Peygamberle Gönül Bağı
Vakfımızın yıllardır yürüte geldiği etkinliklerden biri de her ayın ilk Çarşamba günü gerçekleştirdiğimiz ‘Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü’ programı olup, dili Kur’ânlı ve kalbi imanlı olan dost ve kardeşlerimizle bir araya gelerek Yaradan’a yalvarıp yakardığımız önemli ve anlamlı bir programdır. Bu programın 45.si ve Ekim 2022 ayı halkası olarak Mevlid Kandiline 2 gün kala 5 Ekim 2022 Çarşamba günü çok sayıda üyelerimiz, öğrencilerimiz ve davamıza destek veren dostlarımızın katılımıyla gerçekleştirilen ‘Peygamberle Gönül Bağı’ konulu kutlama toplantısıydı.
Toplantıya teşrif eden misafirleri hürmet ve muhabbetle selamlayarak ibâdetlerinin makbul ve dualarının müstecab olması dileğinde bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, okunan 49 hatm-i şerif, 444 Yâsîn, 280 Mülk, 397 Nebe’, 65 Fetih, 13 bin Ayet’el Kürsî, 2 bin Haşr, 37 bin 100 Fatiha, 6 bin 300 İhlas, 6 bin Felak, 6 bin Nass, 4 bin Amenerresulü, 824 bin Tevhid, 1 milyon 60 bin Salavat, 110 bin istiğfar, 26 bin Besmele, 6 bin La havle ve la kuvvete illa billah, 20 bin Esma’ül Hüsna, 6 bin 500 Sübhanallahi ve bi hamdihi, 5 bin Hasbiyallah, 6 bin 800 Yâ Şâfî, 6 bin Yâ Vedûd, 5 bin Elhamdülillah, 5 bin Allahuekber’in duasını yapıp sevabını ruh-u Resûlullah ile din ve devlet büyüklerimiz, şehitlerimiz ve katılımcıların yakınlarından ebediyete intikal edenlerin ruhlarına bağışladıktan sonra yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar!
Bizleri Kendisine kul, Resûlüne ümmet, mü’minlere kardeş kılıp Kur’ân’ı kıraet ve islamla şereflendiren yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar ediyor, ümmeti olmak ve doğum günlerini kutlamakla bahtiyar olduğumuz sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e sayısız salât ve selâmlarımızı arz ediyorum. Hayat boyu kullukta kaim, iman, ibâdet ve istikamette dâim olmamız dileğiyle sözlerime başlarken, 35. Hizmet sezonumuzun ilk Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programına teşrif ederek gördüğüm görkemli ve güzîde topluluğu teşkil eden siz saygı değer misafirlerimizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Allah Teâlâ’nın sevdiği, sevdirdiği ve sevindirdiği müstesnâ ve mümtaz kişilerden olmamızı temenni ediyorum. Edebiyete intikal eden yakınlarımızla dostlarımızı rahmet ve mağfiretle anıyor, ruhlarının şâd, mekânlarının Cennet ve makamlarının yüce olmasını niyaz ediyorum.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ümmet olma bahtiyarlığına eren insan, O’nu canından ve tüm yakınlarından daha çok sevmeli, sevdiğini fikri, fiili ve faaliyetleriyle göstermelidir. Kalbini Allah ve Peygamber sevgisiyle doldurmalı, davranışlarını da O’nların dilekleri doğrultusunda dizayn etmelidir. İman etmenin Allah’a ibâdet ve itaatla, Resûlüne ittiba’ ve iktidâ etmeyi gerektirdiğini bilmeli, bu inanç ve bilinçle hayatını sürdürüp her iş ve uğraşında Hakk’ın rızasını gözetmeli, Hz. Peygamber (s.a.v.) ile gönül bağı içinde olmayı esas almalıdır.
Allah Teâlâ’yı sevmenin, Resûlünü sevmeyi gerektirdiğini bilmeli, sevgisini düşünce, duygu ve davranışlarıyla ortaya koymalıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ittiba’ ve itaatı âmir olan ayet-i kerîmeleri dikkatle ve dirâyetle okuyup anlamanın ve uygulamanın gayreti içinde olmalıdır.
