Yaradan’a Yar Olmanın Yolu Resûlüne Uymaktan Geçer
Bu yıl (2021), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in doğumunun milâdî tarihe göre 1450. yıldönümüdür. Rebi’ülevvel ayının 12. gecesini Mevlid Kandili olarak kutlamayı güzel bir gelenek hâline getiren Müslümanlar, öteden beri O’nu ihyâ etmeye özen göstermektedirler. Yıl içinde değişik günlere denk gelen bu gece 2021 yılında 17 Ekim Pazar gününü 18 Ekim Pazartesiye bağlayan gece idrâk edilecek. Suudi Arabistan hariç, İslam ülkelerinin her yerinde coşkuyla kutlanan bu mübârek gece, ülkemizde çok ve çeşitli programlarla kutlanacaktır. Bu programlardan biri de 16 Ekim 2021 Cumartesi günü saat 13.30’da YOYAV Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘Yaradan’a Yar Olmanın Yolu, Resûlüne Uymaktan Geçer’ konulu kutlama programı idi.
Kandil gecesinden bir gün önce düzenlenen bu program, pandemi dolayısıyla maske, mesafe ve hijyen kurallarına uygun olarak aşı dozlarını tamamlayan sınırlı sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirildi. Kur’ân-ı Kerîm tilâvetiyle başlayıp, üç ilahi ve sohbetle devam eden ve sunulan ikramın alınmasıyla noktalanan programda konuşan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, toplantıya katılan davetlileri sevgi ve saygıyla selamlayarak teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ilettikten sonra şunları söyledi:
“Aşk-ı ilahî ile coşan, muhabbet-i Muhammedî ile pişen ve hak yolunda koşan kıymetli kardeşlerim, muhterem misafirlerimiz!
Mevlid Kandili münasebetiyle düzenlediğimiz programa teşrif ederek bu güzel günün arefesinde bizimle birlikte olma incelik ve yüceliğini gösteren güzîde heyetinizi en içten ve samîmî duygularımızla selamlıyor, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e selam, sevgi ve saygımızla bağlılığımızı bir kere daha birlikte arz etmemize vesîle olan yüce heyetinize takdir ve teşekkürlerimizi sunarak hoşgeldiniz diyor, rıza-i İlahîye eren, Cennet-i âlâya giren, Cemalullah’ı gören ve şefaat-i Resûlullah’a mazhar olan müstesnâ ve mümtâz kişilerden olmanızı niyaz ediyorum.
Malumunuz olduğu üzere Mevlid-i Nebî gecesi, insanlığa İslam’ı tebliğ eden, hakkı ve hakikati öğreten, Cennete giden yolda rehberlik edip, her hâliyle en güzel örneğimiz olan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in dünyayı teşriflerinin yıldönümüdür.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), insanlığı huzura ve kurtuluşa çağıran bir davetçi, hatadan ve isyandan uzaklaştıran bir uyarıcıydı. ‘Bir mümin neye inanır? Bir Müslüman nasıl yaşar?’ sorusunun en mükemmel ve canlı cevabıydı. Muhabbet, şefkat, vefa, cesaret ve feraset gibi erdemler O’nun şahsında âdetâ ete kemiğe bürünmüştü. Zayıflar, güçsüzler, mağdur edilenler O’nunla yeniden insan olmanın saygınlığını kazanmıştı. O, öyle merhamet sahibiydi ki O’nu yok etmek isteyenler bile hidâyete ererek O’nda hayat bulmuştu. Nitekim cehâletin ve zulmün esir aldığı, merhametin, erdemin, hikmetin kaybolduğu karanlık bir dönem, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in gelişi ve kutlu mücadelesiyle, ilmin, adaletin, merhametin aydınlığında asr-ı saadete dönüşmüştür. Câhiliye girdâbında yolunu ve değerlerini kaybeden insanlar, O’nun yolundan giderek, kardeşliğin, erdemin, ahde vefanın, güzel ahlakın ve bütün iyi davranışların en güzel örnekleri olmuşlardır.
İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük peygamber, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) 571 yılında kamerî aylardan Rebî’ülevvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Milâdî takvime göre ise bu, 571 yılı Nisan ayının 20’sine rastlamaktadır. Bu mübârek geceye ‘doğum günü’ anlamında olan ‘Mevlid Kandili’ denir.
Resûlullah (s.a.v.)’ın dünyaya gelmesi, insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu gece Hz. İbrahim (a.s.)’in “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder.” (Bakara, 129) diye yaptığı duaya, Hz. İsa (a.s.)’nın: “Ey İsrailoğlulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim.” (Saf, 6) müjdesine ve Hz. Âmine’nin rüyasına mazhar olan Muhammed Mustafa (s.a.v.) dünyaya gelmiştir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu hususla ilgili bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur.
"Ben, atam İbrahim'in duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annem Amine'nin rüyasıyım. Annem rüyasında içinden çıkan bir nurun Şam diyarı saraylarını aydınlattığını söylemişti. Peygamber anneleri hep böyle rüyalar görürler."
Ayrıca bu hadîs-i şerîfe, hemen hemen bütün müfessirler, Bakara Suresi’nin 129. ayetinin tefsirinde yer verirler.
Hz. İbrahim, Kâbe'yi inşa etmekle işlemiş oldukları hayrın kabul edilmesini niyaz ettikten sonra, kendisi ve oğlu İsmail'le soylarından gelecek ümmetin Allah'a teslim olup itaat eden hâlis kullar olmaları, yüce Allah'ın takdirinin bu yönde tecelli ettirmesi dileğinde bulunmuştur.
Hz. İbrahim'in son duası, yüce Allah'ın kendi soyundan bir elçi göndermesini dilemesi olmuş ve bütün müfessirlerin görüşüne göre bununla da özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.)’in risâleti kastedilmiştir.
Nitekim daha sonra İsmail aleyhisselam Mekke'ye yerleşerek Yemen'den gelen ve Arab-ı âribe'den olan Cürhümlüler arasında yaşamış, onlardan Arapça öğrenmiş, iki defa evlenerek on iki çocuk babası olmuş; Mekke'de İkamet eden çocuklarından her biri bir kabilenin reisi olmuştu. Böylece Hz. İsmail'in soyu Cürhümlülerle karışarak Araplaştığı için bunlara "Arab-ı müsta'ribe" denilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yirmi birinci göbekten atası olan Adnan da Hz. İsmail'in soyundan ve dolayısıyla "Arab-ı müsta'ribe"dendir.
Bu suretle Hz. İbrahim'in duası kabul edilmiş ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) O’nun soyundan gelmiştir.
Hz. İbrahim duasında, kendi soyundan seçilip gönderilmesini dilediği elçinin îfâ edeceği başlıca işlevleri şöyle sıralamıştır:
- Halkına Allah'ın ayetlerini okuyup bildirmesi,
- Onlara kitabı, hikmeti öğretmesi,
- ve onları temizlemesi.
Kuşkusuz bir peygamberin daha birçok görevi varsa da burada anılanlar, elçilik ve rehberlikle ilgili temel işlevler olması bakımından özellikle kayda değer görülmüştür.
Müfessirler buradaki; -"ayetler"i kısaca “vahiy, Allah'ın varlığını, birliğini ve peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan deliller”; -"kitab"ı "Kur'ân-ı Kerîm", -"hikmet”i "Peygamber'in sünneti, din ve dinî hükümlerle ilgili bilgiler, söz ve yaşayışta doğruluk"; -"tezkiye"yi de "temizleme yani inkâr ve şirkle kötü huylardan ve günah kirlerinden arındırma" şeklînde açıklamışlardır.
Hadiste geçen İsâ'nın müjdesinden maksat da yukarıda arz edildiği üzere Hz. İsâ'nın İsrailoğullarına hitaben, "Ey İsrailoğulları! Bilin ki benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim." mealindeki ifadesini nakleden Saf suresinin 6. ayetidir.
