Kadirşinaslık
Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan Ramazan-ı şerîfin içerdiği incelik ve yüceliklerle getirdiği güzelliklerden biri de bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’dir. Kur’ân-ı Kerîm’in kendisinde indirilmeye başlamasıyla böyle büyük bir kıymeti haiz olan önemli bir gecenin eşiğine gelmenin bahtiyarlığına eren Müslümanlar, bugün bir kere daha ona kavuşmanın sevinç ve saadetini yaşamaktadırlar. Tertiplenen toplantılara katılmakta ve en iyi şekilde ihya edilmesi için gerekli hazırlıkları yapmaktadırlar. Bu mübarek ve müstesna gecenin feyiz ve faziletinden faydalanarak manen motive olmak ve onda ihsan edilen ilahî rahmet ve mağfirete mazhar olup Cehennemden kurtulmayı ve Cennet-i a’laya girmeyi hak eden Müslümanlardan olmayı hedefleyerek ibadet ve ta’âtla ihyasına itina göstermektedirler.
Tilâvet-i Kur’ân, zikr-i Rahmân, tesbîh, tahmîd, tekbîr, tehlil, tevbe ve istiğfarda bulunmanın yanında, Yaradan’a yakarmak, yaşlılara yakınlık göstermek ve yoksullara yardım elini uzatmak gibi iyiliklere duyarlı ve dirâyetli davranışlarla Hakk’ın rızasına ermeye çalışmaktadırlar.
Bu cümleden olarak 27 Nisan 2022 Çarşamba günü YOYAV’da düzenlenen “Kadirşinaslık” konulu kutlama programına çok sayıda davetli katıldı. Salonu dolduran misafirlerine takdir ve teşekkürlerini ileterek kandillerini kutlayıp sevgi ve saygıyla selamlayan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmasında önemli açıklamalarda bulundu. Dr. Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
Ortalama bir insan ömrüne denk gelecek kadar değerli ve bin aydan daha hayırlı denecek kadar önemli bir gecenin eşiğine ermenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor, bu gece bağışlanıp rahmet-i Rahmân’a ve mağfiret-i Mennân’a mazhar olan müstesnâ ve mümtaz kişilerden olmamızı niyaz ediyorum. Bir kere daha idrâk etme bahtiyarlığına erdiğimiz mübarek Kadir Gecemizi tebrik ediyor, feyiz ve faziletinden faydalanarak rıza-i Rahman’a erdirecek duyarlı ve dirâyetli davranışlarda bulunan bilinçli ve basîretli insanlardan olmamızı diliyorum.
Kadir kelimesi sözlükte ‘hüküm, şeref, güç, yücelik’ vb. anlamlara gelir. Dini bir kavram olarak ise ‘leyletü’l-Kadr/Kadir Gecesi’ şeklinde kulanılır. Kur’ân, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e kırk yaşında iken M. 610 yılının Ramazan ayında ve bu gecede indirilmeye başlanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’deki Kadir Suresi bu gecenin fazileti hakkında nâzil olmuştur. Kadir Gecesi’nin Ramazan ayının 27. gecesinde olduğu genel kabul görmüş olmakla birlikte, Ramazan’ın son on gününün tek gecelerinde veya son yedi gecesinde aranması ile ilgili farklı rivayetler vardır. Dolayısıyla Ramazan’ın son gecelerini Kadir gecesiymiş gibi değerlendirmek gerekir. Onun da ötesinde Müslümanların her geceyi Kadir gecesi gibi ibadetle geçirmeleri tavsiye edilmiştir. Merhum Süleyman Ata: “Her geceyi Kadir, her gördüğünü Hızır bil.” demiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in Kadir Gecesinin fazilet ve meziyetlerini belirttiği hadîs-i şerîflerinden bir kaçının meali şöyledir:
“Allah Teâlâ indinde en kıymetli gece, Kadir Gecesi’dir.”
“İbâdet için en iyi gece Kadir Gecesi’dir. En korkunç gece de kabirde kalınan gecedir. En güzel gecede, en korkunç gece için amel edene müjdeler olsun!”
