidir. Yüce Allah camiyi ev edinenlere, rahatlığa, rahmete ve sıratı geçerek Allah’ın rızasına erişme konusunda garanti vermiştir.”
Caminin, ibâdet mekânı olma dışında özellikle Asr-ı Saadette yüklendiği işlevler, onların çok fonksiyonlu boyutlarını bize göstermektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatta olduğu dönemlerde ve daha sonrasında bir süre, kadın ve cami buluşmasının camilerin işlevselliğinin artması ile pek çok alanda gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Resûlullah, bizzat kadınların camilere gitmesini, Müslüman cemaati ile birlikte olmasını istemiştir. “Kadınları mescidden alıkoymayın.” buyuran Peygamberimiz (s.a.v.), bu çok boyutlu mekân ile kadın buluşmasını açıkça teşvik etmiştir.
Bugün cami ve kadın buluşması, camilerin günümüzdeki işlevleri ile paralel olarak daha çok ibâdetler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Camiler kadınlar için namazlara iştirak ettikleri, Ramazan ayında mukabeleye katıldıkları, dinini öğrenmek üzere vaaz dinledikleri, Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetini öğrendikleri kutsal mekânlardır.
Günümüzde cami merkezli bir dinî ve sosyal hayat tesisinde, toplumun yarısını oluşturan kadınların göz ardı edilmemesi hayatî önem taşımaktadır.
Camiler, İslam dünyasının simgesi, Cumalar güzelliği, cemaatler de özelliğidir. Simgeye sahip çıkılmalı, güzellik ve özellik de korunmalıdır.
‘C’ ile başlayan cami, Cuma ve cemaat kelimelerinin yansıttığı dinî değerler üzerinde devamlı durulmalı, sonu Cennet oluncaya kadar onlarla iç içe olunmalıdır.
Namaz için cami ve mescidlerde bir araya gelen Müslümanların oluşturduğu cemaat, bireylerinin içinde benliğini erittiği ve yüce gayeler uğruna ferdî düşüncelerini ikinci plana attığı, manevî bir topluluğun adıdır. O, ortak his, ruh ve şuurun içtimai bir bedene büründüğü özel bir topluluktur. Bu sebeple, maddî ve nefsanî hiçbir menfaatin söz konusu olmadığı namaz için oluşturulan cemaat, sırf Allah rızasını amaç edinmiş ulvî bir topluluktur. Bu topluluk, aynı zamanda bireyleri manevî yönden olgunlaştırma ve eğitme görevini de yerine getirmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), cematle kılınan namazın kişiye kazandırdığı güzellikleri şöyle zikretmektedir: “Her kim namaz için güzelce abdest alır, sonra farz namazı kılmak için gider de onu insanlarla veya cemaatle ya da mescidde kılarsa Allah o kimsenin günahlarını affeder.”
Hz. Peygamber (s.a.v.), bu rahmet kaynağından kadınların da mahrum bırakılmamasını ümmetine tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescidlerine gelmelerine engel olmayın.”
Aylardan Ramazan’ın, günlerden de Cuma’nın Kur’ân-ı Kerîm’de zikredilmesinin hikmeti üzerinde durup düşünülmeli ve kıymetleri bilinmelidir. Ramazan ayı Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Suresi’nin 185. ayetinde, Cuma günü de Cuma Suresi’nin 9. ayetinde zikredilmektedir. Ramazan ayının, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği ay olması, Cuma gününün de namaz için nida edildiğinde (ezan okunduğunda) alış-verişi bırakıp Allah’ı anmak için cami ve cemate koşulması emredilen gün olması itibariyle değer kazanan ay ve gün oldukları unutulmamalıdır.
Günlerden Cuma gününün, aylardan Ramazan ayı gibi değerli olduğu, Cuma gününde duaların kabul edildiği icabet saatinin de Ramazan ayındaki Kadir gecesi gibi değerli olduğu bilinmeli ve dolu dolu geçirilmelidir.
