Vefatının 39. Yılında Mehmet Zâhid Kotku
Yirminci yüzyılda yurdumuzda yetişen ilim, irfan ve irşad ehli insanların önde gelenlerinden biri olan merhum Mehmet Zâhid Kotku hocaefendi, hayatını Hakk’a ibâdet ve halka hizmetle ilim-marifet tahsiline adayan büyük bir bilgindi. Vefatının 39. Yıldönümü dolayısıyla 16 Kasım 2019 Cumartesi günü tertiplenen anma programında, çok sayıda seveni ile davetlinin katılımıyla minnet, mağfiret ve rahmet niyazıyla anıldı.
Mehmet Zâhid Kotku Hocaefendi
Dr. İbrahim Ateş’in sınıflarının ikram ettiği kahvaltıdan sonra konferans salonunda bir araya gelen davetlilerin katılımıyla gerçekleştirilen anma programını bir aşr-ı şerif tilâvetiyle başlatıp, ruhuna ithâfen okunan hatm-i şerîflerin duasını yaparak, sevabını ruhuna armağan eden YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, davetlilere katılımları için takdir ve teşekkürlerini iletip selam, sevgi ve saygılarını sunarak başladığı konuşmasında duygu ve düşüncelerini şu cümlelerle dile getirdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
Din ve devlet büyükleriyle ülke ve insanımıza önemli hizmetlerde bulunan ilim ve fikir ehli insanları ebediyete intikallerinin yıldönümü günlerinde minnet, mağfiret ve şükranla anarak ruhlarına rahmet dilemeyi ilke edinen YOYAV’ın, merhim ve mağfûrunleh Mehmet Zâhid Kotku Hocaefendi’nin vefatının 39. Yıldönümü dolayısıyla düzenlediği anma toplantısına teşrif ederek, merhumu birlikte yâd edip, ruhuna rahmet dilememize vesîle olan güzîde heyetinize gönülden ve samîmî şükranlarımızı arz ederek hoş geldiniz diyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Andığınız gibi anılmanız temennisiyle sözlerime başlarken, kıyamete kadar hayırla anılıp hürmetle yâd edilen iman ve ihlâs ehli insanlardan olmanızı niyaz ediyorum.
39 yıl önce 13 Kasım Perşembe gününde ruhunu Rahmân’a teslim ederek intikal-i dâr-ı bekâ eden merhum Mehmet Zâhid Hocaefendi ilmi ve irfanıyla olduğu kadar, hilmi ve irşadıyla da bilinen bir âlim-i fâdıl ve mürşid-i kâmil insandı.
Yapıcı yaklaşımları, uyarıcı öğütleri ve yönlendirici sohbetleriyle gençlerin gözdesi ve cami cemaatinin odak noktası olan duyarlı ve dirâyetli bir din bilgini idi. İmamdı ama sıradan bir imam değildi. Cemaatinin dinî hayatıyla yakından ilgilenen, sözleri ve davranışlarıyla onları yönlendirmenin gayreti içinde olan örnek bir âlimdi. Fiili fikri ile örtüşen, darda kalana yetişen ve sohbetleriyle gönülleri fetheden gönül ehli, nur yüzlü ve samîmî özlü bir insandı.
1897 yılında Bursa’da doğan bu değerli insan, 13 Kasım 1980 Perşembe günü İstanbul’da vefat etti. Baba ve annesi Kafkasya’dan 1297’de göç eden Müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya’da Şirvan’a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha’dandır ki burası dağ eteğinde ipekçilikle meşhur, ahalisi Müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.
Babası İbrahim Efendi Bursa’ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamzabey Medresesi’nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, Hz. Peygamber (s.a.v.) sülalesinden bir Seyyid’dir. 1929’larda 76 yaşlarında iken Bursa ovasındaki İzvat Köyü’nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuş, ehl-i tarik bir kimsedir.
Annesi Sabire Hanım, Mehmet Zâhid Efendi üç yaşlarında iken vefat etmiş, Pınarbaşı kabristanına gömülmüştür.
