Hâfız-ı Kur’ân Olanın Muhâfızı Kur’ân Olur
Ayda bir defa ve her ayın ilk Çarşamba günü düzenlenen Kur’ânî Birliktelik ve Dua günü programlarının 38.si 1 Aralık 2021 Çarşamba günü YOYAV Kültür Merkezi’nde saat 13.30’da gerçekleştirildi.
Koronavirüs (kovid-19)le mücadele çerçevesinde alınan önlemler doğrultusunda aşı dozlarını tamamlamış olan sınırlı sayıda davetlinin katılımıyla maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyularak tertiplenen programa katılan konukları sevgi ve saygıyla selamlayarak “Hâfız-ı Kur’ân Olanın, Muhâfızı Kur’ân Olur” konulu konuşmasına geçen YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, haz ve huzur içinde dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmenin, okumanın, anlamanın, içeriğine uymanın ve uygulamanın gayret ve kararlılığı içinde olduklarına inandığım kıymetli konuklar!
Kur’ânî bilgilerle donanmak ve içeriğiyle aydınlanmak amacıyla salonumuzu şereflendiren sevgili kardeşlerim!
Dünyadaki birlikteliklerin en değerlisi ve en önemlisi olan Kur’ânî birlikteliğin müdâvimi muhterem misafirlerimiz!
Vakfımızın ayda bir defa tertiplediği Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarının 38.sinde siz saygıdeğer konuklarımızla bir kere daha bir araya gelip, birlikteliğimizi sürdürmenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, hayat boyu Hakk’ın himâyesinde ve hidâyetinde olup, rızasına eren, Cennetine giren ve Cemâlini gören müstesnâ ve mümtâz kullarından olmanızı niyaz ediyorum.
Malumunuz olduğu üzere Kur’ân-ı Kerîm koruyanını korur. Dokunanın elini, okuyanın dilini, ezberleyenin beynini ve belleğini Cehennem azabından korur. Hürmet edenin değerine değer katar. İçinde Kur’ân bulunan ev nurlanır, kalbinde Kur’ân olan insan onurlanır. Kur’ân’a sahip çıkana Kur’ân sahip çıkar. Kur’ân’la birlikte olanın dünyada değeri, ahirette derecesi artar. Kötü niyetle el uzatanın elini kırar, dil uzatanın dilini koparır.
Kur’ân-ı Kerîm bir derya, bir deniz, bir hazinedir. O’nda, doğru düşünenler için ibret, haram ve helalleri gösteren bir rehber, insanı aldatan her şeyden kurtuluş, dertli gönüllere deva, her zaman koruyucu bir sığınak, insana ve hayatına dair her ne varsa Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuttur.
Kur’ân-ı Kerîm’in mucizelerinin sonu yoktur. Geçmişe ve geleceğe ışık tutan Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar, ne kadar tekrar etseler de O’nu eskitemezler. O, ışık veren bir ziya, aydınlık saçan bir nurdur.
O’na inananın muvaffak olduğu, hükmüne uyanın sâdık olduğu, sarılanın hidâyete erdiği, O’nunla amel edenin kurtulduğu muhakkaktır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “İçerisinde Kur’ân’dan bir şey bulunmayan kimse, harap olmuş ev gibidir.” buyurmuştur.
Bu hususta Ebu Hureyre (r.a.) da “Hangi evde Kur’ân-ı Kerîm okunursa, orada bolluk bereket olur, şeytanlar uzaklaşır ve melekler o eve hücum eder. Hangi evde Kur’ân okunmazsa, o evde darlık, sıkıntı, huzursuzluk baş gösterir.” demiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’i kalbine ve hâfızasına nakşedip ilk muhâfaza eden, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) olmuştur. Sonrasında ise dört büyük halife Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.anhüm) efendilerimiz gelirler. Muhâcirînden Talha b. Ubeydullah, Saad b. Ebî Vakkas, Mus’ab bin Umeyr, Ebu Hureyre (r.anhüm). Hanım sahabîlerden Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Hz. Ümmü Seleme (r.anhünne). Ensardan Übey b. Kâb, Mu’az b. Cebel, Zeyd b. Sabit, Zeyd el Ensarî ve Ebu’d Derdâ (r.anhüm) hazretleri meşhur hâfızlardan bazılarıdır.
Ashâb-ı Suffe ilk gelen ayetleri hıfz ederlerdi. Ayetlerin manasını, emir ve yasaklarını öğrenmeden diğer ayetlere geçmezlerdi. İslamiyet’in başlangıcında yüzlerce Hâfız-ı Kur’ân yetişmişti.
Hâfızlık sistemi ve Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemek, Allah Teâlâ’nın Ümmet-i Muhammed’e verdiği en şerefli mazhariyettir.
