Dillerin Devşirdikleri
Büyüklerimizden duyduğumuz özlü sözlerden biri “elini, dilini, belini koru”, diğeri de “işini, eşini, aşını koru” öğüdüdür.
Kişinin kendini yanlış yaklaşımlarla kötü davranışlardan koruyup, davranışlarının doğru, bakışlarının basîretli ve adımlarının isâbetli olmasında etken olan bu öğütler, her müslümanın kulaklarına küpe etmesi gereken sözlerdir.
Söylenen sözlerin getirileriyle, götürülerinin neler olabileceğini düşünen insan, söyleyeceği sözleri iyice ölçüp tartmalı, sonra konuşma cihetine gitmelidir. “Ağzı olan konuşur” diyenlerden değil, dilin afetlerini bilip, doğruları söyleyen, eğrilerden de sakınanlardan olmaya çalışmalıdır.
“Söz altundur, gönül dercine dercet.
Teraziye koy, andan sonra harcet.” diyen şuurlu şairin uyarısına uymayı ilke edinmelidir.
Değerli düşünürlerimizden Yunus Emre’nin:
“Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı,
Söz ola ağulu aşı,
Bal ile yağ ide bir söz.” dizesini dikkatle ve dirâyetle okuyup, ders alma cihetine gitmelidir. Faydasız ya da zararlı sözler söylemekten sakınıp susmayı tercih etmelidir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in: “Ya hayır söyle ya da sus.” mealindeki hadîs-i şerîfini devamlı göz önünde bulundurmalıdır.
Gereksiz konuşmanın felaket, susmanın da selamet olduğunu bilmeli, sözü gümüş kadar değerli olsa da, susmanın altın gibi kıymetli olduğunu düşünmeli ve şairin:
“Kelâmın fıdda ise sukûtun olsun zeheb.
Kemâl ehli kemâlâtı sükût ile buldu hep.” diyen dizesini kafasına yerleştirmeye yönelmelidir.
Konuşması gereken yerlerde susmamalı, susması gereken yerlerde de konuşmamalı, ama konuşmasının az-öz, muhtasar ve müfîd olmasına özen göstermelidir. Söylediği sözlerin, âlimlerin ve sâlihlerin söyledikleri sözler gibi faydalı fikirler içeren önemli ve özlü sözler olmasına dikkat etmelidir. Yoksa “dilim, bana giydirir kilim” diyenlerin dile getirdikleri acı âkıbete uğrayacağını unutmamalıdır.
YOYAV’ın ayda bir defa düzenlediği “Kur’ânî Birliktelik ve Dua Günü” programlarının 26.sı 6 Şubat 2019 Çarşamba günü gerçekleştirildi.
Toplantı dolayısıyla okunan 103 Hatm-i şerîf, 1220 Yâsîn-i şerif, 165 bin 100 İhlâs-ı şerif, 13 bin 540 Fatiha-i şerife, 914 Mülk Suresi, 946 Nebe’ Suresi, 1849 Fetih Suresi, 86 bin 400 Ayet’el Kürsi, 1 milyon 264 bin Kelime-i Tevhid, 79 bin 64 salâvât-ı şerife, 52 bin Esmai Hüsna, 118 bin Besmele ve 346 bin istiğfarın duasına geçmeden önce “Dillerin Devşirdikleri” konusunda konuşup davetlilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş, yaptığı konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar!
Bugünkü sohbetimizde ashâb-ı kirâmdan Mu’âz Bin Cebel (r.a.)’in Hz. Peygamber (s.a.v.)’den bir isteği ile Resûlullah (s.a.v.)’in O’na verdiği cevabı içeren bir hadîs-i şerîfi sizlerle paylaşarak “Dilin Devşirdikleri” konusunda bazı hadîs-i şerîflerle, din büyüklerinin sözlerinden derlediğim bilgileri anlatıp aktarmaya çalışacağım. Önce sözünü ettiğim bu hadîs-i şerîfin mealini arz etmek istiyorum.
