Hz. Peygamberin Eşlerinden Üç Örnek Hanımefendi
Yirmi dört yıldır Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediği kutlama programlarında kadınlarla ilgili çeşitli konuları gündeme getirerek, yanlarında yer almaya ve sahip oldukları önemli özelliklerle güzellikleri yansıtmaya çalışan YOYAV, 1996 yılından bu yana her yıl, kadınlarla ilgili ayrı bir konuyu ele alarak birbirinden güzel yirmi üç kutlama programı gerçekleştirdi. Bu programlarda "Kur'ân'da Kadın", "Kur’ân Penceresinden Kadına Bakış", "Kadının Ülke Kalkınmasındaki Rolü", "Çalışan Kadınların Sorunları", "2000 Yılında Kadın", "Dünyada ve Bizde Kadın", "Kadının Toplum Hayatındaki Yeri", "Siyaset, Sanat ve Sosyal Hayatta Kadın", "Geçmişte ve Günümüzde Türk Kadını", "Hayırsever Hanımlar", "Türk Vakıf Medeniyetinde Kadınların Yeri", "Bilim ve Teknolojide Kadınların Yeri", "Ülke Eğitiminde Kadınların Yeri", "Kadın ve Kariyer", "Kadın ve Şiddet", "Kadın ve Kalkınma", "Rol Modeli Olarak Hz. Hatice", "Kadın ve Maneviyat", "Kadınlara Kalkan Eller Kırılır", "imanda Öncü ve Örnek Kadınlar", "Kadın Toplumun Yarısıdır, Yarası Değil" ve "Asr-ı Saadette Kadın", “Kadının Gücü” gibi önemli konularda değerli düşünceler dile getirildi.
Bu yıl, 72 kişinin katılımıyla 8 Mart 2019 Cuma günü gerçekleştirilen “Hz. Peygamberin Eşlerinden Üç Örnek Hanımefendi” konulu yirmi dördüncü Kadınlar Günü programına TBMM Başkanı Prof. Dr. Sayın Mustafa Şentop, Milli Savunma Eski Bakanı Türksat Yönetim Kurulu Başkanı Dr. M. Vecdi Gönül Kilis Milletvekili Sayın Ahmet Salih Dal ve Türkiye Yardım Sevenler Derneği Genel Başkanı Birsen Eldem YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’e gönderdikleri başarı ve iyi dilek mesajları okunarak kendilerine teşekkür edildi.
TBMM Başkanı Prof. Dr. Sayın Mustafa Şentop mesajında şu cümlelere yer verdi:
“Sayın Dr. İbrahim Ateş
YOYAV Genel Başkanı
8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında düzenlemiş olduğunuz programa davetiniz için teşekkür ediyorum. Daha önce planlanmış programlarım sebebiyle katılamıyorum. Program vesîlesiyle bütün kadınlarımızın kadınlar gününü en samimi duygularla kutluyor, şahsınızda katılımcılara selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Prof. Dr. Mustafa Şentop
TBMM Başkanı”
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başlayan programda konukları selamlayıp, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileterek söze başlayan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı “Müminlerin Muhterem Annelerinden İki Mübârek Hanımefendi” konulu konuşmada şunları söyledi:
“Saygıdeğer hanımefendiler, kıymetli konuklar, değerli kardeşlerim!
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz programların yirmi dördüncüsünde siz muhterem misafirlerimizle bir araya gelmenin haz ve huzuru içinde, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, böyle anlamlı bir günde bizleri bir araya getiren yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senâlar ediyor, davetimize icâbet ederek salonumuzu şereflendiren siz kıymetli konuklarımıza gönülden ve samîmî şükranlarımızı sunarak hoş geldiniz diyorum.
Gününüzün kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olması temennisiyle sözlerime başlarken, gösterdiğiniz ilgi ve ihtimamdan dolayı takdir ve teşekkürlerimizi arz ediyor, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşleri, müminlerin muhterem anneleridirler. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Ahzâb Suresi’nin 6. ayetinde şöyle beyan buyurulmaktadır:
“Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır. Eşleri onların anneleridir…”
Başta Hz. Hatice (r.a.) validemiz olmak üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatını paylaşma bahtiyarlığına eren bu muhterem annelerimizin hepsi müstesnâ meziyetleri olan saygıdeğer hanımefendilerdir.
Mümine hanımların örnek almaları ve izlerinde gitmeleri gereken bu mübârek hanımefendilerden Hz. Hatice (r.a.)’yi 2012 yılı Mart ayında Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz “Rol Modeli Olarak Hz. Hatice (r.a.)” konulu programda hürmet ve muhabbetle anıp, bazı özelliklerini yansıtarak davetlilerimizi bilgilendirmiş ve örnek alınması dileğinde bulunmuştuk.
Bu yıl da 8 Mart 2019 Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yirmi dördüncüsünü düzenlediğimiz Dünya Kadınlar Günü programında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in zevcât-ı tâhirâtından iki muhterem annemiz Zeynep Hanımefendilerle Hz. Aişe vâlidemizi gündeme getirerek, onlarla ilgili bilgi birikimimizle örnek alınmasını dileğimiz özelliklerini dikkatinize getirmek istedik.
Ben, Zeynep binti Huzeyme ve Zeynep binti Cahş vâlidelerimizle ilgili açıklamalarda bulunacağım. Benden sonra konuşacak olan Dr. Htice Görmez Hanım kardeşim de Hz. Aişe vâlidemiz hakkında açıklamalarda bulunacaktır.
Biri Ümmü-l Mesâkîn (yoksulların annesi) diye bilinen Zeynep binti Huzeyme (r.a.), diğeri de kolu uzun denilen Zeynep binti Cahş (r.a.) olan Zeynep ismindeki bu iki muhterem annelerimizle Hz. Aişe vâlidemizin hayatlarıyla, bazı hârika hallerini dile getiren kıymetli yazarlarımızla, siyer kitaplarımızdan yararlanarak edindiğimiz bilgi birikimini paylaşmak için tertiplediğimiz bu programda, dilimizin döndüğü ve vaktimizin el verdiği nispette sizlere anlatıp aktarmaya çalışacağız. Mevlâ-i Müte’al Hazretlerinden bizlere arz edip açıklamada, sizlere de anlayıp uygulamada tevfîkini refîk etmesini niyaz ediyorum.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in muhterem eşlerinden, iki Zeynep’in ilki olan Zeynep binti Huzeyme (r.a.), hem câhiliye hem İslam döneminde cömertliği, yoksullara, muhtaçlara düşkünlüğü ve yardımseverliği ile tanınırdı. Bu yardımseverliği sebebiyle ona, yoksulların annesi anlamına gelen “ümmü’l-mesâkîn” lakabı verilmişti. Hz. Zeynep validemizin annesi Hind binti Avf, yeryüzünün en kıymetli damatlarına sahip ihtiyar bir kadın olarak anılırdı. Asr-ı saadetin bu asil kadını dokuz kız evlada sahip olma nimetine erişmişti. Üstelik bu kızların hepsi İslam ile şereflenmişlerdi. Her biri Resûlullah (s.a.v.)’a mülâkî olmuş böylece hanım sahabîler arasında yer almıştı. Ailelerin İslamiyeti tercih konusunda paramparça olduğu, kardeşlerin bir kısmının Müslümanlığı tercih ederken, bir kısmının şirk inançlarında direndiği bir dönemde, dokuz kız kardeşin hepsinin Müslüman olması, olağanüstü bir tabloydu. Bu o kadar kıymetli ve heyecan verici bir aile resmi idi ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onları “mümin kız kardeşler” olarak adlandırmıştı. Bu mümin kız kardeşlerin hayat öyküsünde daha da şaşırtan ve hayranlık uyandıran husus, yaptıkları evliliklerdi. Çünkü bu kız kardeşlerin evlilikleri, anneleri Hind binti Avf’ın “yeryüzünün en kıymetli damatlarına sahip kadını” olarak kendisine gıpta edilen bir kadın olmasını sağlamıştı.
Hind binti Avf, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e iki kızını vermişti: Bu kızlar Hz. Zeynep binti Huzeyme ve Hz. Meymune validelerimizdir. Zaten bu şeref Hind için yeterdi bile. Ancak Hind’in damatları arasında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in amcası Hz. Abbas, diğer amcası Hz. Hamza, amca çocukları Hz. Ali ve Hz. Cafer b. Ebî Talib ve can dostu Hz. Ebû Bekir de vardı. Ashâb-ı güzînin en kıymetlileri ile akrabalık bağı kurmuş olmak Hind’in şerefine şeref katmıştı.
