Veysel Karanî, İsmail Fakirullah ve İbrahim Hakkı Hazretlerini Ziyaret
Yurdumuzun bağrında barındırdığı ma’na büyüklerinden ve memleketimizin manevî muhâfızlarından olup, Siirt İlimizin Baykan İlçesi yakınlarında medfûn olan Üveys el-Karenî Hazretleri ile Tillo İlçesi’nde medfun olan İsmail Fakirullah ve Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerini ziyaret programına alan YOYAV, 32. Hizmet Sezonunun dördüncü etkinliği ve ilk gezi programı olarak 22-24 Ekim 2019 tarihleri arasında Siirt’e iki günlük bir gezi düzenledi. 46 kişiden oluşan bir otobüs dolusu YOYAV gezi grubu, 22 Ekim Salı günü saat 19.00’da Vakıf Genel Merkez binası önünden hareket ederek Siirt’e müteveccihen yola çıktı.
Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve dua ile yola devam eden grup, çay ve kahve ikramları eşliğinde yapılan sohbetlerle, adı geçen zevâtı ziyaret amacıyla seyahat etmenin sevinç ve saadeti içinde, bazı yerlerde kısa sürelerde molalar verdi. Mutluluk içinde geçirdikleri yolculuğu ertesi gün saat 12.00’de Siirt’e ulaşarak meşhur Huzur Büryan Restorantta Büryan kebabı ile kahvaltı yaptı.
Siirt mutfağının dünyaca ünlü lezzetlerden Büryan kebabı, üç metrelik kuyu içinde yanan ateşe bırakılan taze keçi veya kuzu etinin kendi buharıyla pişmesi ile yapılan bir kebap türü olup, sabah çok erken saatlerden itibaren damak zevkine düşkün olanların beğenisine sunulmaktadır.
Kahvaltı sonrası konaklayacakları Barden Oteline yerleşip bir süre dinlenen grubun bir kısmı İl Kültür ve Turizm Müdürü Remzi USLU’yu makamında ziyaret ederek Siirt’e gelişleriyle ilgili kültür gezisi hakkında açıklamalarda bulunup, Baykan yakınındaki Veysel Karanî Külliyesini ziyaret edeceklerini bildirdiler.
Dr. İbrahim Ateş, yayınlarından olan “Mikrofondan Müminlere” adlı eserlerinden Sayın müdüre bir paket takdim etti. Sayın müdür de Dr. Ateş’e Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Marifetname” adlı eseri ile grubun tamamına hazırladıkları broşürleri içeren birer paket takdim etti. Ziyaret sonrası Kültür Müdürlüğü’nden ayrılan grup, gezinin ilk durağı olan Veysel Karanî Türbesini ziyaret için tekrar otobüsteki yerlerini alarak Baykan’a doğru yola devam ettiler.
Türbenin bulunduğu külliyeye geldiklerinde Bitlis Vakıflar Bölge Müdürlüğü Hayır İşleri Müdürü İsmail Aykan tarafından karşılanan grup, saygıyla girerek ziyaretlerini yapmanın akabinde, merhumun ruhu için okunan 27 hatm-i şerîf, 1225 Yasîn-i şerif, 693 Mülk-ü şerif, 715 Nebe-i şerîf, 948 Feth-i şerîf, 1 milyon 126 bin Fâtiha-i şerîfe, 813 bin İhlâs-ı şerîf, 914 bin salavat-ı şerîfe, 547 bin kelime-i tevhid ve diğer süver-i şerîfelerin sevabını ruhuna bağışlayan Dr. İbrahim Ateş’in yaptığı duaya iştirâk ederek kabulü niyazında bulundular ve Peygamber aşığı bir ma’nâ büyüğünü ziyaret etmenin mutluluğunu yaşadılar. Daha sonra türbenin önünde Dr. İbrahim Ateş’in Veysel Karanî hakkında yaptığı aşağıdaki açıklamayı dinlediler:
“Kıymetli kardeşlerim!
Âşık-ı Nebî Veysel Karanî Hazretlerini ziyaret edip, manevî huzurunda bulunmanın bahtiyarlığı içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, ziyaretinizin makbul ve gayretinizin meşkûr olmasını diliyorum.
Aşk-ı ilahî ile coşan, muhabbet-i Muhammedî ile pişen ve Hak yolunda koşan Veysel Karanî Hazretlerini ziyaret için Ankara’dan çıkıp, Baykan’a kadar gelen sizleri gönülden kutluyor, O’nun gibi âşık-ı Nebî bir insan olmanızı niyaz ediyorum.
Az sonra hayatı, hasletleri ve meziyetleri hakkında arz edeceğim özet açıklamadan da anlaşılacağı üzere, memleketimizde medfûn olmasıyla iftihar ettiğimiz merhum Veysel Karanî Hazretleri, Hazret-i Peygamber (s.a.v.) hayatta iken O’na iman eden, ancak O’nu göremediği için sahabe olamayıp, tâbi’înin önde gelenlerinden olan değerli bir insandı. Günümüz ölçümlerine göre Karen ile Medine arasındaki, araç ile 20 saatte, uçak ile de 1 saat 42 dakikada katedilen 1298 km.lik mesafeyi, iletişim imkânlarının olmadığı, deve, at ve merkepten başka ulaşım aracının da bulunmadığı bir zamanda yaya gitmiş ve Peygamber (s.a.v.)’i evinde bulamadığı için selam, sevgi ve saygısını Resûlullah’a iletmesini Hz. Âişe (r.anha) validemize arz ederek, annesine verdiği söz üzerine üzülerek geri dönmüştü.