“Kadir Gecesi’nde bir kere Kadir Sûresini okumak, başka zamanda Kur’ân-ı Kerîm’i hatim etmekten daha sevaptır. Bu gece bir Sübhanallah, bir Elhamdülillah, bir Lâ ilahe illallah söylemek 700 bin tesbih, tahmid ve tetlilden kıymetlidir. Bu gece koyun sağımı müddeti kadar (az bir zaman) namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay bütün geceleri sabaha kadar ibâdet etmekten daha kıymetlidir.”
“Kim üç defa ‘Lâ ilâhe illallahu’l Halîmü’l Kerîm’ü, sübhânallahi Rabbi’s-semâvâti’s seb’i ve Rabbi’l arşi’l azîm’ derse Kadir gecesini idrâk eden kimse gibi olur.”
Hz. Aişe (r.anha) Hz. Peygamber (s.a.v.)’den şöyle dediğini nakletmiştir: “Kim Kadir gecesini ihyâ eder ve onda iki rekat namaz kılıp istiğfarda bulunursa Allah onu bağışlar. Allah’ın rahmetine dalar ve Cebrâil onu kanadıyla okşar. Cebrâil de kimi okşarsa Cennete girer.”
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmeye başladığı Kadir Gecesiyle bu gecenin Allah katındaki kıymetini bildiren Kadir Suresi’nin meali şöyledir:
“Biz onu (Kur´an´ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar.”
Bu surenin 1. ayetinde Kur’ân-ı Kerîm’in Kadir Gecesi’nde indirildiği bildirilmiş, 3. ayetinde de Kadir Gecesi’nin bin aydan hayırlı olduğu ifade edilmiştir.
Bakara Suresi’nin 185. ayetinde de “Ramazan ayındaki Kadir Gecesi’nde indirildiğine dikkat çekilerek Kadir Gecesi’nin adı ve kıymeti bildirilmiş ise de Ramazan’ın içinde bir gece olmakla birlikte hangi gece olduğu bildirilmemiştir. Ancak bu gece ile ilgili hadîs-i şerîfleri inceleyen İslam âlimlerinin çoğu Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son on gününde aramanın gerektiğini beyan etmişler, bilhassa 27. gecesinin Kadir Gecesi olabileceğinde görüş birliğine varmışlardır.
Bu gecenin Ramazan’ın hangi gecesi olduğunun bildirilmemesi hususunda da şöyle bir açıklamada bulunmuşlardır.
Allah Teâlâ hikmetine binaen bazı şeyleri bazı şeylerde gizlemiştir. Bütün gecelerin ihya edilmesi için Kadir Gecesini diğer gecelerde gizlemiştir. Cuma gününde duanın kabul olacağı icabet saatini bugünün tüm saatlerinde dua edilmesi için Cuma gününde gizlemiştir. Bütün namazları vaktinde kılıp, korumak içinde vusta (orta) namazını diğer vakit namazlarının içinde gizlemiştir. Bütün isimleriyle dua edilmesi için ism-i Azam’ı Esma’ü’l Hüsna içinde gizlemiştir. Bütün ta’âtlara aynı derecede riayet edilmesi için rızasını ta’âtlar içinde gizlemiştir. Günahların tamamından sakınmaya özen gösterilmesi için öfkesini günahlar arasında gizlemiştir. Bütün müminlere iyi davranılması için veli kullarını müminler arasında gizlemiştir. Her zaman kıyametin kopacağı endişesi içinde bulunulması için kıyametin kopacağı anı sair zamanlar içinde gizlemiştir. Herkes her an ölüme hazırlıklı olması için insanın ecelini kendisinden gizli kılmıştır.
Meali arzedilen bu Sure-i Celilenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere, Kadir Gecesi kıymetini Kur’ân’dan alan bir gecedir. Bu gece, bin aydan daha hayırlı olma özelliğini, Kur’ân-ı Kerîm’in O’nda indirilmeye başlamış olmasından almıştır. Kur’ân-ı Kerîm, indirilişine sahne olan Kadir Gecesini böyle değerli kıldığı gibi, dokunduğu her şeye önem ve itibar kazandıran yüce bir kitaptır. İndirildiği mekân olan Hira mağarasınada değer kazandırarak Nur Dağı adını almasına vesîle olmuştur. Bulunduğu beyne, okunduğu dile, dokunduğu ele ve korunduğu kalbe de benzeri değeri kazandırır.