Cuma gününün fazileti ile ilgili hadîs-i şerîflerden biri olan: “Cuma günü, günlerinizin en faziletlilerindendir.” mealindeki hadîs-i şerîf ile: “Beş vakit namaz, diğer Cuma’ya kadar Cuma ve (diğer) Ramazan’a kadar Ramazan, büyük günahlardan kaçınılması hâlinde (aralarındaki günahlar) için kefarettirler.” mealindeki hadîs-i şerîf, Cumanın değerini dile getirmektedir. Bunun içindir ki, ‘Cuması düzgün olanın diğer günleri de düzgün olur’ denilmiştir. Dolayısıyla Cuma haftanın, Ramazan yılın, Hac da ömrün terazidir.
Ancak üzülerek ifade etmek isteriz ki, Cuma günü haftanın tatil günü olan ülkelerde dinlenip eğlenerek geçirilmekte, iş günü olan ülkelerde ise hayatın hay huyu içinde geçirilerek değerine dikkat edilmemekte ve Cuma namazına yeteri kadar özen gösterilmemektedir.
Oysa Müslüman, nerede ve hangi ülkede olursa olsun, bu mübârek günü dikkatle ve dirâyetle değerlendirmenin gayreti içinde olup, gerekli hazırlığı yaparak namaz saatinden önce camiye gidip ön saflarda yer almaya çalışmalıdır. İş ve uğraşlarla oyalanıp son saniyelerde camiye ulaşanlardan olmamalıdır. “Amellerin en faziletlisi, vaktinde kılınan namazdır.” buyuran sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in uyarısına uymalı, hayatı Hakk’a ibâdet, halka hizmet ve hakkaniyete riayetle değerlendirmenin gayret ve kararlılığı içinde olmalıdır.
Cuma gününün feyiz ve faziletinin farkında olan Müslüman, Cuma sabahı erken kalkıp, seher vaktinde tilâvet-i Kur’ân ve zikr-i Rahmânda bulunmanın mutluluğunu yaşamalıdır. Sabah namazını camide cemaatle kılmak için camiye koşmalı, iki rekât sünneti kılıp farzı beklerken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in: “Sabah namazının iki rekât (sünneti) dünya ve dünyadakilerden hayırlıdır.” mealindeki müjdesine ermenin huzurunu duymalıdır. Cemaatle sabah namazının farzını kıldıktan sonra sabah virdini okuyarak zikir ve şükürde bulunmalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in: “Kim sabah namazını cemaatle kılar, sonra güneş doğuncaya kadar oturup Allah’ı zikreder, sonra iki rekât namaz kılarsa kendisi için tam bir hac ve umre sevabı olur.” mealindeki müjdeye mazhar olmanın bahtiyarlığına erebilmelidir.
Güne böyle başlamanın haz ve huzuru içinde evine dönmeli, aile bireyleriyle birlikte kahvaltı edip herkese hayırlı Cumalar dileyerek Hakk’ın himâyesinde, hidâyetinde ve inâyetinde dâim olmak temennisiyle işine gitmelidir. Çalışıp, üretip, ailesi, milleti ve memleketine faydalı olmanın gayreti içinde olmalıdır. Tembelliğe tevessül etmemeli ve yan gelip yatmaya yeltenmemelidir. Cuma Suresi’nin: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” mealindeki 9. ayetindeki ilahî emre uyarak Cuma namazı için camiye koşmalıdır. Cuma namazından sonra aynı surenin: “Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz.” mealindeki 10. ayetindeki talimata imtisalen işinin başına dönmelidir.
Namaza nidâ edilince, yapılacak işin ibâdet, namaz edâ edilince de yapılan işin ibâdet olacağı anlaşıyla da davranışlarını dizayn etmelidir.
Cuma namazını kaçırmayanlar yılda 50 hutbe dinleme imkânını elde ederler. Dolayısıyla hatiplerin hutbe irad ettikleri camilerle, cenaze namazı kılınan camilere gitmek ve Cuma namazından önce az da olsa sadaka vermek tavsiye edilir.
İslâm âlimleri, Cuma günü verilen sadakanın diğer günlerde verilen sadakalara oranla, Ramazan ayında verilen sadakanın diğer aylarda verilen sadakalardan farklı olduğu gibi, faziletli olduğunu ifade etmişlerdir.
