Sürekli Taşıyan İnsan: Anne
İnsanı yaratıp yaşatan yüce Allah, doğurup dünyaya getiren de merhamet mihrakı annedir. Dolayısıyla insan, Allah’a şükür ve ana-babaya teşekkür borçludur. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Lokman Suresi’nin 14. ayetinin: “… Önce bana, sonra da ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur…” mealindeki cümle-i celîlesi bu gerçeğe dikkatimizi çekmektedir. İsra Suresi’nin 23. ayetinin: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti...” mealindeki cümlesinde de ebeveyne iyi davranmanın emredildiği vurgulanmaktadır.
Bu ayet-i kerîmelerle benzeri ayet-i kerimelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Müslüman, Allah’a iman ve ibâdet, Peygamber’e ittiba’ ve itaat, ebeveyne de ihsân ve ihtiramla yükümlüdür. Dolayısıyla müslümanın, insanlar içinde en çok iyilikte bulunup sevgi ve saygı göstermesi gereken iki insanın biri anne, diğeri de babadır.
Bir hadîs-i şerîfte beyan buyurulduğu üzere bu iki insanın ilki anne, ikincisi de babadır. Bu hadîs-i şerîfin meali şöyledir:
Bir adam Peygamberimize gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü, insanlar arasında iyi davranmama en çok hak sahibi olan kimdir?” dedi. Peygamberimiz “Annendir.” buyurdu. Adam “Sonra kim?” dedi. Peygamberimiz “Annendir.” buyurdu. Adam “Sonra kimdir?” dedi. Peygamberimiz yine “Annendir.” buyurdu. Adam “Sonra kimdir?” diye sordu. Peygamberimiz “Sonra babandır.” buyurdu.
Bu hadîs-i şerîfe göre insan, babadan üç basamak önde olan anneyi sürekli sevip saymalı ve aslâ ihmal etmemelidir. Zira anne, Lokman Suresi’nin sözü geçen 14. ayetinde beyan buyurulduğu üzere “… Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır.”
Burada annenin evladını çeşitli sıkıntılara katlanarak taşımasından maksat, onu hamilelik süresince karnında taşımasıdır.
Çocuğunu hamilelik süresince karnında taşıyan anne, onu doğurunca kucağında ve hayat boyunca da kalbinde taşımaktadır. Çocuğunu önce karnında, sonra kucağında, daha sonra da kalbinde taşıyan anne, onu sürekli bir taşıma hâlindedir.
Annenin evladını taşıma hâlleri (k) ile başlayan üç kelime ile özetlenebilir. Karın, kucak ve kalp. Yavrusunu dokuz ay karnında ve doğum sonrası kucağında taşıyan anne, devamlı kalbinde taşımaktadır. Doğumun akabinde göbek bağı koparılsa da gönül bağı ömür boyu devam etmektedir.
Yavrusunu yılmadan, yorulmadan seve seve taşıyan annenin yaşlılık ve yorgunluk yıllarında evladı tarafından taşınması, insanî ve islamî bir sorumluluktur.
Ne mutlu! Bu sorumluluğun bilincinde olup, ebeveynine hizmet ve hürmette kusur etmeyenlere. Ne yazık! Ana-babasını yaşlılık yıllarında evlerinden uzaklaştırıp yaşlılar yurduna yollayanlara.
Anneler günü dolayısıyla 11 Mayıs 2019 Cumartesi günü YOYAV Kültür Merkezi’nde TRT program yapımcısı ve sunucu Yasemin Aras’ın sunumuyla başlayan kutlama programı saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’yla devam etti.
Bu anlamlı programda konuklarını sevgi ve saygıyla selamlayan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, toplantıya katılan annelerin gözyaşlarını tutamadıkları mesaj yüklü konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Saygıdeğer anneler, kıymetli konuklar, değerli dava arkadaşlarım!
Anneler günü dolayısıyla düzenlediğimiz böylesine ma’nalı ve muhtevalı bir programa teşrif ederek yapacağımız açıklamaların dile getirilmesine vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, şerefli varlığınızla toplantımızı taçlandırmanızın haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum.