Bu anne ve babadan doğma ağabeyi Ahmed Şakir (1308-1335) subaylık yapmış, Kudüs'te Çanakkale'de bulunmuş, siperlerde hastalanmış ve 28 yaşlarında iken vefat edip Söğütlüçeşme'ye defnolunmuştur. Aynı anneden bir küçük kardeşi daha olmuşsa da çok yaşamamış birkaç aylık iken vefat etmiştir.
Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma nım'la olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeşi vardır. Bunlardan Pakize Hanım'ın eşi de, Bursa Ulu Camii imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmed Efendi'dir.
Mehmed Zahid Efendi, ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi'nde okudu. Maksem'deki idâdî'ye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebi'ne girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332'de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye'den çekilmesinden sonra, bin bir güçlükle istanbul'a döndü ve istanbul'da yazıcı olarak vazifeye devam etti.
İstanbul'da bulunduğu esnada çeşitli diril toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi'yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1920 Cuma günü, namazı Ayasofya Camii'nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhaneli Tekkesi'ne giderek Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi'ye intisap eyledi. Günden güne ahvâlini terakkî ettirdi.
Bu zât-ı şerifin, 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi'nin yanında tahsîl-i kemâlâta devam etti. Müteaddit defalar halvete girdi. 27 yaşlarında hilâfetnâmeyi aldıktan onra ondan Râmuzü'l-ehâdîs, Hizb-i A'zam ve Delâilü'l-hayrât icâzetnâmelerini de aldı. Bayezit, Fatih, Ayasofya camii ve medreselerinde derslere devam etti. Bu esnada hafızlığını da tamamladı. Ayrıca Hacı Hasîb Efendiden kıraat ilmi ve fıkıh icâzeti aldı. Bu aralarda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dinî hizmet îfâ etti.
Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa’ya döndü, evlendi. 1929'da vefat eden babasının yerine Bursa ovasındaki İzvat Köyü'nde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftâde Cami-i şerîfi'nin imam-hatipliğine tayin edilerek şehirde hisar içindeki baba evine yerleşti. Burada 1945-46'dan 1952'ye kadar hizmet etti.
1952 Aralığında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine'nin vefatı üzerine, İstanbul'a naklolarak Fatih'te bulvara nâzır Ümmügülsüm Mescidi'nde vazife gördü.
1.10.1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Cami-i şerîfi'ne naklolundu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı,
Mehmed Zahid Hocaefendi, ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen şiddetli ağrılarından muzdaripti. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz'dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatı'nda dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980'de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.
Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanı'nda hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca'ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz'a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüksetmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle îfâdan sonra, 6 Kasım 1980'de çok ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yâsînler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken âhirete irtihal eyledi.
Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii'nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cem'i gafîr tarafından kılınarak, mübârek vücudu, Kânûnî Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve statlarının yanındaki istirahatgâhına defnolundu.
Bu esnada Süleymaniye, Şehzadebaşı, Fatih ve çevrelerinde trafik durmuş, Süleymaniye'nin içi ve avlusu tamamen dolduğu gibi, cemaat sokaklara taşarak Esnaf Hastanesi'nin yanına kadar uzanmıştı. Vefatını duyanlar içinde Anadolu'nun en uzak şehirlerinden olduğu kadar Avrupa'dan gelenler de vardı. Uzakta bulunan muhiblerinden çoğu da vaktinde haber alamama yüzünden cenazesine yetişememişlerdi.
Vefatı İslâm âleminde de büyük üzüntüye yol açmış, Suudi Arabistan'da, Kâbe'de, Kuveyt'te ve daha başka şehirlerde gıyabında cenaze namazı kılınıp dualar edilmiş, ajanslar bu elim vefat haberini yayınlamışlardı.
Vefat tarihi olan 13 Kasım 1980 tarihli takvim yapraklarında tevâfukan çok mânidar ibareler yer alıyordu. Mesela bunların birindeki şu parça ne kadar şâyân-ı taaccübdür:*
Arkamdan Ağlama
Öldüğüm gün tabutum yürüyünce
Bende bu dünya derdi var sanma.