Bu âlimlerden biri olan İbn-i Teymiye’nin, Cuma günü Cuma namazı için camiye giderken evinde bulunan ekmek ve benzeri gıda maddelerini yanına alıp, giderken sadaka ettiği ve Allah Teâlâ, ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) ile gizli bir şey konuşmak için buluşma öncesi sadaka verilmesini’ emretmiştir. Kendisinin huzuruna gidilirken sadaka vermenin fazileti daha fazladır, dediği nakledilir.
İbn-i Teymiye’nin ifade ettiği bu emir, Mücâdele Suresi’nin 12. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmektedir: “Ey iman edenler! Peygamber ile gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka veriniz. Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Şayet bir şey bulamazsanız, bilin ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”
Bu emir, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e saygı gösterilmesi, fakirlere yardım edilmesi, soru sormada da ileri gidilmemesi, ihlâslı kişilerle münâfıkların, ahireti sevenlerle dünyaya meyledenlerin meydana çıkarılması gibi hikmetleri ihtiva etmektedir. Ayrıca bu ayet, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile gerekli gereksiz görüşüp konuşmak isteyen ve O’nu rahatsız eden kişilerin ziyaretini de bir sisteme bağlamıştır.
Gerek Cuma günü, gerekse diğer günlerde ibâdet için camiye girenler, namaz vakti gelinceye kadar nafile namaz kılmaya, Kur’ân-ı Kerîm okumaya, zikir ve istiğfârda bulunmaya özen göstermelidirler. Bu tür ibâdetle yetinmeyip farklı ibâdetlerde bulunmaya da yönelmelidirler. Nafile namazları sıralamada önce iki rekât tahiyyet-i mescid namazı, ardından iki rekat abdest namazı, daha sonra vakit kuşluk vakti ise (iki ile sekiz rekât) kuşluk namazı kılmayı düşünmelidir. Bunlardan sonra Kur’ân-ı Kerîm okumalı, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e salât ve selamda bulunmalı, dua ve niyaz etmelidir.
Camide namaz, niyaz, tilâvet-i Kur’ân, ilim öğrenme, salâvat getirme, dua, zikir, şükür ve istiğfârın dışında gereksiz sözler söylemekten ve lüzumsuz konuşmalar yapmaktan kaçınılmalıdır. Bunu sağlamak için de camiye girerken: “Neveytü’l i’tikâfe mâ dümtü fi hâza’l mescidi” Yani “Bu camide bulunduğum müddetçe itikâfa niyet ettim.” diyerek itikâfa niyet etmek tavsiye edilir. Zira kişi, itikâf esnasında dünyevî kelam etmekten kaçınır.
Nafile namaz kılma konusunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Rebia bin Kâ’b’e vasiyetini göz önünde bulundurmalıdır.
Rebîa ibni Ka'b (r.a.) kendisini Efendimiz (s.a.v.)’e hizmetine kabul edilmesini rica etti. Efendimiz (s.a.v.) de onun ricasını geri çevirmedi. O günden itibaren Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i gölge gibi takip etti. Gözünü gözünden ayırmadı. Hazarda ve seferde Şahsî hizmetlerini hep o gördü. Abdest suyunu hazırladı. Misvakını ve diğer ihtiyaç duyacağı eşyayı temin etti. Gece istirahate çekildiğinde dahi belki ihtiyacı olabilir diye, evinin eşiğinden ayrılmadı.
O, bütün gecesini Efendimiz (s.a.v.)’in kapısına yakın bir yerde geçirirdi. Namaza kalktığında Efendimiz (s.a.v.)’in okuduğu Kur'ân'ı dinlerdi. İçerden seslendiğinde derhal kapıda hazır olurdu. İki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v.) onun sadakat ve teslimiyetinden, samîmi davranışlarından, sevgi ve hürmet dolu hizmetlerinden pek memnun kaldı. Ona ikramda bulunmak istedi. "Dile benden ne dilersen!" buyurdu. Bu hadiseyi Rebîa (r.a.) şöyle naklediyor:
Resûlullah (s.a.v.) ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını hazırlardım. Bu hizmetlerimden dolayı bir gün bana: "Dile benden ne dilersen" buyurdu. Ben: - Cennette Seninle beraber olmayı isterim, dedim. Resûlullah (s.a.v.): "Başka bir şey istemez misin?" buyurdu. Ben: Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
- "Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!" buyurdu.
