Vakit Kılıç Gibidir; Sen Onu Kesmezsen, O Seni Keser
Vakfımızın yıllardır yürüte geldiği etkinliklerden biri de her ayın ilk Çarşamba günü gerçekleştirdiğimiz ‘Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü’ programı olup, dili Kur’ânlı ve kalbi imanlı olan dost ve kardeşlerimizle bir araya gelerek Yaradan’a yalvarıp yakardığımız önemli ve anlamlı bir programdır. Bu programın 46.sı ve Kasım 2022 ayı halkası olarak 2 Kasım 2022 Çarşamba günü üyelerimiz, öğrencilerimiz ve davamıza destek veren 70 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen ‘Vakit Kılıç Gibidir; Sen Onu Kesmezsen, O Seni Keser’ konulu toplantıydı.
Toplantıya teşrif eden misafirleri hürmet ve muhabbetle selamlayarak ibâdetlerinin makbul ve dualarının müstecab olması dileğinde bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, okunan 42 hatm-i şerif, 941 Yâsîn, 815 Mülk, 825 Nebe’, 560 Fetih, 90 bin 800 Ayet’el Kürsî, 14 bin 600 Fatiha, 56 bin 400 İhlas, 14 bin Felak, 14 bin Nass, 400 Amenerresulü, 190 Lâ Yestevî, 845 bin Tevhid, 669 bin 600 Salavat, 129 bin istiğfar, 6 bin Besmele, 6 bin La havle ve la kuvvete illa billah, 20 bin Esma’ül Hüsna, 160 bin Sübhanallahi ve bi hamdihi, 78 bin Yâ Şâfî, 1000 Elhamdülillah, 43 bin Lafza-i Celâl’in duasını yapıp sevabını ruh-u Resûlullah ile din ve devlet büyüklerimiz, şehitlerimiz ve katılımcıların yakınlarından ebediyete intikal edenlerin ruhlarına bağışladıktan sonra yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar!
Sağlık ve zaman, insan için en büyük iki zenginlik. Nitekim dünya ve âhiretteki bütün başarı ve mutluluk, bu iki nîmet sayesinde kazanılıyor. Ama insanoğlu, bunlara bedel ödemeden sahip olduğu için birçok kez kıymetini anlamadan kolayca israf ediyor. Sağlıklı vücudun değeri, ancak hastalık ânında, hattâ organlarda oluşan ilk ağrı hissedilince anlaşılıyor. Ömrün kıymeti ise, çoğu kez geçip gittikten, tamamıyla tükendikten sonra fark ediliyor. Tıpkı akşama eriştikten sonra geçip gitmiş olan sabaha dönmenin mümkün olmadığı gibi… Nitekim genişliği yerlerle gök arası kadar olan Cennet’i kazanmak için tek imkânımız, bu dünyada verilen sermaye, yani ömür...
Hz. Ali (r.a.)’in buyurduğu gibi, “Dünyada amel var, hesap yok. Âhirette ise, hesap var, amel yoktur.”
Zamanın önemi, Kur’ân-ı Kerîm’de de çok sık vurgulanır. Allah Teâlâ bizzat yemin ederek konuya farklı bir ihtimam gösterdiği âyetlerin içerisinde, akıp giden zaman da vardır: “Karanlığı ile etrafı bürüyüp örttüğü zaman geceye”, “açılıp ağardığı vakit gündüze”, “fecre”, “on geceye”, “kuşluk vaktine” ve “Asr’a” yapılan yeminler, bunlardan bazılarıdır.
Âlemlerin Rabbi’nin eksik veya yanlış söylemesi söz konusu dahî edilemezken, âyete yeminle başlaması, anlatılanlara daha fazla dikkat kesilmemiz ve yemin edilen şeyin değerini vurgulamak içindir. Bize rutin gelen gece ve gündüz, kuşluk ve asr vakitlerinin her bir saniyesi, Âlemlerin Rabbi’nin güç ve kuvvetini bildiren büyük değişimlerdir. Yine aynı şekilde fecr vakti ve Zilhicce’nin on gecesi, Allah indinde her bir saniyesinin çok kıymetli olduğu mûteber vakitlerdir. İsrâ Suresi’nin 12. ayet-i kerîmesinde şöyle buyrulmuştur:
“Biz geceyi ve gündüzü, kudretimizi gösteren iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyiniz. Yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alâmetini giderip gündüz alâmetini aydınlatıcı kıldık. İşte Biz her şeyi açıkça anlattık.