Biz, Ankara ile Siit arasındaki 1180 km.lik mesafeyi modern otobüsle 13 saatte alabildik. Bir geceyi otobüste oturarak ve uyuyarak geçirmekle yorulduk. Karen-Medine arasındaki 1298 km.lik mesafeyi çölde dağları, ovaları aşarak gelen ve Resûlullah (s.a.v.)’ı göremeden geri dönen Veysel Karanî’nin katlandığı yorgunluğu ile duyduğu üzüntüyü bir düşünelim.
O’na o yolu yürüten bir aşktı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e duyduğu bitmez tükenmez bir saygı ile anlatılamayacak kadar yüce bir aşktı. Biz bugün O aşıkı ziyaret ettik ve O’nun manevî huzurundayız. Resûlullah (s.a.v.)’a aşık olana biz de aşığız. Müslüman Türk milletinin tamamı aşık. Bu aşk ile O’nu yılda yaklaşık 1 milyon kişi ziyaret etmektedir. Bizler O’nu ziyaret eden bireylerden birileri olmakla bahtiyarız.
Aşık Yunus da O’na aşıktı. Bu aşkını şu dörtlükle başlayan ünlü dizesiyle dile getirmiştir:
Rumda Acemde aşık olduğum,
Yemen illerinde Veysel Karanî.
Hak peygamber sevdi ve dostum dedi,
Yemen illerinde Veysel Karanî.
Sizleri sıkmadan bu mübârek insan hakkında özet bilgileri dikkatinize getirerek sözlerimi sürdürmek istiyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Asıl adı Üveys bin Âmir Kareni olan Hz. Veysel Karanî'nin Türbesi, Siirt' in Baykan ilçesinde yer alan Ziyaret mahallesindedir. Türbe, Siirt'e 40 km, Baykan ilçesine ise 8 kilometre uzaklıkta, Baykan'ın güneybatısında konumlanmaktadır. Türbe bölgedeki 'Cas' denilen harçla 1901 yılında yapılmıştır ve üstüne bir kubbe yerleştirilmiştir. 1967 yılında Hz. Veysel Karanî Türbesi yerine yenisinin yapılması için yıktırılmıştır. Türbesi ve külliyesi yapımından sonra 2001 yılında valilik tarafından restore edilerek gördüğünüz gibi yeni bir görünüme sahip olmuştur.
Veysel Karanî Hazretlerinin doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber 550-560 yıllarında, Yemen'in Karen Köyü’nde doğduğu bilinmektedir. Geçimini deve çobanlığı yaparak sağlayan Veysel Karanî, her zaman tek İlah inancına sahip biriydi. Bu inancından dolayı insanların O‘nunla alay etmelerinin önüne geçmek için çobanlık yapmayı tercih etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in insanları İslam'a çağırdığını duyan Karanî, Kelime-i Şahadet'i getirerek hemen Müslüman olmuştur. Ayrıca annesine de bizzat Müslümanlığı kendisi öğretmiştir. Allah'ın yolunda, peygamber aşkıyla dolu olan Veysel Karanî, O’nu görmek için Medine'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Medine'ye vardığında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Tebük Seferi'ne çıkmış olduğundan dolayı görememiş ve Hz. Aişe (r.anha)'ya Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gönülden bağlı olduğunu iletmesini istemiş ve Yemen'e geri dönmüştür. Haberi alan Hz. Peygamber (s.a.v.) vefat etmeden önce vasiyet bırakarak hırkasının Veysel Karanî' ye verilmesini istemiştir. Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.anhüma) Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatından sonra Veysel Karanî'yi bularak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hırkasını O’na teslim etmişlerdir.
Resûlullah (s.a.v.)’in hırkasını alan Veysel Karanî Hazretlerinin köyündeki hürmeti artmış ve bundan rahatsız olup, annesiyle beraber bir süre sonra köyünü terk etmiştir. Hz. Ali (r.a.)'nin davetiyle Mekke'ye giden Karanî, burada iki Müslüman grup arasında çıkan savaşta Hz. Ali (r.a.)'nin tarafını tutmuş ve şehit düşmüştür. Bu savaş Fırat Nehri'nin yakınında yapılmıştır ve ölenlerin çoğu da bu çevreye gömülmüştür.
Veysel Karanî Hazretleri hakkında değişik kaynaklarda farklı bilgiler verilmektedir. Bu bilgiler genelde benzer nitelikte olmakla birlikte İslam Ansiklopedisinde verilen bilgilerin daha doğru olacağı inancıyla bu bilgileri sizlere sunmakta fayda mülahaza ediyorum.
Tâbi’înin büyüklerinden olan Veysel Karanî, Yemen’in Karen Köyü’nde doğmuş olup, doğum târihi bilinmemektedir. 37 h. (m. 657) senesinde şehîd edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sağlığında müslüman olmuştur. Fakat O’nu göremediği için Sahâbî olamamıştır. Tâbi’înin büyüklerinden olduğu hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Hz. Ömer (r.a.)’in halifeliği sırasında Medine’ye gelmiş, çok alâka ve hürmet görmüştür. Önceleri kendi memleketi Yemen’de yaşamış, sonra Basra’ya gitmiştir.
Veysel Karânî, Yemen’de iken deve güder, geçimini onunla temin ederdi. Yaşaması son derece sade idi. Hasta, âmâ ve ihtiyâr annesinden başka kimsesi yoktu. Güttüğü develer için belli bir ücret istemez, ne verirlerse onu alırdı. Fakîr olanlardan hiç ücret almazdı. Aldığının yarısını sadaka olarak fakîrlere dağıtır, kalanını da kendi ihtiyâçlarına ve annesine harcardı.