Bana ağlama,"yazık, yazık!", "vah, vah!" deme
Şeytanın tuzağına düşersen "vah vah”ın sırası o zamandır.
Yazık yazık asıl o zaman denir.
Cenazemi gördüğün zaman "elfirak, elfirak!" deme,
Benim buluşmam asıl o zamandır.
Beni mezara koyunca "elveda" demeye kalkışma!
Mezar cennet topluluğunun perdesidir.
Mezar hapis görünür amma,
Aslında canın hapisten kurtuluşudur.
Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret
Güneşle aya batmadan ne ziyan gelir ki?
Sana batma görünür amma
Aslında o doğmadır, parlamadır.
Yere hangi tohum ekildi de yetişmedi?
Neden insan tohumu için
Bitmeyecek, yetişmeyecek zannına düşüyorsun?
Hangi kova suya salındı da dolu olarak çekilmedi?
Can Yusuf'un kuyuya düşünce niye ağlarsın?
Bu tarafta ağzını yumdun mu, o tarafta aç!
Çünkü artık hay-huy'un,
Mekansızlık âleminin boşluğundadır.
Merhum uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hâli vardı. Tanıdığına tanımadığına selam verir, güler yüz gösterir, gönül alırdı. İlk bakışta koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin manalı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.
Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve safiyâne idi. Çok kere halk telaffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır; kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, manalı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticâlen konuşurdu.
Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latifeci davranır, kimseye doğrudan doğruya bir şey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.
Fevkalâde mütevazi idi. Kerâmetleri zahir ve şöhreti âlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvânı arasında lâaletta'yîn bir fert gibi görür, makamını ve kemalini büyük bir mahâretle gizlerdi.
Kendi üstatlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.
Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.
Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.
Dostlarına vefası emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.
Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güler yüz gösterir, kapısını her zaman açık tutmaya çalışırdı.
Gece ve sabah ibâdetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket gittiği yere yağar; bolluk O'nunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık yerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler, tevafuklara, tecellilere, maddî ve manevî hallere ve ikramlara şaşar, hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.
Eserleri
1. Tasavvufi Ahlak (5 Cild)
2. Cennet Yolları
3. Mü'minlere Vaazlar (2 Cild)
4. Ehl-i Sünnet Akaidi
5. Ana Baba Hakları
6. Hadislerle Nasihatlar (2 Cild)
7. Nefsin Terbiyesi
8. Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi
9. Risâle-i Halidiyye Tercümesi
Tavsiyeleri:
Az uyu, az ye, konuş.
Cömert ol.
Nefsine muhalefet et.
Tevazulu, alçak gönüllü, güler yüzlü ol.
Dedikoduya karışma.
Tefekkürü unutma.
Mümkün olduğu kadar kimseden bir şey isteme.
Katiyen kimseyle münakaşa etme. Kardeşlerine itiraz etme, peki demeyi öğren .
Kimsenin ayıbını görme ve araştırma.
Halka fazla meyletme, kim bir şey isterse vermeye çalış.
Tembellik etme, zamanı boşa geçirme.
Gaflet yerlerine hiç uğrama.
Peygamber (s.a.v.)'in sünnetine tam sarıl.
Ruhsatla değil, azimetle amel et.
Muhakkak her gün Kur'ân-ı Kerîm'den bir bölüm oku.
Dersini her gün muntazam yap.
Tam edepli ol. Müstehap ehli ol.
Sabır dinin yarısıdır unutma.
Mekruhlardan mutlaka kaç, şek ve şüpheden uzak ol.
Sıdk ehli ol, öleceğini bilsen yalan söyleme.
İzinsiz başkasının evine veya odasına girme.
Aceleci ve asabi olma.
Sûizannı bırak, hırsı bırak, Müslüman'a karşı aman buğuz etme.
Her şeyin sonunu tevekkül ile bekle, kadere her zaman teslim ve razı ol.
Benlik taşıma, nefsini daima zemmet (kötüle).
