Dört Büyük Bilge Hanım
Yirmi beş yıldır Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediği kutlama programlarında kadınlarla ilgili çeşitli konuları gündeme getirerek, yanlarında yer almaya ve sahip oldukları önemli özelliklerle güzellikleri yansıtmaya çalışan YOYAV, 1996 yılından bu yana her yıl, kadınlarla ilgili ayrı bir konuyu ele alarak birbirinden güzel yirmi dört kutlama programı gerçekleştirdi. Bu programlarda "Kur'ân'da Kadın", "Kur’ân Penceresinden Kadına Bakış", "Kadının Ülke Kalkınmasındaki Rolü", "Çalışan Kadınların Sorunları", "2000 Yılında Kadın", "Dünyada ve Bizde Kadın", "Kadının Toplum Hayatındaki Yeri", "Siyaset, Sanat ve Sosyal Hayatta Kadın", "Geçmişte ve Günümüzde Türk Kadını", "Hayırsever Hanımlar", "Türk Vakıf Medeniyetinde Kadınların Yeri", "Bilim ve Teknolojide Kadınların Yeri", "Ülke Eğitiminde Kadınların Yeri", "Kadın ve Kariyer", "Kadın ve Şiddet", "Kadın ve Kalkınma", "Rol Modeli Olarak Hz. Hatice", "Kadın ve Maneviyat", "Kadınlara Kalkan Eller Kırılır", "imanda Öncü ve Örnek Kadınlar", "Kadın Toplumun Yarısıdır, Yarası Değil", "Asr-ı Saadette Kadın", “Kadının Gücü” ve “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Eşlerinden Üç Örnek Hanımefendi” gibi önemli konularda değerli düşünceler dile getirildi.
Bilindiği üzere bilgiyle büyütülüp, ilgiyle eğitilen kadınların, kalkınmanın katlanmasına katkılarıyla, toplumların terakkîsindeki yerleri büyük olur. Yüreklendirici yönleriyle, bilinçlendirici eğilimleri, yetiştirdikleri nesillerin daha verimli ve üretken olmalarında etken olur. Bakışları basîretli, adımları isâbetli ve davranışları dirâyetli kılacak doğru ve duyarlı tavırlar sergilemeye sevk ederler. Böylece insanî ilişkilerin iyileşmesinde, dostluk duygularının gelişmesinde ve kardeşlik bağlarının pekişmesinde yapıcı rol üstlenirler.
Şerefli tarihimizde böylesine güzel özellik taşıyan bazı bilgin ve bilge hanımefendiler olmuştur. Günümüz kadınlarının onları örnek alıp, benzeri basîretli ve bilinçli tavırlar takınıp toplumun terakki ve te’âlîsinde müessir motifler meydana getirmeleri samîmî temennilerimiz arasındadır.
Bu temennilerin tahakkuku için, geçmişte bilgi ve bilgelikleriyle temâyüz eden bilinçli ve basîretli hanımların hayatlarının anlatılıp, özelliklerinin aktarılmasında fevkalâde fayda mülâhaza etmekteyiz.
Bu inanç ve anlayışla Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla her yıl farklı bir konuyu gündemine almayı gelenek hâline getiren YOYAV, içinde bulunduğumuz 32. Hizmet sezonunun ana teması “İlme İlgi ve Âlime Sevgi” olduğu için, bu yıl Dünya Kadınlar Günü vesîlesiyle 7 Mart 2020 Cumartesi günü “Dört Büyük Bilge Hanım” konulu bir kutlama programı düzenledi.
71 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen program, saygı duruşu ve İstiklal Marşıyla başladı. Program dolayısıyla YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’e TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş birer başarı ve iyi dilek mesajı gönderdiler. TBMM Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop mesajında şu cümlelere yer verdi:
“Sayın Dr. İbrahim Ateş
YOYAV Genel Başkanı
‘Dört Büyük Bilge Hanım’ konulu programa davetiniz için teşekkür ederim.