Müslüman olduktan sonra bütün ömrü boyunca sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in aşkı ile yanıp tutuşmuştur. Bir an bile Rabbini unutmamıştır. Kulluğunda o dereceye ulaşmıştır ki, her hâli, her hareketi ve her sözü insanlara ibret ve nasîhat olmuştur. Kimseden incinmemiş ve kimseyi incitmemiştir. Onun en önemli vasfı, Peygamberimiz (s.a.v.)’e aşkı, ibadete canla başla devamı ve annesine saygısıdır. Annesine çok hizmet edip, hayır duâsını almıştır. Resûlullah (s.a.v.)’ı görmeyi çok arzu ediyordu. Defalarca Peygamber (s.a.v.)’i görmek için annesinden izin istedi. Annesi, kendisine bakacak kimsesi olmadığı için izin veremedi.
Peygamberimiz (s.a.v.) “Üveys-i Karanî ihsân ve iyilikte tâbi’înin hayırlısıdır” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) zaman zaman mübârek yüzünü Yemen tarafına döndürür ve “Yemen tarafından rahmet rüzgârı estiğini duyuyorum” buyururdu. “Kıyâmette Allah teâlâ Üveys sûretinde yetmişbin melek yaratır ve Üveys’i onların arasında Arasat’a götürürler. Cennete gider ve Allah teâlâ’nın dilediği (bildirdiği) nden başka mahlûk hangisinin Üveys olduğunu bilmez.” “Ümmetimden bir kimse vardır ki, Rebî’a ve Mudar kabilelerinin koyunları kıllarının adedince kişiye kıyâmette şefaat edecektir.” buyurdu. Arabistan’da bu iki kabilenin koyunları kadar kimsenin koyunu olmadığı söylenmiştir. Ashâb-ı kiram: “Yâ Resûlallah, bu kimdir?” dediler. “Allahın kullarından biri” buyurdu. Biz hepimiz kullarız, ismi nedir dediler. “Üveys” buyurdu. Nerelidir dediler. “Karen’lidir” buyurdu. O sizi gördü mü dediler. “Baş gözü ile görmedi” buyurdu. Hayret, size bu kadar âşık olsun da, hizmet ve huzûrunuza koşup gelmesin dediler. “İki sebepden: Biri hâllerine mağlubdur. İkincisi ise benim dînime bağlılığından dolayıdır. İhtiyâr bir annesi vardır. Îmân etmiştir. Gözleri görmez, el ve ayakları hareket etmez. Üveys gündüzleri deve çobanlığı yapar, aldığı ücreti kendisinin ve annesinin nafakasına harcar” buyurdu. Biz onu görür müyüz dediler. Hz. Ebû Bekir (r.a.)’e “Sen onu kendi zamanında göremezsin”, ama Hz. Ömer ve Hazreti Ali (r.anhüma)’ya “Siz onu görürsünüz. Bedeni kıllıdır. Sol böğründe ve avucunun içinde bir gümüş miktarı beyazlık vardır. Bu baras hastalığı beyazlığı değildir. O’na varınca, benim selâmımı söyleyin ve ümmetime duâ etmesini bildirin” buyurdu.
Veysel Karâni hazretleri gece gündüz ibadet ve tâatle vakit geçirirdi. Kendini halktan gizlerdi. İlk zamanlar herkes O’na divane gözü ile bakıyordu. Sonradan O’nun büyüklüğünü anladılar, çok ikram ve hürmet göstermeye başladılar. Bunun üzerine, annesinin vefâtından sonra Karen köyünden çıkıp Kûfe şehrine gitti.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. “Üveys-i Karenîye verin” buyurdu. Resûlullah (s.a.v.)’in vefâtından sonra Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.anhüma) Kûfe’ye geldiklerinde, Hz. Ömer (r.a.), hutbe esnasında: “Ey Necdliler, kalkınız!” buyurdu. Kalktılar. Aranızda Karen’den kimse var mıdır? buyurdu. Evet dediler ve birkaç kişiyi O’na gönderdiler. Hz. Ömer (r.a.), onlardan Üveys’i sordu. Biliyoruz. O, sizin aramanızdan pek aşağı bir kimsedir. Divanedir, akılsızdır ve insanlardan kaçar bir hâli vardır, dediler. “Onu arıyorum, nerededir?” buyurdu. Arne vadisinde develerimize çobanlık yapmaktadır, biz de karşılığında ona akşam yiyeceği veririz, saçı-sakalı karışıktır, şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez, insanların yediğini yemez; üzüntü ve neş’e bilmez, insanlar gülünce, o ağlar; insanlar ağlayınca o güler dediler. “Onu arıyorum” buyurdu. Sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.anhüma), O’nun olduğu yere gittiler. O’nu namaz kılarken gördüler. Allah Teâlâ, develerini gütmesi için bir melek vazîfelendirmişti. Namazı bitirip selâm verince, Hz. Ömer (r.a.), kalktı ve selâm verdi. Selâmı aldı. Hz. Ömer (r.a.) “İsmin nedir?” diye sordu. “Abdullah, ya’nî Allah’ın kulu” dedi. “Hepimiz Allah’ın kullarıyız; esas ismin nedir?” diye sordu. “Üveys” dedi. “Sağ elini göster” buyurdu. Gösterdi. Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz size selâm etti. Mübârek hırkalarını size gönderip, “Alıp giysin, ümmetime de duâ etsin” diye vasiyet etti, dedi.
“Yâ Ömer! Ben zayıf, âciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına âit olmasın?” deyince, “Hayır. Yâ Üveys, aradığımız, kimse sensin. Peygamber Efendimiz senin eşkâlini ve vasfını belirtti.” cevabını verdi.
