Vefatının 1203. Yılında İmâm-ı Şâfiî
Din ve devlet büyüklerini ölüm yıldönümlerinde minnet, mağfiret ve hürmetle anarak ruhlarına rahmet dilemeyi güzel bir gelenek hâline getiren YOYAV, dört ehl-i sünnet mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinin önderi olan İmâm-ı Şâfiî’yi vefatının 1203. yıldönümü dolayısıyla 20 Ocak 2023 Cuma günü düzenlediği bir anma programı ile yâd etti.
Toplantıya katılan davetlileri sevgi ve saygıyla selamlayarak, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileten YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmasında şunları söyledi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
İlim, irfan ve ihlas ehli büyük âlimlerden olan İmâm-ı Şâfiî Hazretlerini, vefatının 1203. yıldönümü dolayısıyla rahmet ve mağfiret niyazıyla anmak amacıyla düzenlediğimiz toplantıya katılarak, bizimle birlikte olma incelik ve yüceliğini gösteren güzîde heyetinizi en içten ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sağlık ve saadette dâim olmanız temennisiyle sözlerime başlarken, gösterdiğiniz ilgi ve ihtimamdan dolayı şükranlarımızı sunuyor, andığınız gibi anılan duyarlı ve dirâyetli insanlardan olmanızı diliyorum.
İmâm Şâfiî, ilim dünyasının en büyük âlimlerinden olan İmâm Ebû Hanîfe’nin vefât ettiği yılda dünyaya gelmiştir. Çok sonraları insanlar, ‘O gün bir imam öldü, bir imam doğdu’ diyerek bu durumu dillendirmişlerdir.
İmâm A’zâm’ın vefâtı, ilim dünyası adına ne kadar büyük bir kayıp olmuşsa, İmâm Şâfiî’nin doğumu da ilim dünyası için o kadar büyük bir kazanç olmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den sonra, Müslümanların yolunu aydınlatan âlimlerin gelmesi, hiç şüphesiz Allah Teâlâ’nın bu ümmet üzerindeki en büyük lütuflarından biridir.
Müslümanlar dinî vecîbelerini yerine getirebilsin diye gerekli olan tüm meseleleri, Kur’ân ve Sünnetten çıkarıp ümmetin istifâdesine sunan bu büyük insanlar, Allah yolunda cihâd eden mücâhitler misali, âhiret saadetine giden yoldaki engelleri kaldırmak için kalemleriyle cihâd etmişlerdir. Peygamberlerin vârisleri olan bu güzîde insanlar, ilimden aldıkları hazzı ganimet bilmiş ve hayatlarını bu yola adamışlardır. İlim uğruna bin bir meşakkat içerisinde yaptıkları ilim seyahatlerinden sonra, ebedî hayata irtihal ederlerken, geride bıraktıkları tek miras, Resûlullah (s.a.v.)’dan emanet olarak aldıkları ilim olmuştur.
Bu seçkin insanlardan biri olan İmâm Şâfiî, iki yaşında babasını kaybedince, annesi tarafından Mekke’ye götürülmüştür. Annesinin de teşvikiyle daha küçük yaşlardayken ilim meclislerinde bulunmuş, yedi yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i, on yaşında İmâm Mâlik’in hadîs kitâbı Muvattâ’ı ezberlemiş, 13 yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i tefsir etmeye, 20 yaşında da fetva vermeye başlamıştı.
Genç yaşlarda Arapçanın önemini kavrayan İmâm Şâfiî, Arap dilini daha iyi öğrenebilmek için Arapçayı oldukça fasih konuşan, Benî Huzeyl Kabilesi’ne gitti. Burada on yıl süren bir eğitim alırken, bir yandan Arapçayı ve Arap şiirini, diğer yandan atıcılığı ve biniciliği öğrendi. Bir gün bu hususu anlatırken şöyle demişti:
‘Huzeyl kabilesinde kaldığım on yıl boyunca ok atmayı çok iyi öğrendim. Öyle ki attığım on oktan dokuzu isabet ederdi.’
