Edebiyatımızda Na'tlar
YOYAV’ın yürütegeldiği “Bir Konu Bir Konuk”, “Ayın Konferansı” ve “Sorun Söyleyelim” sohbet toplantısı gibi kültürel etkinliklerinden olan “Ayın Konferansı” Şubat ayı halkasında “Edebiyatımızda Naatlar” konusunda konferans veren YOYAV Onur Kurulu Üyelerinden N. Yücel Mutlu, 29 Şubat 2020 Cumartesi günü tertiplenen toplantıda önemli açıklamalarda bulundu.
Toplantıya katılan konukları sevgi ve saygı ile selamlayarak konuşmasına başlayan N. Yücel Mutlu şunları söyledi:
“Na't, Arapça bir kelime olup, sözlükde, bir şeyi methederek anlatma demektir. Edebiyattaki özel anlamı ise, Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun, "Hz. Muhammed'i övmek için, bu sûretle O’nun şefâatine nâil olmak maksadıyla yazılan şiirler"dir ve na't-ı şerîf, na't-ı nebî, na't-ı Mustafa olarak isimlendirilirler. Mûsikimizde de aynı şekildeki özel bir beste türüne de na't denilir.
Dîvân Edebiyatı'nda na'tlar, daha çok Hz. Peygamber için yazılmış olmakla birlikte, herhangi bir tasavvuf büyüğünü, bir din büyüğünü, özellikle de dört büyük halifeyi övmek için yazılmış na'tlar da vardır: Na't-ı cihâr-yâr gibi. (Bildiğiniz gibi, cihâr, Farsçada dört demektir). İran Edebiyatında ise, özellikle Hz. Ali için yazılmış na'tlar, hayli çoktur: Na't-i Alî gibi. Camilerde ve tekkelerde na't okuyanlara da, na't-hân denilir. Na'tlar, şâirlerin dîvanlarının baş taraflarında, Tevhîd ve Münâcatlar'dan sonra yer alır. Bilindiği üzere Tevhîd, genel olarak "bir kılma, birleştirme" anlamında olup, dînî ıstilâh olarak, "Allah'ın birliğine inanma" demektir. Edebivatta ise, "Allah'ın varlığına ve birliğine dâir yazılan manzumedir. Münâcât ise, yine Arapça bir kelime olup, sözlükde, "Allah'a duâ etme, yalvarma" demektir. Edebiyattaki özel anlamı ise, "Allah'a duâ konulu manzume"dir.
Peygamberimizi öven şiirler, İslâm dininin yayılıp müslümanların bir güç hâline gelmesinden i'tibâren görülmeye başlamıştır. Bu, rnüslümanlarla, yahûdiler ve müşrikler arasında karşılıklı şiir atışmaları şeklinde gerçekleşmiştir. Hasan bin Sâbit, Kâ'b bin-Mâlik gibi şâir sahâbiler, bu maksatla, Peygamberimizi yüceltecek şiirler söylemişlerdir. Denebilir ki, Resûl-i Ekrem hakkında medhiye yazmayan Arap şâiri hemen hemen yok gibidir. Bu saygınlık ve övgü, İslâmla şereflenen İran topraklarında, ya'ni Fars Edebiyatında da çoklukla görülmüştür. Bir örnek verecek olursak, Firdevsî Şâhnâme'sinde, tevhîdden sonra Resûl-i Ekrem'in na'tına yer vermiştir. Bu konuda pek çok şâir arasında, Ferîdüddin Attâr'ı, Cemâleddin-i lsfahânî'yi, Sa'dî-i Şirâzî'yi gösterebiliriz.
Bize gelince, Dîvan Edebiyatımızdaki na'tların yazım ölçüleri bakımından tek bir târif olmamakla birlikte, genelde "kaside" denilen nazım türü ile yazılmışlardır. Bu arada az da olsa, rnensûr, ya'ni düz yazı şeklinde na'tlara da rastlanmaktadır.
Onbirinci yüzyıldan i'tibâren Türklerin yaşadığı hemen bütün bölgelerde na't yazılmaya başlanmış ve bu, bugüne kadar da kuvvetli bir gelenek hâlinde devâm etmiştir. Birkaç istisnâ dışında, Dîvan Edebiyatımızda yer alan bütün şâirlerin na't yazdığı söylenebilir. Muhteva i'tibâriyle na'tlarda; Hz. Peygamberin isim ve sıfatları, kâinâtın efendisi, yaratılışın gayesi ve Allah'ın habîbi oluşu, örnek ahlâki, üstün vasıfları, fizîkî özellikleri, mûcizeleri ve diğer peygamberlerden üstünlüğü, âyet ve hadîslere dayanılarak dile getirilir. Şiirin son bölümlerinde de şâir, günâhkâr oluşunu dile getirip şefâat talebinde bulunur. Bu şefâat talebi, hemen her na'tta yer alır. Şefâat talebinden sonra na't, salât ve selâm ile sona erer.
