Teni Siyah, Kalbi Kar Gibi Ak Adam Bilâl-i Habeşî
Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı’nca ayda bir defa düzenlenmesi gelenek hâline getirilen Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü programlarının 50.’si 1 Mart 2023 Çarşamba çok sayıda davetlinin katılımı ile gerçekleştirildi. 2 Mart 2023 Perşembe günü, Müezzinlerin Efendisi olan Bilâl-i Habeşî Hazretlerinin vefatının 1383. yıldönümü olması münasebetiyle YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş bugün için ‘Teni Siyah, Kalbi Kar Gibi Ak Adam: Bilâl-i Habeşî’ konusunu gündeme getiren bir konuşma yapmayı planlamış ve konuşma metnini de Vakfımızın Web sayfası ve WhatsApp grubu ile ileride çıkacak YOYAV Dergisinde yayınlanmak üzere hazır hale getirmişti. Ancak kendisi Hastanede yatması dolayısıyla toplantıya katılamamış ve aşağıdaki konuşma metnini okumak üzere Mütevelli Heyet Üyelerinden ve Kurs Öğretmeni Ayşe Doyuk’u görevlendirmiştir.
Toplantıya teşrif eden misafirleri saygıyla selamladıktan sonra, Başkanın konuşmasını okuyan Ayşe Doyuk, akabinde okunan 48 hatm-i şerîf, 535 Yâsîn, 490 Mülk, 502 Nebe, 249 Fetih, 300 Saffat, 580 Amenerresulü, 380 bin Ayet’el Kürsi, 18 bin Fatiha, 82 bin 200 İhlas, 310 Layestevi, 681 bin Tevhid, 705 bin Salavat, 302 bin istiğfar, 780 bin besmele, 60 bin Esma’ül Hüsnâ, 36 bin Yâ Şâfî, 82 bin Yâ Fettâh, 105 bin Yâ Vedûd, 14 bin Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyi’lazîm, 10 bin Allahu Ekber, 1000 Sübhanallâhi ve bi hamdihî, sübhanallehi’l azîm’in hatm-i şerîflerle, süver-i şerîfeler ve tesbihâtın duasını da yaparak sevabını başta Peygamber (s.a.v.) Efendimiz olmak üzere peygamberler, sahabe, ehli-beyt, ezvâc-ı tâhirat, din ve devlet büyükleri, şehitler, gaziler, hatm-ı şerîfler ile süver-i şerîfeleri okuyanların yakınları ile toplantıya teşrif edenlerin yakınlarının ve 11 ilimizde meydana gelen depremde şehit olanların ruhlarına bağışlayarak, mekânlarının cennet makamlarının yüce olmasını dilemiş, hayırlı muratları olanların da arzu ve isteklerine kavuşmaları dilek ve temennisinde bulunmuştur.
YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in Konuşma Metni:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
Yüce Rabbimiz, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Fetih Suresi’nin 29. ayet-i kerîmesinde: “Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir…” buyurmuştur.
Muhtelif Hadîs-i şerîflerinde ashabının değerini dile getiren sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîfinde: “Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine tâbi olsanız hidayete erersiniz.”
Bir başkasında: "İnsanların en hayırlısı benim asrım(daki ashabım)dır. Sonra onlara yakın olan (Tabiîn)lardır. Sonra da onlara yakın olan (Tebe-i Tabiîn)lardır."
Bir diğerinde: "Benim ashabımın, sonra onların ardından gelen (Tabiî)lerin, sonra da bunların ardından gelen (Tebe-i Tabiî)lerin değerini takdir etmek bakımından benim hakkımı gözetiniz."
Diğer bir hadîs-i şerîfinde ise: "Size ashabımın, sonra onların peşinden gelenlerin, sonra da bunların peşinden gelenlerin (hakkını gözetmenizi) tavsiye ederim." buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in sohbetinde bulunma bahtiyarlığına eren ashâb-ı kirâmın hepsine hürmet ve muhabbette bulunmak edeptendir. Sahabe-i güzîn hazâratı (r.anhüm), Efendimiz (s.a.v.)’i görme şerefine nâil olup, iman eden ve bu imanı ölünceye kadar koruyan kimselerdir. Peygamberimiz (s.a.v.) diğer peygamberlerden üstün olduğu gibi, O’nun ashâb-ı güzîni de bütün insanlardan üstündürler. Bu mübârek ve muhterem insanların önde gelenlerinden biri de 1383 yıl önce 2 Mart 641 tarihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eden Bilâl-i Habeşî hazretleridir. O’nu, vefatının 1383. yıldönümü dolayısıyla minnet ve mağfiretle anarak ruhunun şâd, mekânının Cennet ve makamının yüce olmasını niyaz ediyor, bugünkü program için okunan hatm-i şerîflerle süver-i şerîfelerin sevabını ruhuna armağan ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Ashâb-ı kirâmının önde gelenlerinden olan Bilâl-i Habeşî (r.a.), Efendimiz (s.a.v.)’in ilk müezzini, Kâbe-i Muazzama’da ilk Ezan-ı Muhammedi’yi okuyan, ilk iman eden yedi kişiden biridir.
Bilâl-i Habeşî'nin Şam Bab Sagir Mezarlığındaki Türbesinin Giriş Kapısı
Türbesinin içi
İsmi, Bilâl bin Rebah Habeşî, künyesi Ebû Abdullah’tır. Habeşistanlı bir aileye mensûb olup, babasının ismi Rebah, annesinin ismi Hamâme’dir. Mekke-i Mükerreme’de Benî Cumha kabilesine intisap etmişlerdir. Hicretten kırk yıl kadar önce (M. 581) senesinde Mekke-i Mükerreme’de doğmuştur. H. 20-M. 641’de Şam’da vefât etmiştir. Kabri Şam’da, Babü’ssagîr’deki mezarlıktadır. Kaynaklarda hanımı ve çocukları hakkında bilgi bulunmamakta, sadece Hâlid adlı bir erkek ve Gufre (Gufeyre) adlı bir kız kardeşi olduğu zikredilmektedir.
Nesebi: EbuAbdillâh (EbûAbdilkerîm veya EbûAmr) Bilâl b. Rebâh. Babası Rebâh ve Müslüman olduğu için çeşitli işkencelere mâruz kalan annesi Hamâme de köle idi. Annesine nisbetle İbn Hamâme diye de anılan Bilâl, İslâmiyet'i Hz. Ebû Bekir (r.a.) vasıtasıyla kabul etmiştir.
