HUZÛR-U HAKK’A DAVET
Miraç Kandili, islamî literatürde ‘Leyletü’l-isrâ-i ve’l-mirâc’ yani ‘İsrâ ve Miraç Gecesi’ diye geçen Mirâc-ı Muhammedî ve minhâc-ı Ahmedî’nin adıdır. Müminlerin imanını, münkirlerin de inkârını arttıran bu büyük mucize, hicretten bir yıl önce vuku’ bulmuştur.
İsra ve Miraç’ın asıl manası, Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir gece seyahati ve yüce makamlara yükselmesidir. Allah Teâlâ’ya yakınlığın en üstün derecesi olan Miraç, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Bunu tabiat kanunlarıyla açıklamak mümkün değildir. Peygamberimiz (s.a.v.) Recep ayının yirmi yedinci gecesinde Kâbe’de uyuduğu sırada, Cebrail (a.s.) gelmiş ve kendisinin Allah’ın yüce katına davet edildiğini bildirmişti. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), Cebrail aleyhisselam rehberliğinde manevî bir binit olan Burak ile Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gelmiştir. Miraç’ın bu bölümü İsrâ Suresi’nin ilk ayetinde şöyle beyan buyurulmuştur: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mecsid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. O, gerçekten işitendir, görendir.”
İsrâ ve Miraç mucizesinin İsrâ bölümü İsrâ Suresi’nin meali arz edilen bu ayet-i kerîmesinde sarâhaten, Miraç bölümü de Necm Suresi’nin 1-18. ayet-i kerîmelerinde zımnen bildirilmiştir.
Bu hâdise-i azîme hakkında detaylı bilgi edinmek için, merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı eserinin 5. cildinin 273-283. sayfaları arası ile, 7. cildinin 297-306. sayfaları arasını dikkatle ve dirâyetle okumanızı tavsiye ederiz.
Dünya yaratılalıdan beri benzeri vuku’ bulmayan bu hâdise, Hz. Muhammed aleyhisselamın dışında hiçbir resûl ve nebiye nasip olmayan bir mu’cize-i azîme ve hâdise-i hârikadır. Hakk’ın habîbi ve seyyid-i kâinât olan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in, Allah Teâlâ nezdindeki kıymetinin göstergesi ve yüceltilmesinin belgesi olan hârikulâde bir hâdise-i celîledir. Bir şairin dediği gibi:
“Muhammed’den diğer yok dâhil olmuş ‘Kâbe kavseyn’e
Kirâm-ı enbiyâdan girmedi bir ferd o mâbeyne
Haremgâh-ı visâle Ahmed’i tenha alup Mevla
O halvet oldu mahsus Hazreti Sultan-ı kevneyne…”
Yani “Muhammed’den başka Kâbe Kavseyn’e (miraç gecesinde Hz. Muhammed’in Allah’a iki yay kadar yaklaşması) giren yoktur. Ulu peygamberlerden hiçbir kimse o saraya girmedi. Sevgiliye kavuşma haremine yüce Allah Ahmed’i yalnız aldı. O halvet (başbaşa kalma) iki cihan sultanına tahsis edildi.”
Hârukulâde olan bu hâdise-i celîle, insan aklının eremeyeceği kadar yüce ve ince bir hâdise olup, insan gücü ve isteğiyle değil, ilahî irâde ve kudretle olabilecek önemli bir mucizedir. Allah Teâlâ’nın “Ol” demesiyle olabilecek ve vuku’una hiçbir engel mani olamayacak benzersiz bir hâdisedir. Hiçbir insan, ilahî kudreti, kendi kudretiyle kıyaslayarak ‘böyle bir şey olamaz’ diyemez. Ketencizade Mehmet Rüştü Efendi’nin dediği gibi:
“Hak tecelli eyleyince her işi âsân eder,
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder.”
Kimse küçücük aklı ile kâinâtın Rabbinin “Ol” dediğinin olmayacağını söylemeye yeltenmemelidir. Ziya Paşa’nın dediği gibi:
“İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez.
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Miraç; zaman ve mekân engellerini aşıp, Mevlâ-i Müteâl Hazretlerine yaklaşmanın ve aracı olmadan vahyi almanın bahtiyarlığıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Mirac’da Cenneti, Cehennemi, sayısız şeyleri görüp, Kürsî, Arş ve Ruh âlemlerini geçip, bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, mekânsız, zamansız, cihetsiz sıfatsız olarak Allah Teâlâ’yı görmüştür. Hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı nimetlere kavuşup bir anda, Kudüs’e ve oradan da Mekke’ye dönmüştür.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e ihsân edilen bu imkân, namaz ibâdetinde huzûr-u Hakk’a varmak suretiyle ümmetine de lütfedilmektedir. Bu gerçeği beyan buyuran sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Namaz mü’minin miracıdır.” mealindeki hadîs-i şerîfiyle dikkatimize getirmiştir. Bu hadisten esinlenen mevlid yazarı merhum Süleyman Çelebi “Vesîletü’n-Necât” adlı eserinde şöyle demiştir:
“Sen ki mi'rac eyleyub etdin niyaz
Ümmetin mîracını kıldım namaz
Her kaçan kim bu namazı kılalar
Cümle gök ehli sevabın bulalar
Çünki her türlü ibadet bundadır
Hakk'a kurbiyyet'le vuslat bundadır.
