Ebeveyne İhsân
Dinimizin direktiflerinden biri de, Allah’a iman ve ibâdet, ebeveyne ihsân ve itaattir. Bu buyruk kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in müteaddid ayet-i kerîmeleriyle sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in muhtelif hadîs-i şerîflerinde beyan buyurulmuştur. Dolayısıyla ebeveyne ihsânla, ikram ve ihtiramda bulunmak, Kur’ân-ı Kerîm’in indirildiği Asr-ı Saadetten bu yana islam toplumlarında esas alınan ve titizlikle tatbik edilen islamî bir vecîbe ve insanî bir vazîfedir.
İslam ülkelerinde 1400 küsur yıl önce başlatılıp, yılın her gününde îfâsı cihetine gidilen bu uygulama, batıda ancak 1908 yılında ve yılda bir gün uygulanmaya başlamıştır.
Bilindiği üzere Anneler günü ilk defa ABD’de 1908 yılında kutlanmıştır. Daha sonra pek çok ülkelerde kutlanmaya başlanmıştır. Anneler günü ülkemizde de 1955 yılından bu yana kutlanmaktadır. Her yıl Mayıs ayının ikinci Pazar günü gazetelerde annelerle ilgili yazılar, hikâyeler, şiirler yayınlanmakta, radyo ve televizyonlarda ana sevgisini konu alan konuşmalar yapılmaktadır. Biz de YOYAV olarak yıllardır anneler gününü, inanç ve anlayışımıza uygun olarak kutlayıp, düzenlediğimiz programlarda annelerle ilgili önemli konuları gündeme getirme cihetine gitmekteyiz.
Ancak, son iki yılda korona virüs (kovid- 19) nedeniyle alınan önlemler ve getirilen kısıtlamalar dolayısıyla toplantı tertipleyemediğimizden duygu ve düşüncelerimizi, dostlarımızla mensuplarımıza mesajlarımız ve yazılarımızla iletmeye çalışmaktayız.
Bu bakımdan 9 Mayıs 2021 Pazar günü kutlanan anneler günü vesîlesiyle kaleme aldığımız bu yazıyı tetkîkinize takdim ederek ebeveyne ihsân, ikram ve ihtiramda daim olmanızı diliyoruz.
Malumunuz olduğu üzere insanın bu dünyaya gelmesine vesîle olan anne-babası, onun büyüyüp yetişmesi ve ilk eğitimini alarak şahsiyet kazanması için yıllarca emek verir. Bu yüzden yüce dinimiz, insana anne-babasıyla iyi geçinmeyi, onların hatırını saymayı ve haklarını korumayı emreder. Zorluklar karşısında maddî ve manevî anlamda anne-babaya destek olmanın, bilhassa yaşlandıklarında muhabbet ve merhamet göstererek ihtiyaçlarını karşılamanın vefa borcu olduğunu anlatır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in İsrâ Suresi’nin 23-24. ayet-i kerîmelerinde şöyle buyrulur: “Rabbin, kendisinden başkasına aslâ ibadet etmemenizi, anne-babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf!” bile deme; onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle. Merhamet göstererek tevazu kanadını indir ve de ki: ‘Rabbim! Onlar beni küçükken nasıl koruyup büyüttülerse, sen de öylece onlara merhamet göster.’”
Bizleri yoktan var eden Rabbimiz, mümin bir kul olarak sorumluluk üstlenecek yaşa gelene kadar bizi, en yakınlarımıza emanet etmiştir. Anne-babamız, sabır ve fedakârlıkla, sevgi ve şefkatle, kimi zaman gözyaşı ve duayla, kimi zaman da göz nuru ve alın teriyle bizleri bu günlere taşımıştır. Bu yüzden, bir adam Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek, “Amellerin en üstünü hangisidir?” diye sorunca Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle cevap vermiştir: “Vaktinde kılınan namaz ve anne-babaya iyilik etmektir. Sonra da Allah yolunda cihad etmek gelir.”
İsrâ Suresi’nin meali arz edilen 23. ayetinde Allah Teâlâ, sadece Kendisine kulluk edilmesini emrettikten hemen sonra, ana-babaya iyilik ve ihsânda bulunulmasını istemektedir. Bu, ana-baba hakkının Allah hakkından hemen sonra geldiğinin ve ne kadar önemli olduğunun açık göstergesidir.
Konuyla ilgili ayetlerin bize yüklediği görev; ana-babamıza öf bile demememiz, onları incitecek hiçbir söz ve davranışta bulunmamamız; onlara sevgi, saygı ve ilgiyle yaklaşmamız ve en önemlisi onlara dua etmemizdir. Hatta onlar Allah’a şirk koşan kimseler olsalar ve bizi de müşrik olmaya zorlasalar bile, onlarla dünyada güzel güzel geçinmemizdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de konuyla alâkalı olarak bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: “Ana ve babasının ihtiyarlık zamanlarında, bunlardan birine yahut ikisine yetişip de, (kendilerine gereken hürmet ve hizmette bulunmadığı için) cenneti hak edemeyen kimsenin burnu yerlerde sürünsün!” buyurmuş ve bu ifadeyi üç kere tekrar etmişti.