Uzun boylu, simsiyah tenli, zayıf bedenli, gövdesi öne eğik, çok gür saçlı idi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlamıştı. Peygamber (s.a.v.)’in halkı İslamiyet’e gizlice davete başladığı ilk zamanlarda Müslüman olmuştu. İslam’a çok bağlı, temiz kalpli bir zat idi. Müslüman olduğunu ilk açıklayan yedi kişiden birisiydi. O zamanlar, her yerde olduğu gibi, Arabistan'da da korkunç bir cahiliyet vardı. İçki, kumar, zina, hırsızlık, zayıfları ezme, zulüm ve ahlâksızlık namına ne varsa, hepsi yapılıyordu.
Güçlü kimseler, zayıf kimseleri köle olarak kullanıyorlardı. İşte bu kölelerden biri de, Bilâl-i Habeşî (r.a) idi. Fakat bunun diğerlerinden farklı bir hâli vardı. Son derece mert ve dürüst idi. Bunun için Ümeyye, O’nu kervanının başına koyar, mallarını O’nun vâsıtasıyla uzak yerlere gönderirdi.
Bilâl-i Habeşî (r.a) hazretlerinin diğer bir özelliği de, sesinin çok güzel olmasıydı. Dolayısıyla düğün ve şenliklerde aranan bir kimseydi. Ticaret için uzun yol giden kervan yorgunluktan yürüyemez hâle gelince, O’nun na'meleri ile canlanır, develer bile Kendisinin güzel sesini işitince, coşup çatlarcasına yol alırlardı. Bilâl (r.a.)’in bu özelliklerini bilen sahibi Ümeyye, O’na diğer kölelerden ayrı muamele yapardı. Sanki köle değil, hür bir insan gibi yaşardı.
Bilâl-i Habeşî (r.a) yine bir gün, bir kervanla Şam'a gitmişti. Bu kervanda, Hz. Ebû Bekir (r.a) de vardı. İkisi arasındaki dostluk bu yolculukta meydana gelmişti. Bu sırada Mekkelilerin tek gelir kaynağı ticaretti.
İslâm güneşinin doğmasına ve âlemi aydınlatmasına çok az bir zaman varken, işte bu yolculuk yapılmıştı. Hz. Ebû Bekir (r.a) bu yolculukta gördüğü bir rüya sebebiyle sefer dönüşü iman nuru ile şereflenmişti.
Bir gece yarısı Bilâl-i Habeşî (r.a) hazretlerinin kapısı çalındı. Uyandığında, kapıdan fısıldayan bir ses duydu:
- Bilâl! Bilâl!
‘Gecenin bu saatinde bu ses nedir’ diye düşünürken, aynı ses tekrar etti:
-Bilâl! Bilâl!
Karanlıkta korkuyla sesin geldiği tarafa yöneldi. Sesin geldiği tarafa yaklaşıp sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Ebu Bekir.
- Gecenin bu saatinde ne istiyorsun? Söyleyeceklerini sabah söyleyemez miydin? Acelen nedir?
- Sabahı beklemeden, sâhibin duymadan söylemem lâzımdı, onun için geldim.
- Beni meraklandırdın! Söyleyeceğini hemen söyle!
-Ya Bilâl! Bu ümmetin peygamberi geldi.
- Kimdir?
- Ebü'l-Kâsım.
- Peki, peygamber olduğunu nasıl anladın? Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a) şöyle cevap verdi:
Şam yolculuğunda gördüğüm rüyayı anlattıktan sonra Kendisine: ‘Yâ Ebe'l Kâsım, sen Allah’ın Resûlü olduğunu söylüyor, imana davet ediyormuşsun, öyle mi?’ diye sordum. O da: “Evet yâ Ebâ Bekir! Rabbim insanlara müjdeleyici ve korkutucu olarak, Hz. İbrahim (a.s)’i gönderdiği gibi, beni de bütün insanlara peygamber olarak gönderdi” dedi. Ben de, ‘Sen bugüne kadar yalan söylemedin. İnanıyorum ki sen Allah’ın Resulüsün’ deyip huzurunda Müslüman oldum. Senin de Müslüman olmanı, ebedî saadete kavuşmanı istiyorum.
Hz. Ebû Bekir (r.a)'in bu cevabı üzerine, O’nu yakinen tanıyan, samimiyetinden hiç şüphesi olmayan Bilâl-i Habeşî (r.a), Kelime-i şehadeti getirip Müslüman oldu. Bilâl-i Habeşî (r.a), Müslüman olduktan sonra hayatında bambaşka bir safha başladı. Artık O, Hak ile bâtıl arasında vukû bulmak üzere olan çetin bir mücadelenin azimli bir kahramanı, yalnız bir mücahidi olmuştu.
O, hiç kimseden korkmadan, çevrem yok, beni kim müdafaa eder, kim bana arka çıkar demeden İslâm'a girdiğini açıktan ilan etti. O’nun Müslüman olduğunu duyan Ümeyye ibni Halef büyük bir dehşete kapıldı. Ne yapacağını şaşırdı. Kendisine danışmadan O, nasıl yeni dine girebilirdi? Kendi kendine nasıl İslâm'ı açıktan ilan edebilirdi. Bir türlü hazmedemedi. Kalbi kaskatı kesilmiş, vahşet ve zulmet içerisinde olan insan, imanın tadını nereden bilecekti? Yapacağı tek bir şey vardı, o da zulüm ve işkence...
Ümeyye, Bilâl-i Habeşî (r.a.)’yi yeni dininden döndürmek için var gücüyle en ağır işkenceleri yapmaya başladı. Yoruluncaya kadar dövdü. Çölün o kızgın kumlarında öğle sıcağında yatırıp sürüdü. Göğsüne büyük kaya parçaları koyarak, o kızgın kumda saatlerce yatırdı. Putlarının adını söyletebilmek için neler yaptıysa fayda vermedi. O, gözleri yıldız gibi parlayan Habeşli köle, şimdi karşısında imanda azmin ve iradenin mücessem heykeli olarak devamlı Allah, Allah diyordu. Onlar Lat ve Uzza derken, Bilâl ‘Ehad (Bir), Ehad (Bir)’ dedi.