Mecliste bulunanlardan biri ayağa kalktı ve: ‘Ey imam! Vallahi senin ilimdeki maharetin, atıcılıktaki maharetini geçmiştir’ diyerek, İmâm Şâfiî’nin ilimdeki yüce mertebesini ifade etmiştir.
İmâm Şâfiî, Arap şiiri konusundaki en büyük tecrübelerini bedevîler içinde geçirdiği bu günlere borçludur. Öyle ki, cahiliye devrini ve ilk dönem İslâm edebiyatını bilen meşhur âlim el-Asmaî dahi Huzeyl Kabilesi’nin şiirlerini İmâm Şâfiî’ye okuyarak tashih edecek ve İmâm Şâfiî’nin şiir bilgisine hayran kalacaktır.
İlim, ibâdet ve ihlasta zirve şahsiyet İmâm Şâfiî, tefekkür ve duygu derinliğine sahip hikmetli sözlere duyulan ihtiyacı şöyle ifade ederdi:
‘Toprağın canlılığı, sükûnet içinde yağan yağmurlar iledir. Nefislerin canlılığı da arzu ve iştiyâklardadır. Kalplerin feyiz ve rûhâniyet canlılığı ise, hikmetli sözler ile kıvam bulur.’
Hayatını ilme adayan İmâm Şâfiî’nin ilme olan iştiyâkı, O’nu zamanının en büyüklerinden biri kılmıştı. O, ilmin ve âlimin değerini şu mısralarla ifade etmişti:
İnsan âlim doğmaz, bunu bilmeli,
İlme yoldaş olan hiç cahile benzer mi?
Bir kavmin büyüğü, sahip değilse ilme,
Küçüktür, kalabalıklar etrafını sarsa.
Eğer âlimse kavmin küçüğü,
Büyüktür, insanlar yüz çevirse de.
İmâm Şâfiî, nesep olarak Ehl-i Beyt’e yakındı. Kureyşli bir anne babanın çocuğu olan İmâm Şâfiî; ‘Ali bin Ebi Tâlib amcamdır, teyzemin oğludur’ diyerek kendisini tanıtmaktadır. Ehl-i Beyt’e olan sevgisi, Necrân kadılığı döneminde Abbasî yönetimini ürkütmüş, Harun Reşid’e; ‘O, diliyle, savaşçıların kılıçlarıyla yapamadığını yapıyor’ sözleriyle şikâyet edilmişti. Râfizîlikle ithâm edilen İmâm Şâfiî’nin uğradığı sıkıntılar, Ehl-i Beyt sevgisini azaltmak şöyle dursun, O’na şu mısraları yazdırmıştı:
Ali’yi övsek, Râfizîyizdir câhillerin zannında.
Ebû Bekr’in faziletini anacak olsak,
Ehl-i Beyte düşmanlık ediyor derler.
Her ikisini de seveceğim ömrüm oldukça
Toprağın altına girene kadar.
Ehl-i Beyt düşmanı da Râfizî de deseler…
İmâm Şâfiî’nin hayatı genel hatlarıyla böyledir. Arap edebiyatçıları henüz İmâm Şâfiî’nin şiirleriyle ilgili müstakil bir el yazmasına rastlayamadılar. Çünkü İmâm Şâfiî, şiirlerini kendisi yazmamıştır. Ders halkalarında ders anlatırken, yaşadığı bir hadiseyi yorumlarken, kendi dönemindeki yaşantıyı anlatırken söylemiş olduğu şiirler, talebeleri tarafından kayda geçirilmiştir.
Mezhep imamlarının birbirine karşı besledikleri muhabbet, meleklere parmak ısırtacak cinstendi. Tam da burada, iki büyük mezhebin, iki büyük imamı arasında karşılıklı bir konuşma havasında geçen şu şiirleri zikretmek yerinde olacaktır:
Sâlihleri severim ama onlardan değilim.
Belki bu sevgimden dolayı, şefaate ererim
diyen tevazu âbidesi İmâm Şâfiî’ye, kendisine talebelik yapmış büyük imam, Ahmed bin Hanbel, şu muhabbet dolu mısralarla cevap vermiştir:
Sâlihleri seversin ve sen de onlardansın.