Ebeveyn evlat arasındaki ilişkilerin temelinde ihsân olduğunu ifade eden dinimizde ana babanın evlada, evladın da ana babaya karşı hak ve yükümlülüklerinin neler olduğu dile getirilmiş ve bir çok ayet-i kerîmelerle müteaddid hadîs-i şerîflerde beyan buyurulmuştur.
Ebeveyne hürmet ve muhabbet, çocuklara da şefkat ve merhamet başta olmak üzere her iki tarafın diğerine karşı iyiliği esas alması emredilmiştir. Ebeveyn evladın baş tacı, evlat da ebeveynin ciğer paresidir. Bu husus ayet ve hadislerden esinlenerek kaleme alınan islamî eserlerde detaylı bir şekilde belirtilmiştir. Her Müslüman, bu ayet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerle, onların içerdiği hükümlerin açıklandığı dinî kitapları dikkatle ve dirayetle okuyup, büyüklerine ve küçüklerine karşı yükümlülüklerinin neler olduğunu öğrenmenin gayreti içinde olmalıdır.
Biz burada söz konusu ayet-i kerîmelerle hadîs-i şerîflerden birer tanesinin mealini tetkikinize takdim ederek, diğerlerini sizlerin araştırıp bulmanızı ve inceleyip içerdikleri ilahî buyruklarla tavsiye ve telkinleri öğrenip, uygulama cihetine gitmenizi önereceğiz. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in İsrâ Suresi’nin yukarıda mealleri arz edilen 23-24. ayet-i kerîmelerinin üzerinde dikkatle durup düşünmenizi dileyeceğiz. Bu ayet-i kerîmelerde görüldüğü gibi ana babaya karşı yaklaşım ve davranışın nasıl olması gerektiği detaylı bir şekilde dikkatimize getirilmiştir.
Sadece Allah’a ibâdet etme emrinin hemen akabinde ebeveyne ihsânda bulunulması (iyi davranılması) ve onların gönüllerini kıracak davranışlardan kaçınılması emredilmiştir.
Ebeveyn evlat arasındaki ilişkilerde uyulması gereken ve herkes için hayatî ehemmiyet arz eden hususları beyan buyuran sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) konuyla ilgili hadîs-i şerîflerinden birinde: “Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” buyurmuştur.
Dünyadaki hiçbir düşünce ve doktrinde mealleri arz edilen ayet-i kerîmelerle hadîs-i şerîflerde beyan buyurulan incelik ve yüceliği göremezsiniz.
Ebeveyne hürmet ve evlada şefkat, davranışları dengeleyen dinî direktiflerin önde gelenlerindendir. Müslümanların bu direktifi göz ardı etmeleri düşünülemeyeceği gibi, dikkate almamaları da tasvip edilemez.
Ebeveyn evladın veliyy-i nimeti, evlat da ebeveyne Allah’ın emanetidir. Nimete karşı nankörlük ve emanete karşı ilgisizlik de inanan insanlardan beklenemez.
Ebeveynin evlat üzerindeki haklarının başında emirlerine itaat, isteklerine icâbet ile onlara karşı sergilenmesi îcâp eden hürmet ve muhabbet başta gelir. Her ikisine de iyi davranılması ve saygıda kusur edilmemesi islamî bir vecîbe ve insanî bir vazîfedir. Ancak annenin evlat üzerindeki hakkı, babanın hakkından önde gelir.
Malumunuz olduğu üzere ashâb-ı kirâmdan biri Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelerek: “İnsanların hangisi kendisine iyi davranmam hususunda daha çok hak sahibidir?” diye sorduğunda, Resûlullah (s.a.v.): “Annendir.” buyurmuştur. Sahabî: “Sonra kimdir?” diye sorduğunda, Resûlullah (s.a.v.): “Annendir.” cevabını vermiştir. O kişi: “Daha sonra kimdir?” diye sorusunu yinelediğinde, Resûlullah (s.a.v.): “Annendir.” demiştir. Dördüncü kere: “Daha sonra kimdir?” dediğinde, Resûlullah (s.a.v.): “Babandır.” buyurmuştur.
Biz bu hadîs-i şerîften esinlenerek ‘Anne babadan üç adım öndedir’ diyoruz. Çocukların bu hususu, ebeveynlerle ilişkilerinde göz önünde bulundurmaları, babaların kıskanmamaları, annelerin de şımarmamaları samîmî temennilerimiz arasındadır.
Çocuğu olunca bir kadın ‘anne’ olmanın mutluluğunu yaşar. Allah’ın bu kıymetli hediyesini şefkatle bağrına basar. Acısına, ayrılığına dayanamaz. Anne ve çocuğu arasında daha ilk günden öyle eşsiz bir bağ kurulur ki, bu bağı zedeleyen her şey, sağlıklı bir insanın yetişmesine engel olacak kadar tehlikelidir. Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.v.) bizi şöyle uyarır: “Anne ile evladının arasını ayıranın, Allah da kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır.”