Daha önceden belirlenmiş programlarım nedeniyle davetinize icabet edemiyorum.
Örnek ve öncü kadınlarımızın hayat hikâyelerinin paylaşılması kadınlarımıza ve milletimize güç vermektedir. Bu bağlamda dünya kadınlar günü dolayısıyla düzenlediğiniz ‘Dört Büyük Bilge Hanım’ konulu programın hayırlara vesîle olmasını diler, dünyamızı daha yaşanabilir kılan, emekleri ve sevgileri ile etrafını güzelleştiren tüm kadınlarımızın dünya kadınlar gününü en içten duygularımla kutlarım.
Bu vesîle ile tüm misafirlere en içten selam ve hürmetlerimi sunarım.
Prof. Dr. Mustafa Şentop
TBMM Başkanı”
Programda ilk konuşmayı yapan 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel, davetlilerin Dünya Kadınlar Gününü kutladı ve YOYAV’ın yirmi beş yıldır düzenlediği kutlama programlarında gündeme getirdiği konulardan dolayı takdir ve teşekkürlerini ileterek başarılı çalışmalarının devamı dileğinde bulundu.
Daha sonra kürsüye gelerek konuklarını sevgi ve saygıyla selamlayıp, önemli açıklamalarda bulunan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmasında şunları söyledi:
“Sayın milletvekilim, saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler, muhterem misafirler, sevgili kardeşlerim!
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz toplantıların yirmi beşincisinde sizlerle bir kere daha bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, gününüzün dününüzden güzel, yarınınızın gününüzden daha güzel ve son ânınızın en güzel olması temennisiyle sözlerime başlarken, Dünya Kadınlar Gününüzü gönülden kutluyor, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum.
Hanımlara duyduğumuz ihtiramla, konularına gösterdiğimiz ihtimamın göstergelerinden biri olan bu toplantıya teşrifinizden dolayı hepinize hürmet ve muhabbetlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum. Bu günkü birlikteliğimizde, tarihimizi tezyin ve toplumumuzu tenvir eden bilgin ve bilge bayanlardan dördüyle ilgili bilgi birikimimi sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bunların ilki, asr-ı saadetin bilge annesi Hz. Âişe (r.anha) validemiz, ikincisi Resûlullah (s.a.v.)’in iki eşine okuma yazma öğreten Hz. Şifâ (r.anha), üçüncüsü Hz. Ali (r.a.)’nin dördüncü göbekten torunu Seyyide Nefîse hanım, dördüncüsü de fakih babanın fakih kızı olan Fatıma binti Alâeddin’dir.
İslam tarihinde dinî ilimlerde ileri seviyeye erişmiş âlime hanımefendilerin önde gelenlerinden olan bu dört hanımefendi hakkında edindiğim bilgi birikimini aklımın erdiği, dilimin döndüğü ve vaktimizin el verdiği nispette siz kıymetli kardeşlerimize arz etmenin gayreti içinde olacağım. Yüce Rabbimizden bana anlatıp aktarmada, sizlere de dinleyip değerlendirmede tevfîkini refîk etmesini niyaz ediyorum.
Malumunuz olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’i görerek örnek alabilmeyi, konuşmalarını dinleyerek dini öğrenebilmeyi, O’na sorular sormayı ve arkasında saf tutup ibadetin lezzetine ermeyi dileyen hanım sahâbeler, Mescid-i Nebevî’nin daimî cemaati arasındaki yerlerini almışlardı. O’nun tebliği, cinsiyet gözetmeksizin toplumun bütün bireylerini muhatap alıyor, dolayısıyla tebliğin vazgeçilmez mekânı olan mescid herkesi kucaklıyordu.
