Dostlara Dua
YOYAV’ın 27 yıldır organize ettiği Yoksullarla Dayanışma Haftalarında düzenlediği hayrî, sosyal ve kültürel hizmetler çerçevesinde güzel bir gelenek hâline getirdiği “din ve devlet büyükleriyle, şehitler, hayırseverler ve dostlar için hatm-i şerif tilâveti ve duası” programı önceki yıllarda olduğu gibi, bu yıl da geliştirilerek gerçekleştirildi.
12-18 Aralık 2019 tarihleri arasında düzenlenen 27. Yoksullarla Dayanışma Haftası’nın içerdiği 63 etkinlikten biri ve en anlamlısı olan “658 Hatim ve Dostlara Dua” programı Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarının 32.si ile birleştirilerek 18 Aralık 2019 Çarşamba günü, YOYAV Kültür Merkezi’nde çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirildi.
Okunan 658 hatm-i şerifle, 1 milyon 420 bin 41 Yâsîn-i şerif, 3 milyon 829 bin İhlâs-ı şerif, 2 milyon 410 bin Fatiha-i şerife, 1 milyon 695 bin Mülk Suresi, 1 milyon 346 bin Nebe’ Suresi, 940 Fetih Suresi, 141 bin Kalem, 430 bin Ayet’el Kürsi, 2 milyon 826 bin Felak, 826 bin 560 Nas, 155 Amenerrasuli, 1 milyon 531 bin Kelime-i Tevhid, 2 milyon 748 bin salâvât-ı şerife, 143 bin Esmai Hüsna, 80 bin 600 istiğfar, 55 bin Elhamdülillah’ın duası yapılarak sevabı Vakıf kuran atalarımız, din ve devlet büyükleri, 15 Temmuz ve Barış Pınarı harekatı şehitleri, YOYAV’ın faaliyet ve hizmetlerine katkıda bulunan üyelerimiz, kursiyerlerimiz ve hayırsever vatandaşlarımızla haftamızın etkinliklerine katılan kardeş kuruluşların mensuplarının yakınlarından ebediyete göçenlerin ruhlarına bağışlandı.
Öteden beri ayda bir defa her ayın ilk Çarşamba günü düzenlenen “Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü Programı”nın 32.si, 27. Yoksullarla Dayanışma Haftası münasebetiyle Aralık ayının ortalarında 18 Aralık 2019 Çarşamba günü gerçekleştirildi.
YOYAV Kültür Merkezi’ndeki toplantı salonunu tıklım tıklım dolduran davetlileri hürmet ve muhabbetle selamlayıp, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileten YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, tilâvet ettiği aşr-ı şeriflerin akabinde yaptığı kısa konuşmadan sonra okunan hatm-i şeriflerin duasına geçti.
Dr. Ateş önemli açıklamalarda bulunduğu konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
27. Yoksullarla Dayanışma Haftamızın içerdiği etkinliklerden biri olan “Dostlara Dua” programına katılarak bizimle birlikte olma incelik ve yüceliğini göstermenizin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, gördüğüm görkemli tabloyu teşkil etmenizin haz ve huzuru içinde hepinize hürmet ve muhabbetlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
Okunan hatm-i şerîflerin duasına geçmeden önce, duanın önde gelen unsurlarından biri olan istiğfarla ilgili özet bilgiler sunarak konuyla ilgili bilgilerinizi tazelemenize ve bilgi birikiminize yenilerini eklemenize vesîle olacak açıklamada bulunmaya çalışacağım.
Dinimizin direktiflerinden biri olan istiğfâr, kulların günahlardan arınıp Yaradan’a yar ve yakîn olmalarına imkân sağlayan büyük bir dönüş ve bağış kapısıdır. İnsanların günah ve isyankâr davranışlardan dönüş yapıp, samîmî bir pişmanlık duygusuyla Yaradan’a yakararak af ve mağfiret niyazında bulunmalarını dileyen yüce Allah, işledikleri günahların kirlerinden arınıp yaradılışlarındaki arı-duru hâle gelmeleri için açtığı istiğfâr kapısından girip, bağışlanmayı dilemelerini kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayet-i kerîmesinde emretmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de müteaddid hadîs-i şerîflerinde, bu ilahî ihsânın kıymet ve ehemmiyetine dikkat çekerek ümmetinin Yaradan’a yalvarıp yakarmada dâim ve istiğfârda müdâvim olmalarını tavsiye ve telkin etmiştir. Bu hadîs-i şerîflerin bir kısmında kendisinin günde yüz defa, diğer bir kısmında ise günde yetmişden fazla istiğfârda bulunduğunu beyan buyurmuştur.