Eller vahşi ben yaman, eller buğday ben saman de ve öyle ol.
Dua ederken kardeşlerini unutma.
Uyuyan kardeşinin uykusunu hayırlı bil.
Şeytana fırsat verme, kontrol et.
Nefsine fırsat verme, kontrol et.
Dil zikrini dâim eyle.
Evinden dışarı çıkınca nazar-ı ber kadem et. (Ayak uçlarına bakarak yürü).
Sadakayı unutma.
Erken yat erken kalk.
Akaid ve fıkıh öğren.
Hadis (en az kırk tane) öğren ve onlarla amel et.
İlminle âmil ol (bildiklerini uygula).
Devamlı istiğfâr ehli ol.
Kimden bir nasihat duysan kendi ayıplarını düşün.
ibâdetleri beğenmezlik etme.
Haktan uzaklaştıracak kötü arkadaşın bulunmasın, varsa terk et.
Asi kimselerin yüzüne bakma ki, basîret gözün kapanır.
Sabah akşam murakabeyi elden bırakma.
Kibir ve ucbu terk et.
Namazın vaktinden evvel abdest al, ezan okunmadan camide bulunmaya çalış.
Allah'ı ve ölümü aklından çıkarma.
Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri unut.
Bu tavsiyelerinden de anlaşılacağı üzere merhum Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi ilimle salahı, irşadla islahı cemeden sâlih bir âlim, zâhid bir insan ve muttaki bir mürşid idi. Yaşadığı yüzyılın yöneticilerinin çoğunun yetişmesinde katkısı ve gayreti olan öğretici ve uyarıcı bir insandı. Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Prof. Dr. Osman Nuri Çataklı, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Eski Bakanlardan Korkut Özal, Abdülkerim Doğru, Oğuzhan Asiltürk, Meteoroloji Eski Genel Müdürü Prof. Dr. Ahmet Rumeli, Karayolları Eski Genel Müdürü Orhan Batı, Sanayi Bakanlığı Eski Müsteşar Yardımcısı Kenan Kul, GiMA Eski Genel Müdürü Turan Güngen, Eski bürokratlardan İsmet Conkar ve damadı Prof. Dr. Esat Coşan bunların önde gelenlerindendiler.
Bu vesîleyle merhum 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın, Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi'ye hürmet ve muhabbetini yansıtan bir olayı sizlerle paylaşmak isterim.
Birleşik Arap Emirlikleri Emiri Şeyh Zaid Bin Sultan, 9 Bakanıyla birlikte Türkiye'ye gelmiş ve resmî görüşmeler yapıldıktan sonra İstanbul'a gitmek üzere Esenboğa Havaalanı'nda uğurlanıyordu. Kenan Evren Devlet Başkanı, Turgut Özal da Başbakan olarak konuk heyeti uğurlamak üzere Vip Salonunda oturup çay ve kahve içiyorlardı. Ben de merhum Özal'ın mütercimi olarak O'nun yanında ve yakınında bulunuyordum. Emire refakat eden konuk bakanlardan Din işleri ve Evkaf Bakanı olan zat, Özal'ın oturduğu koltuğun bitişiğindeki koltukta oturuyordu. Bu bakanın sakallı ve kisvesiyle bir din bilgini olduğunu gören Özal, bana: "İbrahim! Bakan hazretlerine söyler misin kendilerini hocama benzetiyorum." dedi ve cebinden cüzdanını çıkarıp, içindeki Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi'nin resmini gösterdi.
Bu olay, O'nun Mehmet Zahid Kotku Hocaefendi'ye beslediği sevgi ve saygı ile verdiği değeri yansıtıyordu.
İstanbul'da Üniversitelerde yüksek öğrenim gören gençlerin çoğu, O'nun görev yaptığı İskenderpaşa Camii'ne devam eder, ilim irfanıyla irşadından istifade ederlerdi. Ben de 1971 yılında Tuzla Piyade Okulu'nda yedek subay öğrencisi iken hafta sonu izin günlerinde birkaç defa İskenderpaşa Camii'ne gitmiş, sohbetlerine katılmış ve odasında çayını içmiştim.