Ne feraset!.. Ne güzel istek!.. İki Cihanda beraber olmayı dilemek... Kişiyi arzu ve isteğinde serbest bırakmak büyüklerin özelliklerindendi... Bir anlamda da imtihandı... Ne isteyeceğini bilip bilmediğini kontrol etmekti...
Ey Rabbimiz! İlâhî bir ikramın olarak bizleri de ferâset ehli eyle!.. Fânî'yi bâkiye tercih ettirme!.. Sevdiklerinle beraber eyle!.. Onlara hizmet şerefiyle şereflendir!.. Hizmetkârları olarak ömrümüzü tamamlamayı nasîp eyle!..
Bu hadîs-i şerîften, çokça secde ederek namaz kılmanın Cennette Resûlullah (s.a.v.)’e refakat etme vesîlesi olacağı anlaşılmaktadır.
Resûlullah (s.a.v.)’e salât ve selamda bulunmak da Allah’ın rahmetine ve Resûlullah (s.a.v.)’ın şefaatına erme vesîlesidir. Efendimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Cuma günü ve Cuma gecesi bana salâtı çoğaltınız. Kim bana bir salât ederse, Allah ona on salât eder.” buyurmuştur.
Allah’ın kuluna salâtı da, ona rahmet etmesidir. Peygamber (s.a.v.)’e salâtın sağladığı saadet vesîlesi güzellikler kırktan fazladır. Allah’ın emrine uymak, meleklere muvafakat etmek bu cümledendir. Bir salâvat için kulun derecesinin on derece yükseltilmesi, on iyilik (sevap) yazılması, on günahının bağışlanması, her salât için Allah Teâlâ’nın kendisine on salât etmesi de bu cümledendir.
Dolayısıyla Müslüman, duasının başında ve sonunda Peygamber (s.a.v.)’e salât ve selâmı ihmal etmemelidir. Keza tevbe ve istiğfârda bulunmayı da ihmal etmemelidir. Bilhassa Cuma günleri tevbe ve istiğfârda bulunmak için büyük bir fırsat ve güzel bir gündür. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Ey insanlar! Allah’a tevbe ediniz. Ben günde yüz defa tevbe ediyorum.” buyurmuştur. Buharî’nin rivayet ettiği başka bir hadîs-i şerîfte de: “Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla tevbe ve istiğfârda bulunuyorum.” demiştir.
Bu hadîsleri bilen Müslüman, her gün en azından Peygamber (s.a.v.)’e yüz salâvat getirmeyi ve yüzer defa tevbe ve istiğfârda bulunmayı ilke edinmelidir.
Yüz defa istiğfârda bulunmanın iki dakikadan az, yüz salâvat getirmenin de on dakikadan az bir zaman zarfında yapılacağı unutulmamalıdır.
İstiğfârı sadece kendisi için değil, bütün Müslümanları kapsayacak şekilde yapmalıdır. Böyle bir istiğfârın sahibine milyarlarca sevap kazandıracağı unutulmamalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Kim erkek ve kadın müminler için istiğfâr ederse, Allah Teâlâ ona her bir mümin ve mümine için bir hasene (sevap) yazar.” buyurmuştur. Dünyadaki milyarlarca müslümanın bulunduğunu düşünerek bu hadîs-i şerîfte verilen müjdenin ne kadar büyük ve önemli olduğunu anlamaya çalışmak lazım. Dolayısıyla dua ve istiğfarımıza bütün müminleri dâhil etmemiz, hem kendimiz, hem de Müslümanların tamamı için ilahî rahmet ve mağfirete mazhar olma vesîlesidir. Bu gerçek göz ardı edilmemeli, dua ve istiğfârın bütün müminleri teşmîli cihetine gidilmelidir.
Başta Cuma namazı olmak üzere cemaatle farz namazlarını kıldıktan sonra camiden çıkmak için yekdiğeri ile yarışanlardan değil, sünnetleri kılıp, tesbihât ve duadan sonra camiden huşu ile çıkmak prensip edilmelidir.
DUADAN GÖRÜNTÜLER Dr. İbrahim Ateş
İKRAMDAN GÖRÜNTÜLER
Organizatör: YOYAV Kurs Öğretmeni Ayşe Doyuk