Onlar ısrar ettiler, Bilâl onlarla alay edercesine; ‘Benim dilim onu söyleyemiyor.’ dedi. Zulümleri ve işkenceleri arttıkça arttı. Gece gündüz devamlı vahşiliklerini Bilâl üzerinde sergilediler. Bilâl'in boynuna ip takıp çocukların eline verdiler. O’nu sokaklarda dolaştırdılar. Amma ne çare? Ne mümkün zulüm ve işkenceyle gönülden imanı çıkartmak... O hep ‘Ehad, Ehad’ diyordu. Bilâl'in parolası, marşı olmuştu bu kelimeler. Ümeyye ve avenesi çaresiz kaldılar. Ne yapacaklarını bilemediler. Bilâli dininden döndüremediler. Ne iman! Ne kuvvet! Ne cesaret! Ne sebat! Ne kahramanlık bu!
Bilâl'e yapılan işkencelere iki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v) pek üzülüyordu. Bir gün Hz. Ebû Bekir (r.a.)'e Bilâl'in durumunu sordu ve O’na yapılanlara çok üzüldüğünü söyledi.
İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel, ‘Vallahi Bilâl, Allah birdir, Allah birdir.’ der, sonra da müşriklere dönerek: ‘Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız.’ derdi.
Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler O’nu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı. O’na işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'in, kendisine yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu?
Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) O’na bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; ‘Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir’ demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) ona şu cevabı vermişti: ‘Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver.’ Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl (r.a.)'i Hz. Ebû Bekir (r.a)'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir.
Allah Teâlâ'nın, hakkında ayet indirerek şerefini tebcîl ettiği O büyük insan, Peygamberin can dostu, hicret yolunda mağarada arkadaşı Hz. Ebû Bekir (r.a.) derhal Fahri Kâinat (s.a.v)'ın yanından kalktı ve Bilâl'e işkence yapılan yere gitti. O’na yapılan zulmü görünce dayanamadı. Bütün servetini vermek pahasına da olsa, Bilâl kardeşini bu işkenceden kurtarmalıydı. Müşriklere: ‘Bilâl'e böyle yapmakla elinize ne geçer? Değerinden fazlasını alın, onu serbest bırakın, bunu bana satın!’ dedi.
Müşrikler cevap verdiler: Dünya dolusu altın versen satmayız. Fakat senin kölen Âmir ile değişiriz.
-Bilâl için size verdim.
Hz. Ebû Bekir (r.a)'in kölesi Âmir, O’nun ticaret işlerini yapardı. Çok para kazanırdı. Yanında şahsî malından başka, on bin altını vardı. Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a)'ın önemli bir yardımcısı olup, her işini yürütürdü. Fakat kâfir idi. İman etmiyordu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir (r.a) buyurdu ki: Âmir'i bütün malı ve paraları ile, Bilâl için size verdim.
Ümeyye parayı duyunca rahatladı. Teklifi hemen kabul etti. Ümeyye bin Halef ve diğer müşrikler çok sevinip, Ebû Bekir'i aldattıklarını düşünerek ‘al götür’ dediler. ‘Eğer onu sadece bir tek ukiyyeye (12 dirhem) satın almaya razı olsaydın yine de sana satardım’ diye laf attı. Hz Ebû Bekir (r.a.) da 'Vallahi Sen O’nu, yüz ukiyye karşılığında satmaya razı olsaydın, o parayı yine de öderdim.' dedi. Ümeyye bu cevap karşısında sanki dilsiz kaldı... Kininden kibrinden çatladı... Gururuna yediremedi. Bir köleye bu kadar hürmet etmek ne demekti anlayamadı!
Hz. Ebû Bekir (r.a), hemen Bilâl-i Habeşî'nin üzerine koydukları ağır taşları üzerinden alıp, ayağa kaldırdı. Ağır işkenceler sebebiyle çok halsizleşmişti. Elinden tutup doğruca sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in huzuruna getirerek dedi ki: ‘Yâ Resûlallah! Bilâl'i bugün Allah rızâsı için âzâd ettim.’ Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz çok sevindi ve Kendisine çok dua buyurdu.
Hürriyetine kavuşan Bilâl-i Habeşî hazretleri, derhal Allah Teâlâ’nın Resûlünün hizmetine koştu. Ne sevgi dolu, coşkulu bir kardeşlik!.. Ne cömertlik!.. Ne insan kadri bilirlik!.. Ne büyüklük!.. İslâm kardeşliği hep böyle miydi?.. Ne güzeldi bu kardeşlik. Allah Teâlâ, bizlere de böylesi bir kardeşliği nasip eylesin.
Bilâl’in değerini ifade eden Hz. Ömer (r.a.): ‘Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti.’ demiştir.
Bu kardeşlik, bu hizmet, bu cömertlik, karşılıksız kalır mıydı hiç? O sırada Cebrail Aleyhisselam geldi. "Leyl" Suresi’nin: "Temizlenmek üzere malını hayra veren iyiler ondan (ateşten) uzak tutulur." mealindeki 17 ve 18. ayetlerini getirdi. Allah Teâlâ bu ayet-i kerîmelerle Ebu Bekir (r.a.)’i müjdeledi.
Müşrikler Hz. Ebû Bekir’in bu yaptıklarını, mukabil bir iyilik veya bir menfaat karşılığında yaptığını iddia etmişlerdi. Burada, böyle bir iddia vesilesiyle şöyle bir temel ilke ortaya konmuş bulunuyor: İman ve amelde takvâ düzeyine ulaşmış bir mümin, birine iyilik yapmak için mutlaka ondan bir iyilik görmek, bir karşılık ve menfaat elde etmek gerektiğini düşünmez; her türlü nimetin yalnızca Allah’ın bir lütfu olduğuna, iyiliklerin de ilke olarak bir çıkar hesabıyla değil, sadece Allah rızâsı için yapılması gerektiğine inanır. Hz. Ebû Bekir örneğinde gönüllerini insan sevgisi ve cömertlikle bezeyen müminler Allah tarafından takdirle anılmıştır.
Bu Sure-i Celîlenin 17-20. âyetlerinde, birine borçlu olmadıkları, kimsenin kendilerinde bir hakkı bulunmadığı halde bile, sırf Allah rızâsı için insanlara mal yardımı yapıp, manen arındıkları ve bu sayede ateşten uzak tutulacakları bildirilmiştir. Nihayet son ayette, Allah rızâsına böylesine değer veren, kendisini bu rızâdan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamamen karşılıksız olarak, seve seve insanlara yardım edenlerin, Allah tarafından râzı edilecekleri; yani korktuklarından emin ve umduklarına nâil olacakları müjdelenmiştir ki, inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz.