Hayat boyu her zaman ve her yerde istiğfârda bulunmayı ilke edinen duyarlı ve dirâyetli Müslümanlardan olmamız temennisiyle tetkîkinize takdim edilen bu broşürde istiğfârla ilgili ayet ve hadislerin bir kısmının mealini sizlerle paylaşıp, yüce Rabbimizin bizlere açtığı bağış kapısından girerek, mağfiretine mazhar olan müstesnâ ve mümtaz kullarından olmamızı niyaz ediyorum.
Ehlince bilindiği üzere istiğfâr, Allah’tan mağfiret (bağış) dilemektir. Mağfiret ise günahların şerrinden korkup silinmesi ve izinin izâle edilmesi (giderilmesi) demektir. O da günahların örtülmesi hâlinden daha fazlasıdır. Dolayısıyla mağfiretin manası, kulun işlediği günahtan dolayı azap edilmeyecek şekilde günahın şerrinden korunması demektir. Mağfiret olunan kimse de, o günahtan dolayı azap edilmeyen kimse demektir. Mağfireti mucip olan tam istiğfâr da, günahta ısrar etme hâlinin olmadığı istiğfârdır ki, bu da ‘nasûh tevbesi’ ile tevbe etmiş hâlidir.
Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Günde yetmiş defa istiğfâr etse dahi (günahta) ısrar (devam) eden, istiğfar etmiş olmaz.” buyurmuştur. Zira dili ile istiğfâr edip, günah işlemeye devam eden kimse, istiğfârında samîmî değil, yalancıdır.
Abdullah bin Abbas (r.anhüma): “Bir günahtan istiğfâr edip, onu işlemeye devam eden kimse, Rabbiyle alay eden gibidir.” demiştir. Selef-i sâlihînden biri de: “İstiğfârının semeresi, tevbesini tashih etmek olmayan kimse, istiğfârında yalancıdır.” demiştir. Fudayl bin İyâd da: “Günahtan kopmadan istiğfâr etmek, yalancıların istiğfârıdır.” demiştir.
İnsanın istiğfârının kabul görmesi için imanı tam ve itikadı sağlam olmalıdır. Böyle olunca günahları göklere ulaşsa da bağışlanabilir. Allah Teâlâ bu gerçeği bir hadîs-i kudsîde şöyle beyan buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip benden bağış dilediğin müddetçe yaptığını (günahını) bağışlarım ve umursamam. Ey Ademoğlu! Günahların gök dolusu olsa, sonra istiğfâr edip benden bağış dilesen seni bağışlarım ve umursamam. Ey Ademoğlu! Eğer bana yer dolusu hatalarla gelip, sonra ortak koşmayarak bana dönsen, ben de sana yer dolusu mağfiretle gelirim.”
Etkili olan ve amaca ulaştıran istiğfâr, kalbin, dilin dediğine uygun davrandığı istiğfârdır. Zira o, samîmî tevbe ile suçtan sıyrılmanın alametidir. Dolayısıyla bize düşen, kalbimizin dilimizden önce istiğfarı telaffuz etmesidir.
Hûd Suresi’nin: “Ve Rabbinizin mağfiretini isteyin, sonra ona tevbe edin ki sizi, belli bir süreye kadar güzel güzel yaşatsın. Ve her fazilet sahibine layık olduğu ihsanı versin…” mealindeki 3. ayeti ile “Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin.” mealindeki 52. ayeti ve “Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O'na tevbe edin. Muhakkak ki Rabbim çok merhametlidir, (müminleri) çok sever.” mealindeki 90. ayetinde olduğu gibi çoğu kez istiğfâr kelimesiyle tevbe kelimesi birlikte zikredilir.
Bu durumda istiğfârın, dil ile mağfiret dilemekten, tevbenin de kalpler ve organlarla günahlardan sıyrılmaktan ibaret olduğu anlaşılır.
İstiğfâr, geçmişte yapılan yanlışların kötülüklerinden korunmayı talep etmek, tevbe de yanlışlardan dönüş yapmak ve gelecekte yapılmasından endişe edilen kötülüklerden korunmayı talep etmektir, diyenler olmuştur.
Günahkâr kimse, kendisini helaka götüren ve amaca ulaştırmayan bir yola giren gibidir ki, bu yoldan dönüp kendisini kurtuluşa götürecek yola girmesi emredilmiştir, diyenler de olmuştur.