Bu cümleden olarak kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Âl-i İmran Suresi’nin: “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” mealindeki 31. ayet-i kerîmesini devamlı göz önünde bulundurmalıdır.
Seven kişi, sevdiğinin sözünü başkalarının sözlerine tercih etmeli, onunla birlikte olmayı başkalarıyla birlikte olmaya yeğlemeli ve sevdiğini râzı etmeyi başkalarını râzı etmekten önde tutmalıdır. Dolayısıyla Müslüman, ‘ben Peygamberi seviyorum’ demekle yetinmemeli, davranışlarında O’nu örnek almanın gayreti içinde olmalı ve O’na uymaya çalışmalıdır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) ile gönül bağı kurmak için, O’nu örnek almak, yaşadığı gibi yaşamak, yaptıklarını yapmak, yapmadıklarını yapmamak, ahlakıyla ahlaklanmak, sünnet-i seniyyesine sarılmak, yasaklarından sakınmak, sözlerini dinlemek, öğütlerine uymak, uyarılarına kulak asmak, O’nu sevip saymada ve ruhuna salât selam göndermede dâim olmak, sevenlerini sevmek, sevmeyenlerini sevmemek ve yoluna baş koymakla olur.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'e bağlılıkları, sevgi ve teslimiyetleri ile dünyaya büyük bir numune olan atalarımız bu bayrağı bin yıl boyunca bütün dünyada taşıdılar, birçok milletlerin müslüman olmasına vesîle oldular. Aynı zamanda o nurdan, o ruhtan aldıkları iman, cesaret ve cihâd ruhu ile asırlar boyu İslam dininin müdafiliğini yaptılar. Küffâra dünyayı dar ettiler. Cihana İslam'ın adaletini gösterdiler, savaşta bile insan hak ve hukukunu gözettiler.
Kendisini medenî kabul eden Batı milletleri savaşın da bir hukuku olduğunu daha yakın zamanda kabul ettiler. Ancak her fırsatta kendi kabul ettikleri bu hukuku çiğnemekten geri kalmadılar.
Oysa Resûlullah (s.a.v.)'ın engin merhametinden feyz alan bu milletin arslanları, asırlar boyu savaş meydanında bir taraftan düşmanın üzerine yalın kılıç dalarken, diğer taraftan kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve dahi esir aldıkları düşman askerlerine büyük bir merhamet gösterdiler.
Bugün de kahraman Mehmetçiğimiz çocuklara, sivil halka zarar vermemek için şehadeti göze alıyor. Bütün dünyaya merhamet ve asaletin en müstesnâ örneklerini gösteriyor.
Bu ruh, bu azim; imandan, Resûlullah (s.a.v.)'a ve O’nun izinden giden Evliyâullah Hazerâtına olan bağlılık ve sevgiden gelir.
Allah Teâlâ Ahzâb Suresi’nin 6. ayet-i kerîmesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i şöyle tanıtıyor:
"O Peygamber müminlere öz nefislerinden evlâdır, canlarından da ileridir..."
Ashâb-ı kiram (r.anhüm) Hazerâtı ve O’nların yolundan gidenler bu aşkı her daim yaşamışlar, Resûlullah (s.a.v.)'a gönülden bağlanmışlardır.
"O Peygamber'e inanan, saygı gösterip aziz tutan, ona yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar kurtuluşa ve saâdete erenlerdir." (A'râf, 157)
Bunu böyle bilip iman edenin imanı kemâle ermiştir. Bu hâlde olmayanlar ne kadar iman etmiş görünseler de imanları şeklîdir.
Düşman bir Arap kabilesi olan Lihyanlılar, İslam tarihindeki meşhur Reci' hâdisesinde esir ettikleri mücâhidlerden Hubeyb bin Adiyy (r.a.) ile Zeyd bin Desinne (r.a.)’ı götürüp Mekkeliler'e sattılar. Her ikisi de Bedir'de Kureyş'in ileri gelenlerini öldürmüşlerdi.
Zeyd (r.a.)’ın idamında müşriklerin bütün ileri gelenleri bulunmuştu. Başını alacak kılıcın tam sıyrıldığı anda Ebu Süfyan kendisine: "Doğru söyle! Şimdi senin yerinde Muhammed olsa, onun öldürülmesini tercih eder miydin?" dedi. Zeyd (r.a.) hiç tereddüt etmeden:
"Aslâ!... Ben öleyim de peygamberimin vücuduna bir diken bile batmasın!" diye cevap verdi.