Gençlik ve ilk gençlik çağı (buluğdan önceki dönem) hâfızlık için en uygun zaman kabul edilir. “Kim gençliğinde Kur’ân’ı öğrenirse, Kur’ân onun etine ve kanına karışır.” buyuran Peygamber Efendimiz (s.a.v.), burada gençlik çağında Kur’ân öğrenmenin ehemmiyetine işaret buyurur. Bu çağlar istekli olma, meşguliyetin azlığı, gönül huzuru açısından en verimli dönemdir. Gençlik ve ilk gençlik yıllarında zihin berrak, meşguliyetler az, beyin tazedir. Dolayısıyla bu dönemde hâfızlık yapmak daha kolaydır.
Hâfızlık için yaş sınırı konulmamakla birlikte geleneklerimizde 15, 16 yaşına varmadan hâfızlığa başlamak tavsiye ediliyor. Hz. Ali Efendimiz bu yaşlardaki gencin kalbini boş bir tarlaya benzeterek, bilgi olarak verilen her şeyi kabul edeceğini söylüyor. Fakat bu çağ serap gibidir, çabuk geçer. Olgunluk ve ihtiyarlıkta ise çok çalışmaya tahammül edilemez. Ancak yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerîfin devamında Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Kim ihtiyarlığında Kur’ân öğrenir, Kur’ân ile çok ilgilenir ve unutmazsa, onun için iki kat sevap vardır.” buyurarak Müslümanları ileriki yaşlarda da Kur’ân öğrenmeye teşvik etmiştir. Bir de insanlar arasına hâfızlığın sadece 10-15 yaşlarında yapılabileceği anlayışı hâkimdir. Ancak araştırmalara göre anlayış ve idrâk seviyesi 20 ila 40 yaşları arasında zirveye çıkıyor. İlk gençlik çağında hâfız olamayanlar, özellikle bu dönemi fırsat bilip hâfızlığa başlayabilirler.
Evlâtlarımıza Kur’ân’ı öğretmek sûretiyle onlara en büyük hazineyi bahşetmiş oluruz. Onlar yüklendikleri bu paha biçilmez emanet sâyesinde Allah ve Resûlü (s.a.v.)’nün sevdiği kimseler hâline gelirler.
Bu gerçeğin bilincinde olup, kurulduğu günden bu yana Kur’ân-ı Kerîm eğitim ve öğretimine özen göstererek on binlerce insana ilim, irfan öğreten Vakfımızın Kilis Şubesi de, 2020 yılında Kilis’teki Suriyeli Alimler Birliği Derneği ile işbirliği hâlinde, Kur’ân eğitimi verdiği 300 öğrenciden 25’i kız, 10’u da erkek olmak üzere 35 hâfız yetiştirmiştir. Bu güzel hizmetin diğer Vakıflarca da örnek alınması samîmî temennîlerimiz arasındadır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Kur’ân ehlini her şeyin üzerinde tutmuş, onlara dâimâ kıymet vermiştir.
Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp O’na vermişti. Umâre (r.a.): ‘Yâ Resûlallah! Bana kızdınız mı?’ diye sorunca Peygamber (s.a.v.): “Hayır! Vallahi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir. Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir.” buyurmuştur.
Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretmiştir. Bunun üzerine Avf oğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Seleme’nin bayrağını da Muâz (r.a.) taşımıştır.
Kur’ân ehlinin fazîletine dâir diğer bir ibretli hâdise de şöyledir:
Nâfi bin Abdi’l-Hâris, Usfan’da Ömer (r.a.)’a rastlamıştı. Hz. Ömer (r.a.) onu Mekke’ye vâli tâyin etmiş olduğu için: ‘Mekkelilerin başına kimi bıraktın?’ diye sordu. O: ‘İbn-i Ebzâ’yı!’ dedi.
Hazret-i Ömer: ‘İbn-i Ebzâ kimdir?’ diye sorunca Nâfî: ‘Âzâd ettiğimiz kölelerden birisidir.’ dedi.
Hz. Ömer (r.a.)’ın: ‘Yerine bir âzatlıyı mı bıraktın?’ sorusu karşısında ise şu ibretli cevâbı verdi: ‘O, Allah’ın Kitâbı’nı okur ve farzlarını da iyi bilir.’
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) hayranlık içerisinde: Resûlullâh (s.a.v.), “Allah şu Kur’ân ile birtakım kimselerin kıymetini yükseltir; bazılarını da alçaltır.” buyurmuştu!’ dedi.
Allah Resûlü (s.a.v.)’nün ve ashâbının Kur’ân’ı bilen, ahkâmıyla amel eden kimselere gösterdiği bu ihtimam sebebiyle nesillerimizin Kur’ân’ı öğrenmeleri ve O’nun feyzine nâil olabilmeleri için canhıraş bir gayret içerisinde olmalıyız. Unutmamalıyız ki, Kur’ân’a karşı gösterilen ihmâl kadar, insanın mânevî hayatını karartan başka bir hatâ yoktur.