Hz. Bilâl (r.a)’i, Ümeyye b. Halef gibi azılı bir müşriğin elinden kurtarıp hürriyetine kavuşturan Hz. Ebû Bekir (r.a), bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme’yi de satın alıp azat etmiştir.
Mekke‘deyken Yemenli bir ailenin kızına talip olduğu ve onların da Resûlullah( s.a.v)’a danışmaları sonucu, kızlarını Bilâl (r.a)’e verdiği gelen bir rivayettir. İkinci evliliğiyle ilgili rivayet ise Şam’da Ebu’d Derda (r.a)’nın akrabalarından bir hanımla yaptığı evliliktir. ‘Azadlı bir kölenin Arab'ın eşrafından bir kadınla evlenmesi, kadın tarafının da bu evliliği gönül rızasıyla kabul etmesi, İslam’ın gönüllerdeki soya dayalı şeref anlayışının yerine takvaya dayalı şeref anlayışını yerleştirdiğinin en bariz numunesi olmuştur.’
Bilâl-i Habeşî (r.a.) kardeşi için talip olduğu kızın ailesine de kendi eski durumuna atıfta bulunmuş ve şöyle demişti: ‘Ben Bilâl’im, bu da kardeşim. Biz Habeşliyiz. Biz yanlış bir yolda idik, Allah bize doğru yolu nasip etti. Köle idik, Allah bizi azad etti. Eğer kızınızı bize verirseniz, Allah‘a hamd ederiz. Vermezseniz Allah büyüktür.’ Kız tarafının cevabı açıktır: ‘Senin kardeşi olduğun bir kişiye elbette kızımızı veririz.’
Bilâl, Allah Teâlâ’nın dini için en çok işkence çekenlerdendi. Hatta denir ki, işkenceye tabi tutulanlar arasında sadece Bilâl-i Habeşî müşriklerin istedikleri şeyleri söylemedi. O, siyahî bir köle değil, ashâbın ileri gelenlerinden ve İslam devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Bilâl'i Mekke'de Ubeyde b. Hâris ile, Medine'ye hicretten sonra da Ebû Ruveyha Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî ile kardeş yaptı.
Hicretten sonra Bilâl-i Habeşî hazretleri, bir gün Mescid-i Nebî'de iken büyük bir neş'e içinde coşuyor, yerinde duramıyor, oynuyordu. Hz. Ömer (r.a.) bu hâlini görünce sordu:
-Yâ Bilâl! Bu hâlin nedir? Burasının mescid olduğunu unuttun mu?
-Benim hâlimde ne var ki? İstersen gidip hâlimi Resûlullah’a arz edelim, yanlışım varsa tevbe ederim ve bir daha yapmam.
Beraberce Resûlullah (s.a.v.)’ın huzuruna gittiler. Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e durumu arz etti:
-Yâ Resûlallah, Bilâl, mescidin huşû'unu bozuyor. Burada neş'elenip coşuyor, oynuyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Bilâl'e sordu:
-Yâ Bilâl! Böyle neş'eli olmanın sebebi nedir?
-Yâ Resûlallah! Cenâb-ı Hak bana hidâyet nasip etti. Ben bir köleydim. Mekke'nin ileri gelenlerinden nice kimseler bu saâdete eremediler. Ebedî saâdetten mahrûm kaldılar. Onlara hidâyet nasip olmadı. Ben neş'elenmeyeyim de kim neş'elensin? Ben oynamayayım da kim oynasın?
-Bilâl'e dokunmayın! Sevinip neş'elensin.
Müezzinlerin pîri olan Hz. Bilâl-i Habeşi Peygamberimiz (s.a.v.)’in vefatından sonra Medine’yi terk etmek istemiş, ancak Hz. Ebubekir (r.a.)’ın ricası üzerine orada kalmış; O’nun vefatından sonra Hz. Ömer (r.a.)’den izin alarak Şam’a gitmiştir. Suriye’nin fethi sırasında Ebu Ubeyde (r.a.)’nın yanında bulunmuştur.
Ezan-ı Muhammedî, İslam‘ın şiarlarından, sembollerinden biridir. Okunduğu bölgede Müslümanların varlığının bir işaretidir. Tevhidin, imanın, Allah’ın büyüklüğünün, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Resul oluşunun bir haykırışıdır. İşte bu haykırışı ilk yapan Bilâl-i Habeşî (r.a)’dir.
Medine-i Münevvere’ye hicret yapıldıktan bir müddet sonra Mescid-i Nebî yapılmıştı. Peygamberimiz (s.a.v) Ashâb-ı kirâma beş vakit namazı cemaatle bu mescitte kıldırıyordu. Namaz vakti gelince ‘Es-salâtü câmi’a’ denilerek namaz vaktinin girdiği bildiriliyordu. Daha sonra Peygamberimiz (s.a.v) Ashâb-ı kirâmla istişâre edip, namaz vaktinin bildirilmesi için bir alâmet tespitini arzu buyurmuştu. Bir kısmı çan, bir kısmı boru çalalım, bir kısmı da ateş yakıp yukarı kaldıralım, demişti. Peygamberimiz (s.a.v) çanın Hıristiyanlara, borunun Yahudilere, ateşin Mecûsîlere mahsûs olduğunu söyleyerek bunları kabûl etmemişti. Abdullah bin Zeyd bin Sa’lebe (r.a) ve Hz. Ömer (r.a) rüyâlarında ezan okunduğunu gördüklerini söylemişlerdi. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz bunu beğenip, namaz vakitlerinde ezan okunmasını emir buyurmuştu. Bilâl-i Habeşî (r.a)’yi çağırmış, ezanın O’na öğretilmesini ve O’nun okumasını emretmişti. Hicretin birinci yılında ilk ezanı okuyan Bilâl-i Habeşî (r.a), yüksek bir yere çıkıp, beş vakit namaz için ezan okumaya başlamıştı. Böylece ezan okumak sünnet olmuştu.
Bilâl-i Habeşî (r.a) bir sabah vakti, namaz vaktinin geldiğini Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bildirmek için evinin önüne gitmiş ve: ‘es-Salah...’ diye seslenmişti. Biraz bekledikten sonra Efendimiz (s.a.v.)’in gelmediğini görünce Bilâl, tekrar evin önüne giderek; ‘Esselatü hayrün minen nevm, Namaz uykudan hayırlıdır’ diye iki defa nida etmişti. Resûlullah (s.a.v.) Mescide gelip Bilâl’i görünce şöyle buyurur: "Bilâl, bu ne güzel söz! Sabah ezanını okurken bunu da söyle..."