Allah seni tüm belalardan muhâfaza etsin.
Bu muhabbetten nasibini alamayan kavme vahlar olsun…
Mezhep taassubu yapanlara tokat mahiyetinde, altın harflerle yazılması gereken İmâm Şâfiî’nin İmâm Ebû Hanife ile ilgili olup, O’nun lahdi üzerindeki şu mısraları da takdire şâyândır:
Ülkeleri ve halklarını süsledi,
Müslümanların imamı Ebû Hanife.
Hükümlerle, hadislerle, fıkıhla,
Zebur ayetleri gibi sayfa üstünde.
Ne benzerini gördü doğu
Ne batı ve ne de Kûfe.
Sonsuza dek üstüne olsun
Rabbimizin rahmeti,
Yazdıkları okunduğu müddetçe.
‘İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’nin ailesidir’ diyerek övdüğü bu büyük imâma beslediği o derin muhabbeti, işte böyle ifade ediyordu İmâm Şâfiî…
İmâm Şâfiî, İmâm Azam Ebu Hanife ve O’nun talebesi İmâm Muhammed hakkında şöyle demiştir:
‘İnsanlar Irak âlimlerinin, Irak âlimleri Kûfe âlimlerinin, Kûfe âlimleri de İmâm-ı A’zam Ebu Hanife’nin çocuklarıdır.’
‘Allah Teâlâ ilimde bana iki kişi ile yardımda bulundu. Hadiste İbni Uyeyne, fıkıhda İmâm-ı Muhammed. Yine ilimde ve dünyalıkta İmâm-ı Muhammed kadar bende hakkı olan kimse yoktur. O’ndan öğrendiklerimle bir deve yükü yazı yazdım. O olmasaydı, ilimden bana bir şey ulaşmazdı.’
Ayrıca İmâm Şâfiî, Bağdad’a girdiği gün, ilk işi Ebu Hanife’nin kabrini ziyaret etmek olmuştu. Sabah namazında o makamda bulunmuş, namazda Kunutları okumamıştı. Halbuki kendisi sabah namazında Kunut duasının okunmasını söylerdi. ‘Neden sabah namazında kunut duası okumadığı’ sorulduğunda, ‘Ben İmâm Ebu Hanife’nin söylemediği şeyi yapmaktan utandım. Bu sebeple böyle davrandım.’ demiştir.
Onuru takvâda arayan bu büyük imâmın şiirleri, bu dünyadan başka bir dünyaya yolculuk eden insana, candan bir yoldaş olacaktır. Bu şiirleri çok seveceksiniz. Çünkü yüzyıllar öncesinde de insan aynı insandı ve İmâm Şâfiî, hiçbir yapmacıklığa kaçmadan, bütün yalınlığıyla bu insanı anlatmaya çalışmıştı. İnsana yoldaş olacak bu mısraları, yalnızca bir şiir olarak değerlendirmek büyük bir eksiklik olur.
Zira İmâm Şâfiî gibi yalnız yaşadığı çağda değil, günümüzde de kitleleri peşinden sürükleyen bir âlimin, ‘erdemli bir insan’ın oluşumu için önerdiği reçetelerin değeri çok büyüktür. Bu reçetelerin şiir diliyle yazılması öğüdün acılığını gidermekte, samimiyetle derinliğin birleştiği bu mısralar bugün dahi kolaylıkla ruhumuza nüfuz edebilmektedir. Öte yandan bu klasik öğütlerin yanı sıra öyle modern imgelere rastlayacaksınız ki, İmâm Şâfiî’nin dil becerisine ve zekâsına hayran olacaksınız. O hâlde buyurun aralayın kapıyı; İmâm Şâfiî sizi bekliyor…
‘Katılaşınca Kalbim ve Daralınca Yollarım’ şiirinin çevirisi:
Katılaşınca kalbim ve daralınca yollarım;
Yalvarışımı affına merdiven kılarım.
Büyüklendi bana günahım, ama affınla karşılaştırınca
Ey Rabbim; daha büyük geldi affın.