Bilhassa 1975 yılında Sincan'ın Polatlar Köyü'ne teşriflerinde yapılan toplantıya dönemin Vakıflar Genel Müdürü Prof. Dr. Osman Nuri Çataklı ile birlikte katılmış ezan okumuş ve Kur'ân-ı Kerîm tilâvet etmiştim.
Merhumun vefatından sonra yerine geçen damadı, asker arkadaşım merhum Prof. Dr. Esad Coşan ile 1971 yılında Tuzla Piyade Okulu 3. Bölük Tanksavar Takımı Yedek Subay öğrenciliğinde altı aylık birlikteliğimiz olmuştu.
Daha sonra Libya'nın Başkenti Trablusgarp'ta düzenlenen Uluslar arası Kur'ân-ı Kerîm yarışmasına davetli olarak birlikte katılmış ve bir hafta Libya'da kalıp tertiplenen gezilere katılmıştık.
39 yıl önce milletimiz bir bilginini daha kaybetti. O, rahmet-i Rahmân'a göçtü ama O'nun vefatıyla milletimizin kaybı büyük oldu. Her fânî gibi O, ömrünü noktalayarak irtihâl-i dâr-ı bekâ eyledi ve bilgi birikimi de kendisiyle birlikte gitti.
Bir hadîs-i şerîfte beyan buyurulduğu üzere: "Allah Teâlâ ilmi (insanların elinden zorla) çekip almaz. Ancak onu âlimlerin ölümüyle alır." Dolayısıyla âlimin ölümü, toplum için büyük bir kayıptır. Zira onun ölümüyle bilgisi ve bereketi de gidiyor. Bunun içindir ki: "Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür." denilmiştir.
Âlimler, insanlık semasının yıldızlarıdırlar. Bulundukları yer ve yöreleri aydınlatırlar. Onların yanında, yakınında ve yöresinde bulunup ilimlerinden istifade etmek, fikirlerinden faydalanmak lazım.
Âlimler ihmal edilmemeli, bulundukları yerlere gidilmeli, bilgi ve bulguları ile uyarılarından istifade edilmelidir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde. "Bir âlimin meclisinde (ilim tahsil etmek veya dinlemek için) hazır bulunmak, bin rekat namaz kılmaktan, bin hastayı ziyaret etmekten ve bin cenaze namazında nazır bulunmaktan daha fazîletlidir." buyurmuştur.
Bu hadîs-i şerîfte beyan buyurulduğu üzere bir bilginin sohbetine katılmak ve rahle-i tedrîsinde bulunmak, onun ilim ve irfanından faydalanma vesîlesi olduğu gibi, yücelip olgunlaşmaya da yol açar.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadîs-i şerîfinde de: "Salih bir kişi ile birlikte olmak, koku satan kimse ile bir arada olmak gibidir ki, sana ondan hiçbir şey dokunmasa da, kokusundan bir şeyler dokunur. Kötü kimse ile birlikte olmak da, körük çeken kimse ile bir arada olmak gibidir ki, sana ondan hiçbir şey dokunmasa da (körükten çıkan) kıvılcımlar dokunur." buyurmuştur.
İlim ehlinin yanında olmak da insana mutlaka bir şeyler sağlayacak, o ortamda olmanın bir getiri ve kazancı mutlaka olacaktır.
Duyarlı ve dirâyetli Müslümanlar olarak, ebediyete intikal eden ilim ehlini minnet ve mağfiretle anarak ruhlarına rahmet dilememiz, hayatta olan ilim, irfan ve irşad ehli alimleri de sık sık ziyaret edip, ilim ve irşadlarından faydalanma cihetine gitmemiz gerekir. Bu inanç ve anlayışla merhum Mehmet Zahid Hocaefendi'yi vefatının 39. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz anma programına teşrifinizden dolayı siz kıymetli konuklarımıza takdir ve teşekkürlerimizi arz ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum."
KAHVALTIDAN GÖRÜNTÜLER