Bunun üzerine, Hırka-i şerîfi hürmetle aldı, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra: “Siz burada bekleyin” dedi. Yanlarından ayrıldı. Biraz ileride hırkayı yere bırakıp, yüzünü yere koydu. Cenâb-ı Hakk’a şöyle duâda bulundu:
“Yâ Rabbi, Sevgili Peygamber Efendimiz, ben fakîr, âciz kuluna Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.anhüma) ile Hırka-i şerîflerini göndermiş” dedi. Günahkâr olan bütün müslümanların affı için duâ etti. Birçok günahkâr müslümanın affolduğu bildirilince Hırka-i şerîfi hürmetle giydi.
Veysel Karânî’ye hediye edilen Hırka-i şerîfin bir parçası, Van civarında İrisân beylerine kadar gelmiş ve 1618 senesinde, Osmanlı padişahlarından Sultan İkinci Osman Han’a getirilip hediye edilmiştir. Sultan Abdülmecid Han, bu Hırka-i şerîf için Fâtih civarında (Hırka-i şerîf) câmi’ini yaptırmıştır. Her sene Ramazan ayında camekân içinde halka ziyâret ettirilmektedir.
Tasavvufta büyüklerini görmedikleri hâlde onların rûhaniyetinden istifâde ederek feyz alarak, yükselenlere “Üveysi” denilir. Bu tâbir, Veysel Karânî Hazretlerinin Peygamber (s.a.v.)’i görmeden feyz alıp, O’na tâbi olmak sûretiyle tasavvufta yüksek derecelere kavuşmasına benzeterek söylenilmiştir. Üveysî demek mürşidi olmayan demek değildir. Görmediği halde Peygamber (s.a.v.) ve O’nun vârisleri olan evliyânın büyüklerinden birinin rûhaniyetinden feyz alıp yükselmek demektir.
Veysel Karanî kendisine hırka verildikten sonra Yemen’den Kûfe’ye gitti. Kûfe’ye gittikten sonra çok az kimse O’nu görebildi. Görenlerden biri Harem bin Hayyan’dır. Harem bin Hayyan anlatır: Üveys’in şefaatinin ne derecede olduğunu bildiren hadîsi işitince, O’nu görmek istedim. Kûfe’ye gidip, O’nu aradım. Nihâyet Fırat nehri kenarında abdest alırken buldum. Daha önce hakkında malûmatım olduğundan O’nu tanıdım. Selâm verdim. Selâmımı aldı. Bana baktı. Müsâfaha etmek istedim, elini vermedi. “Allah sana merhamet eylesin, seni bağışlasın ey Üveys, nasılsın?” dedim. Onu o kadar sevmiştim, O’na o kadar acımıştım ki ağladım. Çünkü çok zayıf idi. O da ağladı ve “Allah sana hayırlı ömür versin, ey Harem bin Hayyan? Nasılsın ey kardeşim? Beni sana kim gösterdi?” dedi. İsmimi ve babamın ismini nasıl bildin ve hiç görmeden beni nasıl tanıdın? dedim. “Herşeyi bilen ve her şeyden haberi olan bana bildirdi. Rûhum senin rûhunu tanıdı. Çünkü mü’minlerin rûhları birbirlerini tanırlar, birbirlerini görmeseler de.” dedi.
Resûlullah (s.a.v.)’dan bana bir haber ver dedim. “Ben O’nu görmedim, O’nun haberini başkalarından işitmişim. Hadîs yolunu kendime açmağı istemem. Muhaddis, müftü veya müzekkir olmağı istemem. Benim meşgûliyetim vardır. Bunlarla uğraşamam” dedi. Bana bir âyet okuyun. Sizden duyayım dedim. Elimi tuttu. Eûzü besmele çekti ve çok ağladı. Sonra Allah Teâlâ bir âyette: “Cinleri ve insanları beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım” bir başka âyette “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri oyun olsun diye yaratmadım” buyuruyor. “İnnehû hüvel azîzürrahîm’e” kadar okudu. Sonra bir sayha vurdu (feryad etti). Aklının gittiğini sandım. Sonra: “Ey Hayyân’ın oğlu, sen buraya niçin geldin?” dedi. Seni tanımak, seninle sohbet etmek arzusu ile dedim. “Bir kimsenin Allah Teâlâ’yı tanıdıktan sonra, herhangi bir kimse ile ahbablık etmek istemesine hiçbir zaman bir ma’nâ veremem” dedi. Bana vasiyet, nasîhat et dedim. “Yattığın zaman ölümü yastığının altında bil. Kalkınca da karşında bulundur. Günahın küçüklüğüne değil, onunla âsi olmaklığının büyüklüğüne bak! Günâhı küçük tutarsan, onu yasak eden Rabbini küçük tutmuş olursun. Onu büyük tutarsan, Rabbini büyük tutmuş olursun” dedi. Nereye yerleşmemi tavsiye edersin? dedim. “Şam’a” dedi. Orada geçim nasıldır? dedim. “Şüphenin ağır bastığı şu kalbe yazıklar olsun, nasîhat kabûl etmez” dedi. Bana bir tavsiyede daha bulun? dedim. “Ey Hayyân’ın oğlu! Baban öldü, Âdem aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm, Muhammed Resûlullah öldüler. Halifesi Hz. Ebû Bekir öldü. Kardeşim Ömer öldü. Ah Ömer!... Ah Ömer!” dedi. Allah sana rahmet eylesin, Hz. Ömer ölmemiştir dedim. “Allah Teâlâ, O’nun öldüğünü bana bildirdi” dedi ve devam etti. “Ben ve sen, ölülerdeniz. Salevât okuyup, kısa bir duâ yaptı ve: Vasiyetim şudur ki, Allah’ın kitabını ve onda bildirilen sırat-ı müstakimi (doğru yolu) elden bırakma ve ölümü bir an unutma. Kavmine ve akrabana varınca onlara nasîhat et ve Allah’ın kullarına öğüt vermekten geri durma. Ehl-i sünnete uymaktan bir adım ayrılma ki, dinini kayıp edersin de haberin olmaz ve Cehenneme düşersin” dedi. Bir kaç duâ daha etti ve sonra: “Git Harem bin Hayyan, bir daha ne sen beni gör, ne de ben seni. Beni duâ ile hatırla, ben de seni duâ ile anarım. Sen bu taraftan git, ben de şu taraftan gideyim” dedi. Bir zaman O’nunla gitmek istedim. Bırakmadı. Gitti, ağlıyordu. Ben de ağladım. Ardından baktım durdum. Gözden kayboluncaya, şehre girinceye kadar baktım. Hâlâ ondan bir haber alamadım.
