Hayırda Yarışan Kadınlar
27 yıldır 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla toplantılar tertipleyip, kadınlarla ilgili değişik konuları gündeme getirerek, önemli açıklamalarda bulunan YOYAV, bugüne kadar 26 defa kutlama programları düzenlemiş ve dile getirilen düşünceleri aylık yayın organı olan YOYAV Dergisi’nde okuyucularının ıttılaına arz etmiştir. 1996 yılından bu yana tertiplediği programlarda ele alıp önemli açıklamalarda bulunduğu 26 konu sırasıyla şunlardır: "Kur'ân'da Kadın", "Kur’ân Penceresinden Kadına Bakış", "Kadının Ülke Kalkınmasındaki Rolü", "Çalışan Kadınların Sorunları", "2000 Yılında Kadın", "Dünyada ve Bizde Kadın", "Kadının Toplum Hayatındaki Yeri", "Siyaset, Sanat ve Sosyal Hayatta Kadın", "Geçmişte ve Günümüzde Türk Kadını", "Hayırsever Hanımlar", "Türk Vakıf Medeniyetinde Kadınların Yeri", "Bilim ve Teknolojide Kadınların Yeri", "Ülke Eğitiminde Kadınların Yeri", "Kadın ve Kariyer", "Kadın ve Şiddet", "Kadın ve Kalkınma", "Rol Modeli Olarak Hz. Hatice", "Kadın ve Maneviyat", "Kadınlara Kalkan Eller Kırılır", "İmanda Öncü ve Örnek Kadınlar", "Kadın Toplumun Yarısıdır, Yarası Değil", "Asr-ı Saadette Kadın", “Kadının Gücü” ve “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Eşlerinden Üç Örnek Hanımefendi”, “Dört Büyük Bilge Hanım” ve “Kadının Aile ve Toplumdaki Yeri”dir.
Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla “Hayırda Yarışan Kadınlar” konusunu gündeme getirmeyi düşündük. Böylece düşünce ve duygularımızı sizlerle paylaşarak ülkemizdeki ve dünyamızdaki tüm kadınlara iyi dilek ve temennilerimizle saygılarımızı iletmek istedik.
Teşrifinizle taçlandırdığınız bu toplantıyı tertipleyerek geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da, salonumuzda sizlerle bir araya gelip kadınlarımızın günlerini gönülden ve samîmî duygularımızla kutlayarak günlerinin kutlu, yaşantılarının mutlu ve geleceklerinin umutlu olması niyazında bulunmak istedik.
Malumunuz olduğu üzere Müslüman Türk Kadını tarihin her döneminde üstün bilgi, beceri, yetenek, düşünce ve duygularla ülke kalkınmasında ve toplum refahında etkin rol oynamıştır. Hemen her alanda erkeğinin yanında yer almış ve çoğu kez onu geride bırakacak kadar aktif, üretken ve verimli olmuştur. Sağlık, savunma, eğitim, öğretim, yardımlaşma ve dayanışma gibi alanlarda önemli katkılarda bulunmuştur. Vatanı ve vatandaşı için canla başla çalışıp ortaya koyduğu feragat ve fedakârlık örnekleri tarihin şeref sayfalarında müstesna yerini almıştır.
Diğer taraftan vakıf konusunda da önemli ölçüde faaliyet göstererek ülke ve insanlık yararına yönelik ölümsüz eserleriyle dünya kadınlarına örnek olmuştur. Sayılamayacak kadar çok ve çeşitli olan bu eserlerin büyük bir kısmı Türk kadınının ruhundaki yücelik ve özverinin yaşayan tanıkları olarak bugün ihtişamla ayakla durmaktadır.
Başta Hanım Sultanlar ve saraya mensup olan hanımlar olmak üzere yediden yetmişe hemen her yaş ve her seviyedeki hanımlar, bu hizmet yarışında yer almanın onur ve gururuna erişen hamiyet ve feragat sahibi yüce ruhlu kişilerin başta gelenlerinden olmuşlardır. Böylece devirlerinin dinî, ilmî, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı üzerinde önemli ölçüde etkin olup, derin izler bırakan vakıf müessesesinin gelişmesine katkıda bulunmuşlardır. El emeği, alın teri ve göz nuru ile elde ettikleri helal mal ve varlıklarını, belirtilen gayelerle, vakfederek yüce Türk milletinin hizmetine tahsis ve himayesine tevdî’ eden bu insanların gayeleri yüce, davranışları dürüst ve yatırımları yerinde olmuştur. Allah tarafından sevilme ve insanlar tarafından sayılıp hayırla anılma vesîlesi olan bu davranışlarıyla, geride bıraktıkları eserlerinden faydalanan yurttaşların gönüllerinde yaşatılmaya hak kazanmışlardır.