“Mu’âz Bin Cebel (r.a.) şöyle dedi:
‘Yâ Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana.’ dedim. ‘Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah’ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah’a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin.’ buyurdu. Sonra sözüne devamla: ‘Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür.’ buyurdu. Bundan sonra Resûlullah (s.a.v.): ‘Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.’ (Secde, 16-17] âyetini okudu. Daha sonra: ‘Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?’ dedi. Ben: ‘Evet, bildiriniz Yâ Resûlallah!’ dedim. ‘İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır.’ buyurdu. Sonra: ‘Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?’ dedi. Ben: ‘Evet, bildir Yâ Resûlallah!’ dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve: ‘Şunu koru!’ buyurdu. Ben: ‘Yâ Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?’ dedim. ‘Annen yokluğuna yansın ey Mu’âz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!’ buyurdu.”
Ben, bu hadîs-i şerîften esinlenerek bugünkü sohbetimizin başlığını “Dillerin Devşirdikleri” olarak belirleyerek bugüne kadar konu ile ilgili okuyup öğrendiğim hadîs-i şerîflerle, din bilginlerinin düşüncelerinden bir kısmını sizlerle paylaşmak istedim.
Mevlâyı Müte’âl Hazretlerinden bana anlatıp aktarmada, sizlere de dinleyip değerlendirmede tevfîkini refîk etmesi temennisiyle sözlerime başlarken, hepimize okuduğumuz ve duyduğumuzla amel etmeyi nasip etmesini niyaz ediyorum.
Dil, Cenâb-ı Hakk’ın en büyük nimetlerinden biridir. O, cüssesi küçük, ancak itaati ve günahı büyük bir organdır. Zira iman ve küfür dilin şahitliği ile belli olur, ortaya çıkar. İman itaatin, küfür ise isyanın zirve noktasıdır. Dil, mevcut olan olmayan, yaratıcı ve yaratılan, hayal edilen ve bilinen, zannedilen ve vehmedilen her şey hakkında konuşur; onları kabul veya inkâr eder. İlmin ulaştığı her ne varsa, hak ya da bâtıl, dil onu anlatır. İlmin de alanı çok geniştir; hemen her tarafa uzanır.
Dilin sahası geniştir, sınırı yoktur. Engel olacak bir şeyi de mevcut değildir. Dil, hayırda da şerde de geniş bir alana sahiptir. Dilin dizginini serbest bırakan ve ihmal eden kimseyi şeytan her yere götürür. İnsanları, yüzleri üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin kazandığı günahlardır. Dilin şerrinden yalnız, onu İslam’ın edebiyle edeplendiren ve helal konuşmalarla sınırlı tutan kimse kurtulur. Edebe dikkat eden kimse, sadece dünya ve ahiret yönünden faydalı olan şeyleri konuşur, dinine ve dünyasına zarar veren şeylerden dilini tutar. İnsanın azalarından en çok günah işleyeni dildir. Zira o konuşmaktan yorulmaz, hareket etmesinde de meşakkat yoktur. Dil, insanları saptırmada şeytanın en büyük âletidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Allah’ım! Dilimin şerrinden sana sığınırım” diye dua etmesi bunu göstermektedir. Bir hadîs-i şerîfte Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her sabah bütün organlar dile başvurur, ona bağlılıklarını bildirir ve söyleyeceği söze göre ceza göreceklerini, bu sebeple Allah’tan korkması gerektiğini hatırlatır ve şöyle derler: Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen yoldan çıkarsan biz de sana uyar yoldan çıkarız."
İnsanı yüzüstü cehenneme sürükleyen şey, dilin ürettiği kötü sözlerdir. Onun için herkes ağzından çıkan söze sahip olmalı, yanında her an kendisini gözetleyen ve söylediğini yazan bir meleğin bulunduğunu hatırından çıkarmamalıdır. Ya faydalı söz söylemeli veya susmalıdır.