“Benimle en çok konuşan Hazreti Ömer ve Hazreti Ali’dir (radıyallahü anhümâ)” demiştir.
Veysel Karâni Mekke’de hac yapıp, Medine’ye gidince işte Resûlullah (s.a.v.)’ın türbesi burasıdır diye kendisine gösterildi. Kendinden geçerek düşüp bayıldı. Ayılınca beni buradan götürün. Resûlullah (s.a.v.)’ın medfûn bulunduğu bir beldede benim için yaşamanın tadı olmaz, demiştir.
Rebî’ bin Haysem anlatır: Üveysi görmeğe gittim. Sabah namazında idi. Bitirdi, tesbihlerin sonuna kadar bekleyeyim dedim. Kuşluğa kadar kalkmadı. Kalktı kuşluk namazı kıldı. Öğle oldu, öğleyi kıldı. Velhasıl üç gün namazdan kalkıp, dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece O’na kulak verdim. Gözüne uyku gelmişti. Derhal münâcaâta başladı ve: “Yâ Rabbi, çok uyuyan gözden, çok yiyen karından Sana sığınırım” dedi. Bana bu yeter dedim ve hâlini bozmadan kalkıp gittim.
Geceleri hiç uyumadığı bildirilir. Bir gece, “Bu gece kıyam gecesidir” der, diğer gece, “Bu gece rükû’ gecesidir” öbür gece; “Bu gece secde gecesidir” der, bir geceyi kıyam, bir geceyi rükû’, bir başka geceyi secde ile geçirdi. “Ey Üveys! Bu kadar uzun geceyi bir hâlde geçirmeğe nasıl katlanıyorsun?” dediklerinde: “Secdede, sabah oluyor da, ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiyel a’lâ diyemem. Halbuki üç tesbih sünnettir. Bunu yapmamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir” dedi.
Kendisine, namazda huşû’ nedir? dediklerinde: “Böğrüne iğne batırılsa, namazda duymamaktır” dedi. Kendisine nasılsın? dediler “Sabahleyin kalkıp, akşama sağ çıkacağını bilmeyenin hâli nasıl olur?” dedi. İş nasıldır? dediler. “Ah, yolun uzaklığından azıksızlıktan, ah!” dedi.
Veysel Karânî’ye, şuracıkta bir adam var. Otuz senedir, bir mezar kazdı, kefenini giydi, o kabrin başında oturmuş ağlar, gecesi gündüzü yok dediler. Beni oraya götürün buyurdu. Veysel Karânî’yi onun yanına götürdüler. Sararmış, zayıflamış, kurumuş, gözleri ağlamaktan çukurlaşmış halde idi. “Ey kişi, bu kabir ve kefen, seni otuz senedir, Allah’dan alıkoydu. Sen Allah’ı düşünecek, zikr edecek yerde, hep kefeni ve kabri düşündün” buyurdu. O kişi, onun nûruyla o tehlikeyi kendinde gördü. Feryad ederek o kabre düşüp can verdi.
Bir zât, Veysel Karânî’yi ziyârete gitti. O’na hitaben: Ey Allah Teâlâ’nın sevgili kulu. Bana bir nasîhatta bulun? Dedi. Veysel Karâni hazretleri: “Allah Teâlâ’yı bilir misin?” Evet bilirim, “Öyle ise, Allah Teâlâ’dan gayri şeyleri bilme. Bu yetişir.”
Yâ Üveys, bir nasîhat daha söyle! “Allah Teâlâ seni bilir mi?” Evet bilir, “Öyle ise, Allah’tan gayrisi seni bilmesin. Allah Teâlâ’nın bilmesi senin için kâfidir.”
Veysel Karânî’yi çocuklar bazen taşa tutardı. O ise çocuklara yavrucaklar mutlaka beni taşa tutmanız gerekiyorsa, hiç olmazsa küçük taş atın da ayaklarımı kanatıp da namaz kılmakta bana zorluk olmasın derdi.
Veysel Karanî bir defasında üç gün üç gece yemek yememişti. Dördüncü gün sabahı dışarı çıktı. Yolda bir altın para gördü. Bir kimseden düşmüştür deyip, almadı. Açlığını gidermeye çalışırken baktı ki, bir koyun kendisine doğru gelir ve ağzında o bir altınla önünde durur. Bir kimsenin olabilir deyip, yüzünü çevirdi. Koyun dile gelip: “Ben de, senin kulu olduğun zâtın kuluyum. Allah’ın rızkını Allah’ın kulundan al” dedi. Altını almak için elini uzatınca onu eline bıraktı ve koyun kayboldu.