Başta insanlığın ilk ve en büyük annesi olan Hz. Havva validemiz ile, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in annesi Hz. Amine validemiz olmak üzere bilumum Peygamberleri dünyaya getiren annelerle, imanla ebediyete göçen tüm anneleri hürmet ve muhabbetle anarak ruhlarına rahmet diliyorum. Hayatta olan annelere de çocukları ve torunlarıyla birlikte sağlıklı ve huzurlu uzun ömürler niyaz ediyorum.
Hepinizin anneler gününü kutlayarak sözlerime başlarken, gününüzün kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olmasını temenni ediyorum.
Kıymetli konuklar!
Anneler, neler taşıyor neler…
Bir anne, evvelâ bebeğini karnında taşır. Bu yükünden dolayı ne yüksünür, ne usanır. Yükü gittikçe ağırlaştığı halde, onun sevinci ve heyecanı artar. Nihayet bebeğini dünyaya getirir, ondan sonra da kucağında taşımaya başlar. Anne kucağı, bebek için en sıcak, en emniyetli bir limandır.
Anne için de, taşıdığı yüklerin en tatlısı, en güzeli ve en hafifidir. Bebeğini kucağında taşıyan bir anne, dünyanın en değerli yükünü taşımaktadır. Bir anne, bebeğinin bedenini kucağında taşırken, sevgisini de kalbinde taşımaktadır. Zaten sevgi gibi yüksek bir ücreti olmasa, o yükü taşımak o kadar kolay olmayacaktır. Hattâ zamanla bir angarya hâline gelecek, daha sonra da eziyet hâlini alacaktır.
Bir süre sonra bebek kucaktan iner, kendi ayakları üstünde yürümeye başlar. Ama, annenin taşıma görevi sona ermemiştir. Birkaç adım attıktan sonra yorulan yavrusunu, bu defa da sırtında taşımaya başlar. Annelerin yükü hiçbir zaman eksilmez. Tarlada ekin taşır, bahçeden meyve taşır, pazardan erzak taşır, bu arada yavrusunu da hep sırtında taşır. Evin içinde bile hem işini yapar, hem sırtındaki çocuğuna bakar. O da bir insandır, hattâ kadın olması hasebiyle narindir, yorulur, yıpranır, ama annelik şefkati gibi mukaddes bir istinat noktasına dayandığı için, bütün bu yükleri kolaylıkla kaldırabilir.
Çocuk büyür, okula başlar, ama anne onu taşımaya devam eder. Önce elinden tutar, okula götürür, kaydını yaptırır. Ondan sonra da aylarca onunla birlikte okula kadar gider, gelir. Bu arada da çocuğunun çantasını taşır, beslenmesini taşır. İlköğretimin ilk yılları da böyle geçer.
Çocuk biraz daha büyür, delikanlı olur, liseyi bitirir üniversiteye gider. Ailesinden uzakta yaşamaya başlar. Ama annesi onun yükünü taşımaya devam eder. “Acaba evlâdım oralarda nasıl yaşıyor, ne yiyip ne içiyor, geceleri üstünü kim örtüyor?” diye bu defa da onun kaygısını taşır. Okul biter, “Acaba çocuğum bir işe girebilecek mi?” diye derdini taşır.
Oğlunu askere gönderir, asker annesi olmanın onurunu başında taşırken, aynı zamanda hasretliğini yüreğinde taşır. Kızını gelin eder, oğluna gelin alır, evlâtlarının mürüvvetini görmenin sevincini ve heyecanını taşır.
Bir anne için “Oğlunu everdi, kızını gelin etti, artık kaygıyı attı, bundan sonra taşıyacak yükü kalmadı” demeyin sakın. Anne bu. Onun yükü biter mi hiç? Bir süre sonra torunları olur, bu defa da onları taşımaya başlar. “Yavrumun yavrusu” diyerek torunlarını bağrına basar, kucağına alır, sırtından indirmek istemez. Yüreğinde ise hem evlâdının, hem de torunlarının sevgisini taşımaya devam eder.
Annelerin de bir annesi ve babası vardır. Bir gün gelir, emr-i Hak vâki olur, onlardan birisini veya her ikisini de kaybederler. Bu defa da onların acısı yüreklerine çöker. Yaşları kaç olursa olsun, onlar da anne babalarının çocuklarıdır. Onları kaybettikleri zaman kendilerini yetim ve öksüz hissederler. Kalplerindeki hüzün, yüreklerindeki hasretlik yükü artar. Ondan sonra da ömür boyu bu yükleri taşımaya devam ederler.