Ârif ve ihtiyatlı olanın akıttığı (yaşlar) yalnız Allah’adır.
Muhabbeti taşar da kan döker göz kapakları.
Gece karanlığını yayınca, korkusundan,
(Ârif) yas tutar nefsine.
Rabbini zikrettiğinde güzeldir ifadeleri,
Başka şeyler konuşurken insanlarla, dönmez dili.
Ve gençliğinden geçip giden günleri anar,
Câhillikle işlediği suçların da olduğu (anıları).
Gündüzünde kaygılarla dost olur,
Hizmet eder gece karanlığında efendisine.
Şöyle der: ‘Ey sevgili, sensin dileğim ve gayem,
Emel ve ödül olarak ümit edenlere yetersin.
Beni doyuran ve bana yol gösteren sen değil miydin?
Hâlâ da bana karşı nimetini bolca verir, lütufta bulunursun.
İhsân sahibinden umarım küçük kusurlarımı bağışlamasını,
Büyük günahlarımı ve işlediğim suçları da örtmesini.’
‘Bırak, Günler Dilediğini Yapsın’ başlıklı bir şiirinde de:
Bırak, günler istediğini yapsın.
Kader bir hüküm verdiği zaman da gönlünü hoş tut.
Gecelerin dertleri için sızlanma.
Çünkü dünya dertlerinin kalıcılığı yoktur.
Musîbetlere karşı metin bir adam ol.
İnsanlar seni vefâ ve hoş görün ile tanısın.
Yaratılmışlar içinde ayıpların çoğaldıysa,
Ve onların örtülmesi seni sevindirirse,
Cömertlik örtüsüne bürün, çünkü her kusuru,
-Söylendiği üzere- eli açıklık örter.
Düşmanlarına aslâ zayıflık (zillet) gösterme.
Çünkü düşmanların bunu kullanması beladır.
Bir cimriden de hoş görü bekleme.
Cehennemde susamışlar için su yoktur.
Teenni (acele etmemek) senin rızkını azaltmaz.
Acele edip strese girmek de rızkı artırmaz.
Ne hüzün devamlıdır, ne de sevinç.
Ne üzerindeki darlık, ne de bolluk.
Eğer kanaatkâr bir kalbe sahip olursan,
Sen ve dünyalara sahip olan eşit olursunuz.
Sahasına ölümler inen kimseye gelince,
Onu artık ne yer koruyabilir ne de gök.
Allah’ın arzı geniştir, fakat,
Kader (ecel) gelince fezâ bile dar gelir.
Bırak, günler her an gaddar olsun,
Nasılsa ölüme fayda verecek ilaç yok.
Ezberinin iyi olmadığını hocası Veki’a arz etmesi ile O’nun verdiği cevabı içeren şiirinde şöyle demişti:
‘Veki’a ezberimin iyi olmadığından yakındım,
Bana, günahları terk etmemi söyledi.
Bildirdi ki ilim nurdur.
Allah’ın nurundan nasiplenemez âsî.’
‘İlmi Hakedene Ver’ başlıklı şiirinin de çevirisi şöyledir:
İnci mi saçayım, davar sürüsü içinde.
Koyun çobanlarına edebiyat mı düzeyim.
Ömrüme andolsun ki,
Bir beldenin şerriyle yok olsam da,
Zâyi edecek değilim.
Paha biçilmez sözleri aralarında
Aziz Allah lütfuyla kolaylaştırıp,
Rast getirirse beni ilim ve hikmet ehline,
Faydalıyı vereceğim, sevgilerine bedel.
Bu olmazsa gizleneceğim,
Bilgilerimle beraber.
Câhillere ilim veren onu zayi etmiştir.
Kim de esirgerse ilmi hak edenlerden,
Kendine zulmetmiştir.
‘Bizim Ayıbımız’ başlıklı şiirinde de şöyle demişti:
Zamanı kınıyoruz, oysa ayıp bizdedir.
Zamanın bizden başka yoktur ayıbı.
Hicvediyoruz günahsızken zamaneyi,
Dili olsaydı, zaman bizi hicvederdi.
Kurt kurdun etini aslâ yemezken,
Göz göre göre yiyoruz birbirimizi.