Müslüman toplumun bütün fertlerini mescid kucaklar, onların sorunlarına çözüm yeri olurdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) orada cemaate imamlık yapar, kendisine danışmaya gelenleri dinler, davalara dair kararlar verir, resmî heyetleri kabul eder, çocuklara isim koyup dua eder, şehrin sorunları hakkında konuşmalar yapardı. Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.v.), kadınları sadece ibâdete teşvik değil, sosyal hayatın içinde olmaya da davet ediyordu. Hanımlar da bu davete en güzel şekliyle icâbet ediyor, mescidin müdâvimleri arasında ve toplum içinde etkin bir biçimde yer alıyorlardı.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in muhterem eşlerinden Hz. Âişe (r.anha) validemiz bu bahtiyar hanımların önde gelenlerindendi. O, hem asr-ı saadette ilmiyle öne çıkan bir hanım, hem de Hz. Peygamber (s.a.v.) ile geçen aile hayatı boyunca O’nun en değerli talebesi olmuştu.
Resûlullah (s.a.v.)’ın vefatından sonra ömrünün kalan uzun yıllarını O’ndan öğrendikleri ve hatıralarıyla dopdolu geçirdi. Allah Resûlü (s.a.v.)’nün ahlakına dair pek çok rivâyeti bize Hz. Âişe (r.anha) nakletti. Sadece Nebi-yi zîşân (s.a.v.)’in sözlerini değil, sünnetini, sözlerinin söyleniş sebeplerini ve sözlerinden hüküm çıkarma metotlarını da aktardı. Ayrıca O, Allah Resûlü (s.a.v.)’nden geldiği bildirilen rivâyetleri Kur’ân-ı Kerîm’e aykırı bir unsur ihtiva edip etmemesi bakımından inceledi ve bazı rivâyet hatalarını düzeltti.
Kuvvetli hafızası, zekâsı ve anlayışı yanında Arap şiirine vukûfiyeti ile dili kullanma kabiliyeti ile iyi bir hatipti. Çok sayıda talebe yetiştirmiş, kendisi ile istişarede bulunan kadın-erkek, büyük-küçük pek çok kimseye bildiklerini öğretmişti. Her yıl hac için gittiği Mekke’de çadırına soru sormaya gelenlere ya da mektuplarla kendisine danışanlara da kimi zaman yüz yüze, kimi zaman mektupla cevap vermişti.
Bi’setin 4. yılında (614) Mekke’de doğan Hz. Âişe (r.anha), babası Hz. Ebû Bekir (r.a.)’in “es-Sıddîk” lakabıyla tanınması dolayısıyla “Âişe es-Sıddîka”, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımı olma şerefine nâil olması dolayısıyla da “ümmü’l-müminîn” (müminlerin annesi) diye anılmıştır. Esas mevkiini ve şöhretini de Hz. Peygamber (s.a.v.) ile evlendikten sonra elde etmiştir. Temellerini babasının evinde attığı ilmî seviyesini Hz. Peygamber (s.a.v.) ile beraber olduğu yıllarda geliştirmiş ve kadınlar arasında ilmî bakımdan haklı ve müstesnâ bir yer elde etmiştir. Öyle ki, Resûlullah (s.a.v.) O’na Hümeyrâ lakabını vermiş ve: “Dininizin yarısını bu Hümeyra’dan alınız.” buyurmuştur.
O’nun önemli katkılarıyla Medine ilim merkezi olma özelliğini devam ettirmiş ve O’nun ilmî faaliyetleri sonucunda hadîs ve fıkıh sahasında Medine ekolü teşekkül etmişti. Sadece şifahî sorulara cevap vermekle yetinmeyen Hz. Âişe (r.anha), muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanlardan gelen mektuplar vasıtasıyla sorulan dinî sorulara da cevaplar vermiş, böylece hadîslerin ve bazı fıkhî meselelerin yazılmasında öncü olmuştur.