Hind’in Resûlullah (s.a.v.) ile evlenen ilk kızı Zeynep binti Huzeyme (r.a.)’dir. Hz. Zeyneb, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den önce Ubeyde b. Hâris adlı sahabî ile evliydi. Ubeyde, Resûlullah (s.a.v.)’ın görevlendirdiği ilk seriyye komutanı ve İslam’ın ilk sancaktarıydı. Allah Teâlâ, Ubeyde’ye Bedir şehitlerinden biri olmayı nasip etti. Ubeyde’nin şehâdetinden bir yıl sonra, Uhud Gazvesinden önce, Peygamberimiz (s.a.v.), Ubeyde’nin emaneti Zeynep binti Huzeyme (r.a.)’ye sahip çıktı. Hicretin üçüncü senesi Ramazan ayında Resûlullah (s.a.v.) Zeynep binti Huzeyme (r.a.) ile evlendi. Böylece Hz. Zeyneb, müminlerin anneleri arasına katılmış oldu.
Kimi tarihçiler ise Zeyneb’in Resûlullah (s.a.v.)’dan önce, Abdullah b. Cahş ile evli olduğunu kaydederler. Bu tarihçilere göre ise Abdullah b. Cahş, Uhud Savaşında şehit düştükten sonra Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Zeyneb ile nikâhlanmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.)’in Hz. Zeyneb ile evliliği Müslümanlar ile Zeyneb’in kabilesi olan Âmir b. Sa’saa kabilesi arasında bozulan ilişkilerin düzelmesinde önemli rol oynamıştır. Resûlullah (s.a.v.), bu evlilik ile hem bir şehit eşini onurlandırmış, hem de bir kabilenin Müslümanlara yakınlaşmasına vesîle olmuştur.
Şu var ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in evlilikleri içinde en kısa süreli olanı Hz. Zeyneb ile olan evliliğidir. Hz. Zeyneb, evliliğinden üç ya da sekiz ay sonra dâr-ı bekâya intikâl etmişti. Vefat ettiğinde henüz otuz yaşındaydı. Hz. Zeynep, âdetâ zarif bir kelebek gibi, Peygamber (s.a.v.) in hayatına dokunmuş ve çok geçmeden cennete kanatlanmıştı.
Resûlullah (s.a.v.)’in eşleri arasında Hatice validemizden sonra, ilk vefat eden Zeynep binti Huzeyme (r.a.)’dir. Hz. Zeyneb’in cenaze namazını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kıldırdı. Cennet’ül Baki’ Mezarlığı, müminlerin annelerinden ilk önce Zeynep binti Huzeyme (r.a.)’yi bağrına bastı.
Ümmü’l-mesâkîn, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile çok az vakit geçirebilmişti. Ama ardında, yoksul ve kimsesizlere düşkünlüğüyle elde ettiği bir nam bırakmıştı.
“Düşkünlerin kanadı, yoksulların sahibi” olan, Peygamber (s.a.v.)’in “ümmü’l-mesâkîn” olan hanımı Hz. Zeyneb, bu vasfıyla ne de çok benziyordu Kâinâtın Efendisine.
Hz. Zeyneb’in vefatından yaklaşık dört sene sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hind’in diğer kızı, Hz. Zeyneb’in ana bir kız kardeşi olan Meymûne validemiz ile evlenmiştir. Meymûne binti el-Hâris (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)’in evlendiği son kadındır. Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Meymûne ile evlenerek, Hz. Zeyneb’in ailesi ile bir kez daha akrabalık bağı kurmuş oldu.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Zeynep isimli eşlerinin ikincisi Zeynep Binti Cahş (r.a.) idi. Halasının kızı olan Zeynep Binti Cahş (r.a.) İslâmiyeti ilk kabul eden hanım sahâbîlerdendir. Zeynep validemiz; ibâdete düşkün oluşu ve cömertliğiyle meşhurdur. Yine Zeynep validemiz; fakirlerin, gariplerin annesi diye anılan takvâ erlerindendir. Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide… Nikâhını Allah’ın kıydığı bir bahtiyar… Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ahirete göç etmesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz…
Zeynep Binti Cahş (r.a.), hicretten 20 sene önce Mekke’de doğdu. İlk iman edenlerden oldu. Asıl adı Berre idi. Hz. Peygamber (s.a.v.), adını Zeynep olarak değiştirdi. Babası Benî Esad kabilesinden Burre olup, annesi de Resûlullah (s.a.v.)’in halası Ümeyye Binti Abdülmuttalib’dir. Güzîde sahabi Abdullah bin Cahş’ın (r.a) kız kardeşidir.
Hz. Zeynep (r.a.) ilk hicret edenler arasında yer aldı. İlk muhacirlerden oldu. Bekârdı. Peygamberimiz (s.a.v.), onu evlâtlığı Zeyd bin Hârise (r.a.) ile evlendirmeyi düşündü. Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha yıkmak istedi. Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak ve İslâmiyet’in insanları eşit saydığını göstermek üzere Hz. Zeynep’e dünürcü olarak gitti.
Hz. Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler. Hür bir kadının, azâtlı biriyle evlenmesi o günkü örfe göre imkân dâhilinde değildi. Bunu içlerine sindiremediler. Hattâ Hz. Zeynep (r.a.) tavrını şu ifadeleriyle ortaya koydu: “Yâ Resûlallah! Ben senin halanın kızıyım. Ona varmaya râzı değilim. Ben Kureyşliyim.” dedi. Bunun üzerine Allah Ahzab Sûresi’nden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Meâlen: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”
Zeynep Binti Cahş (r.a.) tekrar Resûlullah (s.a.v.)’a sordu: “Yâ Resûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?” dedi. Efendimiz (s.a.v.) de: “Evet!” buyurdu. Bunun üzerine o: “Resûlullah’a âsî olamam.” dedi ve kabul etti.
Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samîmî bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı. Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri arttı. Bu beraberliğin uzun ömürlü olamayacağını sezen Zeyd İbni Hârise (r.a.) durumu Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e açma zarûretini duydu ve Efendimiz (s.a.v.)’e gelerek: “Yâ Resûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum.” dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz (s.a.v.) bu söze üzüldü. Kendisinin sebep olduğu bir ailenin dağılmasına gönlü râzı olmadı. Efendimiz (s.a.v.) ona: “Eşini tut, boşama. Allah’tan kork!..” buyurdu.
Efendimiz (s.a.v.) bu âilenin devam etmesi için gayret ediyordu. Fakat gönüller bir defa soğumuştu. Ülfet edebilmek, tahammül gösterebilmek bir hayli zorlaşmıştı. Buna rağmen âile olarak beraberlikleri bir sene devam etti. Geçimsizlikleri son haddine vardı. Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a.) nikâh akdini bozmak zorunda kaldı. Hz. Zeynep’i boşadı.
Peygamberimiz (s.a.v.) bu hadiseye çok üzüldü. Ancak câhiliye âdetleri toplumu kara bulutlar gibi sarmıştı. Bir kimse evlâtlığının hanımı ile evlenemezdi. Allah bu yanlış anlayışların, bâtıl âdetlerin kalkmasını murad etti. Çok geçmeden vahyini indirdi. Ahzab Sûresi’nin: “… Evlâtlıklarınızı öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lâfınızdır. Allah, hakkı söyler ve O, doğru yolu gösterir. Onları babalarına nisbetle çağırın. Bu Allah katında daha doğrudur. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin. Yanılarak yaptıklarınızda size vebal yoktur. Fakat kalplerinizin bile bile yöneldiğinde günah vardır. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.” mealindeki 4 ve 5. âyetleriyle bu konuyu açıklığa kavuşturmuştur.
Bu âyetler nâzil olunca azâd edilmiş köleler ve evlâtlıklar, öz babalarının adıyla anılmaya başlandı. Öz babası bilinmeyenler de eski efendilerinin dostu ve din kardeşi oldular. Aradan bir zaman geçti.
Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izâle eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab Suresi’nin: “(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.”
“Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” mealindeki 37-40. âyetlerini indirdi.
Hz. Aişe (r.a.) annemiz bu âyetleri duyduğu zaman: “İşlerin en büyüğü en fazîletlisi ona nasip olmuş ve Allah onu gökte Resûlü’ne nikâhlamıştır. Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir.” dedi.
Zeynep Binti Cahş (r.a.) ile Efendimiz (s.a.v.), hicretin beşinci senesinde Hz. Zeynep (r.a.) ile evlendi. O sırada Zeynep annemiz 35 yaşlarında idi. Mükellef bir düğün ziyafeti verildi. Hz. Enes bin Mâlik’in (r.a) annesi Ümmü Süleym (r.a.) o gün Medine hurmasını yağ ile karıştırarak özel bir yemek yaptı. “Hays” adı verilen bu yemeği Hz. Enes (r.a.) ile birlikte Efendimiz (s.a.v.)’e gönderdi. Yemek iki kişiye zor yeterdi. Ama Allah dilerse bir orduya yetirirdi.