Artık o günden bu güne kadar sabah ezanına hep bu söz eşlik etti. Ve Kıyamete kadar da devam edecek inşallah...
Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a)’nin sesi gür, çok güzel ve pek tesirliydi. O, ezan okumaya başlayınca, herkes büyük bir aşk ve vecd içinde dinler, kendinden geçerdi. Ezan okurken herkesi ağlatırdı. Hayatı boyunca hazarda ve seferde Peygamberimiz (s.a.v)’in vefâtına kadar müezzinlik yapmıştır. Bilâl-i Habeşî (r.a) Medine’de bulunmadığı zaman Ebû Mahzûre (r.a), O da bulunmazsa Abdullah bin Ümmî Mektûm (r.a) müezzinlik yapardı. Bilâl-i Habeşî (r.a)’nin müezzinlikten başka bir vazifesi daha vardı. O da bayram namazlarında “Anaze” denilen mızrağı taşırdı. Bu asayı Peygamberimiz (s.a.v) namaza veya duaya durunca önüne dikerdi.
Bir ara ne olduysa Ebû Zer (r.a.)'in sinir damarları kabarıyor ve Bilâl (r.a.)'e dönerek: ‘Haydi oradan, siyah kadının oğlu!’ deyiveriyor.
Hata yapmak onlar için de geçerli. Çünkü onlar da insan. Bilâl'ın siyah yüzünün içinde parlayan gözleri kararıyor, hüzünleniyor, kırılıyor!
Siyah bir atlas gibi olan yüzünden aşağıya doğru, beyaz elmas tanelerine denk gözyaşları süzülüyor. Yerinde duramıyor, üzüntüsünü, kederini gidermek için Kâinatın Efendisi (s.a.v.)'nin yanına, Mescid-i Nebi'ye gidiyor. Ashâb-ı Kirâm'ın hepsi öyleydi; hüzünlendikleri zaman Peygamber (s.a.v.)'in yanına giderler, O'nun nur yüzüne bakarak kederlerini unuturlardı. Resûl (s.a.v.), Bilâl'in durumunu görünce, hemen O’na soruyor:
"Hayrola Bilâl! Seni hüzünlendiren, ağlatan nedir öyle?"
Bilâl, durumu Resûlullah (s.a.v.)'a sıkıla sıkıla anlatıyor. Resûlullah (s.a.v.), Ebû Zer (r.a.)'e haber göndererek yanına çağırıyor. Ebû Zer, huzur-u Resûlullah'a gelince, Nebî O’na soruyor:
"Yâ Ebâ Zer! Sen ne yaptın öyle? Cahiliye âdetlerine geri mi dönmek istedin?"
Ebû Zer (r.a.)'in başı yerde, gönlü mengenede… Mescid-i Nebî'nin kuru zemininde ilerliyor ve giriş kapısının önüne geliyor. Büyük bir sükûnetle, yüzünü kapının eşiğindeki kumlara yatırıyor ve asırları titreten şu sözleri söylüyor:
‘Vallahi, Bilal, siyah ayaklarıyla yüzüme basmadan buradan kalkmayacağım.’
Bir anda uçan kuşları havada donduran, yerde yürüyen ve sürünenleri toprağa mıhlayan, konuşan dilleri lâl eyleyen bu özür, Bilâl'i ve orada bulunanları öylesine sevindiriyor ki, kalpler İslâm'ın nuruyla yeniden ve ebediyen yıkanıyor ve kardeşlik ilânihaye devam ediyor.
Bir şey daha oluyor. Ebû Zer (r.a.) öyle bir özür diliyor ki; gökler bile onun yüceliğine erişemiyor. Melekler, insanın sadece ‘kan dökücü’ olmadığını bir kez daha Ebû Zer (r.a.)'in şahsında görüyorlar.
Bilâl, cihaddan da hiç geri kalmadı. Bedir Gazvesi başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Bedir'de kendisine işkence yapan Ümeyye İbni Halefin öldürülmesini sağladı. Onu kibir ve gururuyla, kin ve gayzıyla cehenneme yuvarladı.
Bilâl-i Habeşî, Mekke‘nin Fethi‘nde Allah Resûlü (s.a.v.)’nün yanındaydı. Kâbe‘ye girerken yanlarında Usame bin Zeyd (r.a) ve Osman bin Talha (r.a) vardı. Allah Resulü (s.a.v) Bilâl (r.a) ile Kâbe‘ye girip orada namaz kıldı. Namazdan sonra Kâbe‘den çıkınca Abdullah bin Ömer (r.a.) Bilâl (r.a)’e gelerek sordu: ‘Resûlullah nerede namaz kıldı?’ Bilâl de gösterdi. Ve İbn Ömer (r.a.) de orada namaza durdu.
Kâbe‘nin putlardan temizlenmesinden sonra, fethin sembolü ve tevhidin egemenliği olarak da ezan okuması için Bilâl (r.a)’a talimat verildi. Bilâl (r.a), Kâbe’nin damına çıkıp ezana durdu. O zaman müşrikler bu durumu horlayarak: ‘Bu siyah köle mi Kâbe damına çıkıp ezan okuyor’ dediler. Resûlullah (s.a.v) bunun üzerine: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi kavimler ve kabileler hâline getirdik ki birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, O’na karşı en derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır." (Hucurât,13) ayetini okudu.
On sene kadar önce Kâbe’nin etrafında, boynunda ip, çocuklara dolaştırılan zat, şimdi Allah’ın beytinin üstüne çıkıp hem tevhidi belgeliyor, hem de Allah Resulü ve Müslümanlar katındaki değerini göstermiş oluyordu. Tevhid kelimesi O’nun gür ve yanık sesiyle Mekke semalarında dalgalandı. Ne büyük mutluluk bu Allah’ım!.. Nereden nereye!.. Dün bu topraklarda senin adını söyleyebilmek için zulüm gören, işkenceler altında inleyen Bilâl, bugün Kâbe’den Senin adını bütün dünyaya ilan edercesine ezan okuyor... Putlar devriliyor, şirkin karanlıkları İslâm'ın nuruyla dağılıyor... Şefkat ve merhamet abideleri sahâbîler büyük bayram yapıyor... “Herkes serbest” diyor sevgili Peygamber. Müşrikler şaşkın ve mahcup. Kendini yenen koşuyor İslâm'a. Nefsini yenemeyen kin ve gayzlarıyla baş başa kalıyor... Ey yüceler yücesi Allah'ım! Böylesi bayramları bizlere de nasib et. Müslümanları izzet ve şerefine erdir. Bilâl'in bu tatlı sadasını kıyamete kadar devam ettir.