Hz. Âişe (r.anha) zekâsı, derin anlayışı, güçlü hâfızası, güzel konuşması, ilme olan düşkünlüğü, Kur’ân-ı Kerîm’i ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’i en iyi şekilde anlamaya çalışmasıyla dikkat çekiyordu. Nihayet Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatı O’nun odasında, O’nun kucağında olmuş ve O’nun odasına defnedilmiştir. O, Kur’ân ile Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hadîsleri arasında kendi anlayışına göre farklılık arz eden hususları Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sorar ve O’nunla müzâkere ederdi. Aynı zamanda kadınların bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.)’e soramadıkları meselelerde aracılık vazifesi yapardı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e derinden sevgi beslemesinin yanında, O’na itaat ve emirlerine dikkat konusunda da diğer eşlerine göre farklılık arzederdi. Geceleri namaz kılan, gündüzleri genelde oruçlu olan Hz. Âişe (r.anha), aynı zamanda bir ahlak abidesiydi. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmez, kanaatkâr, mütevazi, vakarlı ve cömert bir kişiliğe sahipti. En önemli özelliklerinden biri de, öksüz ve fakir çocuklarla yakından ilgilenmesi idi. Onları himayesine alır, terbiye ve eğitimleriyle ilgilenir sonra da evlendirirdi. Altmıştan fazla köle ve cariyeyi hürriyetine kavuşturmuş, bunların bir kısmı ilim ve hadîsle meşgul olan âlimler arasında yer almıştır.
Hz. Âişe (r.anha), Medine’de sâkin bir hayat yaşamış, kendisini ilme ve dini anlatmaya adamıştır. 17 Ramazan 58 (678) tarihinde vitir namazını kıldıktan sonra altmış beş yaşında vefat etmiş, namazını Ebû Hüreyre (r.a.) kıldırmış ve Baki’ mezarlığına defnedilmiştir.
O’nun ilmî seviyesinin en önemli göstergeleri, Kur’ân’ı tefsir etmesi, sünnetin anlaşılmasında ilmî tenkit zihniyetini ortaya koyması ve dinî hükümlerin elde edilmesinde kıyas başta olmak üzere bazı aklî yöntemleri kullanması gelmektedir. Ayetlerin kıraat vecihlerini, nüzul sebeplerini ve kelimelerin delaletlerini bilmesi, Kur’ân’ı tefsir etmesine büyük katkı sağlamıştır.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımları arasında ilmiyle ön plana çıkan Hz. Âişe (r.anha)’dir. Tâbiîn fakihlerinin birçoğu O’na müracaat eder ve yüksek seviyedeki fıkıh bilgisinden faydalanmak üzere O’nunla istişare ederlerdi. Bu yüzden Ata b. Ebî Rabah gibi tabiîn fakihleri fıkhı O’ndan daha iyi bilen kimseyi görmediklerini ifade etmişlerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra Hz. Âişe (r.anha)’nin evi tam anlamıyla bir ilim ve irfan ocağı hâline gelmişti. Kadın erkek, büyük küçük birçok kimse gelip kendisini dinlemek suretiyle veya soru sorarak ilminden yararlanıyordu. O’nun önemli katkılarıyla Medine ilim merkezi olma özelliğini devam ettirmiş ve onun ilmî faaliyetleri sonucunda hadîs ve fıkıh sahasında Medine ekolü teşekkül etmişti. Sadece şifâhî sorulara cevap vermekle yetinmeyen Hz. Âişe (r.anha), muhtelif şehir ve bölgelerde yaşayan Müslümanlardan gelen mektuplar vasıtasıyla sorulan dinî sorulara da cevaplar vermiş, böylece hadîslerin ve bazı fıkhî meselelerin yazılmasında öncü olmuştur.