Müslüman dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir. Elinden ve dilinden insanların güven içinde olmadığı kimse, iyi bir Müslüman değildir. Dili, Allah Teâlâ’yı memnun edecek sözleri kendiliğinden söylemeye alıştırmalıdır. İnsan kimi zaman, hiç de önemsemeden Allah’ı hoşnut edecek güzel bir söz söyleyiverir ve bu sayede cennetteki derecesini yükseltir. Kimi zaman da yine hiç de önemsemeden Allah’ın gazabını üzerine çekecek bir söz söyleyiverir ve bu yüzden cehennemin dibini boylayıverir. Unutmamalıdır ki, insanın belası dilindedir. Bu beladan kurtulmanın tek çaresi dilini tutmaktır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bu gerçeği üç kelimeyle şöyle ifade buyurmuştur: “Dilini tutan kurtuldu.” Resûlullah (s.a.v.)’a on yıl hizmet eden Enes b. Mâlik (r.a), O’nun ahlâkını anlatırken; on yıl boyunca kendisine bir defa bile “öf!” demediğini, yaptığı bir yanlıştan dolayı “Niye böyle yaptın!” diye çıkışmadığını, yapmadığı bir şey sebebiyle de “Şöyle yapsan olmaz mıydı!” diye kendisini azarlamadığını söylerdi.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bizi çok söz söylemekten şiddetle sakındırmış ve şöyle buyurmuştur: “Allah’ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanlar ise, Allah’tan en uzak kimselerdir.”
Allah Teâlâ, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e güzel ahlâkı öğretirken, özellikle diline sahip olma konusu üzerinde durmuş ve: “Sakın, başkasını çekiştirene ve söz taşıyana uyma!” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), insanın özellikle iki organına sahip olmasını tavsiye etmiştir. Dilini ve belini koruyana cennet sözü vereceğini müjdelemiştir.
Allah Teâlâ bize verdiği ağızla kendini zikretmemizi, etrafımızdakilere güzel sözler söylememizi istemiştir. Bu gerçeği sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle beyan buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.”
Bizim için önemli olan, ağzımızı açtığımızda hayırlı ve faydalı söz söylemektir. Hayırlı söz altından daha kıymetlidir. Kur’ân okumak, Allah’ı zikretmek, Allah’ın kullarına faydalı şeyler öğretmek en değerli kazançlardır. Eğer insanın söylediği söz bir incir çekirdeğini doldurmayacaksa, o zaman da sükûtu altın değerindedir. Çünkü söylemekte sakınca bulunmadığı sanılan bir söz, bazen insanı alır, uçurumun kenarına kadar götürebilir. O zaman insan “Dilim, seni dilim dilim dileyim” diye dövünse bile kıymeti yoktur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ağzımızı açtığımızda son derece dikkat etmemizi tavsiye etmiştir. Aksi hâlde büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunacağımızı bildirmiştir. Hiç önemsemeden söylenecek bir sözün Allah’ın gazabını çekebileceğini ve bu yüzden insanın cehennemin dibini boylayabileceğini haber vermiştir.
Garip bir zamanda yaşıyoruz. İslamî değerleri öğretmek şöyle dursun, insanımıza yabancı âdetler, gelenekler, kültürler sevimli gösteriliyor. Gençlerimiz bin düşünüp bir söylemeye değil, ağzına geleni düşünmeden söylemeye özendiriliyor. Çabuk ve hızlı konuşmak makbul sayılıyor. Hâlbuki ishale yakalanmak insanın bünyesini nasıl zayıf düşürür, hatta onu ölüme sürükleyebilirse, laf ishaline yakalanmak da insanın manevî dünyasını sarsıp, kazandıklarını kaybetmesine yol açabilir.
İslâm kardeşliğinin zedelendiği fitne günlerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in buyurduğu gibi “Dil, kılıç darbesinden daha tehlikeli olur.” Söz hançerden daha keskin, daha öldürücü bir silah haline dönüşür ve adeta insanın ciğerine işler. Gün gelir o fitneden eser kalmaz, ama dilin açtığı yara hep taze kalır, hep kanar, bir türlü onulmaz. Çünkü kılıç yarası iyileşir, dil yarası iyileşmez. Kafaların karışık, işlerin çapraşık, yüreklerin yanık olduğu böyle zamanda, herkes kendine hâkim, diline sahip olmalıdır. Din kardeşini gücendirecek lakırdı etmemelidir.
Dilin afetleriyle, gereksiz konuşmaların yaptıkları tahribatı ifade eden pek çok hadîs-i şerîf vardır. Bunlardan 15 tanesinin meali aşağıda dikkatinize getirilmiştir:
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Allah’a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun.”
Ebû Mûsâ (r.a.) şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.
– “Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse” cevabını verdi.
Sehl bin Sa’d (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm.”
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah (s.a.v.)’i şöyle buyururken dinlemiştir:
“Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider.”