Bu ne büyük bir ilahî lütuftur. Bu insanlık âlemine bir hidâyet tarihi açan ve âlemlere hâlis ilahî rahmet olan böyle yüksek, şanlı bir peygamberin ümmeti olan, özellikle sohbet ve arkadaşlık şerefiyle şereflenmiş bulunan müminlere ne mutlu!
Öyle bir Resûl ki, onlara vahyi anlatarak Allah’ın ayetlerini okur, ilahî bilgilere ulaştırır ve bakış güçlerini terbiye eder. Onları ıslah ve tasfiye eder de amelî kuvvetlerini, ahlaklarını tamamlatır (kemâle erdirir), onlara kitabı ve hikmeti öğreterek Allah’a adamaya yükseltir. Kitap, şeriatın zâhir durumlarına, hikmet de onun güzelliklerine ve Allah bilgilerine, sırlarına, hedeflerine ve faydalarına işarettir.
Efendiler Efendisi sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) insanlığı bir olan Allah’a inanmaya, hayatı kulluk, samîmîyet, sadâkat, doğruluk gibi yüce değerlerle tezyin etmeye çağırmıştır. O’nun dünyaya gelişi, ölüme hayat, zulme adâlet, cehâlete bilgi, vahşete merhamet, düşmanlığa barış olmuştur. Karanlıklar içerisinde kaybolmuş insanlık, O’nun rehberliğiyle yeniden yolunu bulmuştur. Dünyanın karmaşasında katılaşan kalpler, O’nun şefkat pınarlarıyla yumuşamıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.) bizlere hayat rehberi olmuş ve çok güzel prensipler getirmiştir. Biz, bu prensiplere sımsıkı sarılarak hayatımıza yön vermeli, her Mevlid kandili bizim için Efendimiz (s.a.v.) ile ve O’nun hayat dolu mesajlarıyla yeni bir buluşma olmalıdır.
Resûlullah (s.a.v.)’a pazartesi gününün orucu hakkında soru sorulduğunda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Ben o gün doğdum ve nübüvvet de o gün bana verildi” buyurmuş ve bu vesîleyle kendi doğumuna işaret etmiştir. Yine bununla, Allah Teâlâ’nın kullarına olan nimetlerinin yenilendiği günlerde oruç tutmanın müstehap oluşuna işaret edilmiştir. Şüphesiz, Allah Teâlâ’nın bu ümmete ihsân ettiği nimetlerin en büyüğü, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in dünyaya gelmesi ve onlara peygamber olarak verilmesidir. Nitekim ayet-i kerîmede de buna işaret şöyle buyrulmuştur:
“Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.” (Âl-i İmrân, 164)
Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu ümmete bir peygamber olarak gönderilmesi, göklerin, yerlerin, güneş ve ayın, rüzgârın, gece ve gündüzün yaratılmasından çok daha büyük bir nimettir.
Meali arz edilen ayet-i kerîmede beyan buyurulduğu üzere müminlere içlerinden bir peygamber gönderilmesi onlar için büyük bir lütuf olmuştur. Dolayısıyla Resûlullah (s.a.v.)’in doğduğu gün de, peygamber olarak görevlendirildiği gün de onlar için bir nimettir. Bu nimete şükürle mukabelede bulunan Müslümanlar, Allah Teâlâ’ya ibâdet ve ta’at, Resûlüne de hürmet ve muhabbetle salât ve selamda kusur etmemenin gayreti içinde olagelmişlerdir.
Bu cümleden olarak Mevlid Kandilini kutlamaya özen göstermişlerdir. Öyle ki, Peygamber sevgisi kültür ve medeniyetimizde diğer bütün sevgilerin üzerinde tutulmuş, âdetâ milletimizde değişmez bir karakter özelliğine dönüşmüştür. Milletimizin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gösterdiği bu sevgiyi, edebiyatımızın söz ustaları şiir, ilahi, na’t-ı şerîf, mersiye ve kasidelerle gönüllere nakşetmiş, kâğıtlara dökmüşlerdir.
Fuzûlî’nin:
‘Cânımı cânan eğer isterse minnet cânıma
Cân nedir kim ânı kurban etmeyem cânânıma!’ dizeleri bu duygularla ortaya çıkmıştır.