Selçuklulardan günümüze kadar uzanan zaman dilimi içinde sürdürülen bu hayırlı hizmet kervanına yüzlerce binlerce hanım katılmıştır. Çoğunun yaptırıp vakfettiği tesisler, kuruluş gayeleri doğrultusunda fonksiyonlarını günümüzde de devam ettirmektedir. Binlerce mabed, mektup, medrese, çeşme, sebil, hamam, han, kervansaray, hastahane, kütüphane ve benzeri tarihî tesisler bu cümledendir.
Vakfiye ve benzeri vakıf belgeleri incelediğimizde atalarımız tarafından vakıfların kurulduğu dönem olan Selçuklu ve Osmanlılar zamanında vakıf kuranların yüzde 36’sının kadınlar olduğunu görüyoruz. Hanım Sultanlardan sade hanımlara kadar değişik düzeyden ve farklı kesimlerden kadınların vakıf kurma konusunda erkeklerden geri kalmadıklarını söyleyebiliriz.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Merkez Arşivi’ndeki vakıf belgeler üzerinde yaptığımız araştırma ve inceleme çalışmaları sonucunda vakıf kuran 2309 hanımın ismini ve bunlardan 1044 adedinin vakfiyesini tespit ettik.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarından Zeynep validelerimizden başlayıp, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve Cumhuriyet döneminden bazı örneklendirmelerle hayırsever hanımların harika hizmetlerini hatırlayarak, ruhlarına rahmet dilemenin gayretiyle açıklamalarımıza başlarken, Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinin muînimiz ve muvaffıkımız olmasını niyaz ediyoruz.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in muhterem eşlerinden, iki Zeynep’in ilki olan Zeynep binti Huzeyme (r.a.), hem câhiliye hem İslam döneminde cömertliği, yoksullara, muhtaçlara düşkünlüğü ve yardımseverliği ile tanınırdı. Bu yardımseverliği sebebiyle ona, yoksulların annesi anlamına gelen “ümmü’l-mesâkîn” lakabı verilmişti.
“Düşkünlerin kanadı, yoksulların sahibi” olan, Peygamber (s.a.v.)’in “ümmü’l-mesâkîn” olan hanımı Hz. Zeyneb, bu vasfıyla ne de çok benziyordu Kâinâtın Efendisine.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Zeynep isimli eşlerinin ikincisi de Zeynep Binti Cahş (r.a.) idi. Halasının kızı olan Zeynep Binti Cahş (r.a.) İslâmiyeti ilk kabul eden hanım sahâbîlerdendir. Zeynep validemiz; ibâdete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhurdur. Yine Zeynep validemiz; fakirlerin, gariplerin annesi diye anılan takvâ erlerindendir. Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücahidedir.
Hz. Zeynep (r.a.) annemizin en bâriz vasıflarından biri de cömertliği idi. O, dünya malına önem vermezdi. Kendi el emeği ile geçinirdi. Dikiş ve el işi yapardı. Deri tabaklar, onları diker ve deri eşyalar üretip satardı. Elde ettiği kazancı Allah yolunda fakir ve yoksullara dağıtırdı. Ömrü boyunca sehâvet üzere yaşadı. İnfak etmek, onun için büyük bir zevkti. Hz. Aişe (r.a.) O’nun cömertliği hakkında: “Ben, dini yaşama konusunda Zeynep’ten daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok gözeten, Allah’ın rızasını kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadın görmedim.” demiştir.