İbni Teymiye’nin ifade ettiği gibi istiğfâr, kulu sevimsiz iş yapma hâlinden, sevimli iş yapma hâline getirir. Düşük bir seviyeden daha yüksek ve mükemmel bir seviyeye yükseltir.
Böylece kişinin her geçen gün ve an kullukta kıvamı ile bilgi, basîret, ibâdet ve istikametinde artış görülür. Bu artış sözünde, fiilinde, yemesinde, içmesinde, uykusunda ve uyanıklığında hissedilir. Dolayısıyla o, gece gündüz her hâl ve hareketinde istiğfâra ihtiyaç duyar.
En büyük iyiliklerden biri olan istiğfârın kapısı geniştir.
Kim sözünde, fiilinde, hâlinde, rızkında bir eksiklik hisseder veya kalbinde bir değişiklik meydana gelirse, hemen istiğfârda bulunmalıdır.
Keza kişi yakınları, aile bireyleri, çocukları, komşuları, dost ve arkadaşlarıyla ilişkilerinde bir eksiklik görünce onlar için de dua ve istiğfârda bulunmalıdır.
Tevbe ve istiğfârı dilinden düşürmemeli, kafası ve kalbi sürekli istiğfârla yoğrulmalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in istiğfârı âmir ayetleriyle, müstağfirleri metheden ve istiğfârda bulunup bağışlanmayı dileyenlerin bağışlanacaklarını bildiren ayetlerini okuyup, övülen ve bağışlananlardan olmaya çalışmalıdır.
Bu üç guruba giren ayetlerden bir kaçının mealini buyurun birlikte okuyalım:
“Allah’tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir.” (Bakara, 199)
“Ve Rabbinizin mağfiretini isteyin, sonra ona tevbe edin ki sizi, belli bir süreye kadar güzel güzel yaşatsın. Ve her fazilet sahibine layık olduğu ihsanı versin…” (Hud, 3)
“… O’na (Allah’a) yönelip, O’ndan mağfiret dileyin…” (Fussilet, 6)
Mealleri arz edilen bu ayet-i kerîmelerde, istiğfârda bulunup Allah Teâlâ’nın bağışlamasını istemek emredilmektedir.
Âl-i İmrân Suresi’nin 15. ayetinde, takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve ‘hepsinin üstünde’ Allah’ın hoşnut olacağı bildirildikten sonra devam eden 16-17. ayetlerinde ‘Ey Rabbimiz! İman ettik. Bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru.’ diyen, sabreden, dürüst olan, huzurda boyun büken, hayra harcayan ve seher vaktinde Allah’tan bağış dileyenler için olduğu beyan buyurulmaktadır.
“Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!”
“O takvâ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranışta bulunanları sever.”
“Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfâr ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler.” (Âl-i İmran, 133, 134, 135)
Mealleri arzedilen bu üç ayet-i kerîmede İslâm ahlakının bir özeti verilmiştir. Şöyle ki, 133. ayette, Rabbimizin bağışına gökler ve yer genişliğinde cennetine kavuşmanın, bütün ahlakî davranışlarımız için temel gaye olduğu; iyiliği, bir takım dünyevî menfaatler kaygısıyla değil de sırf Allah’a saygı ve sevgi demek olan takvâ sâiki ile ve sadece uhrevî saadet uğruna yapmak gerektiği hatırlatılmıştır.
134 ve 135. ayetlerde ise İslam’da ideal ahlak tipi olan ‘müttaki insan’ın temel ahlakî nitelikleri olarak sayılan ‘her halde cömert olmak, öfkeyi yenmek, insanları bağışlamak, hatasını görerek kabul etmek ve vaz geçmek’ gibi vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duyguları karşısında hürriyetine kavuşmuş üstün ruhların faziletleridir.
Nisa Suresi’nin: “Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlıgayıcı ve esirgeyici bulacaktır.” mealindeki 110. ayetinde de Allah Teâlâ’nın istiğfârda bulunup bağış dileyenleri bağışlayacağı beyan buyurulmaktadır.
Allah Teâlâ, Âl-i İmran Suresi’nin meali verilen 133. ayet-i kerîmesi ile İbrahim Suresi’nin: “… O (Allah), sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor…” mealindeki 10. ayetinde kullarına çağrıda bulunarak tevbe etmelerini ve istiğfârda bulunmalarını emretmiştir. Bunun da ötesinde Allah Teâlâ, Nisâ Suresi’nin: “Ve Allah’tan mağfiret iste, çünkü Allah, çok yarlıgayıcı ve ziyadesiyle esirgeyicidir.” mealindeki 106. ayet-i kerîmesiyle Muhammed Suresi’nin: “… Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile…” mealindeki 19. ayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kendisi ve ümmeti için istiğfârda bulunmasını emretmiştir.