İnsanımızın ve toplumumuzun her bir katmanında Hz. Peygamber (s.a.v.) sevgisinin yansımalarını görmek mümkündür. Çocuğumuza verdiğimiz isim, kalbimizden geçirdiğimiz salavatlar, duvarımızda asılı hilye-i şerîfler, ehl-i beyte gösterdiğimiz sevgi, sevincimizde ve üzüntümüzde okuduğumuz mevlid, askerimize ve asker ocağına bakış açımız bu sevginin kültürümüze, davranışlarımıza ve hayatımıza yansımalarıdır.
Dört yüz yıl boyunca Ravza kandillerinde zeytinyağı yerine gül yağı yakan milletimizin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e olan sevgisini ahlakta, ibâdette, ticarette, hülâsa hayatın her alanında O’na tabi olarak göstermesi sevginin başka bir boyutunu göstermektedir.
Yavuz Sultan Selim Han’ın şu şiiri, O’nun Resûlullah (s.a.v.)’a karşı olan hürmet ve muhabbetini ne güzel ifade eder:
Kimse sensiz bulamaz Hakk’a vüsûl,
Feyz-i lütfunla olur merd-i kabul.
“Rahmeten li’l-âlemîn”sin yâ Resûl
El meded ey ma’den-i nûr-i Hüdâ.
Ey keremkân-ı Resûl-i Kibriyâ.
Kemterindir bu Selîm pür-hatâ
Dergehinden ilticâ eyler atâ
El meded v’ey ma’den-i nûr-i Hüdâ.
Yani: Sen olmadan kimse Allah’a ulaşamaz, herkes senin feyzinin lütfuyla makbul bir kimse olur. Sen âlemlere rahmet olarak gönderildin ey Allah’ın resulü! Yardım et, medet ey Allah’ın nurunun madeni.
Ey cömertlik madeni büyük peygamber! Bu çok kıymetsiz, hatası çok Selim kapına sığınıyor, senden yardım istiyor. Yardım et, medet et ey Allah’ın nurunun madeni.”
Uzun yıllar Medine-i Münevvere’de mücavir olan merhum Ali Ulvi Kurucu da ‘Rûhum Sana Âşık’ başlıklı şiirinde Peygamber sevgisini şöyle dile getirmiştir:
Rûhum sana âşık, sana hayrandır Efendim,
Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efendim.
Ecrâm ü felek, Levh u kalem, mest-i nigâhım,
Dîdârına âşık Ulu Yezdân’dır Efendim.
Mahşerde nebîler bile senden medet ister,
Rahmet, diyen âlemlere, Rahman’dır Efendim.
Tâ Arşa çıkar her gece âşıkların âhı,
Medheyleyen ahlâkını Kur’an’dır Efendim.
Aşkınla buhurdan gibi tütmekte bu kalbim,
Sensiz bana cennet bile hicrândır Efendim.
Doğ kalbime bir lahzacık ey Nûr-i dilârâ
Nûrun ki gönül derdime dermândır Efendim.
Ulvî de senin bağrı yanık âşık-ı zârın
Feryâdı bütün âteş-i sûzândır Efendim.
Kıtmîriniz ey Şâh-ı rüsûl, kovma kapından,
Âsîlere lûtfun yüce fermândır Efendim.
‘Derdimendim’ başlıklı şiirinde de Resûlullah’a duyduğu sevgiyi şöyle terennüm etmiştir:
Derdimendim yâ Resûlallah, devâ ol derdime,
Destgir ol, yâ Hâbîballah, bu asî mücrime!..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime?..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş’esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..
Ermek istersen, O şâh’ın himmet-ü imdâdına,
Cânü dilden âşık ol sen; “İsm-i zât” evrâdına,
Ses verir (Ulvî); melekler âteşin feryâdına,
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayranıyım.
Zünnûn-i Mısrî’nin dediği gibi: ‘Allah Teâlâ’yı sevmek, bütün ahlakta ve bütün işlerde O’nun Resûlü Hz. Muhammed (s.a.v.)’e uymaktır.’