O’nun cömertliğini ortaya koyan başka bir örnek de şudur: ‘Hz. Ömer sahâbîlere hazineden maaş bağlamıştı. Hz. Zeynep annemize de bağladığı maaşı gönderdi. Hz. Zeynep annemiz bu kadar çok parayı görünce şaşırdı ve: ‘Allah Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?’ diye sordu. Parayı getirenler: ‘Hayır! Bunların hepsi senindir.’ dediler. Bunun üzerine o: ‘Sübhânallah!’ diyerek örtüsü ile yüzünü kapadı ve hizmetçisine: ‘Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç al, filan’a ver.’ diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi: ‘Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var.’ dedi. Bu söz üzerine Hz. Zeynep annemiz örtünün altında kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranın hepsini dağıttı. Hz. Ömer (r.a.), annemizin bu davranışından haberdar olunca bin dirhem getirdi. Onun kapısında durdu, selâm verdi ve: ‘Gönderdiğim parayı dağıttığını duydum. Bari bunları elinde tut.’ dedi. Hz. Zeynep (r.a.) o parayı da ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Üstelik ellerini açtı ve bütün samîmiyetiyle şöyle duâ etti. ‘Allah’ım! Bundan sonra beni Ömer’in ihsânını almaya eriştirme. Çünkü bu dünya malı bir fitnedir.’ dedi.
Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi. Fakiri, yoksulu sevindirmek iki cihan saadetini elde etmekti. Vermek, infak etmek, dağıtmak O’nun en büyük zevkiydi.
Bu yüce hasletleriyle bilinen O muhterem annemiz, Efendimiz (s.a.v.)’e vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu. “Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır.” hikmetli sözünün muhatabı olarak anıldı. Kolu uzun olmak cömertlikten kinâye olarak söylenmişti. Allah Resûlünü kaybetmenin hüznüyle doluydu yürekler. Hane-i saadette de hüzün vardı. Aynı zamanda bir merak içindeydi müminlerin anneleri. Çünkü “İçinizden bana en çabuk kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır” demişti Âlemlerin Efendisi hayattayken. Acaba kimi kastetmişti? İçlerinden hangisi diğerlerinden daha önce kavuşacaktı o gül yüzlü Nebî’ye?
Resûlullah (s.a.v.)’in kıymetli eşleri bu soruların cevabını bulmak için, ne zaman bir araya gelseler, duvar kenarında kollarının uzunluğunu ölçmeye koyuluyorlardı. Bu durum bir süre böyle devam etti. Zihinleri meşgul eden bu bilmece ise Hz. Zeyneb bint Cahş’ın vefatıyla çözülüverdi. Boyu pek de uzun olmamakla birlikte ibâdete düşkünlüğü, hayır işlerindeki gayreti, cömertliği ve ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmesiyle meşhur olan bu hanımın vefatıyla anlaşıldı, ‘kolu en uzun olan’, ‘en çok sadaka veren’ demektir. O’nun vefat haberini alan Hz. Aişe (r.a.) ise üzüntüsünü şu sözlerle dile getirmişti: ‘Övgüye layık, ibâdetine düşkün, yetim ve dulların sığınağı gitti.’
Abbâsî Halifelerinden Harun Reşid’in hanınımı Zübeyde Hatun çok sâliha bir kadındı. Gördüğü garip bir rüyanın güzel bir yorumu üzerine Mekke’ye Huneyn tarafından bir su getirtmişti. Mekke-i Mükerreme’den Arafat’a kadar su kanalları döşetmiş, Müzdelife yoluyla gelen bu su, mukaddes beldeyi çeşmelerle donatmış ve Rahman’ın misafirlerinin su ihtiyacını karşılamak için yüz bin altın harcamıştı.
Osmanlıların tamir edip, yeniden kullanıma hazır hâle getirdiği o kanallar ve çeşmeler yakın zamana kadar da milyonlarca insanın ihtiyaçlarını gidermişti. Zübeyde Hatun, hicaz su yolunun yanı sıra han, hamam, imarethane ve şifahane gibi daha pek çok hayır müessesesi yaptırmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimâh sultan zamanla bozulan su yollarını duymuştu. Derhal babasının huzuruna çıkıp, o da sahib olduğu bütün mücevheratını bu yolda kullanmak için izin istemiş ve Mimar Sinan’ın bu işe memur edilmesini talep etmişti. Süleymaniye Camiinin temellerini attıktan sonra ortadan kaybolan Mimar Sinan Mekke’den Arafat’a kadar yeniden su yolunu tamir etmiş ve suyu akıtmıştı.
Şu anda Arafat’tan Müzdelifeye giderken yolun sağındaki taş yapılardan müteşekkil su kemerleri Mimar Sinan’ın yaptığı su yoludur.