Allah’a ibâdet ve itaatta bulunanların en hayırlısı ve Hz. Âdem (a.s.)’in evladının Efendisi olmasına rağmen, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e istiğfârda bulunmasının emredilmesiyle ümmeti, istiğfârda bulunup mağfiret dilemeye ve tevbe edip Allah’a dönmeye teşvik edilmiştir.
Öte yandan Allah Teâlâ kullarını Hicr Suresi’nin: “(İbrahim) Dedi ki; Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?” mealindeki 56. ayeti ile Yusuf Suresi’nin: “… Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” mealindeki 87. ayetinde Allah’ın rahmetinden ümit kesmekten sakındırmıştır.
Bu ayet-i kerîmelerdeki ilahî ikazlardan da anlaşılacağı üzere Müslüman, ne kadar günahkâr olursa olsun, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez, tevbe ve istiğfâra devam eder. Yanlışlarından doğrulara dönüş yapar.
İstiğfâr edip Allah’tan af ve mağfiret dilemek, Peygamberler ve sâlihlerin meziyetidir. Onları örnek alıp, sahip oldukları bu müstesnâ meziyetle muttasıf olmanın gayreti içinde olan Müslüman, isyandan kaçınıp istiğfâra sarılıp, ‘günah işlemekten masum (korunmuş) olan Peygamberler istiğfâr ederlerse, her an günah işleyebilecek durumda olan ben, daha fazla istiğfârda bulunmalıyım’ demeli ve hayatı boyunca istiğfâra devam etmelidir.
Allah Teâlâ’nın istiğfâr emrine imtisalde insanların en iyi davrananları olan Peygamberlerin Yaradan’a yakarıp istiğfârda bulunmalarını yansıtan ayet-i kerîmelerden bir kısmının mealini burada sizlerle paylaşmakta fayda mülahaza ederim.
Büyükbabamız Hz. Âdem (a.s.) ile eşi Hz. Havva validemizin, Allah Teâlâ’nın uyarısını unutup İblis’in aldatmasına uyarak yaptıkları yanlıştan dolayı derhal istiğfâr edip duydukları nedameti yansıtan ayetin meâli aynen şöyledir:
“(Âdem ile eşi) Dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Â’raf, 23)
Hz. Nuh (a.s.)’ın, oğlunun tufandan kurtarılması niyazında bulunması, istiğfâr etmeyi gereken yanlış bir hareket kabul edilerek, Allah Teâlâ tarafından uyarıldığında, hüsrana uğramaktan endişe ederek: “Ey Rabbim! Ben Senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum.” (Hud, 47) diyerek istiğfarda bulundu.
Allah Teâlâ, Nuh (a.s.)’ın kavmi ile hayat hikâyesini anlatıp, kâfirlerin tufanda boğuldukları ve Hz. Nuh (a.s.) ile beraberindeki müminlerin kurtarıldıkları belirtildikten sonra Hz. Nuh (a.s.)’ın Yaradan’a yakarışı, Nuh Suresi’nin 28. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmiştir: “Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helakini arttır.”
Hz. Musa (a.s.)’ın Yaradan’a yakarışı da Kasas Suresi’nin:
“Musa: Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla dedi, Allah da onu bağışladı. Çünkü, çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan ancak O’dur.” mealindeki 16. ayetiyle Â’raf Suresi’nin:
“(Musa) Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kabul et. Zira Sen merhametlilerin en merhametlisisin! dedi.” mealindeki 151. ayetinde dikkatimize getirilmiştir. Şu’arâ Suresi’nin:
“Beni yaradan ve bana doğru yolu gösteren O’dur (Allah’tır). Beni yediren, içiren O’dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O’dur. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O’dur.” mealindeki 78-82. ayetlerinde Hz. İbrahim (a.s.)’ın Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinin bağışını umarak kendisine ihsan ettiği lütufları dile getirdiği beyan buyurulmuştur.
Yunus (a.s.)’ın karanlıklarda kaldığında Yaradan’a yakarışı Enbiyâ Suresi’nin 87. ayetinde şöyle anlatılmıştır: “Zünnûnu da (Yunus’u da zikret). O öfkeli bir halde geçip gitmişti; bizim kendisini aslâ sıkıştırmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: ‘Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum!’ diye niyaz etti.”