Ebu Süfyan bu imanı görünce ister istemez şu hakikati itiraf etti ve:
"Hiç kimse Muhammed kadar arkadaşları tarafından sevilmemiştir!" diye bağırdı.
Zeyd (r.a.)’ı dininden döndürmek için oka tutmuşlarsa da, bu O’nun imanını artırmaktan başka bir işe yaramadı. Daha sonra da Bedir'de öldürülen Ümeyye bin Halef'in oğlu Safvan'ın kölesi tarafından şehid edildi.
Hubeyb (r.a.) bir müddet Mâviye adındaki azadlı bir kadının evinde hapis tutuldu.
Sonradan müslüman olan Mâviye der ki:
"Ben Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim. O zaman Mekke'de üzüm bulunmadığı ve kendisi de zincire bağlı olduğu halde, kendisini üzüm salkımından üzüm yerken gördüm. Herhalde bunu ona rızık olarak Allah veriyordu."
Öldürmek için Hubeyb (r.a.)’ı Harem bölgesinden dışarı çıkarıp Ten’im'e götürdüler. Öldürüleceğini anlayınca hiç metanetini bozmadan izin istedi, iki rekât namaz kıldı, o andan itibaren idam edilecek müslümanların namaz kılması âdet oldu.
İslâmiyet'ten vazgeçmesi şartıyla serbest bırakılacağı kendisine bildirildi. Hubeyb (r.a.) ise:
"Benim için ölmek, dinimden dönmekten daha hayırlıdır." dedi ve direğe çekilerek şehid edildi.
Hubeyb (r.a.) son dakikalarında: "Allah'ım! Burada selâmımı Resûlüne ulaştıracak bir yüz göremiyorum. Bari selâmımı ona sen ulaştır!" diye duâ etti.
O anda Resûlullah (s.a.v.) ashâbı ile oturuyordu. "Ve aleyhisselâm!" buyurdu.
Orada bulunanlar: "Yâ Resûlallah! Kimin selamını aldın?" dediler. "Kardeşiniz Hubeyb'in selâmını." diye cevap verdi ve "Kureyş Hubeyb'i şehit etti." buyurdu.
Onlar öyle seviyorlardı, o sevgi ile imanlarına iman katıyorlardı.
Bizler de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e sevgi ve saygımızda O’nları örnek almalı ve sergiledikleri samîmî davranışların benzerlerini yaşama ve yaşatmanın gayreti içinde olmalıyız.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e salât ve selamlarımızı iletirken, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Hucurât Suresi’nin ilk üç ayet-i kerîmesinde beyan buyurulan ilahî uyarılara uyarak hûzur-u âlîlerinde imiş gibi kemâl-i edeb ve hürmet içinde olup, hûzur-u kalp ile O’na Allah Teâlâ’nın lütuf ve ihsanını devam ettirmesi niyazında bulunmamızın yanında, teslimiyet-i tâm ile teslim olarak selam, sevgi ve saygımızı sunma hâlinde olmalıyız. Hucurât Suresi’nin bu ayet-i kerîmelerinin meâlleri şöyledir:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurât, 1)
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (Hucurât, 2)
“Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah’ın kalplerini takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.” (Hucurât, 3)
Bu ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere kullarının Resûlüne saygıda kusur etmemelerini isteyen Allah Teâlâ, O’nun yanındaki değer ve itibarına dikkat çekmekte ve huzurunda edepli olmayı emretmektedir. 1. ayet-i kerîmede belirtilen önüne geçmeme hususu, söylenen söz, yapılan iş ve çıkarılan hükümlerde, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e aykırı davranmama, edebi koruma ve O’na uyma şeklinde yorumlanmıştır.
2. ayet-i kerîmesinde de Resûlullah (s.a.v.)’in huzurunda yüksek sesle konuşmak yasaklanmıştır. Bundan maksat, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda münasebetsizce bağırıp çağırmayı ve sesi yükseltmeyi önlemektir. Sahâbeden Sâbit b. Kays’ın durumu ayetin anlamına açıklık getirmektedir. Şöyle ki: Bu zât ayet inince, yüksek sesli olduğundan, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda konuşursa amelinin boşa gideceği endişesi ile huzûr-u risâlete gitmemeye başlamıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.) O’nu çağırtarak teselli etmiş, O’na hayır haberi ve cennet müjdesi vermiştir.