İslam devlet ve toplumlarında erkekler gibi kadınlar da vakıf kurucusu olmuşlar; isimlerini yaptırdıkları eserlerle ebedîleştirmişlerdir. Osmanlı döneminde ve öncesinde sadece erkekler değil, kadınlar da sosyal, kültürel ve dinî hayatın kurumları üzerinden halka hizmet sunmak için çeşitli vakıflar kurmuşlardır. Bu vakıf kurucularından biri de XIV. yüzyılda Ankara’da yaptırdığı vakıf hayrat ve onlar için tahsis edilen vakıf akarlarla dikkatleri üzerine çeken Melike Hatun’dur. Her ne kadar O’nun yaptırdığı hayratın cismi günümüze ulaşmasa da en azından ismi, tarihî kayıtlardan günümüze ulaşmıştır. Melike Hatun’un en fazla dikkati çeken hayratı Ankara’nın manevî mimarlarından, büyük mutasavvıf Hacı Bayram-ı Veli’nin de bir ara müderrislik yaptığı Kara/Sevdâviye/Sevâdiye ya da daha meşhur adıyla Melike Hatun Medresesi’dir. Melike Hatun’u dönemin kayıtlarında öne çıkaran bir başka özellik, Sultan I. Murad’ın subaşılarından Eyne Bey’in Ankara’da yaptırdığı ve daha sonra Eynebey Hamamı olarak da bilinen hamamın yapımına yaptığı 1.000 eşrefî nakit katkıdır.
Zamanında büyük bir nüfuz ve otorite sağladığı anlaşılan Hunat Hatun da, güzelliğinin yanı sıra son derece narin, kültürlü, cömert, merhametli ve ilim-irfan sahibi bir hayırsever vâlide sultan olarak karşımıza çıktığı gibi, yaptırdığı dini, eğitim ve kültürel müesseselerle sadece kendi ismini değil, aynı zamanda Selçuklu mimarî sanatının şaheser örneklerini de ebedîleştirmiş bir vakıf kurucusudur. Mahperi nâm-ı diğer Hunat Hatun’un, Kayseri’deki külliyesinin yanısıra, Niğde, Ürgüp, Sivas ve Tokat’ta da eserleri vardır.
Sivas Divriği’deki Ulu Cami ve Darüşşifası da Süleyman Şah oğlu Ahmed Şah, Annesi Fatma Hatun ve eşi Melike Turhan Sultan tarafından inşa edilen harika eserlerdendir.
Selçuklu ve Osmanlılar döneminde Vakıflar, çoğunlukla erkekler tarafından meydana getirilmiş olsa da, kadınların da tartışmasız ciddî bir katkısı olmuştur. Dışlanmış, saklanmış, hapis tutulmuş gibi oluşturulmaya çalışılan Osmanlı Kadını algısının aksine, kadınlar sosyal hayatta da etkin rol oynamıştır.
Padişah anaları, eşleri ve kızları kendilerini bir nevi “toplumun annesi” gibi gördüklerinden topluma şefkatle yaklaşmışlardır. Bu sebeple, insanın yararlanacağı hayır eserleri vücuda getirmekte âdeta yarışmışlardır.
Hanım sultanların ekserisi hayata sımsıkı bağlı, sosyal yaşantıyı dikkatle takip edecek kadar dinamiktirler.
Hayırda yarış konusunda ise erkeklerden aşağı kalmazlar. Payitaht İstanbul başta olmak üzere hanım sultanların Osmanlı coğrafyasına serpiştirdiği nadide hayır eserleri bugün bile göz kamaştırmaktadır.
Osmanlı kadınlarının zarafeti tüm dünya kadınlarına örnek teşkil eder.
Özellikle Osmanlı Medeniyetinin temeli olan saray eğitimiyle yetişmiş olan Hanım Sultanların, şehre etkisi önemlidir. Mesela “19. yüzyılda kurulan 72 selâtin vakıftan 45’i, beş kadın Sultan tarafından yaptırılmıştır. Bu hanımlar; I. Abdülhamit’in eşleri Ayşe Sineperver Vâlide Sultan ve Nakşidil Vâlide Sultan, II. Mahmut’un eşleri Bezm-i Âlem Vâlide Sultan ve Pertevniyal Vâlide Sultan ile II. Mahmut’un kızı Adile Sultan’dır.”