Hz. Enes (r.a.) o zamana kadar hiç görmediği bir manzara ile karşılaştı. Efendimiz (s.a.v.) O’na: “Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali’yi çağır” dedi. O hayretler içerisinde gitti çağırdı. Efendimiz (s.a.v.) tekrar Hz. Enes (r.a.)’e: “Mescidde kim varsa, yolda kimi görürsen davet et!” buyurdu. Hz. Enes (r.a.) büsbütün şaşırdı. Bu kadar yemek kime yetecek diye kendi kendine alıp verdi? Ama emre uyarak dışarı çıktı. Kimi gördü ise düğün yemeğine çağırdı. Ulaşılabilen ashâbın hepsi grup grup gelmeye başladı. Peygamberimiz (s.a.v.) yemek kabını ortaya koydu. Bereketlenmesi için duâ etti ve: “Onar onar sofraya otursunlar ve herkes önünden yesin.” buyurdular. Çağırılan herkes o yemekten doyasıya yedi. Hz. Enes (r.a.) diyor ki: “Yedikçe kaptaki yemek çoğalıyordu. Adetâ alttan kaynıyordu. Davetlilerin hepsi yedi ve doydu. Getirdiğim yemek aynen ortada idi.” Peygamberimiz (s.a.v.) bana: “Yâ Enes! Tabağı kaldır.” buyurdu. Tabağı zevcesinin yanına koydum ve annemin yanına döndüm. Gördüklerimi hayretler içerisinde anneme anlattım. Annem bana “Hayret etme. Cenâb-ı Hak o yemekten bütün Medinelilerin yemesini dilemiş olsaydı, hepsi de yer ve doyardı.” diyerek bunun bir mûcize olduğunu söyledi.
Hz. Zeynep (r.a.) annemizin düğün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesîle oldu. Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti. Üç kişi vardı ki, onlar oturmuş çene çalıyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) onların kalkıp gitmesi için odaya girip çıkıyordu. Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı geldi, yine onlar konuşuyordu. Can sıkıcı bu hadise üzerine Allah, Ahzab Sûresi’nin: “Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama, Allah hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlü’nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” Mealindeki 53. ayet-i kerîmesini indirdi.
O günden itibaren Efendimiz (s.a.v.)’in âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler. Kıyamete kadar gelecek İslâm hanımefendilerine örnek teşkil ettiler. İnsanlık haysiyet ve şerefini böyle muhafaza ettiler. İffet timsâli nezih bir hayat sürdüler. Gözler ve gönüller İslam’ın bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu. İnsanlık bu ölçülerle mutlu oldu. İnsan kıymeti ancak bu şekilde bilindi. İnsan insanlığının şerefine erdi.
Zeynep Binti Cahş (r.a.) annemiz ibâdete düşkün, takva sahibiydi. Çokça nâfile namaz kılar, nâfile oruç tutardı. Efendimiz (s.a.v.) bir gün mescitte iki direk arasında bağlı bir ip gördü. “Bu ip nedir?” diye sordu. Ashâb-ı Kirâm da: “Zeynep annemizin” dediler. Namazda ayakta durmaktan yorulunca bu ipe tutunur diye ilâve ettiler. Efendimiz (s.a.v.) bu hareketten pek hoşlanmadı. Bunun üzerine: “İbâdette böyle güçlüğe girilmez. Bu ipi çözünüz. Sizler zinde oldukça ayakta kılın.” buyurdular.
O, vefâkâr bir hanımefendiydi. Hakkı teslim ederdi. Dürüstlükten ayrılmazdı. Bir gün, münâfıklar Hz. Aişe annemize iftira atmışlardı. Efendimiz (s.a.v.) bu konuda Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’nin fikirlerini sordu. Bu arada Hz. Zeynep (r.a.) annemizin de görüşünü almak istedi. Bunun üzerine Hz. Zeynep annemiz bütün insanlığa örnek olacak şu cevabı verdi: “Yâ Resûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten, görmediğimi gördüm demekten kendimi korurum. Onun hakkında vallahi hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” dedi.
Bu cevap, hem Efendimiz (s.a.v.)’i, hem de Hz. Aişe annemizi çok sevindirdi.
Hz. Zeynep (r.a.) annemizin en bâriz vasıflarından biri de cömertliği idi. O, dünya malına önem vermezdi. Kendi el emeği ile geçinirdi. Dikiş ve el işi yapardı. Deri tabaklar, onları diker ve deri eşyalar üretip satardı. Elde ettiği kazancı Allah yolunda fakir ve yoksullara dağıtırdı. Ömrü boyunca sehâvet üzere yaşadı. İnfak etmek, onun için büyük bir zevkti. Hz. Aişe (r.a.) O’nun cömertliği hakkında şöyle der: “Ben, dini yaşama konusunda Zeynep’ten daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan korkan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok gözeten, Allah’ın rızâsını kazanabilmek için fakirlere ondan daha çok sadaka veren bir kadın görmedim.”
Yine O’nun cömertliğini ortaya koyan bir örnek de şudur: “Hz. Ömer sahâbîlere hazineden maaş bağlamıştı. Hz. Zeynep annemize de bağladığı maaşı gönderdi. Hz. Zeynep annemiz bu kadar çok parayı görünce şaşırdı ve: “Allah Ömer’i affetsin. Diğer kardeşlerimin hisseleri de bunun içinde mi?” diye sordu. Parayı getirenler: “Hayır! Bunların hepsi senindir.” dediler. Bunun üzerine o: “Sübhanâllah!” diyerek örtüsü ile yüzünü kapadı ve hizmetçisine: “Elini sok, o paradan bir avuç al, falan oğullarına götür. Bir avuç al, filan’a ver.” diyerek akrabasına ve kimsesizlere dağıttı. Örtünün altında avuçlayacak bir şey kalmadı. Hizmetçisi: “Ey mü’minlerin annesi! Allah sizi affetsin. Bunda bizim de payımız var.” dedi. Bu söz üzerine Hz. Zeynep annemiz örtünün altında kalanlar da senin olsun dedi ve gelen paranın hepsini dağıttı. Hz. Ömer (r.a.), annemizin bu davranışından haberdar olunca bin dirhem getirdi. Onun kapısında durdu, selâm verdi ve: “Gönderdiğim parayı dağıttığını duydum. Bari bunları elinde tut.” dedi.
Hz. Zeynep (r.a.) o parayı da ihtiyaç sahiplerine dağıttı. Üstelik ellerini açtı ve bütün samîmiyetiyle şöyle duâ etti.
“Allah’ım! Bundan sonra beni Ömer’in ihsânını almaya eriştirme. Çünkü bu dünya malı bir fitnedir.” dedi.
Kanaat ve cömertlik büyük bir hazine idi. Fakiri, yoksulu sevindirmek iki cihan saadetini elde etmekti. Vermek, infak etmek, dağıtmak onun en büyük zevkiydi.
Bu yüce hasletleriyle bilinen O muhterem annemiz, Efendimiz (s.a.v.)’e vefatından sonra ilk kavuşan annemiz oldu. “Bana en önce kavuşacak olanınız kolu uzun olanınızdır.” hikmetli sözünün muhatabı olarak anıldı. Kolu uzun olmak cömertlikten kinâye olarak söylenmişti.
Allah Resûlünü kaybetmenin hüznüyle doluydu yürekler. Hane-i saadette de hüzün vardı. Aynı zamanda bir merak içindeydi müminlerin anneleri. Çünkü “İçinizden bana en çabuk kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır” demişti Âlemlerin Efendisi hayattayken. Acaba kimi kastetmişti? İçlerinden hangisi diğerlerinden daha önce kavuşacaktı o gül yüzlü Nebî’ye?
Resûlullah (s.a.v.)’in kıymetli eşleri bu soruların cevabını bulmak için, ne zaman bir araya gelseler, duvar kenarında kollarının uzunluğunu ölçmeye koyuluyorlardı. Bu durum bir süre böyle devam etti. Zihinleri meşgul eden bu bilmece ise Hz. Zeyneb bint Cahş’ın vefatıyla çözülüverdi. Boyu pek de uzun olmamakla birlikte ibâdete düşkünlüğü, hayır işlerindeki gayreti, cömertliği ve ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmesiyle meşhur olan bu hanımın vefatıyla anlaşıldı, “kolu en uzun olan”, “en çok sadaka veren” demektir. O’nun vefat haberini alan Hz. Aişe (r.a.) ise üzüntüsünü şu sözlerle dile getirmişti: “Övgüye layık, ibâdetine düşkün, yetim ve dulların sığınağı gitti."
Zeynep Binti Cahş vâlidemizin yapmış olduğu samîmî duası Allah katında kabul buyuruldu ve hicrî 20 yılında 53 yaşında iken Medine’de vefat etti. Cenâze namazını Hz. Ömer (r.a.) kıldırdı. Cennetü’l-Bakî kabristanlığına defnedildi.