Mana büyüklerinin çoğu bu gerçeği ifade eden açıklamalarda bulunmuşlardır. Örneğin Şah-ı Nakşibend Hazretleri: ‘Yolumuz, az bulunan sağlam bir halkadır. Resûlullah (s.a.v.)’ın güzel sünnetlerine tabi’ olmanın dışında bir şey değildir. Ashabın yolunu takipten başka gaye yoktur.’ demiştir.
Ebu’l Hasan Harakânî Hazretleri de: ‘Peygamber (s.a.v.)’in gerçek varisi her hâliyle O’na uyar. Sadece sayfaların yüzünü karartan O’nun varisi olamaz.’ demiştir.
Ebubekir Yezdânyar da: ‘Muhabbetin aslı Allah ve Resûlüne muvafakattir. Seven, sevgilisinin rızasını her şeye tercih eder.’ demiştir.
Ebu Osman Hîrî de: ‘Söz ve fiilinde sünneti kendisine rehber edinen kimse, konuştuğunda hikmeti konuşur.’ demiştir.
İstanbul’u feth ederek müjde-i Muhammedî’ye mazhar olan Sultan Mehmed Fatih Han ise: ‘Zaferin sırrı Hz. Peygamber (s.a.v.)’in izini takip etmektedir.’ demiştir.
Resûlullah’a uymanın önemi Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Âl-i İmrân Suresi’nin 31. ayet-i kerîmesinde şöyle beyan buyurulmuştur: “De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.
Sevgi, insan ruhunun yücelik ve güzellik sezdiği bir şeye öyle bir meyil göstermesidir ki, ona yaklaşmak için gerekli sebep ve vesîleleri arayıp bulmaya yöneltir. Binaenaleyh sevenin hedefi, sevgilinin rızasına erebilmek ve öfkesinden sakınmak, korunmak olduğundan, sevgi, itaat isteğini ve isyan sayılan şeylerden kaçınmayı gerektirir.
Herhangi bir kişi, hakiki yüceliğin ve kemâlin ancak Allah’a ait olduğunu idrâk edip anladığı zaman, onun bütün sevgisi Allah için, Allah yolunda ve Allah’ın rızasını kazanmak uğrunda olur. Allah’ın dini de tevhid ve İslâm olduğundan, sevgisi hep bu çerçevede dolaşır durur. İtaat ve ibâdet için gösterdiği iradede ancak bu din hakim olur. O halde Allah’ı sevenler “Ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyle…” (Âl-i İmrân, 20) diyen ve bu ilâhî emri tebliğ eyleyen Resulullah’a karşı gelmemek ve onun gibi ihlas ve samîmiyetle, “Ben özümü Allah’a teslim ettim…” deyip dininde ve şeriatında O’na ve O’nun öğretim ve bildirilerine uymak ve O’nu örnek almak lazım gelir.
Bunun zıddı, “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem, O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem.” demektir ki, bu da, “Ben kendimden başka bir şey sevmem, tevhid yolunda yürümek istemem.” demektir. Allah’ın Resûlüne uymak istememek “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” dememek ve düstur ile hareket etmemektir. Bu da Allah’ı sevmemek ve rahmetinden mahrum kalmaktır.
Allah Teâlâ buyurur ki: “Resûlüm de ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallarınız, zarar etmesinden korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız evleriniz sizlere Allah’tan, Resûlünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 24)
Resûlullah (s.a.v.) buyurur ki: “Sizden biri beni aile efradından, malından ve bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe kâmil manada iman etmiş olmaz.”
Hz. Ömer (r.a.), bir gün Allah Resûlü’ne edep içinde, ‘Ben sizi, nefsim hariç her şeyden çok seviyorum’ dedi. Resûlullah (s.a.v.): “Beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe, bu iş tamam olmaz” buyurdu.
Hz. Ömer (r.a.) sustu. Allah Resûlü kendisine yönelip birkaç defa şefkatle nazar etti; o esnada kalbine nur ve feyiz akıttı. Hz. Ömer (r.a.) gönlünü yokladı, aslında O’nu her şeyden çok sevdiğini anladı ve samîmî olarak, ‘sizi nefsimden de çok seviyorum’ diye itiraf etti. Resûl-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.) “İşte şimdi oldu.” buyurdu.