Zaten ömür dediğiniz de ne ki? Bu kadar telâş içinde bir su gibi akıp gider. Bir de bakmışsınız, anneler de yolun sonuna gelmiş, artık taşıma işleri son bulmuştur. Yüklerini dünya hanında bırakırlar, emaneti Sahibine teslim ederek ebedî âleme doğru yola çıkarlar. İşte bu son yolculukta taşıma görevi evlâdına düşer.
Anneler evlâtlarını önce karnında, sonra kucağında, sonra sırtında ve daha sonra da kalbinde taşırken, evlâtlar annelerini bir defaya mahsus olmak üzere omuzunda taşır.
O da kısmet olursa…
Yavrularını taşıyanlar sadece insanlar değil, tabiattaki tüm canlılarda da bu hâl görülmektedir. Bu düşüncemi destekleyen gördüğüm bir olayı burada sizlerle paylaşmak isterim.
10 Mayıs 2018 Perşembe günü Kanal D Tv’nin saat 18.45’te yayınlanan bir haberinde, Amerika’da bir ana köpeğin yeni doğurduğu yavrularını yağan yağmurdan korumak için birer birer ağzıyla taşıyıp, bir ağacın altına getirdiğini ve daha sonra onları dili ile yalayarak kuruttuğunu görmüştüm. Bu koruma hâli, köpeğe has bir hâl değil, tüm canlılarda böyledir.
Kıymetli konuklar!
İnsan, annesini nereden nereye ve ne kadar taşırsa taşısın, ona karşı yükümlülüğünün bir kısmını bile yerine getirmiş olamaz.
Hac sırasında bir sahabe hasta annesini omzuna alarak Kâbe’yi tavaf ettirmişti.
Sonra Resûlullah (s.a.v.)'ın yanına gelerek:
“Ya Resûlallah! Annemi sırtımda taşıyıp tavaf ettirerek hakkını ödedim mi?" diye sorunca, Resûlullah (s.a.v.):
“Hayır, sana hâmile iken alıp verdiği bir nefesin hakkı bile değildir.” buyurmuştur.
Adamın biri Horasan'dan Mekke'ye kadar annesini sırtında taşır. Bazen dinlenir, bazen sırtlanır. Bazen yürür. Ama sonunda yaşlı annesiyle Mekke'ye varır.
Mekke'de Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu Hz. Abdullah (r.a.) ile görüşür. Hz. Abdullah (r.a.)'a şu soruyu sorar:
"Ben Horasan'dan Mekke'ye kadar annemi sırtımda taşıdım. Annemin hakkını ödemiş sayılır mıyım?”
Hz. Abdullah (r.a.): “Hayır! Sen bırak annenin bütün hakkını ödemeyi, annenin seni doğururken çektiği bir sancının hakkını bile veremedin.” der.
Kıymetli kardeşlerim!
Sohbetimizin bu noktasında, ebeveyni mutlu edip gönüllerini kazanmanın önemini yansıtan hadîs-i şerîflerden üçünü sizlerle paylaşmak isterim.
Bir sahâbî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e gelmiş:
“Hicret ve cihâd etmek üzere Sana bî’at ediyorum. Bunların sevâbını Allah’tan dilerim.” demiştir. Resûlullah (s.a.v.):
“Anne ve babandan hayatta olan var mı?” diye sormuştu. O zât:
“Evet, her ikisi de hayatta.” demişti. Resûlullah (s.a.v.):
“Allah’tan sevap kazanmak istiyorsun değil mi?” diye sormuş, Sahâbî:
“Evet.” deyince Allah Resûlü (s.a.v.):
“(O hâlde) ana ve babanın yanına dön. Onlara iyi bak!” buyurmuştu.
Ashâb-ı Kirâm’dan bir zât, Yemen’den hicret ederek Medîne-i Münevvere’ye Efendimiz (s.a.v.)’in huzûruna gelmiş ve cihâda katılmak üzere O’ndan izin istemişti. Allah Resûlü ile aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
“Yemen’de kimsen var mı?”
“Anam-babam var yâ Resûlallâh!”
“Onlar sana izin verdiler mi?”
“Hayır, vermediler.”
“Haydi Yemen’e git; onlardan izin iste! İzin verirlerse gel, cihâd et! Vermezlerse, anneni-babanı memnun etmeye çalış!”