Başta Hz. Hatice (r.a.) Annemiz olmak üzere Efendimiz (s.a.v.)’in muhterem eşlerinin tamamını hürmet ve muhabbetle yâd ederek ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olması niyazıyla sözlerimi noktalarken, bugün dolayısıyla iki Zeynep Annemizle ilgili kaleme aldığım “Peygamber Eşi Annelerimizin İkisi” başlıklı dört dörtlükle huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.
Peygamberin eşlerinden,
İkisinin adı Zeynep.
Yorgun ve yoksul olanın,
Kolu ve kanadı Zeynep.
Biri yoksullar anası,
Biri yorgunlar devası.
İkisinin Mustafası,
Fakir ve yetim babası.
Zevcât-ı Resûl’den Zeynep,
Evlâd-ı Resûl’den Zeynep,
Ahfâd-ı Resûl’den Zeynep,
Biz onları severiz hep.
Ninem Zeynep, Anam Zeynep.
Bacım, baş tacımdır Zeynep.
Şam’da medfûn sitti Zeynep.
Zeynepleri severiz hep.”
Dr. Ateş’ten sonra kürsüye gelen Dr. Hatice Görmez de yaptığı “İslam, Kadın, Bilgi ve Değer Bağlamında Hz. Aişe” konulu konuşmasında şunları söyledi:
“Sayın Başkan, kıymetli konuklar, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Hamd; bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden, insanlığı ihtiyacı olduğu her zaman diliminde rahmet ve hidayet kaynağı olan ilahi vahiyle buluşturan yüce Allah’a…
Salat ve Selam; iki cihan güneşi, merhamet, şefkat ve adalet timsali, Nebiler zincirinin son halkası ve insanlığın Efendisi Resûlü Ekrem’e…
Selam; yarınlarımızı doğru bilgi ile, gönüllerimizi manevî değerlerle inşa etmek için çalışan, toplumsal dertlerimizi dert edinip devası için biz de varız diye yola çıkan tüm gönüllü kuruluş ve oluşumlarla, çatısı altında bulunduğumuz YOYAV’a, siz saygıdeğer dostlara ve muhterem hanımefendilere…
(Sevgili hanımefendiler, bugün sizlere yapmak istediğim sunum iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde toplanmamıza vesîle olan dünya kadınlar günü bağlamında tarihten günümüze Kadının serencamını dile getirmek istiyorum. Daha sonra bu hanımefendiler arasında özel bir yeri olan Hz. Aişe’yi İslam kadın bilgi ve değer üzerinden sizlerle paylaşmaya çalışacağım.)
Yüce Allah kadını ve erkeği Ahsen-i takvim üzere yaratmış, yeryüzünün imarı ve inşası için halife olarak vazifelendirip yeryüzüne göndermiştir.
Biz kadınların serencamı ise Hz. Havva ile başlamıştır. Hz. Âdem’le aynı özden yaratılarak, birlikte iman ederek, beraber hata yapıp, pişman olup af dileyerek, dünya yolculuğuna beraber çıkarak…
Yaratılan ilk kadın, ilk anne Hz. Havva… Hamileliği, bunun ağırlığını, doğumsancısını ilk kez yaşayan kadın… Bu zorluklara karşı nasıl tedbir alınacağını bilemeden, her şeyi bizzat yaşayarak öğrenen kadın… Cennet meyvesi olarak vasıflanan evladın tadını, annelik duygusunu, yitirdiği cenneti ayaklarının altında ilk kez yeniden hisseden kadın... ilk annemiz, insanlık dediğimiz mefhumu yeryüzüne taşıyan bir köprü olan Hz. Havva…
Kimi zaman köle ve zenci bir kadın iken, Hacer olmaktır kadının yazgısı. Tarih boyunca insanlığın imtihanı olan Kölelik, Cinsiyetçilik ve Irkçılık karşısında imanı, sadakati ve teslimiyeti ile yeni bir ümmetin temelini atma vazifesi gibi büyük bir vazifeyi Hz. İbrahim’le birlikte üstlenen kadındır Hacer. Bir peygambere eş, diğerine anne, sevgili peygamberimize büyük anne olan, vefat ettiğinde Kabe’nin yanı başına defnedilen ve kıyamete kadar Kabe’nin kucağında ağırlanan Hz. Hacer…
Kimi zaman tanrılık iddiası güden Firavun’a yazgılı iken sahip olduğu her türlü dünyalığı, Allah’a iman ve cennete karşılık elinin tersiyle iten Asiye olmuştur kadın. Yavrusunu kurtarmak için ilahi vahye boyun eğerek bir sandık içerisinde Nil’in coşkun sularına bırakan Musa’nın annesidir kadın.
Mûsâ’nın annesine, “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu denize (Nil’e) bırak, korkma, üzülme. Çünkü biz onu sana döndüreceğiz ve onu peygamberlerden kılacağız” diye ilham ettik. (Kasas 28/7)
Bu annenin kutlu emanetini nehrin kıyısından alıp bağrına basan ve bir anne şefkati ile onu Firavun ’un sarayında büyüten kadındır Asiye. Gün gelip “Ben de Musa’nın Rabbine inanıyorum” diyerek Firavun’un karşısına dikilen Asiye…İsmiyle müsemma, zulmün her türlüsüne karşı isyan eden ve en ağır şekilde sıkıntıya, eziyete maruz kalan ve Rabbinden cennette bir köşk vadi alarak şehit olup yazgısını değiştiren kadındır Hz. Asiye….Rabbine Tahrim suresi 11. Ayette şöyle niyaz ettiği yer almaktadır: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!
Kimi zaman Hanne olmuştur yazgımız. Karnındaki çocuğu sırf Allah’a hizmet etmek üzere vakfeden, bununla Kadını aşağılayan, hor gören, asla ibadethanelere sokmayan İsrailî geleneği kökünden sarsmak ve değiştirmek için cesurca bir karşı duruş sergileyen Hz. Meryem’in annesi Hz. Hanne….
“Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin”(Al-i İmran 3/35)
Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel/ nadide bir bitki gibi yetiştirdi (Ali İmran 3/37)
Rabbi onun hediyesini en güzel bir şekilde kabul buyurmuş ve Meryem’inadide bir çiçek gibi yetiştirmiştir Kur’an-ı Kerim’in de ifadesiyle.
Kimi zaman Meryem gibi Rabbinin mescidinde kendini hizmete adayan kadın olmaktır yazgımız. İffetini sapasağlam koruyan ve Rahman’ın kelimelerini ve kitaplarını doğrulayan İmran kızı Meryem. Daha sonra kendisine Allah’ın ruhundan üflemesiyle, Hz. İsa gibi büyük bir peygambere anne olma şerefine nail olan Azra Meryem’dir kadın.İnsanlık tarihine iffeti ile damgasını vuran, vahiyle hayatı ilmek ilmek dokunan, ismi Kur’ân’da bir sureye ad olan Hz. Meryem…
Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni alemlerdeki kadınlara üstün eyledi.( Âl-i İmran 3/42)
Kimi zaman İslam’ın ilk şehidi Sümeyye olarak tarihe geçmiş, bir köle iken kul olabilmek için cesurca Allah’a imanı seçmiş, ‘La ilahe illallah’ diyerek putları inkâr etmiş, eşiyle beraber şehadet şerbetini içmiş…
Kimi zaman Hane-i Saadetin ilk hanımefendisi Hatice’dir kadın… Hz. Peygamber korku ve heyecanla Hz. Hatice’ye koşup başından geçenleri anlattığında o bir manifesto gibi olan;
“Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabalarını gözetirsin, her zaman doğruyu söylersin. İhtiyacı olana yardım eder, İşini görmekten âciz kimselerin işlerini yüklenirsin. Fakiri doyurur, misafirini en iyi şekilde ağırlarsın. Hep haklıların yanında yer alır, onlara yardımcı olursun” sözleriyle; malı, canı, muhabbeti ve sadakati ile Allah Resûlü’nün yanında yer alan, ilk defa şehâdet getiren, ilk kez namaz kılıp ibadet eden, ilk mümine kadın… Dünyadan ayrıldığı seneye ‘hüzün yılı’ denilen kadın Haticetü’l-Kübra…
Kimi zaman Fatıma olmaktır yazgımız. Allah Resûlü ile aralarındaki sevgi ve saygı o kadar değer ifade eder ki baba ile kız evlat ilişkisinin zirve noktası…. Daha küçük yaşta, İslam’ın ilk yıllarında babasının yaşadığı zorlukları küçücük yüreğinde hisseden, babasının üstünden başından müşriklerin attığı deve işkembesini temizleyen, savaş meydanında yarasını tedavi eden, annesi vefat edince ev işlerini gören ve ‘Ümmü ebiha’ ‘babasının annesi’ lakabına bizzat babası tarafından layık görülen Peygamber kızı Hz. Fatıma. Un değirmeni kullanmaktan eli nasır tutan, babasının “Ya Fatıma! Sakın baban peygamberdir diye güvenme. Hak yoldan ayrılırsan seni ben dahi kurtaramam” dediği Hz. Fatıma Zehra….