Bilâl-i Habeşî hayatı boyunca Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanından hiç ayrılmadı, Vedâ haccında da bulundu. O’nun abdest suyunu temin etmek, sütre olarak kullandığı harbeyi taşımak, şahsî ihtiyaçlarını karşılamak, savaşta özellikle geceleri korunmasını, gündüzleri ise gölgelenmesini sağlamak, yemek hazırlamak, beytülmâl işlerine bakmak, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in emriyle bazı ödemeler yapmak, elçileri ağırlamak, seriyye kumandanlarına sancak vermek, Resûl-i Ekrem'in emirlerini halka duyurmak, kadın esirleri muhafaza etmek gibi işlerde görev almıştır.
Hz. Bilâl'in okuduğu ezânı işiten Müslümanlar, ne kadar aşka, şevke geliyorlarsa, Medîne'deki Yahûdîler de o kadar kahroluyorlardı. Ezânı dinlememek için kendilerini zorluyorlar, fakat buna muvaffak olamıyorlardı. İster istemez, durup dinliyorlardı. Dinledikçe de kahroluyorlardı. Bunu engellemek için çareler aramaya başladılar.
Yahûdînin biri bir gün Hz. Bilâl'i sıkıntı içinde görünce: ‘Yâ Bilâl, ben sana istediğin kadar para vereyim, yeter ki sen sıkıntı çekme.’ dedi. Maksadı başkaydı. Hz. Bilâl de sıkıntıda olduğu için ondan çokça borç aldı. Yahûdî parayı verirken: ‘Eğer bu parayı ödeyemezsen, seni köle olarak alırım.’ diye ilâve etti. Aradan bir zaman geçtikten sonra, Yahûdî gelip parasını istedi. Bilâl-i Habeşî hazretleri, özür beyân ederek: ‘Bana bir ay daha müsâade et, yine ödeyemezsem, beni köle olarak alıp götürürsün.’ dedi.
Son günü geldiği hâlde borcunu ödeyemeyen Hz. Bilâl (r.a.), çaresiz kalıp, Resûlullah (s.a.v.)’ın huzuruna giderek durumu arz etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir şey buyurmadı. Ümitsiz bir şekilde evine dönen Hz. Bilâl, o gece uyuyamadı. Kendi kendine, ‘Artık bundan sonra ezan okuyamayacağım’ diye derin derin düşünüyordu. Bu düşünceler içinde kendinden geçmiş hâldeyken kapı çalındı. Gelen kimse seslendi: ‘Resûlullah seni çağırıyor, acele gel!’ Hemen kendini toparlayıp, huzura koştu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Yâ Bilâl! Ticaretten dönen bir kervan var. Kervana git, onların arasında üzerindeki yükleriyle beraber bana hediye edilmiş olan üç deve var, onları al senin olsun! Borcunu öde!” buyurdu. Hz. Bilâl (r.a.) emredileni hemen yaptı. Rahat ve huzur içinde, gidip sabah ezanını okudu. Namazdan sonra, mescidin kenarında O’nu köle olarak alıp götürmek için bekleyen Yahudiyi gördü. Namazdan çıkınca, yüksek sesle konuşarak: ‘Bende alacağı olan kimseler gelsin, borcumu ödeyeceğim!’ dedi. Bunun üzerine Yahudinin bütün hayalleri yıkıldı, perişan oldu. Parasını aldığı gibi oradan uzaklaştı.
Allah Resûlüne ezan okumak ne kadar zevkli, onurlu, zor ama o nispette mübârek bir iştir. Her ezandan sonra Resûlullah (s.a.v.)’ın arkasında namaza durmaya alışanlar, artık O’nu göremeyince adeta çılgına dönmüşlerdi. Bunlardan bir tanesi de Bilâl (r.a.)’di.
Ve Resûlullah (s.a.v)’dan sonra ezan okumayı kendine bir türlü kabullendiremiyordu. Yüreği yetmiyordu buna. Bir gün Halife Hz. Ebubekir (r.a.)’in yanına gelerek:
‘Ey Resûlullah‘ın Halifesi. Ben Allah Resulünden; “Ey Bilal Allah yolunda cihaddan daha faziletli bir şey yoktur” buyurduğunu işitmiştim" dedi.
Hz. Ebubekir: "Ey Bilâl dileğin nedir?"
-Allah yolunda ölünceye kadar seferlerde cihad etmek istiyorum.
-Ey Bilâl! Sen bizi bu hâl üzere bırakıp gitmeyi uygun görüyor musun? Yanımızda otursan da bize yardım etsen olmaz mı? Hz. Ebubekir bu ricada bulunur ve yemin ederek gitmesine razı olmayacağını belirtir.
Bu kesin ifade üzerine Bilâl-i Habeşî şu tarihî ve çarpıcı sözü söyler: ‘Eğer sen beni, kendin için satın aldın ise, seninle birlikte olayım beni yanında alıkoy. Yok, eğer Allah için satın aldın ve azad ettinse, beni bırak da Yüce Allah’ın hizmetine gideyim.’
Hz. Ebu Bekir (r.a.): ‘Ben seni ancak Allah için azad etmişimdir. Ey Bilâl Allah aşkına üzerinde bulunan hakkımı ve hürmetimi göz önünde tut da yanımdan ayrılma. Ben zayıfladım, yaşlandım. Ecelim de yaklaşmıştır.’
Bu ifadelere elbette duyarsız kalınamazdı. İslam’ın ilk devrinden itibaren beraber olmuş, pek çok ortamı paylaşmış bu iki insan ayrılamayacaktı. Ve Bilâl (r.a.) cihad seferini erteledi. Hz. Ebubekir (r.a.)’in vefatından sonra Şam tarafına hicret ederek, orada cihada katıldı.
Resûlullah (s.a.v.)’ın irtihalinden sonra ezan okumadığını belirtmiştik. Takriben on yıllık zaman zarfında bunun üç tane istisnası vardır. Birincisi; Hz. Ömer‘in Şam seferinde halifenin ısrarı üzerine okuduğu ezan...
İkincisi; Hz. Ömer (r.a) ile Kudüs’ü fethe gittiğinde, orada yine Hz. Ömer (r.a.)’in, ashâbın ve mücahitlerin ısrarı üzerine okuduğu ezan...
Üçüncüsü; Medine’ye geldiğinde okuduğu ezandır ki, bu hayli ilginç ve hüzünlü olmuştur.