Beş vakit namaz, insan hayatının planlı ve verimli geçirilmesinin en önemli dilimlerindendir. Şahitli olan sabah namazı, müslümanın gün ağarmadan uyanması ve hayata başlamasını bildirir. Rutin olarak yapması gereken işlere sabah namazıyla birlikte başlayan kişi, akşam yatarken “Yetiştiremedim, gün yetmedi, vakit bulamadım!” gibi ifadeler kullanmaz. Hattâ günümüz gençlerinin sık kullandığı “Gece uykum gelmiyor, uyuyamıyorum!” ifadeleri de muhâl kalır. Nitekim sabah namazıyla hayata başlayıp uyanık kalan ve çalışan bir insan, yatsı namazını kıldıktan sonra dinleme ihtiyacı hisseder.
Âlemlerin Rabbi, gündüzü “maîşet”, geceyi “dinlenme vakti” olarak bildirmiştir. Öğle ve ikindi namazları, rızık telâşı içindeyken Rabbimiz’le hasbihâle ve dinlenmeye ayrılan özel vakitlerdir. Güneş’in kaybolma vakti olan akşam namazı, kulun tefekkür ve tesbihi artırıp geçirmiş olduğu gününün hakkında şikâyetçi değil, şefaatçi olmasını istediği vakitlerdir. Bu vesile ile akşam ve yatsı namazı arasını Kur’ân ve ilimle geçirmek sünnettir. Yatsı namazı ise, gününün bittiğini ve bedenini dinlendirmeye başlamasını bildiren îkaz hükmündedir.
Namaz vakitleri, Güneş’in hareketine göre dakikalarla belirlenmiş vakitlerdir. Müslüman da sermaye olarak verilmiş zamanını, tıpkı namaz vakitleri gibi dikkatli ve ölçülü geçirmek durumundadır. İmâm Şafiî Hazretleri, sohbetlerinde şöyle buyurmaktadır:
“-Sûfîlerle arkadaşlık ettim ve onlardan iki mühim prensip öğrendim; «Vakit kılıç gibidir. Sen onu kesmezsen, o seni keser.», «Nefsini Hakk’a yöneltirsen ne âlâ! Yoksa o seni bâtıla yöneltir.»
Müslümana düşen “İbnü’l-Vakt: Vaktin çocuğu” olarak yaşadığı dakikalarını şuurlu, verimli ve hakkını vererek geçirmek, ânı kaybetmemektir. Böyle yapılmadığı takdirde akıp giden zaman, boşa harcanmış ve ziyan edilmiş servet olmaktadır.
Dünya hayatındaki ânlık zamanın kıymetini bildiren şu tespit çok değerlidir: Bir ayın değerini erken doğum yapmış bir anneden sormak, bir haftanın değerini haftalık gazetenin editöründen sormak, bir saatin değerini buluşmak için bekleyen arkadaştan sormak, bir dakikanın değerini uçak, tren veya otobüsü kaçıran yolcudan sormak, bir saniyenin değerini kazadan kıl payı kurtulmuş birinden sormak, bir milisaniyenin değerini ise olimpiyatlarda gümüş madalya almış bir atletten sormak gerekir.
Nitekim saniyelik kayıp sonunda yaşanan hüsran, kolay kolay telâfi edilemez. Hasan Basrî Hazretleri bunu şöyle tarif eder:
“Ey Âdemoğlu! Sen günlerden, yani zamandan ibaretsin. Bir gün geçince senin bir parçan da gitmiş demektir.”
Ömür, sınırlı bir zaman dilimidir ve yalnızca Allah Teâlâ’ya kulluk ve taat maksadıyla var edilmiştir. Ama nefs ve şeytanın dürtüleri, dünya ve dünyalıkların çekici kılınmasıyla insanoğlu, çok çabuk aldanmaktadır. Sanki ebedî yaşayacakmış gibi bütün zamanını dünyevî kazanç getiren çalışmalara verip eğlence ve mutluluk adı altında kendisine takdir edilen ömür sermayesini tüketmektedir.