Kimi zaman müminlerin bilge annesi Aişe olmuştur kadın. İlme adanan bir ömür… Allah Resûlü’nün Hane-i Saadette, aklını ve gönlünü ilmek ilmek, gergef gergef bilgi ve hikmet ile dokuduğu“dininizin yarısını Hümeyra’dan alınız” övgüsüne mazhar olan kadın. Sevgili eşi Hz. Muhammed’e talebe olmaktan, öğrenmekten, sormaktan, düşünmekten bıkıp usanmayan, bir odacık evlerini adeta bir ilim, irfan mektebine dönüştüren Aişe’dir kadın…
Onların küçücük haneleri, yetim çocukların himaye edildiği bir yetimhane, kimsesizlerin sığınağı, ilahi vahyin nazil olduğu ve Müslümanlara dair hayati kararların alındığı adeta kocaman bir merkez olmuştur. Hane-i Saadet’te Allah Resûlü’nün dizi dibinde yetişen Hz. Aişe; vahye tanıklığı ile, ilmi, dirayeti, cesareti, şefkat ve merhameti ile İslam tarihinde hak ettiği yeri almıştır. O ve onun gibi nice sahabi hanımlar isimlerini tarih sahnesine altın harflerle yazdırmışlardır…
Kimi zaman Zübeyde hatun olmuştur kadın. Abbasi Hükümdarı Harun Reşid'in eşi Zübeyde Hatun. Miladi 780 yılında 40 km uzunluğunda kendi adıyla anılan (Ayn-ı Zübeyde) bir su yolu yaptırır. Mekke'den Arafat'a kadar su kanalları döşetir. Müzdelife yoluyla ulaşan su, mukaddes beldedeki çeşmelerden akar. Zübeyde Hatun, bunun yanı sıra han, hamam, imarethane ve şifahane gibi daha pek çok hayır müessesesi inşa ettirir.
Kimi zaman tarih Kanuni Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın kızları Mihrimah Sultan’ı altın harflerle yazar. Mimar Sinan'a ‘Ayn-ı Zübeyde’ su yolunu tamir ettirerek ‘Mekke Su Yolu’ nu yaptırır. Böylece ‘Ayn-ı Zübeyde’ yeniden ihya olmuş, dahası büyük oranda geliştirilerek Mekke'ye ulaştırılan ve başka kaynakların da eklenmesiyle daha da çoğalan su, şehrin her mahallesine çeşmeler vasıtasıyla taşınmıştır. Çünkü daha önce Zübeyde Hatun'un inşa ettirdiği su yolu, sadece Arafat'a kadar getirilmiş, mahallelere ulaştırılamamıştır.
Kimi zaman Hayme anadır kadın. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi'nin nenesi, Ertuğrul Bey'in annesi olan bir Yörük kadınıdır. Hayme Ana, cefakâr, fedakâr Türk anasının en büyük timsalidir. Onun tarih içinde gördüğü fonksiyon pek az anneye nasip olmuştur. Hayme Ana Kutlu Kayı boyunun lideri, komutanı, derleyicisi, devlet kurucusu gibi pek çok özelliği şanlı kişiliği ile birleştirmiştir. O devlet evinin direğidir. Eşi Gündüz Alp'ın (Süleyman Şah)ınvefatından sonra dağılma noktasına gelen Kayı boyunu selametle bir araya getirerek cihanın en büyük devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelini atmıştır.
Kimi zaman Nene hatun olmak düşmüş kadının yazgısına omuzunda, sırtında ve kağnısında mermi taşıyarak… Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır Nene Hatun. Üç aylık bebeğini emzirmiş, "Seni bana Allah verdi. Ben de O'na emânet ediyorum." diyerek vedalaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin kasaturasını alarak sokağa fırlamış. Düşmanla başa baş, dişe diş mücadele etmiş. Türkiye’de “Yılın Annesi” unvanı verilmiş ilk kadın. Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından “3. Ordunun Nenesi” ilan edilen Nene hatun… Kara Fatma, Şerife Bacı, Tayyar Rahmiye, Saime hanım, Yirik Fatma ve daha niceleri…
Kimi zaman Avrupa’nın göbeğinde soykırıma uğrayan, yüreği eşinin, babasının, kardeşinin, evladının acısıyla dağlanan Bosnalı bir kadın….Bosna’da insanlığın en yüz kızartıcı zulmüne, tecavüze uğrayan 60 bin Boşnak kadından biri olan Aila…
Kimi zaman Beyt-i Makdis-in muhafızlığını üstlenen, Yahudi postalları Mescid-i Aksa’ya girmesin diye gece gündüz nöbet tutan bir Filistinli kadın olmaktır payına düşen. Tüm dünyaya insanlığın tükenmediğini haykırmak ve Kudüs’ün kandilleri, Gazze’nin ileride aydınlığa dönüşecek nur kıvılcımları sönmesin diye canını siper eden Filistinli kadın …
Kimi zaman tüm dünya susarken Filistin halkının çektikleri sıkıntıları korkusuzca ve cesurca, çektiği fotoğraflar ve videolarla dünyaya duyurmaya çalışan 10 yaşında Janna Cihad adında koca yürekli bir Filistinli kız çocuğu olmak düşmüştür kadının yazgısına…
Kimi zaman Afrikalı kadın olmak düşmüş alın yazısına. Açlıkla, susuzlukla imtihan edilmiş kadın Afrika’da, gözlerinin önünde yavrularını açlık ve susuzluktan bir bir kaybederken… Bütün dünya, hatta biz Müslümanlar tıka basa doyup sonra da diyet konuşup obezite ile meşgul olurken…
Kimi zaman muhacir olmuş yollara düşmüş kadın evlatlarıyla, arkasında eş, baba, evlat, vatan ve sevgiye dair her şeyi bırakarak… Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan… Bir düğün, bir çeyiz bohçası, tüten bir ocak, hatta bir gelinlik dahi hayal edemeden, mülteci kamplarında bir çadıra gelin gitmek zorunda kalan çocuk yaştaki küçük kadın olmaktır alın yazısı…
Kimi zaman vatansız kalmayalım diye, ezanlar salalar susmasın diye, cennet timsali topraklarımızı cehenneme çevirmek isteyenlere fırsat vermemek için gencecik fidanlarını toprağa vererek şehit eşi, şehit anası, şehit evladı olmak düşmüş payına kadının…
Kimi zaman ihanete, istismara, haksızlığa uğramış hem de yakınları tarafından.
Bazen de töreye ve şiddete kurban edilmiş…
Kimi zaman çocuk yaşta evlendirilip dünyası cehenneme çevrilmiş, eğitimine, hayallerine ve geleceğine prangalar vurulmuş…
Aç kalmış açıkta kalmış, yalnız kalmış. Ama her şeye rağmen hayat mücadelesinde hayatın her alanında hep var olmuş ve olmaya devam edecektir Allah’ın izniyle…
Bu sebeple güçlü, iradeli, ferasetli, cesaretli olmalı kadın. Değerli ve muhterem olduğunu ve bu değeri Allah ve Resûlü’nün takdir ettiğini, bu takdire teslim olursa dokunduğu yeri cennete dönüştüreceğini ve sonuçta ayaklarının altına cennetin serileceğini bilmelidir kadın. Kendisi üzerinden oynanmak istenen tüm oyunların farkında olmalı, hiçbir siyasete, hiçbir güce teslim ve köle olmadan sadece Allah’ın Rahim sıfatının tecellisi olduğunu bilerek ona kul olmalı kadın…
Eğer bizler yaşadığımız asrı ve yeryüzünü bir nebze de olsa bilgi, değer ve erdemlerle donatabilirsek, kadına ve erkeğe birlikte, yeryüzünü imar eden, toplumu inşa eden birer şahsiyet olma bilincini kazandırabilirsek, sadece Müslümanlara değil, tüm insanlığa yaşanabilir bir dünya sunabiliriz.
Yüce Rabbimin bunu bir dua ve niyaz kabul etmesini temenni ediyor, biraz da Hz. Aişe (r.a.) ile ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Asr-ı Saadet’e, Allah Resûlü’nün yaşadığı döneme doğru bir yolculuk yaptığımızda Hz. Peygamber’in elçilik görevini üstlendiği ilk andan itibaren yaptığı büyük inkılaplarla, değişimlerle toplumsal dönüşümü gerçekleştirme çabasına şahit oluyoruz. Bu kazanımların başında üç önemli husus gelmektedir:
*Kadın konusunda, ** Bilgi konusunda, *** Ahlak ve Değer konusunda. Gerçekleştirilmek istenen bu dönüşüm, değişim ve kazanımlar birbirinden bağımsız olmayıp aksine aralarında çok sıkı bir irtibat söz konusudur.