Buyurdu ki:
“Allah Teâlâ’yı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”
“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtuluş çaresi O’na itaattedir.”
“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasîhatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanaatte buldum. Rahatlık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevekkülde buldum.”
Veysel Karanî Hazretlerini ziyaret etmenin haz ve huzuru ile bir süre külliye içinde dolaşıp manevî havasını teneffüs etmenin mutluluğunu yaşayan grup, buradaki birlikteliği çektirdikleri fotoğraflarla belgeledikten sonra İsmail Aykan’ın daveti üzerine yörenin ünlü mesire yeri Buzlu Pınar Tesislerinde ikram edilen çaylarla, kahveleri yudumlayarak bir süre dinlenip sohbet ettiler. Ardından Birtat Restorantta yenilen akşam yemeğinin akabinde bir kısmı otelde dinlenmeye çekildi, diğer bir kısmı da davet edildikleri kına gecesine katılmak üzere yöresel kına gecesine gittiler.
Ertesi gün (24 Ekim Perşembe) başta İsmail Fakirullah Hazretleri ile ayakucunda yatan öğrencisi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri olmak üzere bu ilçede medfûn diğer bazı mana büyüklerini ziyaret etmek üzere Siirt'ten Tillo’ya müteveccihen yola çıktılar.
Tillo Belediye Başkan Vekili Remzi Sansar’ı makamında ziyaret edip, burada medfûn olan mana büyükleri hakkında bilgi aldılar. Ziyarette YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş Belediye Başkanı Sayın İdham Aydın’a iletilmek üzere vekili Remzi Sansar’a bir paket YOYAV yayını takdim etti.
YOYAV'lılar, İsmail Fakirullah ile Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ni ziyaret öncesi türbeleri önünde.
Ulu Cami’de öğle namazını eda edip, İsmail Fakirullah Hazretleri ile ayağının ucunda medfûn olan talebesi İbrahim Hakkı Hazretlerini ziyaret edip, okunan hatm-i şerîfler, Yasîn-i şerîfler, İhlâs-ı şerîfler ve Fâtiha-i şerîfelerle, getirilen kelime-i tevhîdler, salavat-ı şerîfelerin duasını yaparak sevabını ruhlarına armağan ettiler. Ziyaret sonrası İsmail Fakirullah Hazretleri hakkında kısa bir konuşma yapan Dr. Ateş şunları söyledi:
“Değerli arkadaşlar!
Mana aleminin büyüklerinden İsmail Fakirullah Hazretleri ile O’nun yetiştirdiği Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin ve bazı yakınlarının manevî huzurlarındayız. Onları ziyaret ederek Fâtiha ve İhlas Surelerini okuyup ruhlarına armağan ettik. Mevla okuduğumuz Fâtiha ve İhlaslarla, getirdiğimiz hatm-i şerîfler, süver-i şerîfeler, salavat-ı şerîfeler ve kelime-i tevhîdlerin sevabını bu büyüklerimizin ruhuna ulaştırsın, mekânlarını Cennet, makamlarını yüce etsin. Bizleri de şefaatlerine nâil eylesin niyaz ediyoruz.
İsmail Fakirullah Hazretleri 1655-1734 yılları arasında yaşamış ve Tillo’nun manevî iklimini oluşturanların başında gelmiştir. Çocuk yaşlarında ilim tahsiline başlamış, müderrislik ve imamlık yapmıştır.
Bir taziye dönüşü düştüğü kuyuda yüce Rabbin tecelli sıfatlarıyla karşılaşmıştır. Sekiz yıl süren istiğrak halinden ayrılıp Üveysiye tarikatının esasları doğrultusunda irşada başlamış ve dönemini aydınlatmıştır. Medresesi’nde dinî ve beşerî ilimlerde İbrahim Hakkı Hazretleri gibi dünyaca meşhur ilim adamları yetiştirmiştir.
Kabri Tillo kabristanlığında kendi ismiyle anılan bu türbededir.
Ayağı ucunda yatan öğrencisi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri de, İslam medeniyetinin önemli isimlerinden olup, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale İlçesi’nde dünyaya gelmiştir. Küçük yaşlarda babası Osman Derviş’in yanına Tillo’ya (Aydınlar’a) gelerek İsmail Fakirullah’ın öğrencisi olmuştur. Yaşamının geriye kalanına burada devam etmiştir. 1780 yılında 77 yaşında iken Tillo’da vefat etmiştir.
Matematikçi, pedagog, coğrafya bilgini, tıp adamı ve şair olarak bilinen İbrahim Hakkı, daha çok astronomi alanındaki araştırmaları ve eserleri ile bilinmektedir. 21 Mart’ta doğan güneşin, hocası İsmail Fakirullah Hazretleri’nin başucuna doğmasını sağlayan ışık düzeneği ile ünlüdür.
İbrahim Hakkı Hazretleri bu düzeneği kurmak için ilçeye egemen bir tepe üzerinde halk arasında Kal’e-tül Üstad olarak bilinen yığma taşlardan oluşan bir duvar yaptırmıştır. Güneş ışınları bu duvarın ortasındaki pencereden süzülerek birkaç kilometre aşağıdaki Tillo üzerine düşmekte ve buradaki İsmail Fakirullah Hazretleri’nin bulunduğu türbenin başucuna ayna yansımalarının yardımıyla düşmektedir.
58 eseri arasında Marifetname en bilinenidir. Astronomiden kriminolojiye, biyolojiden din bilimlerine, tıptan coğrafyaya bütün bilim dallarını içeren ansiklopedik bir çalışma olan Marifetname’den başka Divan adlı eseri de çok ünlüdür.