Bu ayet-i kerîmelerde belirtilen âdâba riayet ve Ahzâb Suresi’nin: “Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin.” mealindeki 56. ayet-i kerîmesinde beyan buyurulan emre itaat etmeyi, îfâsı îcâb eden ilahi bir emir kabul eden her Müslüman, hayatı boyunca Efendimiz (s.a.v.) ile gönül bağı içinde olup, O’na salât ve selamı ihmal etmez. Salât ve selamının ruh-u Resûlullah’a ulaştığının ve Resûlullah (s.a.v.)’ın kendisine karşılık verdiğinin bilinci içinde dilinden Salevâtı eksik etmez.
Allah’ın Salevâtı, rahmet etmek ve kulunun şânını yüceltmektir.
Meleklerin Salevâtı, Peygamber’in şânını yüceltmek, müminlere bağış dilemek anlamınadır.
Müminlerin salâtı ise, dua anlamına gelmektedir. Allah bütün müminlere, peygamberlerine salât ve selam getirmelerini istemektedir. ‘Allahümme salli âlâ Muhammedin’ demek salât, ‘Esselâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü’ demek selâmdır. Peygamberimiz (s.a.v.)’den rivayet edilen çok sayıda Salevât-ı şerîfe vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salât ve selâm getirmek, Peygamber (s.a.v.)’in sevgisini celbeder, şefaatine sebep olur.
Ümmetinin devamlı Kendisiyle gönül bağı içinde olmalarını işaret eden Hz. Peygamber (s.a.v.) müteaddid hadîs-i şerîflerinde müminlerin Kendisine bolca salât ve selamda bulunmalarını tavsiye ve telkin etmiştir. Bu cümleden olarak:
*Übey bin Ka‘b (r.a.) şöyle anlatır:
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e:
“–Yâ Resûlallah! Ben Siz’e çok Salevât-ı şerîfe getiriyorum. Acaba bunu ne kadar yapmam gerekir?” diye sordum.
“–Dilediğin kadar.” buyurdular.
“–Duâlarımın dörtte birini Salevât-ı şerîfeye ayırsam uygun olur mu?” diye sordum.
“–Dilediğin kadarını ayır. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için iyi olur.” buyurdular.
“–Öyleyse duâmın yarısını Salevât-ı şerîfeye ayırayım!” dedim.
“–Dilediğin kadar yap. Ama daha fazla zaman ayırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdular. Ben yine:
“–Şu hâlde üçte ikisi yeter mi?” diye sordum.
“–İstediğin kadar. Ama artırırsan senin için hayırlı olur.” buyurdular.
“–Öyleyse duâya ayırdığım zamanın hepsinde Sana Salevât-ı şerîfe getirsem nasıl olur?” deyince:
“–O takdirde Allah Teâlâ, dünya ve âhirete âit bütün arzularını ihsân eyler ve günahlarını bağışlar!” buyurdular.
*Abdullah İbni Amr İbni Âs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salâvat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesîleyi isteyin. Çünkü vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesîleyi isteyen kimseye şefatim vâcip olur.”
*Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kıyâmet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir.”
*Evs İbni Evs (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.):
- "Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur” buyurunca, ashâb-ı kirâm:
- Yâ Resûlallah! Vefat ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salâtü selâmlarımız sana nasıl sunulur? diye sordular.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- "Allah Teâlâ peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı" buyurdu.
*Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kabrimi bayram yeri hâline çevirmeyiniz. Bana salâtü selâm getiriniz. Zira nerede olursanız olun sizin salâtü selâmınız bana ulaşır.”
*Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Bir kimse bana salâtü selâm getirdiği zaman, onun selâmını almam için Allah Teâlâ ruhumu iade eder.”
*Hz. Ali (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimsedir.”