Emeğini tartmadan, sayıp hesaplamadan vermenin adıdır anne. Sınırlamadan, şart koşmadan, kıskanmadan sunulan sevginin adı…
Hata edip üzsek de yine annemizin kucağına sığınırız. Affın, şefkatin ve hoşgörünün adıdır anne… Sabırla yoğrulan bir eğitimin adı…
Peygamberimiz (s.a.v.)‘in tarif ettiğine göre, cennet anneye bir adım kadar yakındır ve kendisine ikram ve iyilikte bulunulmasını en çok hak eden kimse annedir. Anneyi korur Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Ona hürmetsizlik etmeyi, anlamsız tartışmalarla gönlünü kırmayı, düşmanca tavırlarla hatırını yok saymayı, kesinlikle yasaklar.
Çocuk ana rahmine düştüğü andan, doğup büyüdüğü ve yaşadığı son âna kadar, ana babanın ilgisi, inayeti ve himmeti ile kuşatılır. Bu hal, Allah Teâlâ’nın evlada karşı ebeveynin kalbinde var ettiği şefkat ve merhametin tecellisi ve tabii bir tezahürüdür. Evlat, ana baba olmadan önce, ebeveynin kalbindeki bu duygunun derinlik ve yüceliğini hissedemez. Anne-baba evladına kızsa, darılsa ve çağırıp bağırsa da, onlara olan sevgi ve şefkatlerinden eksilme olmadığı gibi, gevşemede olmaz. Özellikle annenin evladıyla arasındaki göbek bağı doğumla sona erse de, kalbî bağı ömür boyu devam eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında Alkame adında bir genç vardı. Hep tâat üzere olup, yaz-kış oruç tutar, geceleri sabaha kadar ibâdet ederdi. Bir gün hasta yatağında fenâlık geçirdi. Dili tutuldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e haber verdiler. Hz. Ali ve Ammâr bin Yâser hazretlerini Alkame’ye gönderdi. Kelime-i şehâdeti söyletmek için çalıştılar ise de, dili dönmedi. Hz. Ali Efendimiz, Hz. Bilâl-i Habeşî’yi Resûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e gönderdi. Durumu bildirdi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Alkame’nin ana-babası var mı?” Orada bulunanlar; ‘Yaşlı bir annesi var.’ “Annesini buraya getirin!” Annesini getirdiler.
Ona, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sordu: “Alkame’ye ne oldu, anlat! Seninle geçinmesi nasıldır?”
Annesi şöyle anlattı: ‘Yâ Resûlallah! Alkame çok iyidir. Hep ibâdet, itaat üzeredir. Ama ben ondan râzı değilim. Çünkü o, hanımının rızasını, benim rızamdan önde tutmaktadır.’
Peygamberimiz (s.a.v.) “Dilinin tutulması bu yüzden. Ona hakkını helâl et, dili açılsın!”
‘Ey Allah’ın Resûlü! O, benim hakkıma riâyet etmedi. Hakkımı helâl etmem.’
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Bilâl! Ashâbımı topla. Etraftan odun toplasınlar, Alkame’yi yakacağız.”
Annesi buna çok telaşlandı: ‘Yâ Resûlallah! Benim oğlumu, benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir?’
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan râzı olmadıkça, onun hiçbir itaati makbul değildir.”
‘Yâ Resûlallah! Ben ondan râzı oldum. Hakkımı helâl ettim.’
Eve vardığında Alkame’nin sesini duydu. Kelime-i şehâdet söylüyordu. Dili açılmıştı. Aynı gün vefât etti. Cenâze namazını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kıldırdı. Defin işleri bittikten sonra, Hz. Peygamber (s.a.v.), Ashâb-ı kirâma dönerek: “Ey Ashâbım! Ey Muhacir ve ey Ensâr! Hanımını annesinden üstün tutana, Allah Teâlâ ve melekler lânet ederler. Onun farz ve nafile ibâdetleri kabul edilmez.” buyurdu.
Ben bu hâdise ile hadîs-i şerîften esinlenerek yıllar önce yazdığım “Ebeveyni Hoş Tut” başlıklı şiirimde şöyle demiştim:
Babanı büyük bil, ananı azîz.
Atanı unutma, olursun âciz.
Gerek zengin olsun, gerekse fakir,
Ananı hor görme, babanı hakir.
Ebeveyni hoş tut, sıkılma, sabret,
Varını yoğunu onlara sarfet.
Şımartmasın seni şöhret ve servet,
Anana hizmet et, babana hürmet.
Ananı say, gözün ondan ayırma,
Onu kırıp başkasını kayırma.
Babana bak, baksın evladın sana,
Bil ki yaptığını yaparlar sana.
Allah’ın rızasının, ana-babanın rızasında, öfkesinin de ana-babanın öfkesinde olduğunu bilen duyarlı ve dirayetli evlat olup, onlara karşı sevgi ve saygıda kusur etmememiz temennisiyle sözlerimi noktalıyor, ebeveynlerimize ihsân, ikram ve ihtiramda daim olmanızı diliyorum.
Dr. İbrahim ATEŞ
YOYAV Genel Başkanı