Bunun için ben, 1987’de yayınlanan ‘Yakarış’ adlı şiir kitabımda yer alan ‘Alemi Aydınlatan Nur’ başlıklı şiirimde:
Yolumuz Kur’ân yoludur,
Kolumuz irfan koludur,
Kalbimiz îman doludur,
Kur’ân’la yüceliriz biz.
Kur’ân okuyan dilleri,
Kur’ân’la kokan gülleri,
O’nla öten bülbülleri,
Takdir eder, severiz biz.
Âlemi aydınlatan nur,
Ruhlara vermekte sürûr,
O’nla yaşar, O’nu okur,
O’nla bakar, görürüz biz.
Başa takılan altın tac,
Hasta gönüllere ilaç,
Göz ve gönlünü O’na aç,
O’nla şifa buluruz biz.
Kur’ân öğrenip öğreten,
O’nla gelip, O’nla giden,
Ölerek giysek de kefen,
O’nla Hakk’a gideriz biz.
Öğrenip oku ve inan,
Boş yere geçirme zaman,
Son nefeste ruh ile can,
Kur’ân ile verelim biz.
İndirildiği zaman ve mekanı değerlendiren Kur’ân-ı Kerîm korunduğu kafa ve kalp ile okunduğu dil ve bulunduğu yeri de değerlendirir. Bu gerçeği göz önünde bulunduran Müslüman, her gün kafasına ve kalbine Kur’ân’dan bir şeyler indirmenin gayret ve kararlılığı içinde olmalıdır. Dolayısıyla hâfız-ı Kur’ân olan kimseler gıpta edilmelidirler.
Unutulmamalıdır ki, hâfız-ı Kur’ân olanın muhafızı Kur’ân olur.
Kıymetli konuklar!
Kadir Gecesi’nin ihya edenine kazandırdığı güzelliklerden biri de kişiye kadirşinaslık özelliğini sağlamasıdır. Bu özelliğe sahip olan insan, kadir kıymet bilen insandır. Bu insan Allah Teâlâ’nın, Kur’ân-ı Kerîm’in Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, ulemanın, sülehânın, ana-babanın, Hak dostu velilerin, yaratılmanın, yaşatılmanın, sayısız nimetlerle kuşatılmanın, iman ehli Müslüman bir insan olmanın kıymetini bilir. Muttasıf olduğu her özellik ve güzellikle sahip olduğu her şeyin, yaşadığı yer ve yörenin, mensup olduğu milletin, bireyi olduğu ailenin, alıp verdiği nefesin, yararlandığı her imkân ve ihsânın, nâil olduğu her nimetin kıymetini bilen kadirşinas insan olup, onları kendine sağlayanı hürmet ve muhabbetle yâd eder, Yaradan’a yar, yaşatana hizmetkâr ve ihsânda bulunana minnetâr olmanın gayret ve kararlılığı içinde olur.
Rabbimiz Kur’ân’da şöyle buyuruyor: “Allah’ı hakkıyla takdir edemediler...” (Zümer 67). Bu ayet inanmayanlar için inmiş. Fakat -Allah muhafaza- sanki bizler de bu korkutucu hükmün içine girmeye başladık. Biz de uzun süredir Allah’ı ve dinini hakkıyla takdir edemiyoruz.
İki asır evvelinden kuvvetsizlik ile başlayıp şahsiyetsizliğe kadar düşen bir süreç içinde yaşıyoruz. Şuna buna, paraya pula, kariyere şöhrete, makama mevkiye, eşe dosta verdiğimiz kıymeti imanımıza vermiyoruz. Sanki -hâşâ- iman önemsiz bir şey! Ya da imanı çantada keklik bir şey sayıyoruz. “Ben müslümanım” deyince yaptığımız her şeyin hak olacağını sanıyoruz.
Yani zaten imanımız var, o hâlde istediğimizi yapabiliriz, nefsimize uyabiliriz, istediğimizi okuyup yazabilir, siyaseti ticareti istediğimiz şekilde yapabiliriz sanıyoruz. Bize güya herşey caiz oluyor. Nitekim Osmanlı âriflerinden Ahmed Âmiş Efendi (k.s.), kanun çalan bir dervişine öyle demiş: “Evlâdım, şu kanunun üstüne düştüğün kadar Allah’ın üstüne de düşsene!”
Bu önemsememe hâli maalesef sadece istikameti değil, gittikçe itikadı da bozuyor. Kafasına göre din yaşayanın dini aslında “kafa dini” oluyor. Hak din olmuyor.