Bir başka sahâbî, Allah Resûlü (s.a.v.)’nün huzûruna gelmiş ve:
“Ana ve babamı geride ağlar durumda bıraktım ve hicret etmek üzere Sana bî’at etmeye geldim.” demişti. Efendimiz (s.a.v.) de bu zâta:
“Hemen onların yanına dön! Onları ağlattığın gibi yüzlerini tekrar güldür!” buyurmuştu.
Hicret ve cihâd için bile ana-babadan izin almak şart koşulduğuna göre, diğer işlerde onların iznini almak daha evlâdır.
Yurdumuzun bağrında barındırdığı Veysel Karanî Hazretlerinin çok yaşlı bir annesi vardı. Hem kör, hem de kötürümdü. Veysel Karanî onun eli ayağı, gözü kulağı idi. Yedirir, içirir, yıkar, paklayıp kadıncağıza bebek gibi bakardı. Ne derse, ama ne derse yapar, en olmayacak arzularını bile ikiletmezdi. Bir yüz ifadesinden bin mânâ çıkarır ve hepsini de yerine getirirdi.
Veysel Karanî Hazretleri haram bilmez, yalan söylemezdi. Hoş, sahrada bir başına dolanan böylesi bir insanın günaha girme şansı da azdır ya. O, gün boyu zikreder, af diler, Ümmet-i Muhammed’e dua ederdi. Ama en bilinen özelliği Allah ve Resûlüne duyduğu tarifsiz aşktı. Veysel Karanî'nin tek arzusu vardı. O da yüzü suyu hürmetine Kâinatın yaratıldığı Hz. Peygamber’i görebilmekti. Efendimiz (s.a.v.)’i düşündükçe burnunun direği sızlar, yüreği bir hoş olurdu. Yumruk iriliğinde bir şeyler gelir, otururdu boğazına. Hani o, anlaşılamayan ve anlatılamayan şeyler.
Ve gün gelir muhabbet ve Muhammed kelimeleri yüreğinde buluşur, dışarı taşardı. Efendimiz (s.a.v.)’in hasreti kor olur, ciğerini yakardı. O’nu bir kez, ama bir kez görebilse, bir solukluk olsun sohbetinde bulunabilse ve adına sahabe denilen kutlu kadroya katılabilse...
Annesi itiraz etmese de, bu yolculuğa razı değildi. Omuzlarını kaldırıp boynunu büker. Mahzun bir üslupla 'istiyorsan git!', 'Git bakalım, beni kime emanet edeceksen?' dedi. Doğrusu onu bırakabileceği kimse yoktu. Bu yaşlı kadına incitmeden kim bakabilirdi ki? Onun nazını kim çekerdi sonra?
Üveys hasretini yüreğine gömdü. Bir daha bu konuda tek kelime etmedi. Ama o günden sonra daha fazla ağladı ve daha fazla yalvardı. Aşkını kayalara, kumlara anlattı. Kuşlarla, develerle dertleşti, serin seher yeliyle selâmlar yolladı Resûlü’s sakaleyn'e. Ve ufuklar perde perde açıldı, dağlar çekildi aradan. Artık, o gün boyu ibâdet etti, sürüyü melekler bekledi.
Üveys, Allah Resulü (s.a.v.)’nün muhteşem sohbetine (madde planında) erişemedi ama mânâ aleminde çok şeye kavuştu. Efendimiz (s.a.v.) ile aralarında imrenilecek bir dostluk başladı. Hoş, onlar için mesafelerin ne önemi vardı. Öyle ya alan uygun, veren olgun olduktan sonra 'feyz' nehir olur akar.
Hz. Peygamber (s.a.v.) zaman zaman mübârek yüzlerini Karen taraflarına döndürür ve 'Yemen cihetinden rahmet rüzgârları esiyor', 'İhsan ve iyilikte Tâbi’înin en iyisi Üveys-i Karanî'dir!' buyururdu.
Veysel Karanî, Hz. Peygamber (s.a.v.)’i görme arzusunu birkaç defa pek sevdiği annesine açmışsa da, çok ihtiyar ve âmâ olan annesi, kendisine bakacak kimse olmadığından izin vermemişti. Veysel Karanî’nin yaşı kırk’ın üzerine gelmişti. Oğlunun gönlünde patlayan yanardağları çok iyi hisseden anne, çaresiz “Ancak Medine’ye gidip hemen gelmek, Hz. Peygamber’i orada bulamayacak olursa teşriflerini beklemeden dönmek” şartıyla kendisine izin vermişti.