Hz. Süleyman (a.s.)’ın Allah Teâlâ’ya yakarışı da Sa’d Suresi’nin 35. ayetinde şöyle ifade edilmiştir: “Süleyman: Rabbim! Beni bağışla; Bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, daimâ bağışta bulunansın, dedi.”
Davud (a.s.)’ın Yaradan’a yakarışı da yine Sa’d Suresi’nin 24. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmiştir: “… Davud, kendisini denediğimizi sandı ve Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.”
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de Yaradan’a yakarışında: “Rabbiğfir lî ve tub aleyye inneke ente’t-tevvabü’r-Rahîm.” Yani: “Rabbim! Beni bağışla ve tevbemi kabul buyur. Şüphesiz Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.” diye Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerine niyazda bulunurdu.
Efendimiz (s.a.v.)’in küçük çocuklardan Kendisi için istiğfârda bulunmalarını istediği ve onlara “Çünkü siz günah işlemediniz.” dediği de tevazuu ile çocuklara gösterdiği güzel yaklaşımı yansıtan önemli özelliklerinden biridir.
İstiğfârın sahibine sağladığı saadet vesîlesi olan güzelliklerin başında günahlarına keffaret olması ve derecelerinin yüceltilmesine yol açması gelir. Bu gerçeği dikkatimize getiren ayet-i kerîmelerden biri Nisa Suresi’nin: “Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ı çok yarlıgayıcı ve esirgeyici bulacaktır.”mealindeki 110. ayet-i kerîmesidir.
Allah Teâlâ bir hadîs-i kudsîde: “Ey kullarım! Sizler gece gündüz yanlış yaparsınız, ben de günahlarınızı bağışlarım. Benden bağış dileyin, ben de sizi bağışlayayım.” buyurmuştur.
İstiğfârın sağladığı güzelliklerden biri de, kişiyi alt seviyeden üst seviyeye, sevimsiz hâlden sevimli hâle ve eksiklikten olgunluğa yüceltmesidir. Ebu Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):
“Allah Teâlâ cennette salih bir kulun derecesini yüceltir. O kul: ‘Ya Rabbî! Bana bu derece neredendir?’ der. Allah Teâlâ: ‘Çocuğunun senin için istiğfâr etmesindendir.’ buyurur.”
İstiğfârın sebep olduğu güzelliklerden bir diğeri de sahibinden azap, musibet ve belâyı def etmesidir. Şûrâ Suresi’nin: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Bununla beraber Allah çoğunu affeder.” mealindeki 30. ayetinde belirtildiği üzere, masiyetlerle günahlar azabın gelmesine veya inmesine sebep olduğu gibi, Enfâl Suresi’nin: “Sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.” mealindeki 33. ayetinde belirtildiği üzere istiğfâr da, azap ve musibetlerin def’ine sebep olur.
İstiğfârın faydalarından bir başkası da sahibinin rızkının genişlemesine, kendisine mal ve evlat ihsan edilmesine vesîle olmasıdır. Allah Teâlâ, Nuh (a.s.)’ın kavmine söylediği sözünü beyan buyurduğu Nuh Suresi’nin: “Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin. Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın.” mealindeki 10, 11, 12. ayetleri ile Hud Suresi’nin: “Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır, fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir. Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin başınıza gelecek büyük bir günün azabından korkarım.” mealindeki 3. ayetinde istiğfârın sahibine sağlayacağı bu faydaya işaret edilmektedir.
İstiğfârın insana kazandırdığı faydalardan bir diğeri de beden gücünün artmasıdır. Bu gerçeği dikkatimize getiren Hud Suresi’nin 52. ayetinin meali şöyledir: “Ey kavmim! Rabbinizden bağış dileyin; sonra da O'na tevbe edin ki, üzerinize göğü (yağmuru) bol bol göndersin ve kuvvetinize kuvvet katsın. Günah işleyerek (Allah'tan) yüz çevirmeyin.”
İstiğfârın sağladığı önemli kazanımlardan biri de kalbi cilalayıp saf, berrak ve temiz hâle getirmesidir. Günahların kalp üzerinde oluşturduğu siyah noktalarla kararmayı gideren istiğfâr, kalbin üzerinde meydana gelen kötü izlerle siyahlığı ve günah kirlerini izâle edip arı-duru hâle getirir.
Bu gerçeği bizlere bir hadîs-i şerîfinde tasvir eden Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Mümin bir günah işlediği zaman onun kalbi üzerinde siyah bir nokta oluşur. Bu günahtan sıyrılıp istiğfâr ve tevbe ederse, kalbi temizlenir (cilalanır). Eğer günahı tekrar işlerse meydana getirdiği siyah noktalar artarak kalbini kapsar ki, o da Allah Teâlâ’nın, (Mutaffifin Suresi’nin 14. ayetinde) zikrettiği kirdir.”