Kurdukları vakıflar ile Osmanlı mimarisine izlerini bırakan bu Hanım Sultanlar, haremdeki siyasî güçlerini temsil edercesine birbirinden güzel eserler meydana getirerek âdetâ hayırda yarışmışlardır. Nitekim özellikle Haremeyn için vakıf kurarak kutsal topraklarda hizmette bulunmak hayırsever Sultanlar için âdetâ bir yarış hâlini almıştır. Adlarının hayır ile anılmasını arzu eden bu Sultanlar, padişah tarafından kendilerine tahsis edilen gelirleri ile Mevla’nın ihsanına nâil olmanın yanında, iktisadî, ilmî ve sosyal hayata da ne kadar önem verdiklerini göstermişlerdir.
Son derece köklü vakıflar kuran ve inşa ettirdikleri hayır eserleri ile Mevla’nın merhametine ve halkın kalbine sahip olmak isteyen bu Hanım Sultanlar kimlerdi ve nasıl bir İstanbul bıraktılar sorusuna şöyle kısa bir cevap verebiliriz.
İstanbul Fâtihi Sultan Mehmed’in eşi Gülbahar Hatun’un (Sultan II. Bayezid ile Gevher Sultan'ın annesi) Edirne’de kendi adına yaptırdığı cami, külliye ve çeşmeleri vardır.
Fatih’in sütannesi Hundi Hatun, Edirne’de bir cami yaptırmıştır. Daye Hatun Camii olarak da bilinmektedir.
Sultan II. Bayezid'in eşi Hüsnüşah Sultan oğluyla birlikte Manisa'da bulunduğu sırada Hatuniye Camii'ni yaptırmış, yanına “Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz” hükmüne uyarak “Hüsnüşah Sultan Kütüphanesi”ni tesis etmiştir.
Sultan II. Bayezid’in torunu Neslişah Sultan, Edirnekapı civarında bir cami yaptırmıştır.
Sultan II. Bayezid’in eşi ve Yavuz Sultan Selim’in annesi Gülbahar Hatun tarafından Gülbahar Hatun Camii yaptırılmıştır.
Yavuz Sultan Selim'in eşi Hafsa Sultan, oğlu Şehzade Süleyman’ın (Kanuni Sultan Süleyman) sancak şehri Manisa'da valilik yaptığı sırada O’na refakat etmiş ve burada cami, medrese, kütüphane, imaret, şifahane, hamam ve sıbyan mektebinden (ilkokul) oluşan bir külliye vücuda getirmiştir. Külliye içindeki şifahane (akıl hastahanesi) Osmanlı Devleti’nde kadınlar tarafından yaptırılan ilk şifahanedir. (Burada ruh hastaları musiki ile tedavi edilirdi)
Sultan Süleyman'ın sevgili eşi Hürrem Sultan, müthiş bir hayır eseri tutkunudur. Mimar Sinan’a cami, medrese, şifahane, hamam, kervansaray ve su tesislerini de içeren Haseki Külliyesi’ni yaptırmıştır. Ayasofya’nın karşısındaki Çifte Hamam da bir Hürrem Sultan hayrıdır. Manisa ve Haseki Darüşşifaları ise O’nun adına kurulmuştur.
Osmanlı Sarayı’nın en güçlü ve bilindik isimlerinden biri olan Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, hayatı boyunca hayırseverliğini sürdürmüştür. Âşık olduğu İstanbul’da, biri Edirnekapı’da diğeri Üsküdar’da olmak üzere iki büyük Külliye yaptırmış, kurmuş olduğu vakıflarla da tesislerin devamını sağlamayı başarmıştır. Mekke ve Medine içinde birçok vakıf kurarak bölgeye, suyolu tamiri, surre ihracı, vekâleten hac gibi çeşitli vesîlelerle birçok yardımda bulunmuştur.
Sultan III. Selim’in annesi, Sultan III. Mustafa’nın eşi olan Mihrişah Sultan’ın ismi ise Eyüp’ den ayrı düşünülmez. Eyüp’ü gezerken dua edeceğimiz isimlerin başında gelir bu isim. Keza Eyüp’te imaret, mektep, kütüphane, sebil ve türbe birimlerini içine alan geniş bir külliye ile başta Halıcıoğlu Camii olmak üzere Levent ile Hasköy Lâğımcılar kışlalarında da birer cami yaptırdı. Şehrin pek çok yerine zarif çeşmeler inşa ettirerek, adeta suya adanmış bir hayırseverlik gösterdi.