Hz. Âişe (r.anha), gerek baba evinde ve gerekse Hz. Peygamber (s.a.v.)’le evlendikten sonra ilim için elverişli ortamlarda bulunmuş, zekâsı, merakı ve kabiliyeti ile bu ortamdan gerektiği gibi yararlanmıştır. Gerek Kur’ân-ı Kerîm’i anlama, gerekse hadîs-i şerîfleri kavrama ve değerlendirme konusunda ashâbın diğer âlimlerine göre farklı bir noktada olduğunu yaptığı yerinde müdâhalelerle ispat etmiştir. O’nun birçok hadîsle ilgili olarak sahâbeye yaptığı itiraz ve düzeltme bunun en önemli delîlidir. Kur’ân ve sünnete olan vukufiyeti yanında ince anlayış sahibi olması fıkhî konularda öne çıkmasını ve fetvalarda müracaat edilen kişi olmasını sağlamıştır. Verdiği fetvalar ve çözüme kavuşturduğu fıkhî hükümler tabiîn fakîhleri ve mezhep imamları tarafından yol gösterici olmuş ve genel olarak benimsenmiştir. Fetvalarının tamamı birkaç cilt kitap oluşturacak kadar çoktur. Fıkhî görüşleri bir bütünlük içinde değerlendirildiği zaman, O’nun Kur’ân’ı, sünneti, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i, toplumu, kadını ve dolayısıyla dîni gayet iyi anladığı, nasların ma’nâ ve maksadına âşina olduğu görülür. Sorulan sorulara verdiği cevaplarda farklı ayetleri dikkate alıp yorumlaması ve ayetlere parçacı bir anlayışla yaklaşmaması, konuyla ilgili hadîslerin söyleniş sebeplerine işaret etmesi, hadîslerde arz yöntemini kullanması, kadın şahsiyetini inciten rivayetlere itiraz etmesi, fetvalarında toplumun örf ve âdetine ve tecrübeye atıfta bulunması bu âşinalığın sonucu olmalıdır.
Asr-ı saadette hanımlara okuma-yazmayı öğretmesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in takdirine mazhar olan Hz. Şifâ (r.anha) da bilgin hanım sahabelerin önde gelenlerinden biriydi.
İlk hicret eden kadınlardan olan Hz. Şifâ (r.anha), zamanının en akıllı kadınları arasındaydı. Kendini yetiştirmek için çaba gösteren fazîlet sahibi bir hanımefendi idi.
Hz. Şifâ (r.anhâ) hicretten önce Müslüman olmuştu. Adiyy kabilesinden Ebû Hasme İbni Huzeyfe ile evlenmiştir. Hz. Şifâ (r.anha)’nın Ebû Hasme’den Süleyman adında bir oğlu ve ismine ulaşamadığımız fakat Şürahbil b. Hasene’nin karısı olduğunu bildiğimiz bir kızı olmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Şifâ (r.anha)’ya Medine’de oymaların yanında bulunan bir ev vermişti. Hz. Şifâ (r.anha) oğlu Süleyman ile birlikte bu evde ikamet etmekteydi.
Hz. Ömer (r.a) da Hz. Şifâ (r.anha)’ya çok hürmet gösterirdi. Hz. Ömer (r.a.)’in hilâfeti devrinde Hz. Şifâ (r.anha)’ya memleket idaresinde vazife verilmişti. Hz. Şifâ (r.anha) çarşı-pazarın intizam işlerine bakıyordu.
Hz. Şifâ (r.anha) Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in vefatından sonra Peygamberimiz (s.a.v.)’e ait bazı eşyaları hatıra olarak saklamıştır. Evlatları da aynı şekilde devam etmişler, fakat Emevî halifesi Mervan bu mukaddes eşyaları onlardan almıştır.
Câhiliye döneminde Araplar genelinde okuma-yazma bilenlerin sayısı çok az idi. Belâzurî’nin belirttiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.)’e Peygamberlik geldiği sırada Kureyş’te 17 kişi okuma-yazma biliyordu. Bu 17 kişinin içindeki tek kadın Hz. Şifâ (r.anha)’dır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in hanımları içinde okuma-yazma bilenler ise Hz. Hafsa ile Hz. Ümmü Seleme (r.anhüma) idiler. Hz. Hafsa (r.anha), Resûl-i Ekrem (s.a.v.)’in emriyle Hz. Şifâ (r.anha)’dan okuma-yazma öğrenmişti.