Türk Edebiyatında ilk na't örneğine, Yûsuf Has Hâcib'in Kutadgu Bilik'inde rastlanmaktadır. Bu geleneğin, daha sonra Edîb Ahmed Yüknekî'nin Atabetü'l-hakâyık ve Ahmed Yesevî'nin Dîvân-ı Hikmet'i ile devâm ettiğini görüyoruz. Anadolu dışında kalan bütün Türk devletlerinde ve topluluklarında na't geleneği, gerçekten yüksek bir seviyede olmuştur. Öyle ki, Çağatay Edebiyatında Ali Şîr Nevâî, pek çok na't örneğiyle, "na't şâiri" ünvânına lâyık görülmüştür. Anadolu'da ise Mevlâna Celâleddin Rûmî'nin Farsça, Yûnus Emre'nin Türkçe na'tları, bu geleneğin devâmını göstermektedir. Anadolu'da yerleştiğimiz yıllardan 1900'lü yılların başına kadar geçen süre içinde, Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî, Fuzûlî, Nâzim, Nef'î, Nâimî, Nâbî, Sâbit, İshak Efendi, Şeyh Galip ve daha niceleri, na't sahasında başarılı olmuş şâirlerdendlr. Fuzûlî'nin 'su' ve 'gül' redifli kasîdeleri, Nâbî'nin 137 beyitlik na'tı, Şeyh Galib'in "müseddes", ya'ni altılı nazım şekli ile kaleme aldığı na'tı oldukça ünlüdür.
Na't konusunu inceleyenlere göre, Dîvân Edebiyatımızdaki binlerce na't arasında, şöhreti ve etkisiyle doruğa ulaşanlar arasında ilk sırayı, Fuzûlî'nin meşhur "Su Kasîdesi" alır. Daha sonra Şeyh Galib'in, hepinizin bildiği "Sen Ahmed ü Mahmûd ü Muhammed'sin Efendim / Hakk'dan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim" beytiyle tanınan na'tını söyleyebiliriz. Nâbî'nin, hac yolculuğu esnâsında Medîne'ye girerken söylediği rivâyet edilen, "Sakın terk-i edeb'den kûv-ı mahbûb-ı Hudâ'dır bu / Nazargâh-ı ilâhîdir, makam-ı Mustafâ'dır bu" ile başlayan na'tı ise pek meşhurdur.
Dîvân Edebiyatı döneminden sonraki günlerde de, na'tın önemini kaybetmediği görülmektedir. 20.yüzyılda, Mehmed Âkif Ersoy'un, Yahya Kemal Beyatlı'nın da içinde bulunduğu pek çok isim, na't konusunda kalem oynatmışlardır. Size ilginç gelecek bir şey daha söyleyeyim: Hıristiyan olarak, Talas'lı Diyâmendi ismiyle dünyaya geldiği hâlde, Allah'ın lûtfu ile İslâmla şereflenen ve Yaman Dede olarak hayâtını sürdüren kişi dahî, na't yazmıştır. 1990 yılındaki Kutlu Doğum Haftası'nda Türkiye Diyanet Vakfı'nın açtığı na't yarışmasına, yaklaşık 2500 na'tın gönderildiğini söylersek, âcizâne, halkımızdaki Hz.Peygamber sevgisinin ölçüsünü ifâde etmiş oluruz, diyeceğim…
Hz. Peygamber için kaleme alınmış olan na'tların Türk Mûsıklsi ölçüleri içinde bestelenmiş olanlarına da, na't denilir. Buhûrî-zâde Mustafa Itrî Efendi'nin rast makamında bestelediği ve "na't- ı Mevlâna" diye anılan eseri, na't-ı şerîflerin en güzel örnekleri arasında yer alır. Eskiden câmi, tekke ve mevlevîhânelerde, na'thânlık ismi altında bir görev bulunmakta idi. Câmi ve tekke mûsıkisinde, na'tların icrâsi, büyük câmilerde, cuma ve bayram namazlarından önce, devirhânların okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'in ardından, ta'rifhân'ın okuduğu duâdan sonra, işte bu "na'thân" tarafından yapılırdı. Meselâ, meşhur Hammâmî-zâde İsmail Dede Efendi, 1800'lü yıllarda, Yenikapı Mevlevîhânesl na'thânlarından idi.
Benim gibi günahkâr bir kuluna, eşsiz bir Peygamber sevgisi nasîp eden Yüce Allah'a hamdolsun. Günde beş vakitteki salât ve selâmlar dahî, içtenlikle yapıldığı takdirde, huşû ile namaz kılan kullar için, birer na't sayılamaz mı? O halde buyurun birlikte söyleyelim: Allahümme salli a'lâ seyyîdinâ Muhammedin ve a'lâ âli Muhammed.”
YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, Yücel Mutlu'ya konuşmasından, konuklara da katılımlarından dolayı teşekkür etti.