Birincisi; Allah Resûlünün kadın konusundaki inkılabıdır ki bu, insanlık tarihinde kadına dair gerçekleştirilen en büyük değişim ve kazanımların başında gelir.
Zira İslam geldiği ilk andan itibaren kadına değer vermeden önce hayat vermiştir. Kız çocukları diri diri toprağa gömülürken, İslam bu cahiliyye âdetini ortadan kaldırarak ivedilikle kadına hayat hakkını yeniden kazandırmıştır. Sonra kadını insan olarak değerli kılmış ve ilk emri okuolan vahye muhatap olmak bakımından erkekle eşit kabul etmiştir.
İkincisi; Bilgi konusundaki inkılabıdır ki adı cahiliyye olan bir toplumun aydınlatılması anlamına gelir. Cahiliye dönemi olarak adlandırılan bu süreçte insanların hayatında yer eden birçok batıl inanç ve pratik, İslamın gelmesi ile birlikte Hz. Peygamber tarafından reddedilmiştir. Bunların yerine Kuran merkezli sahih yani doğru bilgiler yerleştirilmiştir. Bu süreçte sahabe Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in teşvikleriyle ilim öğrenmek hususunda oldukça büyük gayret göstermişlerdir. Bu gayret sadece erkeklere özgü olmayıp aynı şekilde kadınlar da ilim öğrenmek ve öğrendiklerini başkalarına aktarmak konusunda önemli roller üstlenmişlerdir.
Asr-ı Saadette, yani Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde, özellikle de Medine’de hanımlar mescide her vakit gelme imkânına sahip olmuşlardır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in sohbetlerinden, derslerinden, indirilen Kur’an ayetlerine dair bilgilerden istifade edebilmişlerdir. Zira o dönemde ilim öğrenilen başlıca mekân Mescid-i Nebevî’dir. Öte yandan mescide devam eden kadınlar sınırlı sayıda da değildi. Medine’de mescitte bulunan kadın ve erkeklerle ilgili yapılan bir araştırmada kadın oranının %40 olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla hanım sahabîlerin neredeyse erkeklere yakın oranda mescitlere ve ilmi faaliyetlere katıldığını söyleyebilmek mümkündür.
Yine Peygamber döneminde ilmi hayatın bir merkezi mescid iken bir diğer merkezi peygamberin evi olmuştur. Müminlerin anneleri adeta bir eğitim merkezi niteliğinde olan peygamber evinde sonraki nesillere aktarılacak çok önemli bilgiler elde etmişlerdir.
Şunu ifade etmek gerekir ki; İslamın ilk yıllarında söz konusu bilgiden kasıt sadece vahiy değildir. Bu süreçte insanı ve insan aklını sahih bilgiye götüren mekanizmaların ortaya çıkarılmasına da büyük önem verilmiştir. Sadece naklî değil, aklî ve tecrübî bilgiye de değer atfedilerek insanlığın cehaletten kurtarılmasıdır bu dönemde gerçekleştirilen bilgi inkılabı.
Üçüncü kazanım ise ahlak ve değer inkılabıdır. “Ben, ahlâkî güzellikleri tamamlamak üzere gönderildim.” buyuran Resûl-i Ekrem’in, bir peygamber olarak görevlendiriliş amacını, güzel ahlâkı kemale erdirme ile açıklaması son derece etkileyicidir. Bu durum, onun insanlığa öğrettiği dinde, ahlâk vurgusunun ne denli güçlü olacağının açıkça gösterilişidir. Daha vahyin ilk evrelerinde bizzat Allah Teâlâ tarafından “Sen yüce bir ahlâk üzeresin” buyrularak övülen Hz. Peygamber, ilerleyen yıllarda Hz. Âişe’nin “Onun ahlâkı Kurân’dı” sözünde ifadesini bulan üstün karakteri ile çağlara örnektir. O bize sadece kişisel ahlak kuralları ve şekilsel ahlakı anlatmamış, aynı zamanda bir davranışı ahlaklı kılan değeri öğretmeye çabalamıştır. Dolayısıyla Allah Rêsûlü değer bakımından da insanlığa ve yeryüzüne önemli mesajlar ve ilkeler getirmiştir.
Kadın-değer ilişkisi bağlamında hem Kur’an’ın kadına verdiği değeri, hem de Allah Resûlü’nün kadın olarak, anne, eş ve kardeş olarak özellikle de insan olarak ilişkisini Hz. Hatice Hz. Fatıma ve Hz. Aişe üzerinden değerlendirebiliriz. Hz. Peygamber’in evliliği, iş ahlakı ve iş ilişkisi, ilk vahyi aldığında aralarında geçen eşsiz diyalog, ilk inanan, ilk destekleyen, sıkıntıları birlikte göğüsleyen ve çocuklarının annesi olması hasebiyle Hz. Hatice ile ilişkisi çok özel ve çok anlamlıdır. Bu bağlamda Hz. Hatice yolun başıdır. Saadet neslinin ilk kurucularından ve ilk inanandır.
Asr-ı Saadet’i kadın, bilgi ve değer üzerinden okuyabilmek için Hz. Peygamberin ilk vahyi aldığında Hz. Hatice ile aralarında geçen diyalogu bir kez daha hatırlamak yerinde olacaktır. Hz. Peygamber ilk vahyi aldığı zaman korku ve heyecanla bir başkasına değil, eşi Hz. Hatice’ye koşmuştur. Başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlattığında o; ‘sen aylardır Hira’da Allah’a ibadet, dua ve niyaz ediyorsun’ dememişti. Elbette bunlar çok önemliydi ve Hz. Hatice de farkındaydı ama o Hz. Muhammed’e şöyle seslenmişti:
“Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü Sen akrabalarını gözetirsin, her zaman doğruyu söylersin. İhtiyacı olana yardım eder, İşini görmekten âciz kimselerin işlerini yüklenirsin. Fakiri doyurur, misafirini en iyi şekilde ağırlarsın. Hep haklıların yanında yer alır, onlara yardımcı olursun.”
Bu küçücük diyalog bize İslam’ın ilk yıllarını kadın bilgi ve değer üzerinden okuma imkânı veriyor. Çünkü Hz. Hatice burada Hz. Peygamberin sahip olduğu değerleri ve erdemleri ifade ederken aslında çok büyük mesajlar vermektedir. Allah Resûlü de tavrıyla Hz. Hatice’nin şahsında kadına verdiği değeri göstermektedir.
Mekke dönemini irdelediğimiz zaman; İslam’a ilk inanan kadınlar, Dar’u-l Erkam’da kadınlar, muhasara yıllarında kadınların mücadelesi, Habeşistan hicretinde kadınlar ve en önemlisi de Akabe biatlarında velhasıl vahyin bütün süreçlerinde, zor dönemlerinde kadınlar, dolayısıyla anneler hep sahnededirler. Bu bize göstermektedir ki, İslamiyet daha ilk anından itibaren sadece bir erkek hareketi olmayıp, kadını ve erkeği ile özellikle de gençleriyle birlikte bir varoluş hareketi olarak başlamıştır. Mesela Hz. Hatice ile birlikte öne çıkan şahsiyetlerden birkaçı şu isimlerdir:
* Hz. Sümeyye; sabır, sadakat, teslimiyet, cesaret örneği ve ilk şehit.
* Hz. Esma; Hicrette sorumluluk yüklenen ve Hz. Aişe’nin ablası olan genç bir hanımefendi.
*Hz. Fatıma; Baba ile kız evlat ilişkisinin zirve noktası. Allah Resûlü ile aralarındaki sevgi ve saygı o kadar değer ifade ediyor ki. Daha küçük yaşta babasının İslam’ın ilk yıllarında yaşadığı zorlukları küçücük yüreğinde hisseden, babasının üstünü başını temizleyen, savaş meydanında yarasını tedavi eden, annesi vefat edince ev işlerini gören ve ‘Ümmü ebiha’ ‘babasının annesi’ lakabına bizzat babası tarafından layık görülen Peygamber kızı Hz. Fatıma. Un değirmeni kullanmaktan eli nasır tutan, babasının “hak yoldan ayrılırsan seni ben dahi kurtaramam” dediği Hz. Fatıma. Kısacası bir ahlak ve erdem timsali olan Hz. Fatıma bu süreçte Allah Resûlü’nün hayatını ilmek ilmek sevgi, bilgi ve değerlerle dokuduğu tevazu ve takva abidesi olarak Asr-ı saadet’in tertemiz sayfalarında yerini almıştır.