Aldatmak için bürünüyoruz kuzu postuna.
Vay hâline bize sataşmaya gelenin.
Dinimiz; yapmacıklık ve riya.
İşimiz aldatmak bize bakanı.
‘Gam’ başlıklı şiirinin çevirisi de şöyledir:
Ne zenginlik içinde olan bilir fakirliğin tadını,
Ne sağlam bedenli, biri hasta gibidir.
Ne yoksulluklar vardır ki, örtülüdür üstü onurla,
Ne zaruretler memnuniyet altında gizlidir.
Bir tebessüm ki, altında hazin bir kalp yatar.
Bir gam uğrar ki ona, göremez kimse.
İnsanları toplar, denk oluşları birbirlerine.
Fakat gam ayırır ve hiç kimse,
Yakasını kurtaramaz ondan.
Karartsaydı eğer elbiseleri o gam,
Bulamazdın bir yerde hiç beyaz elbiseli.
İnsan gamını saklamak istiyorsa,
Kendine bile görünmemeli.
YOYAV’ın 18-24 Mart 2007 tarihleri arasında düzenlediği Mısır gezisinde gezi grubu, 21 Mart 2007 Çarşamba günü İmâm-ı Şâfiî’ Türbesine giderken.
İmâm Şâfiî 150 H. (767 M.) senesinde Gazze’de dünyaya gelmiş, 204 H. (820 M.) tarihinde Mısır'da 54 yaşında vefat eden büyük müçtehidimizdir. Hayatını hep tefekkürle değerlendiren bu büyük müçtehidimiz bir sabah namazından sonra evine doğru yine derin bir tefekkür içinde yürürken, yaklaşan biri:
- ‘Efendi Hazretleri, derin düşünce içinde görüyorum sizi, bir sıkıntınız mı var yoksa?’ diye sorar. Hazret-i İmâm:
- Her sabah benden istenenleri düşünüyorum da, onun için dalgın yürüyorum, der.
Adam merak eder:
- Her sabah sizden istenenler nedir? Neleri düşünüyorsunuz böyle derinden?
- Her sabah yeni bir güne başlarken benden şu sekiz şeyin istendiğini düşünüyorum, diyen Hazret-i İmâm saymaya başlar her sabah istenen sekiz şeyi:
1- Rabb'im, benden farzlarını istiyor.
2- Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) benden sünnetlerini istiyor.
3- Aile ve çocuklarım benden helal nafakalarını istiyor.
4- İmanım ve aklım benden Rabb'imin emirlerine uymamı istiyor.
5- Nefsim ve şeytanım da benden kendilerine uymamı istiyor.
6- Her an amelimi yazan melekler de hep sevap yazdırmamı istiyor.
7- Her doğan güneş bir gün daha yaşlandığımı hatırlamamı istiyor.
8- Her sabah Azrail de kendisine bir gün daha yaklaştığımı düşünmemi istiyor.
Hazret-i İmâm:
- İşte der, her sabah bu istekleri düşünerek yürüyorum bu yollarda. Dalgın görünüşümün sebebi bu isteklerdir. Soru sahibi:
- Ya İmâm der, bunlar sadece sana mı soruluyor, yoksa bana da soruluyor mu bu sorular her sabah? Hazret-i İmâm tebessüm ederek cevap verir:
- Ben kendime her sabah bu soruların sorulduğunu tespit ettim, belki sana da soruluyordur bu sorular. İstersen kafanı gereksiz konulardan temizle de bir de sen düşün bu soruları!
Adam bir an düşünceye dalar. Çok geçmeden başını sallayarak cevap verir:
- Evet ya İmâm der, bu sorular sadece sana değil bana da, hattâ her sabah günlük hayatına başlayan herkese sorulan sorulardır. Bu önemli soruların her sabah bana da sorulduğunu düşündürdüğün için teşekkür ederim. Meğer biz ne kadar gaflet içinde yürüyormuşuz yolumuzda da haberimiz yokmuş...