*Fedâle İbni Ubeyd (r.a.) şöyle dedi:
Resûlullah (s.a.v.) namazdan sonra Allah’a hamd etmeden, Peygamber (s.a.v.)’e salâtü selâm getirmeden dua eden bir adamı işitti. Bunun üzerine:
“Bu adam acele etti” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı. Ona veya bir başkasına şöyle buyurdu: “Biriniz dua edeceği zaman önce Allah Teâlâ’ya hamdü senâ etsin, sonra Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e salâtü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde dua etsin.”
*Ebû Muhammed Ka‘b İbni Ucre (r.a.) şöyle dedi:
Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.v.) yanımıza gelmişti. Kendisine:
Yâ Resûlallah! Sana nasıl selâm vereceğimizi öğrendik, sana nasıl Salevât getireceğiz? diye sorduk. O da şöyle buyurdu:
“Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd. Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhîm, inneke hamîdün mecîd: Allahım! İbrâhim’in âline rahmet ettiğin gibi Muhammed’e ve âline de rahmet et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin. Allahım! İbrâhim’in âline hayır ve bereket lutfettiğin gibi Muhammed’e ve âline de hayır ve bereket ihsan et. Şüphesiz sen övülmeye lâyık ve yücesin, deyiniz.”
*Ebu’d-Derdâ (r.a.) anlatıyor:
Bir gün Resûlullah (s.a.v.):
“–Cuma günü bana çok salevât getirin! Zira o gün, meleklerin hazır ve şâhid olduğu bir gündür. O gün bir kişi bana salât ettiğinde onun salâtı mutlaka bana arz edilir. Salevât getirmeyi bırakıncaya kadar bu durum böyle devam eder.” buyurdular. Ben:
“–Vefatınızdan sonra da mı?” diye sordum. Efendimiz (s.a.v.):
“–Evet, vefatımdan sonra da! Allah Teâlâ peygamberlerin vücutlarını yemeyi yeryüzüne haram kılmıştır. Allah’ın Nebîsi hayattadır ve dâimâ rızıklandırılır.” buyurdular.
*Allah Resûlü (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Bir topluluk bir mecliste oturur da orada Allah Teâlâ Hazretleri’ni zikretmez ve Peygamber’lerine Salevât getirmezlerse, bu yaptıkları büyük bir noksanlıktır ve kendileri için acı bir hasret ve nedâmet sebebi olur, aynı zamanda Allah tarafından bir cezayı da hak etmiş olurlar. Artık Allah Teâlâ dilerse onlara azâb eder, dilerse mağfiret eder.”
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ’nın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Onlar ümmetimin selamını bana ulaştırırlar.”
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Hakim ve Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfinde de: "Yanında benim adım anılıp da bana Salevât getirmeyenin burnu yerde sürtülsün." buyurmuştur.
Bilindiği üzere Efendimiz (s.a.v.)’in adı anıldığında duyan her Müslüman’ın Salevât getirmesi ihmal edilmez bir görevi, unutulmaz bir vefa borcudur.
O kadar ki, O’nun irşadıyla var oluş hikmetini anlayan her Müslüman’ın üzerine bu Salevâtın ömründe bir keresi farz, sonrakileri vacip, tekrarlarda ise sünnet olduğu bildirilmiş, Salevâtın terki ise şefaatten mahrumiyete sebeptir, denmiştir.
İyilik gördüğü kimselere iyilik etme minnettarlığı duyan, hattâ bir kahvenin kırk yıl hatırını sayan insanlar, ebedî hayatını kurtarmaya vesîle olan Resûlullah (s.a.v.) da elbette minnettarlık duyacak, adını duyunca büyük bir hürmet ve sevgiyle Salevât getirecek, böylece gösterdiği bu bağlılıkla da şefaatine nâil olacaktır.
Hadis kitaplarında görüyoruz ki, Efendimiz (s.a.v.)’in cennetteki makamının yükselmesine sebep olan Salevâtı okuyan insana melekler, “Allah da senin makamını yükseltsin!” diye dua etmekte, öteki melekler de bu duaya ‘âmîn’ demekteler. Salevât getiremeyene ise, “Allah da senin makamını yükseltmesin!” diye tepki göstermekte, öteki melekler de bu tepkiye ‘âmîn’ diyerek iştirâk etmekteler. Demek ki, Efendimiz (s.a.v.)’in adını duyunca Salevât getirenler, meleklerin hayır duasını alır, getirmeyenler ise bedduasına maruz kalırlar. Ayrıca, Peygamberimiz (s.a.v.) de adını duyduğu halde Salevât getirmeyen vefasız ümmetine kırılmakta, bunu da “burnu sürtülsün!” sitemiyle dile getirmektedir.