İmam Gazâlî Hazretleri şöyle demiştir:
‘Oğul! Farzet ki bugün öldün. Hayatında geçirdiğin gaflet anlarına ne kadar üzüleceksin. Âh, keşke diyeceksin. Lâkin heyhât! Her mü’min, sabah namazını kıldıktan sonra kendisine şu hatırlatmalarda bulunmalı:
Benim sermâyem ömrümdür. Ömrüm gidince sermayem de gider ve artık kazanma imkânım kalmaz. Bu başlayan gün, yeni bir gündür. Allah Teâlâ bugün de bana müsâade ederek ikramda bulundu. Eğer canımı alsaydı, elbette bir günlüğüne de olsa dünyaya geri gönderilip çokça sâlih ameller işlemeyi temennî edecektim. Şimdi farz et ki öldün ve bir günlüğüne dünyaya dönmene izin verildi. O hâlde bugün günahlara katʼiyyen yaklaşma! Sakın ola ki bugünün bir ânını bile boşa geçirme. Zira her nefes, paha biçilemeyen bir nîmettir.’
Hasan-ı Basrî Hazretleri şöyle demiştir:
‘Öyle insanlar gördüm ki, sizin dirhem ve dinarlara karşı olan hırsınızdan daha ziyade vakitlerini değerlendirmeye hırslı idiler… Ey Âdemoğlu! Sen günlerden, yani zamandan ibâretsin. Bir gün geçince senin bir parçan da gitmiş demektir.’
Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri der ki:
‘Dünyanın bir günü, âhiretin bin senesinden daha hayırlıdır. Çünkü dünyanın bir gününde rızâ-yı ilâhîyi tahsil etmek imkânı vardır. Âhirette ise dünyadaki gibi amel-i sâlihler yapıp da kazanma imkânı yoktur. Orada sadece hesap vardır.’
Abdullah İbn Mes'ud (r.a.) şöyle demiştir: ‘Üzerine güneşin battığı, ömrümün eksildiği, ancak amelimin artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık kadar başka bir şeye pişmanlık duymadım.’
Ebû’d Derdâ (r.a.) şöyle demiştir: ‘Âdemoğlu! Yere ayağınla basabildiğin kadar bas, yakında o senin kabrin olacaktır. Âdemoğlu! Senin hayatın günler demektir. Her bir gün geçince bir parçan gider. Âdemoğlu! Anandan doğduğun günden beri ömrün bitip durmaktadır .’
Abdulfettah Ebu Gudde şöyle demiştir:
‘Zaman, insanın sahip olmuş ve olabileceği en büyük nimetlerden biridir. Hakeza “Üç şey geri gelmez; ağızdan çıkan söz, yayından atılan ok, geçen zaman.’
‘Geçen vakti kaybettiğine üzülmekle meşgul olmak ayrı bir vakit öldürmedir.’
Ebû Said el-Harrâz şöyle demiştir:
‘Geçen vakitle meşgul olmak ikinci bir vakti zayi etmektir.’
Şumayt ibni Aclân da diyor ki:
‘Mü’min nefsine şöyle demelidir: Ömür üç gündür: Dün içindekilerle beraber geçip gitti. Yarın ise sadece bir emeldir. Muhtemelen ona yetişemeyeceksin. Eğer yarına çıkacaksan, yarın zaten kendi rızkıyla birlikte gelecektir. Ancak yarının önünde (değerlendirilmesi gereken) bir gündüz, bir de gece bulunmaktadır ve pek çok nefis bu ikisinde ölüp gitmişlerdir. Belki sen de aynı akıbete uğrayacaksın. Yaşanılan günü düşünmek yeter.’
Akıllı insanların elde etmek için uğraşması gereken en değerli şey vakittir. Vakit bir ganimettir ve içindeki fırsatlar servet bilinmeli, kapılmaya çalışılmalıdır. Hayatta sıkıntılar çoktur ama vakitler de hızlı geçip gitmektedir.
Şihabuddin Ahmed Farfûr, o anda bir şeyler okuyan babası Muhammed Salih Farfûr’a sorar: ‘Boş vakitlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?’ Babası başını kaldırır ve ‘Boş vakit dediğin ne ki?’ diye sorar ve okumasına devam eder. Çünkü onların hayatında ‘boş vakit’ diye bir kavram yoktu. Kaldı ki Rabbimiz de bir iş bitirildiğinde hemen diğerine geçilmesini tavsiye etmektedir (İnşirah Suresi, 7). Bunun anlamı ise Müslümanın hiçbir şey yapmadan geçireceği bir zamanın olamayacağıdır.