- Ne dersiniz, kafası gönlü gereksiz olaylarla istila ve işgal edilmiş bizlerden de her sabah böyle sekiz şey istendiğini düşünüyor muyuz? Mesela her sabah bizden de:
- Rabb'imiz farzlarını, Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) sünnetlerini, aile ve çocuklarımız da helal nafakalarını istiyorlar mı? Akıl ve imanımız kendilerine tabi olmamızı, nefis ve şeytanımız da asıl kendilerine uymamızı telkin ediyorlar mı? Amellerimizi yazan melekler de hep sevap yazdırmamızı bekliyorlar mı? Güneşin her doğuşu, bir gün daha yaşlandığımızı, Hazreti Azrail'e bir gün daha yakınlaştığımızı düşünmemizi istiyorlar mı?
Ne dersiniz, her sabah günlük hayata başlarken, bunları düşünmek bizim de aklımıza gelmeli mi?
Yoksa boş ver mi diyor, malum tekerlemeyi tekrar edenlere biz de mi katılıyoruz: ‘Ayağını sıcak tut, başını serin; hayatını yaşa, düşünme derin’ mi diyoruz?
Öyle ise gelin, kafamızı kalbimizi günlük olayların istila ve işgalinden birazcık kurtaralım da, Hazret-i İmâm'dan istenen sekiz şeyin her sabah bizden de istendiğini düşünelim mi? Ne dersiniz?
‘Âlimlerin güzelliği, nefislerini ıslah etmeleridir. İlmin süsü, şüpheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup sertlik göstermemektir’ diyen İmâm-ı Şâfiî hocalarına hürmeti, öğrencilerine de şefkat ve merhameti ilke edinmişti.
Bu cümleden olarak talebelerinden biri olan Yunus ile müzakere yaptığı bir meselede ihtilafa düşer. Öyle ki talebesi öfkesinden dolayı dersi terk eder ve evine gider. Akşam olunca Yunus kapısının çalındığını fark eder.
‘Kim o?’ der.
Kapıdaki kişi,
‘İmâm-ı Şâfiî’ der.
Yunus, kapıyı açar, İmâm Şâfiî’nin kapıda beklemekte olduğunu görür ve hocasının ayağına kadar gelmesine şaşırır.
İmâm Şâfiî kapıyı açan talebesi Yunus’a şunları söylemiştir:
1-Ey Yunus! Bizi birleştiren yüzlerce mesele dururken, bir mesele mi bizi ayıracak?
2-Ey Yunus! Yaptığın ve üzerinden geçtiğin köprüleri yıkma. Bir gün o köprüden geri dönmen gerekebilir.
3-Ey Yunus! Hatadan nefret et ama hataya düşenden nefret etme.
4-Ey Yunus! Bütün kalbinle günaha öfkelen ama günahkâra acı, ona merhamet göster.
5-Ey Yunus! Sözü eleştir ama sözü söyleyene saygı göster.
6-Ey Yunus! Görevimiz, hastalığı tedavi etmektir, hastayı yok etmek değil.
YOYAV gezi grubu, 21 Mart 2007 Çarşamba günü İmâm-ı Şâfiî’ Türbesinde.
İmâm Şâfiî’nin meşhur sözlerinden bir kaçı şunlardır:
‘Allah Teâlâyı bilen necat (kurtuluş) bulur. Dininde titizlik gösteren, kötülüklerden kurtulur. Nefsini ıslah eden saadete kavuşur.’
‘Yeryüzünde büyüklenerek yürüme. Çünkü, bir müddet sonra bu yer, seni de içine çekip alacaktır.’
‘İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbını razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.’
‘Ey insan, dilini muhafaza et, seni sokmasın. Çünkü o, büyük bir yılandır. Kabirlerde, kahraman ve cesur kimselerin bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinip, dilinin kurbanı giden nice kimseler vardır.’
‘Hiç bir vakit yoktur ki, ilim mütalaası, hüzün ve kederi yok etmesin, ilmî mütalaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır.’
‘Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Madem ki böyledir, o halde Allah Teâlâ’ya itaat edenlerle beraber bulun, onları sev.’
‘İlmi, kibirlenmek, kendini büyük görmek için isteyenlerden hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur.’