Allah’a ve dinine kıymet vermemek demek, onu önem sırasında başka şeylerin arkasına almak demektir. Cep telefonunun ıncığını cıncığını bilenler, bir pop şarkıcısının her gününü takip edenler, bir futbol kulübünün bütün kadrosunu ezbere bilenler, bir akaid kitabını eline alıp, “Biz neye inanıyoruz? Allah kimdir, Resûlullah kimdir, Kur’ân nedir, melekler nedir, kaza ve kader ne demektir, ahiret nedir?” sorularının cevaplarını öğrenmiyor. Akşama kadar siyaset, spor, para dedikodusu yapanlar, Mevlâmızın ve Nebiyyi Zîşân Efendimiz (s.a.v.)’in sohbetini yapmıyor. Sosyal medya saçmalıklarıyla saatlerini geçirenler günde bir ayet, bir hadis, bir kelâm-ı kibar öğrenmiyor. İlmihalde bilmediklerini merak edip sormuyor, okumuyor.
Ağzımızdan Allah kelimesi, ayetler hadisler çıkıyor ama bereketi olmuyor. Çünkü o güzel ismi ve yüce fermanları kalben kasdetmiyoruz. Bildiğimizi yapmıyoruz. Samimiyetimiz yok. “El görsün, kim olduğum belli olsun, bildiğimi satayım” gayretiyle dinin ve Allah’ın dedikodusunu yapıyoruz.
Oysa Rabbimiz bize şahdamarımızdan yakın olduğunu buyurmuş. Bu kadar konuşacağımıza O’nu hakikaten ansak, O’na yakınlaşma vesileleri arasak, O’nun muradına uymaya çabalasak daha iyi değil mi? Ankara’daki bazı dostlarımız kar yağınca ormana gidip aç kalan kurtlara yiyecek veriyorlar. Bu davranış, kalpten gelmeyen binlerce kelime konuşmaktan, bin kitap okumaktan daha güzel bir iş değil mi?
İki asırdır dinimiz var ama biz yokuz. Rabbimiz’in de, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in de, imanın da, itikadın da, insan olmanın da kadrini bilmiyoruz. En eğitimli olanımız bile temel inanç esaslarından habersiz. Daha da kötüsü bu cehaleti önemsemiyor. Önemsemediği için onu giderecek yollar aramıyor. Üstelik bilmediği şeyleri iddia ediyor.
Allah’ın kadrini unuttuğumuz, yani ona yakîn ile bağlanamadığımız için en önemli konuları ayrıntı, en basit konuları ise çok büyük işler gibi görüyoruz. Zaten kişinin kalbinin ahvali, neye ne kadar kıymet verdiği ile anlaşılır. Kişi kime kıymet veriyorsa onun dostudur. Kimin kadrini biliyorsa onun ehlindendir. “Kadir” kelimesi ile “takdir”, “kader” ve “mikdar” kelimeleri aynı kökten gelir. Demek ki kişi Rabbi’nin ona takdir ettiği kader içinde neye ne ölçüde muhabbet duyduğuna, değer, üstünlük verdiğine göre kadir kıymet sahibi olur.
Bir kişinin kadrini bilmek aynı zamanda o kişinin ölçülerine uymak demektir. Biz ise Mevlâmız’ın ve Resûlullah Efendimiz(s.a.v.)’in ölçüsü elimizde olmadığı için karşılaştığımız olaylarda, bilgilerde, düşüncelerde kafamıza göre karar veriyoruz. Okuduğumuz okulların, mesleklerin, mensup olduğumuz grupların esiri oluyoruz. Şu kusurlu eğitimden aldığımız eksik bilgileri, kuru bir diplomayı başka her ölçüden üstün tutuyoruz.
Kişi kadrini bildiğine hürmet eder. Allah Tealâ’nın, imanın, dinin kadrini unuttuğumuz için Rabbimiz’e ve O’nun elçisine hürmetimiz de çok eksik. Çoğu okumuş yazmış gencimiz küfür içinde debelenip gitmiş Batılı filozoflara gösterdiği saygıyı Rabbânî âlimlere ve âriflere göstermiyor. Ayetten veya hadisten “malzeme” diye bahseden ilahiyatçılar var.