Sultan Abdülaziz’in kız kardeşi Adile Sultan da hayra adanmış bir hayat sürmüş, bütün mal ve mülkünü vakıf haline getirmiştir. Kurduğu 14 vakıf ile kurumuş çeşmelere su getirmiş, binlerce hastaya şifa olacak hastaneler kurmuş, öğrenci ve öğretmenlere eğitim imkânı sağlamıştır. Kandilli’deki yazlık sarayı ve korusu Kandilli Kız Lisesi’nin, Fındıklı’daki sarayı ise Mimar Sinan Üniversitesi’nin kullanımına bırakılmış, böylece hâlâ hayır dua ile anılmaya devam etmektedir.
Bezmiâlem Vâlide Sultan: Son dönem Osmanlı sarayının en saygıdeğer isimlerinden olan Sultan Abdülmecid’in annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan da Osmanlı tarihinin en hayırsever sultanlarından biridir. Büyük bir mal varlığına sahip Sultan, 15 ayrı vakıf kurmuştur. Bezmiâlem Vâlide Sultan Mektebi, Dolmabahçe Camii ve en önemlisi Gureba Hastanesi’dir. Fakir ve kimsesiz Müslümanların faydalandığı bu hastanede, yüz binlerce insana gönülden hizmet sunulmuştur. Hastanenin vakfiyesinde yer alan ‘Şayet bir hastanın iyileşmesi için limon gerekse ve limonun değeri bir altın lira olsa dahi alına’ ifadesi Bezmiâlem Valide Sultan’ın hayırsever kişiliğini ortaya koymaktadır.
Sultan II. Selim'in hanımı ve Sultan III. Murad'ın annesi Vâlide Nurbanu Sultan, Mimar Sinan'a yaptırdığı “Valide-i Atik Külliyesi”nde bir medrese, şifahane, imaret, çifte hamam ve sıbyan mektebi mevcuttur. Ayrıca Nurbanu Sultan İstanbul'da su yolları, çeşmeler, sebiller yaptırmıştır.
Sultan II. Selim'in büyük kızı ve Sokullu Mehmet Paşa'nın hanımı İsmihan (Esmehan) Sultan’ın da bir camisi ile muhtelif hayır eserleri vardır.
İstanbul Eminönü’ndeki Yeni Cami, III. Murad'ın eşi Safiye Sultan’a aittir. Camiin temelleri O’nun zamanında atılmış, ancak tamamlanması başka bir hanım sultana, Turhan Vâlide Sultan’a nasip olmuştur.
Safiye Sultan ayrıca Mısır'daki tüm mal varlığını Mekke, Medine ve Kudüs'te Kur'an okuyacak 120 hafız ile Mekke'deki sebil, mescit ve kuyulara bakacak hizmetlilere vakfetmiştir.
I. Ahmed'in eşi ve Sultan IV. Murad'ın annesi Mahpeyker Kösem Sultan’ın Üsküdar'da Çinili Cami diye bilinen bir camisi, bir hamamı (Çinili Hamam), bir sıbyan mektebi, sebili ve çeşmesi vardır.
Ayrıca Mekke-Medine fukaralarına dağıtılmak üzere her yıl Surre Alayı ile hatırı sayılır bir meblağ gönderirdi. Bunun için vakıf tesis eden kadın sultanlar bile vardır.
Devlet-i Aliyye’nin hayırda yarışan bu Sultanları, Türk kadınının her devirde yardım işlerinde ve vakıf kurma konusunda erkekten geri kalmadığını gösterircesine kentin nüfusuna etki etmiştir. Mimarî alana kadının da katılımıyla İstanbul ayrı bir güzel siluete bürünmüş, eşsiz bir mozaik ortaya çıkmıştır.