İstiğfâr ve tevbenin mümine sağladığı saadet vesîlelerinden biri de Allah Teâlâ’nın sevgi ve rızasını kazandırmasıdır. Bu hususu dikkatimize getiren Bakara Suresi’nin 222. ayetinin son cümlesinin meali şöyledir: “Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.”
İstiğfâr, insandan hüzün ve kederin giderilmesine de vesîle olur. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Çok istiğfâr eden kimseye Allah Teâlâ her hemden bir kurtuluş, her darlıktan bir çıkış yolu kılar ve ummadığı yönden de rızıklandırır.” buyurmuştur.
İstiğfâr ve tevbe her zaman ve her an yapılabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Tevbe için açık bir kapı vardır. Bu kapı güneş battığı yerden doğuncaya kadar kapanmaz.” buyurmuştur.
Başka bir hadîs-i şerîfinde de: “Güneş battığı yerden doğuncaya kadar Allah Teâlâ, gündüz günah işleyenin tevbe etmesi için gece elini açar. Gece günah işleyenin tevbe etmesi için de gündüz elini açar.” buyurmuştur. Ancak bazı zaman ve mekânlar, tevbe ve istiğfârın kabulü konusunda daha uygundur. Bilhassa günah işlendikten hemen sonra, ibâdetlerin akabinde, abdest aldıktan sonra, günlük yapılan sabah ve akşam zikirlerinden sonra, seher vaktinde ve teheccüd namazları için geceleyin kalkma anında yapılan tevbe ve istiğfâr kabule şâyândır.
Müstağfir Müslümanlardan ve istiğfârından istifade eden insanlardan olmamız temennisiyle sözlerimizi konuyla ilgili bir hadîs-i kudsî mealiyle noktalıyor, cümlemize Cennet ve Cemalullah ile şefaat-i Resûlullah’ı niyaz ediyorum:
“Ey Ademoğlu! Dua senden icâbet Benden. İstiğfâr senden bağışlamak Benden. Tevbe senden kabul etmek benden. Şükür senden fazlasıyla vermek Benden. Sabır senden yardım Benden… Ne istedin ki Benden, esirgedim senden.”
Bu hadîs-i kudsîden esinlenerek ellerimizle birlikte gönüllerimizi de yüce Rabbimizin dergâh-ı izzetine açarak bugüne kadar Vakfımız mensuplarından ebediyete göçüp aşağıda isimleri arz edilen kardeşlerimizle toplantımıza katılıp yakınları için dua talebinde bulunan kardeşlerimizin vefat eden büyükleri ve yakınları için dua ederek okunan hatm-i şerîflerle süver-i şerîfelerin sevabını ruhlarına armağan edeceğiz.” dedi ve YOYAV’ın kurulduğu tarihten bugüne kadar ebediyete göçen Ali İpek, Halil Şanlıtürk, Necla Güleray, Erhan Arıca, Hamit Kaya, Naciye Dalokay, Ali Rıza Tamkan, Ahmet Serkant, Emine Aksöyek, Cahit Ulutaş, Nezihe Dinçsoy, Yusuf Cemalettin Yavaşca, Erol Dündar, Ürdüne Gülsoy, Nafiye Ayhan, Fethi Ülkü, Sabiha Yavuz, Kadriye Günay, Münevver Haznedaroğlu, Fuat Ayhan, Zübeyde Mübeccel Devrim, Nuran İleri, Hacer Çağlar, Seniye Karamanlargil, Cemile Göymen, Emine Arıca, Fatma Tezcan, Murat Ekerbiçer, Selahaddin Ünal, Resmiye Çakmak, Serpil Kesemen, Mukadder Uzun, Rukiye Yücel, Fatma Pekalp, Türkan Vardar, Ömer Naci Bozkurt, İbrahim Tanrıaşıkı, Abdulvahap Uzun, A. Mennan Erşanlı, Mücahit Büyükkayık, Ali Salih Sağıroğlu, Sait Bilik, Rafet Zeyitçioğlu, Fazlı Fazlıağaoğlu, Mustafa Taşar, Necip Karaşlar, Soner (Simitçi), Emsal Aygün, Ayşe Okumuş, Tahir Sanlı, Meliha Evren, Yücel Aykut, Zeki Ekerbiçer, Abdullah Güvenç, Mehalat Tuna, Nezih Sayan, Hayati Baratalı, Lami Öğünç, Yaşar Koçak, Fasiha Soyşekerci, Muharrem Bahri Mendi, İrfan Hamamcı, Şerafettin Kırmızı, Leyla Elbruz, Enver Cebeci, Sami Alkan, Ramazan Alkan, Yunus Arısoy, Lügen Cengiz, Fehmi Genç, Bekir İlgün, Dilferiz Demirci, Şevket Kürkoğlu, Sevgi Babayiğit, Fatma Kalay, Fatma Özşimşek, Şükran Coşkunses, Engin Özdemir, Saliha Yazıcıoğlu, Saffet Yakut, Şemsettin Sönmez, Muzaffer Patlakoğlu, Metin Hasırcıoğlu, Sevim Atilla, Aykon Baki, Semiha Akın, İkbal Bozbay, Güner Ekerbiçer, Nevin Yaşar, Necmiye Büyükkeçeci, Atiye Yalçınkaya, Hannan Özüberk, Meliha Odabaşı, Hasan Celal Güzel, Hafiza Akpınar, Kezban Çetin, Ferruh Bozbeyli, Ayla Ertem, Naile Sezgin, Kemalettin Akalın’dan oluşan 100 kişi ile dua dileğinde bulunan 42 kişinin ebediyete göçen yakınlarına hatm-i şeriflerin sevabını armağan ederek ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olması niyazında bulunarak yüce Yaradan’a şöyle yalvarıp yakardı:
“Allah’ım! Ravza-i Resûlullah’da, civâr-ı Beytullah’da, Mescid-i Aksâ’da, Mescid-i Kuba’da, Mescid-i Halîl’de ve diğer mübârek mekânlarda Sana açılan eller, Sana yalvaran diller, Sana yakaran gönüller hürmetine kalbimizi Kur’ân’a aç, rahmetini üzerimize saç yâ Rabbî. Resûlullah’ı başımıza taç, imanı kalbimize ve İslamı hayatımıza ilaç eyle yâ Rabbî.
Milletimizi, memleketimizi, nefsimizi, neslimizi, cemiyetimizi, cemaatimizi, evladımızı, torunlarımızı, ordumuzu, yurdumuzu, yuvamızı, ovamızı her türlü felâketten, musîbetten hıfz-ü himâye buyur yâ Rabbî. Vatanımızı ve bizleri bekleyen askerlerimizi, polislerimizi düşman saldırısından, terörist saldırısından koru ve kolla yâ Rabbî.
Ülkemize yan gözle bakan, kardeşlerimizin kanını dökmeye yeltenen din, iman, vatan ve Kur’ân düşmanlarını “Kahhâr” ism-i şerifinle kahr-ü perişan eyle yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Sen bizim Rabbimizsin, biz Senin kulunuz. Senin ne duaya, ne de ibâdete ihtiyacın var. Muhtaç olan biziz. Rahmetine muhtacız. Lütfuna, keremine, bağışına muhtacız. Bizi Sana yalvarıp yakarmada dâim eyle. Sana kullukta ve yakarmada fakirliğimizi devam ettir. Senden müstağni olan gafillerden eyleme yâ Rabbî. Bizleri kullukta kaim, iman, ibâdet, istikamet, ihlâs ve duada dâim eyle yâ Rabbî. Biliyoruz ki dua ibadetin özü, islamın sözüdür. Senin mümin kullarından da istediğin odur. Huşû ile, vecd ile, fikr ile, zikr ile, şükr ile elleriyle birlikte gönüllerini de Sana açan, isteklerini Sana ileten, Senden dileyen, dileklerine eren mutlu ve bahtiyar kullarından eyle bizleri yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Ömür boyu bizleri Kur’ân’dan, Kur’ân-ı da bizden ırak eyleme. Kur’ân-ı Âzimüşşânı elimizden, dilimizden, beynimizden, belleğimizden, hayatımızdan eksik eyleme yâ Rabbî. O’nu kemal-i edep, hürmet, teennî, tertîl ve tecvîd ile Efendimizin okuduğu gibi okumayı, okuttuğu gibi okutmayı, anladığı gibi anlamayı, yaşadığı gibi yaşamayı, yaydığı gibi yaymayı, gerektiğinde yoluna baş koymayı bizlere nasip eyle yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Bu inanç ve bilinçle okunan hatm-i şerifler, suver-i şerifeler, salâvât-ı şerifeler, Kelime-i Tevhidler, Esmâi Hüsnâ ve Besmele-i Şerîfeleri kusur ve küsurumuzu bağışlayarak lütfedip nezd-i ulûhiyetinde ahsen-i kabul ile kabul buyur yâ Rabbî. Beher harfine sayamayacağımız kadar bol ecir ihsân eyle, hâsıl olan ecir ve sevabı, Hz. Âdem (a.s.)’den Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelen bilumum peygamberâni izâm ve rüsul-i fihâm hazerâtının ruhlarına armağan eyliyoruz, rûh-u şerîflerine ulaştır ve bizleri şefaatlerine nâil eyle yâ Rabbî. Efendimiz (s.a.v.)’in muhterem eşlerinin, çocuklarının ve torunlarının ruhlarına da armağan eyliyoruz vâsıl eyle yâ Rabbî. Okunan Salâvât-ı Şerîfeleri, ervâh-ı acizânelerimizle rûh-u Resûlullah arasında iletişim unsuru eyle, bağımızı koparma yâ Rabbî. Ömür boyu yolunda yürümeyi, izinde olmayı, sünnet-i seniyyesine sarılmayı, O’na layık ümmet olmayı, dünyada ziyareti, ahirette şefaati ile şereflenmeyi bizlere nasip eyle yâ Rabbî.