Bu şekilde bir asırdır hiç utanmadan sıkılmadan Sünnet-i Seniyye’ye yapılan saldırının Kur’an-ı Kerim’e de yapılmaya başlandığına şahit oluyoruz. Ne acı!
Müslüman her güzele ve doğruya açıktır. Fakat müslüman olmayanlardan örnek almaz, onlardan ibret alır. Hikmet de kadir kıymet ölçüsü içinde elde edilir.
Demek ki bizim iki asırdır sadece cehalet değil, aynı zamanda itikad, hürmet, samimiyet, şahsiyet ve izzet sorunumuz var. Açıkça itiraf edelim: Biz iddiamızın, davamızın adamı değiliz. Kalbimiz konuştuğumuzu kasdetmiyor. Bahsettiğimizle hakikatte ilgimiz yok. Bildiğimizi kılmıyoruz, kıldığımızın hakikatinde değiliz. Sözümüz, işimiz, eserimiz kulluk kokmuyor.
O hâlde hemen silkinip şu rezaletten kurtulalım. “Allah” dediğimizde O’nu kasdedelim. Hürmet, muhabbet ile... Rasulullah s.a.v. dediğimizde hürmet ve muhabbet ile kalbimiz titresin. O’nun sünnetini öğrenip sıdk ile yapmaya çalışalım. Konuşmamızda, yürümemizde, ibadetimizde, uyarmamızda ve ilişkilerimizde... Sünnet’in eseri olan Ashab-ı Güzin efendilerimizi, âlimlerimizi ve âriflerimizi de hürmetle örnek alalım.
Malumunuz olduğu üzere modern dünyanın asıl yoksulluğu, kadir kıymet bilen insanların azlığıdır.
Hak ettiği değeri vermek, takdir etmek, kıymet bilmek aslında olması gerekendir. Toplumun değer yargılarıyla ölçülünce hemen şu soru akla geliyor. Değer yargılarını belirleyen ne? Kime göre bu kıymet verilir?
İyiliğin evrensel ölçütleri, tartışmaları bir çerçeveye oturtur. Bu konuda en insafsız insanların bile sorulduğunda hem fikir olduğu kıymetler vardır. Söz gelimi yardımseverlik, fedakârlık başka insanların derdini kendisine dert edinmek böyledir.
İnsanlara ağır gelen ise nefislerine, benliklerine, gururlarına ve egolarına söz geçirememektir.
Takdir edilmesi gerekeni, desteklemek yerine yok saymak, parlayan yıldıza gözünü yummak, kıymet bilmemek çoğu zaman materyalist dünyanın handikaplarından olmuştur.
Teknik bir atılım için takdir edilmek daha önemlidir. Zira marifet iltifata tabidir. Ancak derdi iyilik olan insanların takdir edilmeye gerçek manada ihtiyacı yoktur. Onlar karşılıksız bir eylemin içindedir ve gayeleri Allah’ın rızasını kazanmaktır.
İyiliği takdir etmesinin, kıymet bilenin kendisine faydası vardır.
Toplum olarak; bazı şeylerin kıymetini ise ancak kaybettikten sonra anlıyoruz...
Söz gelimi çağımızda en büyük nimet sağlam bir inancın olmasıdır. İnsanların fıtri olarak yani yaratılıştan bir inanca ihtiyacı olduğunu bilim insanları söylüyor. Bu inancın nasıl ve ne şekilde olacağı kişilerin tercihlerine bırakılmış. Bu manada kişi iç huzurunu nasıl elde edebiliyorsa o yönde bir yönelme oluyor. Toplumların bu yönelmede etkisi olmasına rağmen nihai kararı kişi kendisi verirse ve tam inanırsa bu huzur elde ediliyor. Zoraki aile ve toplum baskısı ile belirlenen bir inanç sistemi, asla gerçek iç huzurunu buldurmaz.
Medeniyetimizin en etkin dinamiği olan inanç sistemimizin kıymetini bilmediğimizden, onu çoğu zaman menfaatlerimizde bir argüman olarak kullandığımızdan, özünü kaçırıp şekilde kaldığımızdan aramızdan uçup gittiğine şahit oluyoruz. O eşsiz medeniyetin kıymetini bilmediğimiz için ona bir zarar gelmez ancak ona gereken değeri vermeyen bizlerin kaybı olur.