Medine dönemine geldiğimizde; Medine’yi ve medeniyeti kadın ve erkeğin birlikte inşa ettiklerini görüyoruz. Burada Medine’nin kadınlar için de bir açık üniversiteye dönüşmesi, Mescidin gölgesinde eğitilmeleri, her vakit namaza, Cuma ve bayram namazına katılmaları, sadece kadının değerini bize göstermiyor, bilgili ve değerli kadınların toplumsal hayatta söz sahibi olmalarını ve aynı zamanda bilgi ve değer üreten bir çok kadının yetiştiğini de gözler önüne sermektedir.
Bu süreçte insanların ve özellikle kadınların vahyin ışığında ve Hz. Peygamberin rehberliğinde ciddi bir “özgüven” sahibi olduklarını görmekteyiz. Bu yüce şahsiyetleri hayırla yâd etmek gerekirse bunların başında Hz. Âişe gelmektedir.
İşte Sevgili hanımefendiler; şimdi sizlerle birlikte Asr-ı Saadete, Medine’deki Hane-i Saadete doğru bir yolculuğa çıkalım. Bir Peygamber evinde neler görmek isteriz? Birlikte tahayyül etmeye çalışalım kendi değer yargılarımızla. Bir taraftan vahyin ağırlığı altında kalan, İslam’ı anlatmaya çalışan bir beşer Hz. Muhammed, diğer taraftan yeni bir devlet, yeni bir medeniyet kuruluyor. Bizim algılarımızla; bu denli yoğun bir ortamda Allah Resûlü’nün eşine ayırabilecek bir vakti olabilmiş midir ? Eşinin de vahyi, İslam’ı, Kuran’ı anlayabilecek bir birikimi söz konusu mudur? Peki Hane-i Saadet bütün bu hizmetler, oluşumlar için yeterli midir?…
Bu soruları çoğaltmak mümkün. Ama gerçek şu ki; konut değil, konak hiç değil, geniş bir ev hatta geniş bir oda dahi değil, mescidin avlusunda küçücük bir odacıkta Hz. Peygamber sevgili eşi Hz. Aişe ile birlikte bir hayatı paylaşıyor…
İki güzel dost, iki nezih arkadaş, bir peygamber ve genç, zeki bir eş; ama bunların ötesinde özel bir muallim ve özel bir talebe: Hz. Muhammed ve Hz. Aişe…
Vahyi, Kur’an ayetlerini ilk kez onunla paylaşıyor. Daha da ötesi gelen ayetler üzerinde birlikte değerlendirmeler yapıp, yorumluyorlar. Ve o odacıkta genç bir hanımın kişiliği, vahiyle adeta yeniden inşa ediliyor. İnşa edilen bu şahsiyet vahiy sürecinin, yeni oluşumun dışında kalmıyor, bilakis tam ortasında ve her alanında yer alıyor. Vahye bizzat şahit oluyor, inmesine vesile oluyor, iniş sebeplerine vakıf oluyor. Tüm bunları yakınlarıyla paylaşıyor. Bu tecrübe dünyada ender yaşanan bir tecrübedir. Hz. Aişe’den başka bir hanıma da nasip olmamıştır.
Mücadele, tebliğ, savaş ve zorluklarla geçen bir ortamda hiç kimse Hz. Peygamber kadar her türlü bilgiyi eşiyle paylaşmamış, her sorusuna tatminkâr bir cevap vermemiştir. Hiçbir talebe ve eş de öğrenme konusunda Hz. Aişe kadar istekli, gayretli, azimli ve cesaretli olmamıştır.
Hz. Aişe, ilk Kur’an eğitimini çocukluğunda babası Hz. Ebu Bekir’den almıştır. Babasının, Hz.Peygamber’le yakın dostluğu ve evlerinin birbirine yakınlığı sebebiyle Kur’an-ı Kerim ve dolayısıyla İslâm’ın öğretileriyle Peygamber Efendimizle evlenmeden önce de çok yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Hz. Aişe. Daha küçük yaşlarda Kur’an ayetlerini ezberlemeye çalışmış, anlamadığı hususları babasına ve evine her gittiğinde Hz. Peygambere sormuştur.
Daha sonra Hz. Peygamberle evlenen Hz. Aişe, Medine hayatında hane-i saadetin en sevgili hanımefendisi olmuş, Kur’an ayetlerinin onun odasında indiği bir aile olma şerefine ermiştir.
Bazı konularda Hz. Peygamber’e ilk defa soru soran kimse olduğunu hem kendisi hem de Allah Resulü ifade etmiştir. Bu sorgulama ve mütalâalar sonucu, diğer insanların vâkıf olamadığı bilgilere ulaşmıştır. Hz. Peygamber’in aile hayatı, vahyin gelişi esnasındaki halleri, ibadet hayatı Hz. Aişe’den gelen pek çok haberle aydınlanmıştır. Bu hususlarda Hz. Peygamberin diğer aile fertlerinin ve yakınındaki insanların katkısı takdir edilmekle birlikte Hz. Aişe’nin gözlem, gözlemlerini değerlendirme, Kur’an ışığında yorumlama ve aktarma bakımından apayrı bir konumu olmuştur.
Yine Hz. Aişe’nin yapısı ve Hz. Peygambere yakınlığının verdiği avantajla eleştirel bir bakış açısına sahip olduğu gözlenmektedir. Hz. Aişe’nin eleştirel bakış açısının hareket noktası kitap ve sünnettir. Bu iki kaynaktan aldığı İslâmî kültürüne, kendi gözlem ve düşüncelerini de katarak pek çok meselede İslâm cemiyetini aydınlatan bir ilim ve fazilet meş’alesi olmuştur.
Hz. Aişe, sadece hanımların özel durumları, aile hayatı ve aile hukuku ile ilgili ayetlerin yorumunu değil, İslam’a dair, dünya ve ahiretle alâkalı her konuda Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarını bizlere nakletmiştir.
* Hz. Aişe: ilme adanan bir ömür ve inananların bilge annesidir. Hz. Âişe’nin hayatını incelediğimizde her Müslüman kadın ve erkeğin örnek alabileceği birçok hususiyetleri içeren bir yaşamın karşımıza çıktığını görürüz. Hz. Aişe modeli üzerinde durduğumuzda saadet asrının hiçbir ayrım yapmadan kadını bilgiyle buluşturma çabasını görmekteyiz. Adeta “İlim kadın erkek herkese farzdır” ayetinin tatbikini birçok sahabi hanımda, özellikle de Hz. Aişe’de müşahede etmekteyiz.
Bilge annemizin Kur’an’a dair birikimi, Hz. Peygamberle bir hoca- talebe ilişkisi içerisinde Kur’an ayetleri bağlamında yaptığı ders gibi özel sohbetleri, birçok ayeti bizzat yorumlaması bu bağlamda karşımıza çıkan çok önemli hususlardır.
Yine Sahabe içerisinde Ebu Hureyre’den sonra en çok hadis rivayet eden kimse olması, bunun da ötesinde muhteşem bir dirayete/ yani ayet ve hadisleri akıl süzgecinden geçirebilme melekesine sahip olması dikkate şayandır. Hz. Peygamber’den bize 2210 civarı hadis nakletmiştir.
Hz. Aişesadece kadınların değil, aynı zamanda erkeklerin de ilim aldıkları bir makam haline dönüşmüş ve erkek ve kadın birçok alim yetiştirmiştir.
Hz. Âişe’nin İslam ilmine yaptığı hizmetlerin belki de en büyüğü; yaptığı tenkitlerle pek çok rivayetin, bilhassa da kadınların aleyhine yorumlanan âyet ve hadislerin doğru anlaşılmasına olan katkısıdır ve o bu konuda öncüdür.
Hz. Aişe İslam tarihinde mektupla öğretimin de ilk temsilcisidir. O sadece bulunduğu mekanda insanların sorularına, problemlerine cevap vermemiş, aynı zamanda mektupla tebliğ, fetva, eleştiri ve nasihatine devam etmiştir. Pek çok kaynakta Hz. Âişe’nin kendisine Medine dışından yazılan mektuplarla ilgili bilgiler ve bu mektupların metinleri yer almaktadır.
Hz. Aişe validemizin sadece dini bilgiye değil edebi bilgiye hatta dönemin tıb bilgisine dahi sahip olduğunu kaynaklar bize göstermektedir. Yine O fesâhat ve belâğatıyla da ünlü bir hatiptir. Babasının vefatı üzerine ve Cemel vakasında okuduğu hutbeleri ve bazı mektupları onun edebî kabiliyetini gösteren şaheser örneklerdir. Şair Lebid’e ait bin beyti ezbere bildiği kaynaklarda yer almaktadır.
Bütün bunlar bize Asr-ı Saadetin erkeği ve kadını ile bir bilgi toplumu olma yolunda nasıl gayret ettiklerini ve örnek olduklarını bütün yönleriyle göstermektedir.