Efendimizin zevcât-ı tâhiratının ruhlarına, ashâb-ı kirâmın ruhlarına, tabi’înin, tebe-i tabi’înin ruhlarına, müminîn ve müminâtın tümünün ruhlarına, evliyânın, asfiyânın, sülehânın, şühedânın, fukahânın, ulemânın, muhaddisînin, müfessirînin ruhlarına armağan eyliyoruz payidâr eyle yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Bu cennet vatanı korumak ve din, iman, Kur’ân uğruna canlarını seve seve fedâ eden bilumum şehitlerin ruhlarına armağan ediyoruz ulaştır yâ Rabbî. Bizleri onların şefaatlerine erdir yâ Rabbî. Bizleri doğurup dünyaya getiren annelerimizin, besleyip büyüten babalarımızın, eğitip öğreten hocalarımızın ruhlarına armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Bu toplantıya katılıp, âmîn diyerek duamızın kabulünü dileyen hazırun müminîn ve müminât kardeşlerimizin yakınlarından edebiyete göçenlerin tümünün ruhlarına, düzenlediğimiz 27. Yoksullarla Dayanışma Haftamızın faaliyet ve hizmetlerine katılan kuruluşların mensuplarıyla yakınlarından ebediyete göçenlerin tümünün ruhlarına da armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî. Az önce isimleri okunan ve Vakfımızın çatısı altında hizmet vermekte iken vefat edip huzuruna gelen kardeşlerimizin ruhlarına armağan eyliyoruz. Kabirlerini bu hatm-i şeriflerin nuru ile pürnur eyle yâ Rabbî. Yakınlarına dua edilmesi dileğinde bulunan kardeşlerimizin ve isimleri zikredilmeyen hâzırûnun tüm yakınlarının ruhlarına da armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî.
Bizi ömür boyu Kur’ân’a hizmet ve kullukta kâim, iman, ihlâs ve ibadette dâim eyle yâ Rabbî. Bizi Kur’ân’a hâdim olmakta dâim eyle yâ Rabbî. Kur’ân ile birlikteliğimizi huzuruna gelinceye kadar sürdür yâ Rabbî. Hayatımızın son anına, son nefesimize kadar ta’lîm-i Kur’ân, ilim, irfan, ibâdet ve tâ’at yolunda bizleri devam ettir yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Çocuklarımıza, torunlarımıza bu inancı, bu bilinci ihsân eyle yâ Rabbî. Tüm yavrularımız ve torunlarımız, tüm vatandaşlarımız diliyoruz ki, huzuruna imanla gelsinler. Kabre girdiğimizde Kur’ân’ı bize karîn ve huzuruna çıktığımızda şefaatçi eyle yâ Rabbî. Kur’ân’ın şefaatiyle Cennetine giren, Cemalini gören, rızana eren mutlu ve bahtiyar kullarından eyle bizleri yâ Rabb’el âlemîn.”
72 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen ve bu yakarışlarla noktalanan “658 Hatim ve Dostlara Dua” programı, davetlilere dağıtılan broşür ve sunulan ikramla noktalandı.
PROGRAMA KATILANLARDAN GÖRÜNTÜLERYOYAV Kurs Öğretmeni Ayşe Doyuk
DUADAN GÖRÜNTÜLER
İKRAMDAN GÖRÜNTÜLER