Osmanlının ilme fenne verdiği değer, tarih kitaplarında eşsiz örneklerle doludur. Fatih Sultan Mehmet’in ilim adamlarını ülkeye getirmek için ayırdığı paralar emsali görülmemiş bir duyarlılığın işaretidir. Böyle iken dünyaya adaletle hükmetmiş, asırlar boyu âlime ilme hak ettiği değer verilmiştir. Ne zaman ki bilim toplumda geri plana atılmış, Osmanlının çöküşüne kadar giden süreç başlamıştır. Bu gün de bir topçunun, bir popçunun veya bir ekran eğlencesinin toplumdaki karşılığı, maddi kazancı ile gerçek bir bilim insanının karşılığı kıyaslandığında durum pek iç açıcı değildir. O yüzden dünya çapında bilimsel gelişmelere ve icatlara çok uzağız…
Kadrini kıymetini bilmediğimiz sağlığımız da öyle değil mi?
Pandemi süreci bize gösterdi ki sigara ve alkol kullanan insanların; hem kendileri açısından hem de toplum açısından negatif bir konumda olduklarıdır.
Vatanın, devletin, bayrağın, özgürlüğün kıymetini bilmek için ise komşularımızda olan gelişmelere bir bakmak yeterlidir. Kıymet bilmeyenlerin, sadece bir koltuk elde etmek için veya koltuklarını korumak için yaptıkları samimiyetsiz göstermelik işler ehline malumdur…
Hâlbuki iyi insanların sadece seyretmesi kötülüğün yayılması için yeterlidir. İyilik aktif bir eylemdir ve iyiler birlikte hareket etmeli birbirini desteklemeli, kadir kıymet bilmelidir. Bu iyilere yapılan bir fayda değildir, topluma ve hatta kendisine bir faydadır.
İyi insanların bir toplumda bulunması ve aktif olması hakikatte o topluma bir lütuftur. Kıymeti bilinmezse Allah bir vesîle ile o iyi insanı o toplumdan alır ve kötülük yayılır, iyiliğin yayılma fırsatı da kaçmış olur. İyiler ise hiçbir zaman kaybetmez…
Kıymeti bilinmeyen en önemli değerlerden biri de zamandır. Geriye dönüp bakıldığında bir göz açıp kapayıncaya kadar geçtiği zannedilen zaman, hiç bitmeyecekmiş gibi tüketilirse, kadri kıymeti bilinmeyip dolu dolu yaşanmayınca uçup gider.
Düşünen bir varlık olarak insan yaratıldığımızın da bir kıymeti yok mudur? Üstünlüğümüz diğer canlılara karşı düşünmemiz değil midir? Böyle iken; düşünmeyip, akletmeyip sorgulamadığımız tabularımız bizi felakete götürürse bunun sorumlusu biz değil miyiz?
Kadir kıymet bilen ve kadri bilinen duyarlı ve dirayetli insanlardan olmamız temennisiyle sözlerimi noktalarken birkaç saat sonra idrak edeceğimiz Kadir Gecenizi en içten ve samimi duygularımla kutluyor, bu gecede bağışlanan mutlu ve müstesnâ kişilerden olmanızı niyaz ediyorum.”
Dr. Ateş konuşmasının akabinde okunan 282 hatm-i şerîf, 1 milyon 787 Yâsin-i şerîf, 755 Mülk, 820 Nebe, 190 Vakıa, 307 Fetih, 252 Cuma, 9930 Ayet’el Kürsî, 4200 Kadir Suresi, 28 bin 850 Fâtiha, 524 bin İhlas, 1 milyon 010 bin Tevhid, 1 milyon 172 bin salavat, 3 bin istiğfar, 9 bin besmele, 11 bin Esma’ül-Hüsnâ, 6 bin 500 Felak-Nas, 3 bin Yâ Vedûd, 3 bin Yâ Şâfî, 3 bin Lâ havle ve lâ kuvvete, 3 bin Lafza-i Celâl, 2 bin Yâ Fettah’ın duasını yaparak rûh-u Resûlullah, diğer Peygamberler, ashab-ı kiram, tâbiîn, tebe’i tâbiîn, eimme-i müçtehidin, din ve devlet büyüklerini, şehitler, gaziler ve okuyanların yakınlarından ebediyete göçenlerin ruhlarına bağışlamıştır.
Duadan Görüntüler
Organizatör Ayşe Doyuk