Salevâtın farz, vacip ve sünnet olma durumlarının tamamı dikkate alındığında, Müslümanın bu büyük kaybına ve zararına "burnu sürtülsün" ifadesiyle dikkat çekilmiştir. Aynı zamanda Salevâttan istifade etmeye de büyük bir teşvik yapılmıştır.
Salevâtla ilgili hadîs-i şerîfleri dikkatle ve dirâyetle okuyan Müslümanlar, Resûlullah (s.a.v.)’e bol bol salât ve selamda bulunmaya olağanüstü özen göstermişlerdir.
Yayınlarında, yaşantılarında ve yorumlarında ehemmiyet ve lüzumunu devamlı dile getirmişlerdir. Biz de yazılarımızla sohbetlerimizde Salevât-ı şerîfelerin sahibine sağladığı saadeti anlatıp okuyucularımızla toplantılarımıza katılanlara aktarmanın gayreti içinde olduk.
Bu yazımızda da geçmişte bazı kimselerin Salevât ile ilgili hâl ve hâtıralarından birkaç örnek arz etmeye çalışacağız.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Salevât getirmeyen bir adam bir gece rüyasında Peygamber (s.a.v.)’i görmüş, Hz. Peygamber (s.a.v.) ona iltifat etmemiş, o kişi: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Sen bana kızgın mısın?’ deyince, Resûlullah (s.a.v.): “Hayır” buyurmuş, o kişi: ‘Öyleyse niçin bana bakmıyorsun?’ demiş. Resûlullah (s.a.v.): “Çünkü ben seni tanımıyorum.” buyurmuş. Adam: ‘Ben senin ümmetinden biriyim, nasıl beni tanımazsın? Âlimler bize Senin ümmetini, bir annenin çocuğunu tanımasından daha iyi tanıdığını söylemişlerdi.’ demiş, Resûlullah (s.a.v.): “Doğru söylemişlerdir. Ama sen Bana Salevât getirerek beni hatırlamadın. Benim ümmetimi tanımam, onların Salevât getirmeleri miktarıyladır.” buyurmuş, Adam uykudan uyanınca her gün Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yüz defa Salevât getirmeye karar vermiş ve öyle yapmıştır. Sonra Resûlullah (s.a.v.)’ı tekrar rüyasında görmüş, Hz. Peygamber (s.a.v.) O’na: “Şimdi seni tanıyorum ve sana şefaat edeceğim.” buyurmuştur.
Muhammed bin Münkedir, babasından duyduğu bir olayı şöyle anlatmıştır: “Süfyân-ı Sevrî Hazretleri, Kâbe-i Muazzama’nın etrafında tavaf ederken, bir adamın devamlı Hz. Peygamber’e Salevât getirdiğini görür ve ona ‘ey şu kişi! Bakıyorum ki sen tesbîhi, tehlîli bırakıp sürekli Peygamber’e Salevât getiriyorsun, bu hususla ilgili bir bildiğin mi var?’ der. O kişi, kendisine: ‘Allah sana âfiyet versin, sen kimsin?’ diye sorar. Süfyân-ı Sevrî ‘ben Süfyân-ı Sevrî’yim cevabını verir. Kişi: ‘Şayet sen zamanının zâhidi olmasaydın, sana hâlimi anlatmaz ve seni sırrıma ortak etmezdim.’ der. Sonra sözüne şöyle devam eder: ‘Ben babamla birlikte haccetmek için Beytullah’a doğru yola çıkmıştım. Biraz mesafe kat ettikten sonra babam hastalandı, ben, ölünceye kadar onunla ilgilendim. Öldüğünde yüzünün karardığını görünce üzülerek ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ yani ‘Kuşkusuz biz Allah’a aitiz ve kuşkusuz biz O’na döneceğiz.’ dedim. Üzüntü içinde düşünüp dururken uyudum. Rüyamda öyle bir adam gördüm ki, yüzü ondan daha güzel, elbisesi ondan daha temiz ve ondan daha güzel kokulu birini görmemiştim. Bir ayağını kaldırıyor, diğerini koyuyordu. Ta ki, babama yaklaşıp yüzünü açtı ve elini yüzünün üzerinden geçirdi. Babamın yüzü ağardı. Sonra dönüp giderken O’nun elbisesine asılıp: ‘Ey Allah’ın kulu! Diyar-ı gurbette babama Allah’ın lütfettiği sen kimsin?’ dedim. ‘Beni tanımıyor musun? Ben Kur’ân’ın sahibi Abdullah oğlu Muhammed’im. Senin baban, kendi aleyhine aşırı giden biri idi ama bana çok Salevât getirirdi. Onun başına gelen geldiğinde benden yardım istedi. Ben de, bana çokça Salevât getirenin yardımcısıyım.” dedi. Uykudan uyandığımda babamın yüzünün ağardığını gördüm. Onun için tavafta devamlı Peygamber’e Salevât getiriyorum.” demiştir.