İstikâmet üzere yaşayarak Allah ve Resûlü (s.a.v.)’nün râzı olduğu bir ümmet kıvamına erişebilmek için başta kendimiz, çocuklarımız ve toplum olarak Kur’ân kültürüne sâhip olmalıyız. Zira Kur’ân-ı Kerîm bize hayatın her safhasında ilâhî bir rehberdir. Kur’ân’ın üçte birinden fazlası peygamberlere ve onların ibret verici kıssalarına aittir. Her mü’minin kalbi daima Kur’ân’la hemhâl olmalı, kendine ait problemlerin çözümünü Kur’ân’da bulmalıdır. Zira Kur’ân, her derde devadır.
Resûlullâh (s.a.v.), Kur’ân’ın ilim ve hikmetleriyle istikâmetlenen, ahlâkıyla ahlâklanan ve evlâtlarına Kur’ân’ı titizlikle öğreten anne babalara şu müjdeyi vermektedir: “Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi, Kur’ân kıraati…
Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hâfızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allah dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.”
Tarih şâhiddir ki fertler, aileler ve milletler en azametli bir ilâhî emânet olan Kur’ân-ı Kerîm’e sâhip çıktıkları ve tâbî oldukları nisbette âbâd olmuşlardır. Bundan dolayıdır ki, Resûlullah (s.a.v.), Vedâ Haccı’nda: “…Size öyle bir emanet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emanet, Allah’ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünnet’idir…” buyurmuşlar ve tarihî gerçekler ile de bir çok defa yaşanılan bir hakîkate işâret etmişlerdir.
Ahlâk ve mâneviyât eğitiminin yeterince yapılmadığı, bunun netîcesi olarak iffetsizliğin, narkotiğin, türlü gasp ve cinâyetlerin arttığı, böylece vatanperverlik duygularının zayıfladığı zamanımızda, Kur’ânî hizmetler ve fedâkârlıklar büyük bir ehemmiyet arzetmektedir. Bu gayrette ihmâlkârlık göstermek, kendimizin, neslimizin ve bütün ümmetin geleceğini tehlikeye atmak gibi ağır bir mes’ûliyettir.
Kur’ân düşmanlığı kadar büyük bir bedbahtlık düşünülemezse de, O’na hizmet husûsundaki ihmâlkârlık da buna yakın bir vebâl taşır. İnsanların selde sürüklenen kütükler misâli, zamânın menfî modalarına kapıldığı günümüzde ayakta kalabilmemiz ve küfür, ilhad ve tâviz selinden üzerimize bir damla dahî sıçramayacak sûrette korunabilmemiz için yakınlarımıza, aile efrâdımıza, muhîtimize Kur’ân’ı öğretmeye, O’nun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz. İki cihânda da Kur’ân’a muhtaç olduğumuzu aslâ unutmamalıyız.
Kur’ân’la dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız, O’nun emir ve yasakları ile istikâmetlenmemize, ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksine hareket ise, büyük bir hüsrândır. Ebedî istikbâli, fânî lezzetler mukâbilinde hebâ etmektir.
Yaşadığımız çağ, aileleri, gafletin esir aldığı bir devirdir. Öyle ki, kitleler hâlinde nesiller hebâ edilmektedir. Hâlbuki isrâfın en kötüsü, insanların hebâ edilmesidir.
Diğer taraftan dînin, ırzın, malın ve neslin korunması zarûridir. Bunlar ise vatanın muhâfazası ile mümkündür. Bu sebeple neslimize, küçük yaşlarda muhabbetullâh, Kur’ân aşkı ve vatanperverlik şuuru vermek mecburiyetindeyiz.
Yüce Rabbimizden cümlemize bu mecburiyet ve mes’ûliyetin idrâkini ihsân etmesini niyaz ediyor, hayat boyu Kur’ânla birlikteliğini sürdüren bilinçli ve basîretli müminlerden olmamız temennisiyle hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Dr. Ateş, alkışlar arasında noktalanan bu kapsamlı konuşmasından sonra, okunan 348 hatm-i şerîf, 1470 Yâsîn-i şerîf, 975 Mülk-ü şerîf,775 Nebe’i şerîf, 43 bin Ayet’el Kürsî, 80 bin 200 Fâtihâ-i şerîfe, 134 bin 500 İhlâs-ı şerîf, 511 Fetih Suresi, 103 Vâkıa Suresi, 854 bin Kelime-i Tevhîd, 1 milyon 080 bin salavât-ı şerîfe, 474 bin istiğfar, 28 bin Esmâ’ül Hüsnâ, 89 bin Besmele-i şerîfe, 100 bin Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, 600 bin Yâ Vedûd, 100 bin Sübhânallahi ve bî hamdihî tesbihâtının duasını yaparak sevabını Hz. Peygamber (s.a.v.) ile diğer peygamberler, din ve devlet büyükleriyle, şehid ve gazilere, geride kalan 33 yıl içinde ebediyete intikâl eden YOYAV’lı ile toplantıya katılanların yakınlarının ruhlarına bağışladı.
Program sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Duadan Görüntüler
İkramdan Görüntüler
Organizatör Ayşe Doyuk