‘Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünya) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır.’
‘Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez.’
‘Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimidir.’
‘Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır.’
‘Sefih ve câhil bir kimse konuşunca ona cevap verme. Sükût, ona cevap vermekten daha hayırlıdır.’
‘İbret almak istersen, hatâ sahibi kişilerin âkibetlerine bak da kalbini topla.’
‘Öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehaletin zilletini yudumlar.’
‘Kendini hak ile meşgul etmezsen, batıl seni işgal eder.’
Kıymetli kardeşlerim!
İlmî, edebî ve ahlakî yönlerini anlatıp aktarmaya çalıştığımız merhum İmâm Şâfiî’nin 24.2.2007 tarihinde Mısır’a gerçekleştirdiğimiz gezimizde Kahire’nin Mukattana mevkiindeki Kurafe kabristanında bulunan türbesini ziyaret ederek, okuduğumuz Fatihaları ruhuna armağan etmiş ve çektirdiğimiz resimlerle bu ziyaretimizi belgelemiştik.
Selahaddin Eyyûbî’nin İmâm-ı Şâfiî’ Türbesinin kubbesinin tepesine koydurduğu bronz gemi maketi.
Türbesinin kubbesinde bulunan bronz gemi maketini buraya koyduran Selahaddin Eyyûbî’ye nedeni sorulduğunda: ‘Bu kubbenin altında bir ilim okyanusu olduğunu insanlar bilsinler istedim.’ dediğini öğrenmiştik. Allah Teâlâ’nın bizleri O okyanustan faydalananlardan kılmasını dileyerek sözlerimi noktalarken, ruhunun şâd, mekânının Cennet ve makamının yüce olmasını niyaz ediyor, sizleri on bir dörtlükten oluşan ‘İmâm Şâfiî’ başlıklı şiirimle selamlıyorum.
İmâm Şâfiî’
Büyüklerden biri İmâm Şafiî
Resûlullah olsun onun şâfii
Görüşüyle amel etsin tâbii
Sevenleri olsunlar müdâfii
Gazze’den ayrıldı, Mekke’ye vardı.
Küçük yaşta Kâbe kendine kârdı.
Mecâlis-i ilme ilgisi vardı.
Ulemâya yâr, cühelâya ağyardı.
Yedi yaşta oldu hâfız-ı Kur’ân.
İlimle uğraştı, her gün ve her an.
Boş yere geçirmedi hiçbir zaman.
Yetişti ve oldu bir ehl-i irfân.
Hünerli bir insan, şuurlu şair,
Dilde ve şiirde oldu çok mâhir.
Bilgide bahirdi, şöhrette zâhir.
Görüşleri güçlü, görkemli fâkir.
Şiirde şöhretti, şuurda şûra.
Hadiste hüccetti, tefsirde derya.
Fıkıhta fâikti, fikirde ferdâ.
Delil getirmede kalmadı zorda.
Başvurduğu kaynak başta Kur’ân’dı.
Sünnete sarıldı, ona dayandı.
İrşaddan amacı, olgun insandı.
Bıraktığı miras ilim, irfandı.
Bilginleri sever ve över idi.
Cahilleri yerer ve kınar idi.
Bilgi, sahibine sâdık yâr derdi.
Bilgisizlik insan için âr derdi.
Ebû Hanife’ye hürmet ederdi.
Ziyaret için kabrine giderdi.
Hayırla yâd eder, rahmet dilerdi.
Müslümanların imamıdır derdi.
Hayat boyu cehâletle savaştı.
Mekke, Medine, Mısır’ı dolaştı.
Araştırdı, inceledi, uğraştı.
Engelleri aştı, hakka ulaştı.
Ecel gelip ömrü bulunca hitam,
Hakk’a yürüdü, halka verdi selam.
Şu sözüyle eyledi hatm-i kelâm.
‘Benim işim bitti, siz edin devam.’
Mekânı Cennet ve ruhu şâd olsun.
Makamı yüce ve kabri nur dolsun.
Allah Teâlâ ondan razı olsun.
Her zaman ruhuna rahmet okunsun.”