Hocası İsmail Fakirullah Hazretleri’nin bulunduğu türbeye defnedilen İbrahim Hakkı Hazretleri’nin astromomi alanında kullandığı araç ve gereçler ile eserlerinin el yazması nüshaları İlçe’de özel bir müzede sergilenmektedir.
Fakirullah Hazretleri’nin adı İsmail olup, Hz. İbrahim (a.s.)’ın oğlu Hz. İsmail (a.s.)’ın adını taşıyan büyük bir insandır. Bu yörede yetişen, insanları irşâd eden, manevî mertebelere yücelmelerinde öncülük eden örnek bir insandı. Mekânı Cennet olsun. Adı İsmail olmakla birlikte adından çok Fakirullah lakabıyla anılmakta ve bilinmektedir. Allah’ın Fakiri. Şöyle alim, böyle fadıl, böyle şeyh, böyle kutub vesaire gibi adlarla anılmaktan çok, Allah’a fakir bir kimse olarak anılmasını isteyen, dileyen kimse ve öyle anılagelen büyük bir insan. Onun gibi mana âleminin bir çok büyükleri de kendilerini hep Allah’ın fakir kulları olarak ifade etmişlerdir. Örneğin koca Mimar Sinan, Padişahın baş mimarı Selimiye’yi, Süleymaniye’yi ve benzeri bir çok eseri Müslüman Türk Milletine kazandıran büyük bir mimar olmasına rağmen, kendinden söz ederken vakfiyesinde ve mührünün içinde “el fakirul hakir Sinan” yani “Allah’ın fakir ve hakir kulu Sinan” demiştir. Huzurunda bulunduğumuz İsmail Fakirullah Hazretleri de Allah’a fakir olduğunu yansıtan bu lakapla anılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtır Suresi’nin 15. ayetinde: “Ey insanlar! Allah’a fakir (muhtaç) olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O’dur (Allah’tır).” buyrulmaktadır. Yani Allah’a muhtaçsınız, Allah gani, kullar fakirdir demektir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de Yaradan’a yakarışlarından birinde: “Allah’ım! Beni Sana fakir (muhtaç) olmakla zenginleştir. Senden müstağni olmakla da beni fakir duruma düşürme yâ Rabbî.” diye dua etmiştir. Efendimiz (s.a.v.)’in bu duası çok anlamlıdır. Kişi kim ve hangi pozisyonda olursa olsun, kendinde bir varlık, bir büyüklük görürse fakirliğe düşer. Onun için Peygamberimiz (s.a.v.): “Yâ Rabbî! Beni hayat boyu Sana muhtaç eyle. Senden müstağni olmak fakirliğine beni duçar etme.” duasında bulunmuştur. Öyle zannediyorum ki, manevî huzurunda bulunduğumuz ve ziyaretiyle şereflendiğimiz İsmail Fakirullah Hazretleri de Efendimiz (s.a.v.)’in bu duygu ve düşüncesiyle kendine Fakirullah deyimini kullanmış ve kullandırmıştır.
Kıymetli kardeşlerim!
Görüyorsunuz Fakirullah Hazretlerinin yanında oğlu, onun arkasındaki torunu, ayağı ucunda da öğrencisi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri yatmaktadır.
Malumunuz olduğu üzere İbrahim Hakkı Hazretleri ünlü Marifetname kitabının yazarıdır. Dün ziyaret ettiğimiz Siirt İl Kültür Müdürü bize Marifetname kitabından bir adet hediye etmişti. İbrahim Hakkı Hazretleri ‘Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler.’ diyen duyarlı ve dirayetli insandı.
İsmail Fakirullah büyük bir zat olduğu gibi, O’nun yetiştirdiği İbrahim Hakkı Hazretleri de mana aleminde mesafe kateden ve ileri mertebelere erdiğine inanılan büyük bir zattır. Burada bir inceliği sizlerle paylaşmak istiyorum. Ziyaret ettiğimiz bu türbede İsmail Fakirullah Hazretleri başta, oğlu ile torunu yanında öğrencisi de ayak ucundadır. Yani bir öğrenci ne kadar yücelirse yücelsin, gelişirse gelişsin, hocasının ayağı ucunda olmayı kendine şeref addederek, hayatta iken yanında olmayı dilediği gibi, vefattan sonra da yanında ve ayağı ucunda olmuştur. Tıpkı Efendimiz (s.a.v.)’in türbe-i saadetlerinde iki yakın dostu Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (r.anhüma)’in yanında oldukları gibi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) vefatından sonra Efendimiz (s.a.v.)’in hemen yanına defnedilmişti. Hz. Ömer (r.a.) de Hz. Aişe (r.a.) validemizden izin alarak Resulullah (s.a.v.)’ın yanına defnedilmiştir. Fakirullah Hazretlerinin oğlu, torunu ve öğrencisi İbrahim Hakkı Hazretleri de O’nun yanında ve ayağı ucunda yer almışlardır.
Suriye’nin İdlib şehrinin ilk kasabası olan Mearretü’n Numan’da yatan Ömer İbni Abdülaziz Hazretlerini ziyaret ettiğimizde de görmüştük. Ömer İbni Abdülaziz’in ayağının ucunda eşi ve O’na hizmet eden müstahdemi yatıyordu. Büyüklerin hayatta da, vefattan sonra da yanında yer almak önemlidir. Büyükleri ziyaret etmek, ruhlarına Fâtihalar yollamak da çok önemlidir. Onları ziyaret etmek rahmet vesîlesidir. Yanında olmak da iyilik ve güzelliklere erme vesîlesidir. Biz bu büyük zatların yanında olamadıysak da ziyaretlerine geldik. Allah ziyaretimizi kabul eylesin. Bizleri onların yolunda eylesin.”