Yine Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kul, Allah’ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de, Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah’ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de, Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar. “
Ebû Abdurrahman Bilâl İbni’l-Hâris el-Müzenî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Kul, Allah’ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah’ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur. Yine bir kul da Allah’ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat, o sözün kendisini Allah’ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder. ”
Süfyân bin Abdullah (r.a.) şöyle dedi:
‘Ey Allah’ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle’ dedim. Efendimiz: “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol!” buyurdu. Ben: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir?’ dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve: “İşte budur!” buyurdu.
Abdullah bin Ömer (r.anhüma) ‘Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu’ dedi:
“Allah’ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah’ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah’dan en uzak kimseler olduğu kesindir. ”
Ukbe bin Âmir (r.a.) şöyle dedi:
‘Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir?’ dedim. “Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!” buyurdu.
Ebû Said el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“İnsan sabahlayınca, bütün organları dile başvurur ve (âdetâ ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah’dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz. ”
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Gıybet nedir, bilir misiniz?” ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir’ dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır” buyurdu. ‘Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?’ diye soruldu. “Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir.” buyurdu.
Ebû Bekir (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.), Vedâ haccında Mina’da kurban kesme gününde îrad ettiği hutbesinde şöyle buyurdu:
“Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz saygı değer ve dokunulmaz olduğu gibi (aranızda) kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygı değer ve dokunulmazdır. Tebliğ ettim mi?”
Hz. Âişe (r.anha) şöyle dedi:
‘Ey Allah’ın Resûlü! Safiyye’nin şöyle şöyle oluşu sana yeter’ dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe’nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.): “Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi, onun suyunu bozardı” buyurdu. Hz. Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber (s.a.v.): “Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem” buyurdu.
Enes (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Mi’raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum. Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler, onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi.”
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (namusu) ve malı haramdır!”
Yukarıda mealleri arz edilen hadîs-i şerîflerle benzerlerinden esinlenen ashâb-ı kirâm ile bir kısım âlimlerin dille ilgili söyledikleri sözlerden de bazı örnekleri tetkikinize takdim etmekte fayda mülahaza ediyorum. Bu vesîleyle:
“Âlimin her bir kelâmı lâl-i mercân incidir.
Câhilin her bir kelâmı günde bin cân incidir.” diyen şuurlu şairi de hürmet ve muhabbetle anıyorum.
Hz. Ebubekir (r.a)’in az konuşmaya alışması için on iki yıl ağzında taş taşıdığı ve taşı ağzından ancak namaz, yemek, uyku anlarında çıkardığı ve 'Beni tehlikeli yerlere sokan budur!’ dediği rivayet edilir.
Hz. Ömer (r.a.)’in de mâlâyani şeyler söylememek için ağzına taş koyduğu rivayet edilir.
Abdullah b. Mes'ud (r.a): 'Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki, uzun hapsetmeye dilden daha fazla müstehak olan hiçbir şey yoktur!' demiştir.
Tâvûs şöyle demiştir: 'Benim dilim yırtıcı hayvandır. Onu bıraktığım zaman beni yer!'
Vehb bin Münebbih, Âl-i Dâvûd'un hikmetinden şunu söylemiştir: 'Akıllı bir kimseye gereken, zamanını bilmek, dilini korumak ve kendi hâline yönelmektir'.
Hasan Basrî şöyle demiştir: 'Dilini korumayan bir kimse dinini hakkıyla bilmiş değildir'.
Evzâ’î şöyle demiştir: Ömer b. Abdulaziz (r.a) bizlere şöyle yazdı: 'Ölümü fazla hatırlayan bir kimse, dünyada az ile razı olur. Konuşmasını amelinden sayan bir kimse, kendisini ilgilendirmeyen konuda az konuşur!"
Büyüklerimizin bu konuda bizleri uyarmak için verdikleri öğütlerle söyledikleri hikmetli sözler, sayfalara sığdıramayacak kadar çoktur. Ancak onların tamamını burada dile getirme imkânı yoktur.
Mealleri sunulan hadîs-i şerîflerle dikkatinize getirilen özlü sözleri defalarca okuyup incelemeniz, etkilenmeniz ve dilini koruyan müstesnâ ve mutlu insanlardan olmanız temennisiyle sözlerimi noktalarken, lisânı zâkir, kalbi şâkir ve beyni fâkir kişilerden olmanızı niyaz ediyorum.”