Hemen belirtelim ki; Müslümanlığın yayılmasıyla okuma-yazma da yayılmıştır. Zira Peygamberimiz (s.a.v.), Bedir harbinde esir düşen müşriklerden her birinin on Müslümana okuma-yazma öğretmesi mukabilinde serbest bırakılacağını ilân etmişti. Esir düşen müşrikler bu câzip teklifi kabul etti ve bu sayede Müslümanlar içinde okuma-yazma bilenler de çoğaldı.
Evliyalar Ansiklopedisiyle İslam Ansiklopedisinde önemli özellikleriyle bazı kerâmetleri anlatılan Seyyide Nefise binti Hasen ise zühdü, takvası, kerem ve cömertliğiyle meşhur hanım velilerden biri olup, Hz. Ali (r.a.)’nin dördüncü göbekten torunudur. Tâhire ve Kerîmet-üt-dâreyn lakabları vardır. 762 (H. 145) senesinde Mekke-i Mükerreme’de doğmuştur. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib’dir. 823 (H. 208)’de Kahire’de vefat etmiştir. Seyyide Nefîse, İmâm-ı Ca’fer-i Sâdık’ın oğlu İshak-ı Mu’temen (rahmetullahi aleyh) ile evlenmiş, bu evlilikten Kasım ve Ümmü Gülsüm isminde iki çocukları olmuştur.
Tefsîr, hadîs ve başka ilimlerde âlim olup, bilgin ve bilge bir insan olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Ümmî olmasına rağmen çok hadîs-i şerîf öğrenmişti. Kur’ân-ı Kerîm’i ezbere bilirdi. Çok kerametleri görülmüştür. Otuz defa hacca gitmiş, gündüzleri oruç tutmuş, geceleri ibâdetle geçirmiş ve üç günde bir yemek yemiş, Efendisinden ayrı hiç bir şey yememiştir.
Eşi ve çocukları ile beraber, Mısır’a yerleşmek için Medîne-i Münevvere’den ayrıldılar. Yolda olduğunu duyan halk karşılamaya çıkıp, kendilerine çok hürmet gösterdiler. Herkes onları, kendi evlerinde misafir etmek istiyordu. Abdullah-i Cessâs adında velî bir zâtın kullanılmayan boş bir evi vardı. Oraya yerleştiler. Bereketlenmek ve kıymetli sözlerinden istifâde etmek için Mısır’ın her tarafından insanlar ziyaretine geldiler. Gelenlerin sayısı haddi aşınca, onlarla meşgul olmanın Allah Teâlâya ibâdet etmesine mâni olabileceğini düşündü. Tekrar memleketi olan Hicaz’a dönmeye karar verdi. Halkın üzülüp yalvarmasını kabul etmedi. Nihayet durumu, Mısır Emîri Sırrı bin Hakem’e arzettiler. Mısır Emîri bu haber üzerine doğruca hazret-i Seyyide Nefîse’nin yanına gelip, Mısır’dan ayrılmak istemesinin hikmetini sordu. Hazret-i Seyyide cevâbında; “Mısır’da ikâmet etmek istiyorum. Lâkin ziyaretçilerim çok fazladır. Ben zaîf bir kimseyim. Evimiz de dardır. Ayrıca gelen ziyaretçilerle meşgul olmak mecburiyetinde kalmam, her an Allah Teâlâ’ya ibâdet yapmama mâni oluyor” diye cevap verdi. Bunları dinleyen Mısır Emîri, “Falan yerde, şahsıma ait geniş bir evim vardır. Onu size hediye ettim. Lütfen kabul ediniz” dedi. Seyyide Nefîse bunu kabul edince; Mısır Emîri çok sevindi. Seyyide Nefîse; “Haftada sâdece Çarşamba ve Cumartesi günleri ziyaretime gelsinler. Böylece iki gün ziyaretçilerle meşgul olurum. Diğer günlerde hep ibâdet yapmak istiyorum” buyurdu.