Millî mücadelede erkeğinin yanında yer alıp Kurtuluş Savaşı’na kıymetli katkılarda bulunan Nene Hatun, Kara Fatma (Fatma Seher Erden), Şerife Bacı, Ayşe Hanım, Tayyar Rahmiye, Hatice (Kılavuz) Hatun, Kara Fatma Şimşek, Tarsuslu Kara Fatma, Gaziantep Yirik Fatma, Nazife Kadın, Gördesli Makbule, Asker Saime Hanım ve Halide Edip Adıvar gibi yüce ruhlu ve nice hamiyetperver hanımların yurdu koruma ve yurttaşı kollama yolunda yaptıkları yarışmalar da unutulmamalıdır. Bu özellikleri taşıyan binlerce himmetli ve hayırsever hanımlardan biri olan Havranlı Nine’nin savaşan askerlerimize gösterdiği ilgi ve ihtimamı yansıtan bir olayı burada sizlerle paylaşmak isterim:
Seferberliğin ilânıyla beraber, Ayvalık’taki 9. Tümen’e bağlı 23. Alay ağırlıklarıyla birlikte Soma’ya gelerek, trenle Bandırma üzerinden Tekirdağ’a sevk edilmişti. 23. Alay’ın Burhaniye’de bulunan bir piyade taburu, mesafenin daha kısa olacağı hesabıyla, Burhaniye–Edremit–Çanakkale yoluyla cepheye sevk edilmişti. Bu tabur yürüyüşe geçmeden önce, geçecekleri yollara yakın köylere, gönderilen çavuşlar vasıtasıyla, geçecekleri gün ve saat belirtilerek, köylülerden asker için yemek hazırlamaları, misafir olarak geceleyecekleri yerleri hazırlamaları istenilmişti. Böylece yürüyüş sırasında, asker için iaşe ve ibate (yeme ve barınma) telaşından bir ölçüde kurtulmuş olunuyordu. Aynı şekilde, o yıllarda henüz bir köy olan Havran’a gelen çavuşlar, muhtardan kendilerine kaç kişilik, yemek ve yatak hazırlayabileceklerini sorunca. Muhtar;
“Burasının köy olduğuna bakmayın. Burası büyük bir köydür. Sizin taburun hepsini ağırlayabiliriz, yedirir içiririz merak etmeyin deyince askerler, köyden ayrılmıştı. Gerçekten de belirtilen günde Havranlılar, bir tabur askeri doyuracak kadar yemek ve yatacak yerlerini hazırlamışlardı. Tabur, Havran yakınlarına geldiğinde, Tabur Kumandanı, Edremit’in çok yakın ve daha büyük olduğunu düşünerek, Havran’a sadece bir bölük asker yollamıştı. Bir taburluk hazırlanan yemek, bir bölüğe göre çok çok fazla gelmiş, artmış, hattâ ertesi güne bile kalmıştı. Bir taburluk yatacak yer hazırlayan Havran Muhtarı, gelen askerleri sadece büyük evlere taksim ederek, küçük ve fakir evlere yük olmasın diye kimseyi göndermemişti. Bölük kumandanı şöyle anlatıyor:
“Ben her zaman, seferî durumlarda en geç yatar ve en erken kalkarım. Askerleri evlere dağıttıktan sonra, sokaklarda dolaşmaya başladım. Yavaş yavaş evlerin ışıkları sönüyordu. Asker yatmaya, uyumaya başlamıştı. Aydınlatma olmadığı için sokaklar zifiri karanlıktı. En son birkaç evde ışık kalmıştı. Onlar da sönünce ben de gidip yatacaktım. Sokakta, birden, iki büklüm, bastonuna dayanarak yürüyen, ihtiyar bir kadına rastladım. Neredeyse çarpışacaktık. Aklıma çeşit çeşit şeyler geldi. Kadına:
‘Nene, sen bu saatte sokakta ne arıyorsun?’ diye sordum.
‘Evlatlarımı arıyorum… Oğullarımı arıyorum…’
‘Kim senin evlâtların?’
‘Dün bana muhtar, askerler gelecek, sana da misafir etmen için dokuz evlât vereceğim, dediydi… Onlara yataklar ve yemekler hazırladım. Gelmediler de onları arıyorum..’
Bir tabura göre hazırlık yapan muhtar, bir bölük asker gelince, ağırlık olmasın diye, bu ihtiyar nineye, misafir etmesi için asker yollamamış. O yıllarda, kadınların hiçbir sosyal güvenceleri yoktu. Kimsesiz kadınlar, çok zor durumda kalıyor, çok zor geçiniyorlardı. Hiçbir gelirleri olmayan, bu yaşlı ve yoksul insanlar, bazen zeytinler silkildikten sonra gidip yerlerde kalan zeytinleri toplayarak, biraz gelir elde etmeye çalışıyorlar, buna da ‘başakçılık’ deniyordu. Bu nene de böyle birisi olduğu için, muhtar acımış, ona kimse göndermemişti. Ama nene büyük sevinç içinde dokuz kişilik yer hazırlamış, yiyecek hazırlamıştı. ‘Nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, ışıkları henüz sönmemiş bir eve gidip, daha yatmamış olan dokuz askeri neneyle birlikte yolladım. Kadıncağız nasıl sevindi bir görseniz. Ertesi gün sabah erkenden bölüğü yol üzerinde topladım, yoklamayı yaptıktan sonra, tam yürüyüş emri verecekken, iki büklüm, yaşlı bir kadın, bastonuna dayanarak elinde bir torba, yanıma geldi. Galiba akşam karşılaştığım nene idi.