Bir kadın Hasan Basrî Hazretlerine gelerek: ‘Benim genç bir kızım vardı, vefat etti. Onu rüyamda görmek istiyorum. Onu görmeme yardımcı olacak bilgiyi bana öğretmen için sana geldim.’ demiş, Hasan Basrî ona istediği bilgiyi öğretmiş, bu bilgileri ondan alan kadın rüyasında kızını üzerinde katrandan giysi içinde ayakları ve boynu ateşten zincirlerle bağlı halde görmüş ve gördüklerini Hasan Basrî hazretlerine anlatmış. Hasan Basrî buna üzülmüş ve bir süre sonra kadının kızını, başında bir taç olduğu halde cennette görmüş. Kız kendisine: ‘Ya Hasan! Ben sana gelen kadının kızıyım.’ demiş. Hasan Basrî ona: ‘Seni gördüğüm bu konuma getiren ne oldu?’ diye sormuş, kız: ‘Bize bir adam uğradı ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bir defa Salevât getirdi. Mezarlıkta yatan beş yüz elli kişi var. Hepsi azapta idi. O adamın getirdiği Salevâtın bereketiyle ‘onlardan azabı kaldırın’ diye nida edildi.’ demiştir.
Bunlar ve benzeri hâlleri göz önünde bulundurarak rûh-u Resûlullah ile dâimî iletişim içinde olmamız, meali arz edilen hadîs-i şerîfleri kafamıza ve kalbimize yazarcasına dikkatle ve dirâyetle okuyup îfâsının îcâbı cihetine giden mutlu ve müstesnâ Müslümanlardan olmamız temennisiyle sözlerimi noktalarken, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e bolca salât ve selam getirerek şefaatine nâil olmamızı diliyor, ‘Biz Aşığız Muhammed’e’ başlıklı altı dörtlükten oluşan şiirimle sizleri selamlıyor, sağlık ve saadette dâim olmamızı niyaz ediyorum.
Biz aşığız Muhammed’e,
Can-ı gönülden Ahmed’e.
Evlâd, ahfâd, baba, dede,
Cümlemiz oluruz fedâ.
Bizler ezelden ebede,
Kuluz Allah-u Ehad’e.
Ümmetiz ol Muhammed’e,
Hakkın Habib-i Ahmed’e.
Salâtımız, selâmımız,
Peygamber’e kelâmımız,
Kopmaz muhabbet bağımız.
Bitmez, tükenmez saygımız.
Koşarız biz davetine,
Sarılırız sünnetine.
Dost oluruz ümmetine,
Yüzü suyu hürmetine.
Mevlidinde buluşuruz,
Salonlara doluşuruz,
Kardeş olur konuşuruz,
Sevgi yumağı oluruz.
O’na bizden salât olsun,
Sevgi yüklü selâm olsun,
Şefî’imiz, sultanımız,
Cennette komşumuz olsun.”
Program çorba, içli köfte, tatlı ve mandalinadan oluşan ikramın sunulmasıyla noktalandı.
Duadan GörüntülerOkunan hatm-i şerîflerin duasını Dr. İbrahim Ateş yaptı.
İkramdan Görüntüler
Organizatör Ayşe Doyuk