Zamanın, muayyen, belirlenmiş, sınırlandırılmış olanlarına “vakit” denilir. Yıl, mevsim, ay, hafta, gün, sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı... Ömrümüz, hayatımız muayyen. Nefeslerimiz sayılı... Ecel gelmeyince kimse ölmez.
Zaman izafi bir kavram. Bizim için “bugün” başkası için dün, yarın olabiliyor. Bugünümüz de dünümüzün yarını... Allah Teala zaman içinde zaman yaratır. (Kehf ashabı, Hz. Üzeyir olayı, rüyalarımız...) Güneş, ay ve dünya gezegenlerinin düzenli, ölçülü, şaşmaz, hesaplı hareketleriyle, biz; zaman, vakit kavramlarını bilebiliyor, algılayabiliyoruz. Bunun gibi bu düzenli hareketler olmasa biz hesabı, matematiği, cebir, geometri, fizik, astronomi kavramlarını nasıl bilebilirdik?!
Mutluluğumuzda çabuk geçen, sıkıntılarımızda yavaş geçen süreç... Rabbimiz katında bugün yarın geçmiş gelecek yok. Hepsi bir. Dünyadaki zaman algısıyla ahiretteki farklı.. Hastalandığımızda sağlık nimetimizin farkında olsak da, zaman nimetinin değerini fark edememe gafletindeyiz. Sınırlı ömür/zaman/vakit sermayemizle hep alışverişteyiz. Onu vererek karşılığında ne alıyoruz? Kâr mı ediyoruz, zarar mı?
Ecdat, “Vakit, nakittir” demiş; ancak nakit sonradan kazanılabilse de, giden zaman (vakit) akarsu gibi geri dönmez ki. “Her nefes son nefestir” bilinciyle yaşamak ne kadar mümkün?!
Değerli olan “zaman” nimet ve emanetini daha değerli, önemli şeylerde harcamak, kullanabilmek akıllıların işidir. Emanet ve nimetlerin yerinde, zamanında kullanılmaması, Rabbanî ölçü dışına çıkılması israftır.
İsraf; gereksiz, ölçüsüz, yersiz harcamaktır. Ve de haramdır. Şeytan arkadaşlığıdır. Ne yazık ki, tüm emanet/nimetlerde israfa batmışız. Paramızı, sağlığımızı, organlarımızı vb. zamanımızı, ömrümüzü israftayız... Zamanımızı iyiliklerle doldurmak yerine, onu değerlendirmiyor, hatta kötülüklerde israf edebiliyoruz. Kâr yerine zarar... Ne büyük gaflet...
Bizi/her şeyi zamanı da yaratanla meşgul olamamak, O’nun (C.C.) yarattıkları, hatta yasaklarıyla meşgul olmak aymazlığı, gafleti nerdeyse nefesimizi kesiyor. Gafletle boğuluyoruz. Sonra da huzur arıyoruz: Servette, şöhrette, siyasette vb. bulamayız. “Kalpler ancak zikrullahla huzura kavuşur” (Rad/28). “İman edip, salih amel işleyenlere güzel bir hayat var” (Nahl/97).
Ömür/zaman sermayesini yararlı davranışlarla değerlendirenler ancak zarardan kurtulabilirler. Aldığımız şey verdiğimizden daha değerli nasıl olabilir? Sonuçta dünyayı gurbet sayarak ömrü ve dünyalıkları ahireti kazanmak çabasıyla kullanıp, dünyayı araç, ahireti amaç edinenler, arzusu, tercihi ve önceliği ahiret olanlar, dinini, ahiretini dünyalıklara satmayanlar, cennet karşılığında canlarını satanlar kazançlı olurlar.
Ömrümüzü Allah Teâlâ’nın rızasına erdirecek, Cennetine girdirecek ve Cemalini gördürecek duyarlı ve dirâyetli davranışlarla değerlendirmemiz temennisiyle sözlerimi noktalarken, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Kur’ân yolunda birlikteliğimizin devamını diliyorum.”
Program, katılımcılara sunulan çorba, pide, ayran ve mandalinadan oluşan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Duadan Görüntüler