Şahsiyet ve Dirayet: İslamın kadına kazandırmak istediği kişilik, dirayet, cesaret ve özgür düşünceyi de Hz. Aişe üzerinden okumak mümkündür. Allah Teâlâ İfk hadisesi bağlamında Hz. Âişe’nin mâsûmiyeti ile ilgili âyetler indirmiş, bunlar bir beraat vesikası olarak kıyamete kadar Kuran’da yer almıştır. Onun şahsiyetinin büyüklüğünü, beraatini işitince izzet, şeref ve vakarına örnek olacak şu sözü söylemesinde görmekteyiz:
“Beraatimi Allah indirdi. Hamd ve şükrü ancak O’na yaparım.” Hz. Peygamberin de bu ifadeyi olgunlukla karşılaması dikkate şâyân bir durumdur.
Yine Hz. Aişe, Hz. Osman’a biat etmiş ama sağlığında onu eleştirmiş, ancak ölümünden sonra kızıp onun kan bedelini talep etmiştir. Bu süreç onu Cemel vakasına kadar götürmüştür.
Kimi zaman Hz.Aişe, hiç kimsenin cesaret edemediği, can ve mal endişesiyle yönetimi eleştirmeye yanaşmadığı bir dönemde halife Muaviye’ye yazdığı mektupla karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususlar araştırıldığında görülecektir ki; Hz. Âişe birçok savaşa katılacak kadar korkusuz, devesine atlayıp siyasî bir harekete kalkışacak kadar atak ve özgür, askerî bir seferi yönetebilecek kadar komuta gücüne sahip bir hanımefendidir.
Amel, Ahlak ve Takva: Hz. Âişe fazilet sahibi, fakih, zeki, zâhid ve oldukça sabırlı bir hanımdır. Günlerinin çoğunu oruçlu geçirmesi, gece namazını hiç ihmal etmemesi, yanında tek kuruş kalmayıncaya kadar infak etmesi, yetim çocukları alıp, terbiye edip, yetiştirip evlendirmesi, kimsenin aleyhine konuşmaması, dünyalığa asla rağbet etmemesi birçok sahih kaynakta ifade edilmektedir. Bu tespitler onun ne derece kanaatkâr, mütevâzı, vakur, cömert ve müttakî bir insan olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir.
Aişe validemizin sadece ilim değil, amel, ahlak ve takva bakımından da sahip olduğu bu yüksek meziyetler bize Asr-ı Saadetin kadını ve erkeği ile nasıl bir değerler dünyasına sahip olduğunu göstermeye kâfidir.
Dindarlık Anlayışı
Hz. Aişe’nin hayatına baktığımızda dindarlığın bütün boyutlarının onun hayatında cem ettiğini görmekteyiz. Onun dindarlık anlayışı münzevi bir hayatı öngören bir anlayış olmayıp hayatın her döneminde ve alanında yansımalarını gördüğümüz bir anlayıştır.
Zora sokan, zorlaştıran, insan takatini aşan, riyakar ve teşhirci bir anlayış olmayıp, sade, samimi, ihlaslı, varlıkta ve yoklukta hayat tarzını değiştirmeyen bir dindarlık
Hz.Âişe’nin yamalı elbiselerle dolaşmasına gönlü razı olmayan bir sahabî ona yeni bir elbise yapması için kumaş hediye etmek ister. Hz.Âişe, ağlayarak geri çevirir ve: “Hz.Peygamber bana şöyle vasiyet etti: Ya Âişe eğer ahirette bana kavuşmak istiyorsan üzerindeki iyice eskimeden yeni bir elbise giyme.’’ der.
Farz namazın dışında geceleri nafile namaz kılmış, günlerinin çoğunu oruçlu geçirmiş, kimse aleyhine konuşmamış, kanaatkâr, cömert, mütevazı ve muttaki bir insan olarak İslâm tarihindeki yerini almıştır. Bazı zamanlar hanımlara imamlık yaptığı da ifade edilmektedir.
Hz. Aişe’nin dindarlık anlayışında münzevi bir hayata yer yoktur. Hz. Aişe kendisi de münzevi bir hayat yaşamayıp, hayatın her alanında, ihtiyaç duyduğu ve ihtiyaç duyulan her sahada İslâm’ı doğru anlamak ve anlatmak adına yer almış, bu konuda İslâm tarihinde müstesna bir mevki kazanmıştır.
Hz. Aişe’nin dindarlık anlayışı asla onu dünyalıklara iltifat ettirmemiştir. Varlıkta da darlıkta da aynı tarzda yaşamış, eline geçeni biriktirerek yoksul ve fakirlere paylaştırmış, sosyal yaralara merhem olmaya çalışmıştır.
İyi bir eğitimci ve öğretmen olan Hz. Aişe, çocukların eğitim ve öğretiminde şiirin önemine dikkat çeker ve onlara şiir öğretmenin konuşmalarına güzellik katacağını söylerdi. Kendisi de şair Lebid’e ait bin beyti ezbere bilir ve zaman zaman bu kabiliyetini beyitler okuyarak dile getirirdi.
Onların evleri kimi zaman bir okul, bazen bir istişare mekanı, gerektiğinde müslümanların problemlerinin tartışıldığı bir meclis, bazı zamanlar yardıma muhtaç olanların çekinmeden kapılarını çaldığı bir hane olarak İslam ailesine örneklik teşkil etmektedir.
Hz. Peygamber ile Hz. Aişe arasında öğretmen –talebe ilişkisi içerisinde adeta bir ilim, irfan mektebine dönüşen bir odacık evleri aynı zamanda yetim çocukların himaye edildiği, kimsesizlerin sığınağı, ilahi vahyin şehadeti ile kocaman bir merkez olmuştur. Hane-i Saadet’te Allah Rasulü’nün dizi dibinde yetişen Hz. Aişe ilmi, dirayeti, cesareti, şefkat ve merhameti ile İslam tarihinde hak ettiği yeri almıştır.
Kısaca Hz. Aişe:
Ebubekir Sıddık’ın kızı SIDDIKA. Rasululah’ın sevgili eşi HÜMEYRA.
Kuran’la masumiyeti ispatlanan MÜBERRA.
Mümin ve müminelereşevkat ve merhamet kanatlarını geren Müşfik Bir Ana.
Tüm hayatı öğrenmek ve öğretmekle geçen Eşsiz Bir Talebe ve Bilge Bir Hoca,
Gönüllerde taht kuran bir Müslüman Hanımefendi’dir.
Kısaca hem özelde birçok hanım şahsiyet üzerinden, hem de genelde hanımlar üzerinden İslamı kadın bilgi ve değer üzerinden okumak mümkündür. Kadınlar bu dönemde “hammaletülhatap” (odun hammalı) olmak yerine “hammaletülilm/hammaletul mağfiret, hammaletul merhamet ve meveddet ”(ilim, bilgi ve sevgi taşıyan şahsiyetler) olmuşlardır.
Bugün de Allah Resûlünün gerçekleştirdiği bu üç dönüşüm önemlidir. Şunu da ifade etmek gerekir ki tüm bu değerlendirmeler; üzerinden yüzyıl geçmeden kadını okumaktan, ilimden, kişilik ve özgür düşünceden mahrum bırakan, kadını sadece cinsiyet üzerinden okuyan ve bunu da İslam geleneğine atfeden düşünceye en büyük ders ve mesajdır.
Maalesef büyük bedeller ödenerek gerçekleşen bu kazanımları insanlık günümüze taşıyamamıştır. Kadın bugün bütün izmlerin merkezine alınmış, bir meta ve istismar objesi haline getirilmiştir. Kadını ‘Hammaletul ilim ve marifet’ olmaktan, ‘hammaletülhatap ve hammaletul harap’ olmaya doğru götüren, tersine bir rol biçme içerisine girilmiştir. Hz. Peygamber adına uydurulan “Şâviruhünne ve hâlifuhünne” (Kadınlarla istişare edin ama dediklerinin tersini yapın)anlayışı Allah ve Rasulünün muradı ve hedefi olmayıp kendi zihinsel kıskaçlarından kurtulamayan insanların anlayışıdır.
Bugün çok önemli izler bırakan bu şahsiyetlerin anne, eş ve evlat olarak; lider, rehber, öncü kısacası kâmil bir insan olarak; ortaya koyduğu örnek ilişkileri satır satır okumaya, anlamaya, anlatmaya, sonra da hayatımıza katmaya ihtiyacımız var."
Program, Dr. Hatice Görmez’e Dr. İbrahim Ateş’in yayınlarından bir paket kitap ve bir buket çiçek ile teşekkür belgesinin takdimi ve toplantıya katılan davetlilere birer karanfil dağıtımını takiben sunulan ikramın alınmasıyla noktalandı.
Sunucu Yasemin Aras
İkramdan görüntüler