Merhum Nurettin Topçu’nun bir yazısında dediği gibi, davamız hayata uymak değil, hayatımızı Hakk’a uydurmak olmalıdır. Binaenaleyh Mevlid Kandilini kutlamaktan maksat tertiplenen toplantılara katılmaktan, okutulan Mevlid Kasidesini dinlemekten ve kandil simidi dağıtmaktan ibaret olmamalı, Resûlullah (s.a.v.)’in hayatını okuyup anlamak ve örnek almak, sünnete sarılmak ve sahip çıkmak, uyarılarına uymak ve uygulamak, tavsiye ve telkinlerine kulak asmak ve ahlak-ı hamîdesiyle ahlaklanmaya çalışmak olmalıdır.
Varlıkta ve yoklukta, açlıkta ve toklukta, darlıkta ve bollukta, hastalıkta ve sağlıkta, hâl ve hareketleriyle davranışlarının nasıl olduğunu öğrenip örnek almaya yönelmek olmalıdır.
Mevlid Kandilinde yapılması gereken özel ibâdetler yoktur. Ancak her kandil gecesinde yapılması gereken ibâdetlerden bazıları şunlardır: Kur’ân-ı Kerîm okunmalı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e salavatlar getirilmeli, kaza, nafile namazlar kılınmalı, tefekkürde bulunulmalı, ‘ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?’ gibi konuları düşünmeli. Geçmişin muhasebe ve murakabesini yapmalı. Günahlara samîmî olarak tevbe ve istiğfar etmeli. Bol bol zikirde bulunmalı. Müminlerle helalleşmeli. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı. Kişi kendine ve mümin kardeşlerine dualar etmeli. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli. Dinî toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli, Hayattaki büyüklerimizin, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefonla aranarak tebrik edilmeli. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalıdır.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi noktalarken, sizleri üç dörtlükten oluşan ‘Peygamber’e Uyun’ başlıklı şiirimle selamlıyor, inşallah yarın akşam idrâk edeceğimiz Mevlid Kandilimizi gönülden kutluyor, şefaat-i Resûlullah’a nail olmamızı niyaz ediyorum.
Ne derseniz deyin, doğru söyleyin.
Saygılı olmaya dikkat eyleyin.
Allah’a aslâ itiraz etmeyin,
Hatâdan tez dönün, istiğfâr edin.
İsyandan kaçının, ibâdet edin.
Mevlâ’ya mutlaka itaat edin.
Peygamber’e uyun, izinde gidin.
Kitaba, sünnete riâyet edin.
Bana değil, Hakk’a göredir deyin.
O, ne diyor ise, doğru der deyin.
Okuyun, öğrenin, beyin bileyin.
Bilinçlenin, bilgi-ilgi dileyin.”
Dr. Ateş, konuşmasının hitamında okunan 359 Hatim-i şerîf, 1.951.107 Fatiha, 809 Yasin, 2.862.402 İhlas, 763 Mülk, 306 Fetih, 182 Vakıa, 311 Amme, 320 Felak, 560 Nas sureleri ile getirilen 21.753.074 Tevhid, 38.694.702 Salavat, 23.000 Estağrirullah, 489 Yâ Fettâh, 129 Ya Latîf, 150 Amenrasulu, 1.101 Besmele, 2.000 Allah-u Ekber, 2.000 Elhamdülillah, 16. 500 Lâ ilâhe illallah, 2. 600 Hasbunallahu ve ni'mel vekîl, 3.600 Sübhânallahi ve bihamdihi, 100 Vela havle vela kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l-azîm, 500 Sübhânallahi ve bihamdihi Sübhânallah - il azim’in duasını yaparak sevabını Peygamber Efendimizin rûh-u şerîflerine, din ve devlet büyükleri ile okuyanların ve programa iştirak edenlerin yakınlarının ruhlarına armağan etti.
Program sunulan ikramın alınması ile sonlandı.
Duadan Görüntüler
İkramdan Görüntüler