Seyyide Nefîse hazretlerinin kardeşi Yahya’nın, Zeyneb isminde bir kızı vardı. Zeyneb dâima, halası Seyyide Nefîse’nin hizmetinde bulunurdu. Şöyle anlatıyor: “Kırk sene hizmetinde bulundum. Lâkin bir defa uyuduğunu ve bir defa yemek yediğini görmedim. Bir gün kendisine; “Halacığım. Nefsine çok eziyet veriyorsun” dedim. Bana; “Ben nefsime çok zorluk vermiyorum. Nefs çok sıkıntı çeker, beden çok ibâdet ederse, kurtulmak ümidi çoğalır” buyurdu.
Evinin önünde, kendisi için bir kabir kazmıştı. Kabre iner ve namaz kılardı. Orada altı bin hatim okumuştu. Vefatı yaklaştığı sırada oruçlu idi. Hastalığı ağırlaşınca kendisine, orucunu bozabileceklerini söylediklerinde, onlara; “Siz ne diyorsunuz? Ben otuz senedir oruçlu olarak vefat etmem için dua ediyorum” buyurdu. En’âm Sûresini okumaya başladı. “Düşünen ve hakkı kabul edenlere, Rableri katında Cennet vardır” meâlindeki 127. âyet-i kerîmeye gelince vefat etti. Cenazesi çok kalabalık oldu. Şehirli-köylü, büyük-küçük toplandılar ve kendi eliyle kazdığı kabrine defnettiler. Derb-üs-Siba’denilen yerde medfundur. Kabri üzerinde bir nur ve heybet vardır. Her taraftan ziyaretine gelenler, istifâde etmektedirler. İmâm-ı Şa’rânî hazretleri; “Ehl-i beyt içinde tasarrufu en fazla olanı, hazret-i Nefîse’dir.” buyurmuştur.
Eşi, cenazesini Medine’ye götürmek istedi ise de, götürmemesi için halk çok ısrar etti. Sonunda rüyada Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i görüp, kendisine; “Mısırlıları kırma! Nefîse’nin bereketi ile ora halkına rahmet iner” buyurunca, cenazeyi Medîne’ye nakletmekten vazgeçti.
Seyyide Nefîse’nin, zamanından günümüze kadar Mısır’da bulunanlar ve bütün mü’minler için bereket olduğunu, islâm âlimleri haber vermişlerdir.
İmâm-ı Şâfiî ve başka âlimler, kendisini perde arkasından ziyâret eder ve sohbetlerinden istifâde ederlerdi.
Bir zaman İmâm-ı Şafiî hazretleri hastalandı. Talebelerinden birisini Seyyide Nefîse’ye gönderip, hasta olduğunu, şifâ bulması için Allah Teâlâ’ya dua etmesini istedi. Talebe gelip Seyyide Nefîse’ye durumu arzetti. O da dua etti. Talebe henüz hocasının yanına dönmeden İmâm-ı Şafiî iyileşti.