Daha sonra buradaki medfûn olan diğer zevâtı da ziyaret edip, Kal’e-tül Üstad (Üstad Kalesi)’a geçtiler. Dr. Ateş’in burasıyla ilgili aşağıdaki açıklamayı dinlediler:
“Değerli arkadaşlar!
Önünde bulunduğumuz Kal’e-tül Üstad denilen bu mekân, İbrahim Hakkı Hazretleri’nin: ‘Yeni yılda doğan güneş hocamın başucunu aydınlatmazsa neyleyeyim o güneşi’ diyerek yaptığı Kal’e-tül Üstad, Tillo’ya hakim olan bu tepede bulunan ve taşlar arasındaki pencereden güneş ışığının kuleye yansımasını sağladığı yapıdır. Kuzey yarım küreye güneşin dik olarak düştüğü 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde burada güneş, aynalardan geçerek İsmail Fakirullah’ın türbesinin başucunu aydınlatır. 1960 yılında yapılan restorasyon çalışması sırasında bozulan ışık hadisesi düzeneğinin işlerliği yapılan çalışmalar sonucunda tekrar kazandırılmıştır.”
Daha sonra Kal’e-tül Üstad yakınındaki cam seyir terasına giden grup, burada Botan Çayını ve vadisini temaşa edip, çektikleri fotoğraflarla buralardaki birlikteliklerini belgelediler.
Ardından Dua Tepesine geçtiler. Burayla ilgili yapılan açıklamayı da dinleyip bilgi edinmenin akabinde Dr. Ateş’in yaptığı:
“Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi Rabbi’l âlemîn. Vessalâtü vesselâmu alâ Resûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve ashâbihî ecmaîn.
Yâ Rabb’el âlemîn! Dua tepesinde Senin dergâh-ı izzetine ellerimizle birlikte gönüllerimizi de açtık. Rahmetini, mağfiretini, lütfunu, keremini niyaz ediyoruz. Burada dua eden insanların tümünün dualarını kabul buyurduğun gibi, bizim dualarımızı da kabul buyur yâ Rabbî. Her zaman ve her yerde Sana kullukta kâim, iman, ibâdet, dua ve istikamette daim olan kullarından eyle yâ Rabbe’l âlemin. Bizleri Sana ibâdet ve tâatın şuuruna eren, zevkini alan mü’min, mütedeyyin, muhlis ve muttaki kullarından eyle yâ Rabbi. Dualarımızı makbul ve müstecâb eyle. Bizim aklımıza gelmeyen ama Senin bildiğin tüm hayırlı isteklerimize bizleru nâil eyle yâ Rabbi. Bizleri her türlü kötülüklerden koru, iyiliklere ulaştır yâ Rabbî.
Yâ Rabbi! Milletimizi, memleketimizi iman ve Kur’ân ehli olarak mesut ve bahtiyar eyle. Ziyaretimizi makbul eyle, bizlerden razı ol yâ Rabbî. Rızana erdirdiğin, Cennetine girdirdiğin ve Cemalini gördürdüğün mutlu ve müstesna kullarından eyle yâ Rabbi.” duaya amin dilekleriyle katıldılar.
Ardından Dua Tepesi’nin alt kısmındaki Zemzem-ül Hassa Çilehanesini ve yakınındaki Sultan Memduh Hazretleri ile Zemzem-ül Hassa türbesini ziyaret edip, Sultan Memduh’un torunu Mahmut Yavuz’un yaptığı şu açıklamayı dinlediler:
“Sultan Memduh Hazretleri’nin asıl adı Sultan Mahmut’tur ve 1761-1847 yılları arasında yaşamıştır. Ömrünü doğmuş olduğu Tillo’da geçirmiştir.
Genç yaşta dedesi İsmail Fakirullah Hazretleri’nin öğrencisi olan İbrahim Hakkı Hazretleri’nin yanında dil bilgisi, edebiyat, tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimleri öğrenmiştir. Hocası tarafından kendisine Memduh (övülmüş) lakabı verilmiştir. 47 bin beyitlik bir divanın sahibi olan Sultan Memduh, yine kendisi gibi velayet makamına ulaşan ve şair olan kadın evliyalardan Zemzem-ül Hassa ile evlenmiştir.
Tillo’daki türbesi her yıl onbinlerce kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Türbedeki madeni gümüş muhafazalar üzerinde bulunan Cennet ve Cehennem tasviri süslemeleri görülmeye değerdir.
Zemzem-ül Hassa Siirt’in kadın evliyalarından olup, 1765-1852 yılları arasında yaşamıştır. Şeyh Mustafa Fani Hazretleri’nin kızı, Sultan Memduh Hazretleri’nin karısıdır. Şairdir ve kendine has Divan adlı eseriyle bilinir. Yaşantısı ibâdet, zikir ve edebiyat uğraşı ile geçmiştir. Sultan Memduh Hazretleri Türbesi’nde ve yanı başında medfûndur.”
Tillo’daki ziyaret yerlerini gezip görüp bilgi birikimlerine yenilerini eklemenin sevinç ve saadeti içinde buradaki birlikteliklerini de çektirdikleri fotoğraflarla belgeleyip, akşam yemeğini Konukevi’nde yedikten sonra tekrar Siirt’e gelerek Ankara’ya müteveccihen dönüşe geçtiler. Ertesi gün saat 12.00 sularında Ankara’ya ulaşıp YOYAV Genel Merkezi önünde otobüsten inerek evlerine yöneldiler.