Bilâl-i Habeşî (r.a) hazretleri, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in vefatından sonra, ayrılık acısına dayanamaz hâle geldi. Resûlullah (s.a.v.)’a olan muhabbetiyle yanıp tutuşuyor, devamlı gözyaşı döküyordu.
Bir gece rüyâsında Resûlullah Efendimiz (s.a.v)’i gördü. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) kendisine sitem ettiler: “Bunca ayrılık yetmedi mi, yâ Bilâl? Hâlâ Kabrimi, ziyaret etmeyecek misin?”
Zavallı yüreği, duracak hâle geldi. Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle mübârek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisine yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara, Medine'ye ulaştı...
O'na rastlayanlar, selâm veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki: ‘İşte Bilâl, Bilâl-i Habeşî hazretleri. Peygamberin Müezzini. O'nun gibi ezân okuyan bu dünyaya gelmemiştir.’
Fakat O, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in mübârek kabirlerine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken; Kur'ân-ı Kerîm okudu, okudu, okudu... En sonunda, Sevgilisinin kabrine kapaklandı, bayıldı.
Katmerli gül kokularıyla ayıldığı zaman, başucunda, Sevgilisinin Sevgililerini görmez mi? Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in torunları, Hasan ve Hüseyin hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar O’nun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar. ‘Ah yavrularım! Ne kadar da Dedeniz gibi kokuyorsunuz!’ diye inledi. Sonra biraz toparlandı: Babanız (Hz. Ali) nasıl? Babamız seni görmek diler, dediler.
Sonra Hz. Hasan (r.a.) sordu: ‘Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O'nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?’
Hz. Bilâl (r.a.) çok şaşırdı: ‘Bu ne biçim söz! Bu kölenizden ne emredersiniz de, yerine getirmem!’
Hz. Hasan (r.a.): ‘Bin defa estağfirullah! Fakat bütün Medîneliler gibi, biz de senden, bir defa da olsa ezân dinlemek istiyoruz. Ricâmız sadece buydu.’
Hz. Bilâl (r.a.): ‘Anam, babam sizlere fedâ olsun! Başım, gözüm üstüne!’ der.
Ertesi sabah Bilâl-i Habeşî (r.a), son Ezânını Mescid-i Nebevî'de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle: ‘Allahüekber! Allahüekber!’ dediği zaman; bütün Medine halkı ayağa kalktı.’Eşhedü en lâ ilâhe illallah!’ ve ‘Eşhedüenne Muhammeden Resûlullah!’ deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hattâ yataklarındaki hastalar bile, sokaklara fırladılar. Sanki Peygamber Efendimiz yaşıyor zannettiler. Daha Bilâl (r.a.)’ın ezanı bitmeden, yığılmıştı Medine mescidin önüne..! Hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. En çok ağlayan ise, şüphesiz Halife Ömer (r.a)’di.
O günden beri dünyada, bir daha öyle ezan okunmadı. Bilâl-i Habeşî hazretleri de başka ezan okumadı. Asırlar geçti yine O’nun ismi unutulmadı. Milyonlarca Müslüman, çocuğuna Bilâl adını verdi. Yeryüzünde Müslümanların ibâdethaneleri, camileri O’nun sadasıyla çınladı. Ezan-ı Muhammedî okundukça, hep O anıldı. Camilerde O’na makam yapıldı. ‘â Hz. Bilâl-i Habeşî’ (r.a.) diye yazılar yazıldı. Hat levhaları asıldı. Bu ezan Bilâl-i Habeşî’nin okuduğu son ezan oldu. Birkaç gün Medine’de kaldıktan sonra Şam’a döndü. Fakat yolda çok hastalanıp evine güçlükle varabildi. Bu hastalıkla ömrünün son günlerini geçirdi ve vefat etti.
O, imanında gösterdiği sebat ile ve Resûlullah (s.a.v)’ın hayatında yanından ayrılmayıp hizmet etmesiyle hep sevilip ve rahmetle yâd edilmektedir. Peygamberimiz (s.a.v) “Bilâl ne iyi kimsedir. O müezzinlerin efendisidir.” ve “Bilâl Habeşlilerden ilk müslümandır.”, “Ey Bilâl! Zengin olarak deği,l fakîr olarak öl.” buyurdu.
Vefatı anında adeta büyük bir sevinç içindeydi. Mevlânâ asırlar sonra, ölümü ‘Şeb-i Aruz gecesi, Sevgiliye kavuşma gecesi’ olarak görmüyor muydu? Sanki Bilâl-i Habeşî (r.a)’nin şu sözü üzerine söylemişti: Hanımı, teessüründen hasta yatağındaki Bilâl (r.a)’e bakıp: ‘Ah ne acı’ diye feryat ediyordu. Bilâl-i Habeşî (r.a) ise ‘O ne tatlı’ diyerek sevincini dile getiriyor ve şu sözü tekrar ediyordu: ‘Yarın sevdiklerime, Muhammed ile arkadaşlarına kavuşacağım.’
Hz. Bilâl (r.a.), Hicretin 27. yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Şam’daki Babü’ssağir mezarlığına defn olundu.
Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a)’nin hiç çocuğu olmamıştı. Bir gün Bilâl-i Habeşî (r.a) Peygamberimiz (s.a.v)’e: ‘Bizim çocuğumuz yok, öldükten sonra bizim arkamızdan kim Fatiha okuyacak’ demiş, Efendimiz (s.a.v) de: “Benim ümmetim her ezandan sonra arkanızdan Fatiha okuyacaktır” diyerek Bilâl’i teselli etmişti. Bilâl (r.a.) yatağına girdiğinde: ‘Ey Allah’ım! Günahlarımdan vazgeç. Beni eksiklerimde özürlü say’ diye dua ederdi.
Bugün Türkiye'de Tarsus, Kilis, Gaziantepte'de makam kabirleri vardır.
Kilis'teki Makam Kabri
Kilis’in Yavuzlu Köyü’nde bulunan tepenin (höyüğün) güney yamacına düşmektedir. Bilâl-i Habeşî (r.a.), Ebu Ubeyde (r.a.)’nin komutasındaki İslam ordusuyla beraber Suriye’yi 638 yılında alarak İslam sınırlarına katmıştır. Aynı yıl içinde bölgede yapılan savaşta yaralanıp kanının döküldüğü yere halk tarafından bir makam yapılmıştır. Bu türbe zamanda yıpranmış ve yıkılmıştır. Yıkılan türbenin yerine cami yapılmış, makam da, caminin içerisinde kalmıştır.