Gönlü Allah aşkı ve Peygamber muhabbetiyle dolu olan Veysel Karanî, izin alınca durmayıp Medine yollarına koyulmuştu. Issız vâdîler, dağlar, tepeler, kızgın çölleri aşmış ve Peygamber beldesi nurlu şehir Medine’ye ulaşmıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in evine giden Veysel Karanî, Peygamberimizi evde bulamamıştı. Peygamber Efendimiz o sırada Tebük Seferi’ndeydi. Peygamberimizi evinde bulamayınca çok üzülmüş ve annesine verdiği sözü hatırlamıştı. Hz. Aişe (r.anha)’e: “Kâinatın Efendisine selamımı söyleyiniz. Cennet sabahlarını andıran mübârek yüzlerini doya doya görmek isterdim. Lütfen, içimin aşk-ı Muhammed’î ile yandığını, gönlümün bitmez niyazını bildiriniz.” diyerek ayrılmış ve tekrar Yemen’e dönmüştü.
Peygamber Efendimiz seferden dönünce Hz. Aişe (r.anha)’ye şöyle hitap etmişti:
“Yâ Aişe, evimize hangi ulu kişi geldi? Bu Rahmanî kokular, bu İlahî lezzet nedir?
Ey Allah’ın Resulü; Yemen’den Karen Köyü’nden Üveys adında bir zat sizi ziyarete geldi. Mukaddes Cemâlinizin bağrı yanık aşıklarındanmış. Zat-ı âlinizi bulamayınca çok üzgün bir halde ayrıldı. İşte o adam gittikten sonra evin içinde bu ulvî kokuları hissettim.
“Ya Aişe, sen o zatı gördün mü?”
“Evet ey Allah’ın Resûlü. Sağ gözümün ucu ile baktım.”
“Öyleyse o gözünü bende ziyaret edeyim. Görüşün ve gördüğün mübârek olsun.” buyurdu.
Yüce Rabbimizin, Peygamber (s.a.v.)’i evinde bulamamanın ve O’nu görememenin üzüntüsü içinde annesine verdiği sözü yerine getirmek için Yemen’e dönen Veysel Karanî’nin duygu, düşünce ve davranışındaki yüceliği Müslümanların tümüne nasip etmesi niyazıyla sözlerimi noktalarken sizleri bugün için yazmış olduğum beş dörtlükten oluşan “Taşıyan Taşınmalıdır” başlıklı şiirimle selamlıyor, hürmet ve muhabbetle huzurunuzdan ayrılmak istiyorum:
Anneler günündeyiz.
Sanki bir düğündeyiz.
Duygu dolu, zindeyiz.
Anne, hizmetindeyiz.
Herkesin var annesi,
Bir de yaşlı ninesi.
Elleri öpülesi,
Sevgi, şefkat simgesi.
Evladını taşıyan,
Onlar için yaşıyan,
Ahfâdına âşiyân,
Anneni ol taşıyan.
Taşındın, sen de taşı.
Aş yedin, yedir aşı.
Ne kalp kır, ne çat kaşı,
Doğru bak, olma şaşı.
Ana-baba, kardaşı,
Korumaya koy başı.
Eşi, dostu, yoldaşı,
Kolla, sırtında taşı.”
Dr. Ateş’ten sonra kürsüye gelen 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel ile 22.23.24. Dönem Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi yaptıkları mesaj yüklü konuşmalarında annelerle ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirdiler. (Bu konuşmalar daha sonra deşifre edilip YOYAV Dergisi’nde okuyucularımızın tetkikine takdim edilecektir.)
Yapılan konuşmalardan sonra, Yılın Annesi seçilen Emine Çelik’e YOYAV’ın ödülünün toplantıya teşrif eden Devlet, Çevre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Eski Bakanı İmren Aykut tarafından takdimini takiben programa katılan annelere birer gül sunuldu ve ardından iftar yemeğine geçildi.
62 davetlinin katılımıyla gerçekleştirilen programda duygulu dakikalar yaşandı.
Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı
Ülker Güzel
Hüseyin Tanrıverdi
Sunucu Yasemin Aras
TOPLANTIDAN GÖRÜNTÜLER
İFTAR YEMEĞİNDEN GÖRÜNTÜLER