‘Kumandan oğlum, bu torbada, evdeki bütün zeytinleri ne varsa koydum. Üstüne de biraz çökeleğim vardı onu koydum. Bunları benim asker oğullarıma yedir emi…’
Almasam, nenenin çok üzüleceğini anladığımdan, çavuşlardan birine işaret edip, elindeki torbayı aldırdım. Nene bu sefer, sevinç içinde, avucunda sımsıkı tuttuğu bir mendili açtı. İçinden tek bir yirmi beş kuruş çıktı. Bana uzattı.
‘Kumandan oğlum! Biliyorum, çok az. Ama bütün param bu kadar… Bunu al, benim asker oğullarıma, hiç olmazsa bir çay içir, olur mu?’
Şaşırdım.
Biliyordum ki, nenenin başka parası yoktu. Bütün servetini getirmişti. Yirmi beş kuruşu aldım. Kaldırarak bölüğe gösterdim.
‘Bölük! Bakın neneniz, size bütün servetini bağışladı. Bunu O’na helâl ettirin!’ ‘Yürüyüş emrini verdim. Nene arkamızdan el sallıyordu. Bölüğüm. O yirmi beş kuruşu helâl ettirdi. Yarısından çok fazlası Çanakkale’de, Gazze’de şehit oldu. Bu millet böyle bir millettir. Dün öyleydi. Kim ne derse desin, bugün de öyle.
YOYAV’lı hayırsever ve hamiyetperver hanımları da unutmamalıyız. Çatısı altında bulunduğumuz bu Vakfın kurulup gelişmesinde ve sıfırdan seviyeli konuma gelip yürüte geldiği çok ve çeşitli hizmetlerin îfâ edilmesinde onların takdire şâyân olan katkıları vardır. Bugüne kadar gerçekleştirilen birbirinden güzel hayırlı hizmetlerde emeği, desteği ve katkısı olan bu hanımlardan ebediyete göçenlere Allah’tan rahmet ve mağfiret, hayatta olanlara da sağlık ve saadetler diliyor, hepsinin rıza-i ilâhî ile ödüllendirilmelerini niyaz ediyorum.”
Dr. Ateş’in alkışlar arasında noktalanan bu konuşmasından sonra kürsüye gelen S.Ü. Fizik Ana Bilim Dalı Başkanlığı’ndan Emekli Prof. Dr. Gürcan Yülek ile 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel ve ÖZEV Mütevelli Heyet Başkanı Saime Toptan, hayırda yarışan kadınlarla ilgili birer konuşma yaparak toplantıya katılan hanımların kadınlar gününü kutlayarak iyi dilek ve duygularını ilettiler ve konuyla ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirdiler.
Belirtilen konuşmalardan sonra YOYAV bursiyer öğrencilerinden Aleyna Dokumacı da Dr. İbrahim Ateş’in ‘Adem’in Torunları’ başlıklı şiirini okuyarak programa ayrı bir renk kattı.
Program, ‘Yılın Hayırsever Kadını’ seçilen Kadriye Baratalı’ya plaket ve hediyesinin takdiminden sonra konuşmacılar Prof. Dr. Gürcan Yülek, Ülker Güzel, Saime Toptan ve davetlilere de hediyelerinin sunulmasının akabinde hazırlanan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Toplantı Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı ile başladı
Konuşmacılar
Prof. Dr. Gürcan Yülek
Ülker Güzel
Saime Toptan
Aleyna Dokumacı
Sunucu Yasemin Aras
Plaket ve Hediye Takdimi
Dr. İbrahim Ateş, "Yılın Hayırsever Kadını’ seçilen Kadriye Baratalı’ya plaketi takdim etti.
Dr. İbrahim Ateş, Prof. Dr. Gürcan Yülek'e hediyesini takdim etti.
Dr. İbrahim Ateş, Ülker Güzel'e hediyesini takdim etti.
Dr. İbrahim Ateş, Saime Toptan'a hediyesini takdim etti.
Dr. İbrahim Ateş, konuşmacılarla birlikte.
İkramdan Görüntüler