Tarsus Bilâl-ı Habeşî Mescidi
Bilâl-i Habeşî Makamı ve Mescidi, Ulu Caminin güneybatı tarafında bulunmaktadır. Hz. Ömer zamanında fetih edilen yerleri ziyareti esnasında Tarsus'a geldiği, Kırkkaşık denilen yerde, yani şimdiki makamı ve mescidi bulunan yerde ezan okuyup, namaz kıldırdığı için 7. yüzyılda makamı, 16. yüzyılda da mescidi inşa edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilâl (r.a.)’ın faziletini beyan buyurduğu hadîs-i şerîflerinden ikisinin meali şöyledir:
"Cennet üç kimseye âşıktır: Ali'ye, Ammâr'a, Bilâl'e."
"Bilal ne güzel bir kimsedir ki; mü'minden başkası ona tabi olmaz. O, müezzinlerin efendisidir ve müezzinler kıyamet günü insanların en uzun boyluları olacaktır.”
İnsanlar yanına gelip ne kadar hayırlı ve faziletli olduğunu söylediklerinde O, başını önüne eğer, yanakları döktüğü gözyaşları ile ıslanmış bir halde kendisini şöyle tarif ederdi: ‘Ben sadece bir Habeşliyim... Ve daha düne kadar bir köleydim.’
Daha düne kadar bir avuç hurma karşılığında efendisinin sürülerini güden Habeşli siyah bir kölenin yeryüzünün dört bir yanında yediden yetmişe bütün müslümanların sevgilisi olması, ne büyük bir mucizedir. Öyle bir mucize ki, günde beş vakit minarelerden yükselen ezan sesleri, hatırımıza Resûlullah (s.a.v)'ın müezzini Bilâl (r.a)'i getirir.
Mü'minler, ezanı işittiklerinde bu onları eski günlere; İslam'ın ilk günlerine götürür. Bilâl ve arkadaşlarına demir zırhlar giydirilip çölün şiddetli sıcağında vücutlarının yağlarının eritildiği, üzerlerine konan kaya parçalarının akıllarını başlarından aldığı, ama kalplerinden imanlarını alamadığı günlere...
Bugün dünyanın her köşesinde sadece ‘Rabbim Allah'tır’ dedikleri için zulme uğrayan, işkence edilen, zindanlara atılan milyonlarca mü'min, o günleri yeniden yaşamanın heyecanını duyup, her biri bir Bilâl olmanın, Bilâl gibi yaşamanın mutluluğunu taşıyor.
Müslüman olmaktan başka hiçbir suçları olmayan, sömürü sistemlerinin bütün güçleriyle yok etmeye çalıştığı garip insanlar, ezan sesleri kulaklarını doldurduğunda kendileri gibi işkencelere mahkûm edilmiş Bilâl'i düşünürler. Sanki karşılarında Mekke'nin fethi günü Kâbe’nin üzerinde ezan okuyan Bilâl (r.a) vardır. Onlara hayat veren, zaferin, güzel günlerin yakın olduğunu müjdeleyen işte bu ezanlardır.
Uykunun en tatlı anında Bilâl'in bir hatırasıdır bizleri uyandıran. O'nun ‘es-salatu hayru'n-mine'n-nevm’ ‘Namaz uykudan daha hayırlıdır' sözünü sabah ezanlarına ekleten Efendimiz (s.a.v), Bilâl'i ne güzel de ebedileştirmiştir.
En sevdiği insanları kaybedenlerin üç-beş gün gözyaşı döküp, sonra acılarını unuttuklarını, hayata sımsıkı sarıldıklarını gördüğümüzde aklımıza Bilâl'i getirelim. Resûlullah (s.a.v)'ın ayrılığına dayanamayan, acısını hiç unutamayan Bilâl'in, her taşı toprağı Efendimiz (s.a.v)'i hatırlatıyor diye Medine'yi terkettiğini, yüreğindeki ızdırabın Resûlullah'tan sonra ezan okumaya izin vermediğini, Resûlullah'ın bülbülünün sustuğunu, matemler tuttuğunu, teselliyi cihad meydanlarında aradığını ve ancak vefat ettiği gün yüzünün gülebildiğini düşünelim. İşte ancak şimdi gerçek sevgiyi anlayabilir, sevdiğinden ayrı düşmüş bir yüreğin feryadını duyabiliriz.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi noktalarken, Resûlullah (s.a.v.)’a sevgi ve saygıyla dîn-i mübîn-i İslâm’a hizmette Bilâl-i Habeşî Hazretleriyle diğer ashâb-ı kirâmın gösterdikleri samimiyet ve sadâkatın benzerini sergilememiz temennisiyle sizleri sekiz dörtlükten oluşan ‘Müezzinler Pîri’ başlıklı şiirimle selamlıyor, hepimize saadet-i dâreyn niyaz ediyorum."
Konuşmanın sonunda Ayşe Doyuk, "Müezzinleri Piri" şiirini de okuyarak
MÜEZZİNLER PÎRİ
Özgürlük İslâm’ın ünlü ilkesi.
Kölelik sömürgecinin simgesi.
Lazımdır herkesin bunu bilmesi,
Bilâl gibi köleliği silmesi.
Teni siyah, kalbi kardan ak adam.
Râzı olsun ondan her zaman Hüdâm.
Rahmetle anılsın dünyada müdâm.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Ezilen ashâb-ı kirâmdan biri,
Bilâl oldu müezzinlerin pîri.
Firdevs-i âlâ Cennetteki yeri.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Zayıf bir köleydi, sabırda tekti.
İmânı uğrunda çok çile çekti.
Yılmadı, direndi, Allah bir dedi.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Asr-ı saadetin sevimli sesi.
Ezan okumaktı bütün hevesi.
Memnun etti nağmesiyle herkesi.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Mekke’nin fethinde Ka’be’ye çıktı.
Ezanı okudu, putları yıktı,
Gördüğü itibar küffârı sıktı.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Kulaklardan eksik olmasın sesi.
Kıyamete kadar sürsün nefesi.
Tüm müezzinlere geçsin hevesi.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.
Bugün müezzinler, hep onu izler.
İçlerinde sevgi, saygıyı gizler.
Ona Haktan rahmet dileriz bizler.
Müezzinler pîri Bilâl Habeşî.”
Program, sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Duadan GörüntülerKurs öğretmenleri Ayşe Doyuk ve Sema İşlak