Sıdk ile beş vakt olundukça eda
Elli vaktin ecrin eyler Hakk ata”
Başka bir şair de:
“Ey birader kıl namazı, çün saadet tacıdır.
Sen namazı öyle bil ki, müminin miracıdır.” demiştir.
Günde beş vakit namaz ibâdetini edâ eden Müslüman, huzûr-u Hakk’a vararak O’na yakin olma saadetini yaşamaktadır.
Yaradan’a yar ve yakin olmanın simgesi ve Resûlullah (s.a.v.)’in Allah nezdindeki değerinin dünyaya duyurulması vesîlesi olan İsra ve Mirac hâdisesi, insanlık tarihinde benzeri bulunmayan müstesnâ ve muhteşem bir hâdisedir. Beşer gücüyle değil, Allah Teâlâ’nın irade ve kudretiyle meydana gelen bir mucize-i azîmedir. Kullukta kıvamın ve tevâzuda kemâlin doruk noktasına eren Resûlullah (s.a.v.)’in Hakk’a yakınlığının göstergesi olan hârikulâde bir hâdisedir.
Allah Teâlâ’nın iradesi ve kudreti, Cebrâil aleyhisselamın refakati, Burak adlı binit ve Refref’in hizmetiyle gerçekleştirilip huzûr-u Hakk’a varışının rif’atı ve rikkatıdır.
Bu yakınlık kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Alak Suresi’nin: “… Ve Allah’a secde et ve (yalnızca) O’na yaklaş.” mealindeki 19. ayet-i kerîmesiyle sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede olduğu zamandır.” mealindeki hadîs-i şerîfiyle dikkatimize getirilmiştir.
Miraç mucizesiyle ilgili hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre Hz. Peygamber (s.a.v.) miraçtan dönerken ümmetine üç hediye getirmiştir. Bu hediyelerin birincisi Peygamberimiz (s.a.v.)’in “Gözümün nuru” dediği beş vakit namazdır. Namaz, Allah ile kul arasındaki güçlü iman bağının tezahürüdür. Namaz, yönünü kıbleye dönen, alnını secdeye koyan müminin manevî yükselişidir. Namaz sadece şekilden ibaret değildir. Aksine namaz, bedenen olduğu kadar zihnen ve kalben de insanı kuşatan bir ibaâdettir. Namaz kılan insan aynı zamanda güzel ahlaklı, dürüst, mütevazi, merhametli, adil olması beklenen insandır.
Miracın bir diğer hediyesi “Âmenerresûlü” olarak bildiğimiz ve her gün yatsı namazından sonra okuduğumuz Bakara Suresi’nin son iki ayetidir. Bu ayet-i kerîmeler bize iman esaslarını, kulluk şuurunu ve sorumluluk bilincini hatırlatır. Dünyada yapıp ettiğimiz her şeyin bir hesabı olduğunu bildirir. Rabbimize içtenlikle nasıl dua ve yakarışta bulunacağımızı öğretir.
Miracın son hediyesi ise ümmet-i Muhammed’den Allah’a ortak koşmayanların günahlarının bağışlanacağı ve sonunda cennete girecekleri müjdesidir.
Bu hediyeleri alıp, îcâbının îfâsı cihetine giderek Yaradan’a yar ve yakin olma bahtiyarlığına ermemiz temennisiyle sözlerimi noktalarken, siz kıymetli kardeşlerimi beş dörtlükten oluşan ‘Miraç Mucizesi’ başlıklı şiirimle selamlıyor, bu mübârek gecede birbirimizi dualarımıza dahil etmemiz dileğiyle kandilinizi kutluyor, saygılar sunuyorum.
Miraç mühim bir mucize.
Değerli ders verir bize.
Düşmanı getirir dize.
Kutlu olsun hepimize.
Cibril gelip selam verdi.
Hak’tan Sana davet dedi.
Peygamberi alıp gitti.
Burak’la Kudse iletti.
Bir binit ki adı Burak.
Işıktan hızlı, kardan ak.
Aç gözünü gerçeğe bak.
Göremez isen gözlük tak.
Yedi kat gökleri aştı.
Kabe Kavseyn’e ulaştı.
Ve Yaradan’a yaklaştı.
İnkârcılar buna şaştı.
Hızıyla gökleri yardı.
Hakk’ın huzuruna vardı.
Saadet ruhunu sardı.
Hakk’a yalvarıp yakardı.