Rivayet edilir ki, hazret-i Seyyide Nefîse zamanında Mısır’da, dört tane kız çocuğundan başka kimsesi bulunmayan ihtiyar bir kadın vardı. Bunlar iplik eğirirler, her Cuma günü ihtiyar kadın ipliği pazara götürüp, yirmi dirheme satardı. On dirheme, iplik yapmak için pamuk. Kalan on dirhem ile de yiyecek bir şeyler satın alır, gelecek Cuma’ya kadar bunlarla idare ederlerdi. Yine bir Cuma günü, ihtiyar kadıncağız bir hafta müddetince eğirdikleri ipliği, kırmızı bir beze sarıp, çarşıda satmak için yola çıktı. Bohçayı başında taşıyordu. Giderken büyük bir kartal gelip, bohçayı kaparak kaçtı. Kadıncağız düşüp bayıldı. Kendine geldiğinde olanları hatırlayıp ağlamaya başladı. Başına toplananlara hâlini anlatıp; “Bir hafta boyunca çocuklarım nafakasız ne yaparlar?” diye sızlandı. Oradakiler kendisine; “Falan yerde Seyyide Nefîse isminde bir velî vardır. Sen hâlini ona arzet, bakalım ne diyecek?” dediler. Kadın gelip hazret-i Seyyide’ye durumu arz etti. Hazret-i Seyyide ellerini açıp dua etti. Kadına da: “Sen şimdi evine git. Allah Teâlâ her şeye kadirdir” buyurdu. Kadıncağız da evine gitti. Kısa bir müddet sonra Seyyide Nefîse’ye bâzı kimseler gelerek; “Biz deniz yolculuğunda idik. Gemimiz bir ara su almaya başladı. Ne yaptıysak su giren yeri kapatamadık. Sizi vesîle ederek Allah Teâlâ’ya dua edip bizleri o sıkıntıdan kurtarmasını istedik. O sırada büyük bir kartal göründü. Pençesinde büyük kırmızı bir bohça vardı. Gemimizin üzerine gelince, bohçayı bırakıp gitti. Bohçayı açtık, içinde pek fazla iplik vardı. Bunlarla gemimize su sızan yeri iyice kapadık. Bundan sonra selâmetle memleketimize geldik. Bu hâlimize şükür için, size hediye olarak şu beş yüz dirhemi getirdik, lütfen kabul ediniz” deyip gittiler. Seyyide Nefîse, Allah Teâlâ’ya şükredip ağladı. Sonra o ihtiyar kadını yanına istedi. Kadın gelince ona; “Kartalın kaptığı iplikleri kaça satacaktın?” dedi. Kadın; “Yirmi dirheme” deyince, Seyyide Nefîse ona, beş yüz dirhemi verip, hâdiseyi anlattı ve; “Allah Teâlâ senin her dirhemine yirmi beş dirhem ihsan etti” buyurdu.
Bu programda ıttılaınıza arz edip dikkatinizi çekmek istediğim dördüncü bilgin hanımefendi de fakih babanın fakih kızı Fâtıma Binti Alâeddin’dir.
Döneminin dirâyetli bilginlerinden olan meşhur Hanefî fakihi Alâeddin es-Semerkandî’nin kızı olan Fatıma, yaklaşık olarak 1120 yılında Semerkand’da doğdu. İlk fıkıh bilgisini babasından aldı bu alanda ilerledi. Aynı zamanda hadis ilmi ve hüsn-ü hat sanatında da dersler aldı.
Alâeddin es-Semerkandî, fakih kızını talebesi Kâsânî ile evlendirdi. Kâsânî, hocasının Tuhfetü’l-fukahâ adlı eserine Bedâiu’s-sanâî adıyla bir şerh yazmıştı. Bundan dolayı “Semerkandî’nin eserini şerhetti ve kızıyla evlendi” sözü meşhur olmuştur.
Evlilikten sonra baba-kız-damat tabii bir fetva heyeti oluşturdu. Sonradan Halep’e yerleşen Kâsânî-Fâtıma çifti, Halep Atabeği Nûreddin Zengî’den büyük itibar gördü. Nûreddin Zengî, bazı önemli işlerinde bizzat Fatıma ile istişare ederdi. Eşi Kâsânî de tereddüde düştüğü fıkhî meselelerde kendisinin görüşüne başvururdu.
Halep’te vefat eden âlim karı- koca, yan yana defnedildi. Halk arasında bu iki kabir “karı kocanın mezarı” (kabrü’l-mer’e ve zevcihâ) diye bilinir.
İlimde ileri ve her biri bir irfan eri olan bu dört değerli âlime, ârife, zâhide, sâliha ve fâdıla hanımefendileri rahmet ve mağfiretle yâd edip, ruhlarına rahmet dileğiyle sözlerimi noktalarken, benzeri bilgin ve bilge hanımefendilerin günümüzde de yetişmesini niyaz ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Katılımcılara birer karanfil dağıtılan program, sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Dr. İbrahim Ateş, programa katılanlara birer karanfil takdim etti.
İKRAMDAN GÖRÜNTÜLER
Programın sunumunu Yasemin Aras yaptı.