İlim ve İslam
YOYAV’ın kültürel hizmetlerinden biri olan “Bir Konu Bir Konuk Sohbet Toplantısı’nın Ocak ayının konusu “İlim ve İslam” konuğu ise Araştırmacı-Yazar Taşkın Tuna idi.
12 Ocak 2019 Cumartesi günü YOYAV Kurs Öğretmenlerinden Afet Tan’ın sınıflarının organize ettiği kahvaltı sonrası konferans salonunda yerlerini alan davetlilere hitap etmek üzere kürsüye gelen Taşkın Tuna şunları söyledi.
“Hakikatte insanın, Yüce Allah nazarındaki üstünlüğü, düşünce yeteneğine sahip olmasından kaynaklanır. Kur'ân'a sadece göz gezdirmek için bakan bir kişi bile âyetlerde insanın üstünlüğünün sık sık dile getirildiğini fark edecektir. (İsrâ; 70) Bu konuda Mevlâna (1207-1273) “Sen sadece düşünceden ibaretsin, gerisi sadece et ve kemik" söylemiyle bu âyeti açıklar. Öte yandan ünlü Fransız düşünürü Descartes (1596-1650) "düşünüyorum öyleyse varım" ifadesiyle var olmanın nedenini, düşünebilme kabiliyetine bağlamak ister. Başka bir deyişle var olduğu için düşündüğünü belirtir. Düşünmek ve görmek arasında da ilginç bir beraberliğin var olduğu biliniyor. Gördüğümüz kadar düşünmenin yetmeyeceği; düşündüğümüz kadar görmemizin gerektiğini anlamalıyız. "Her gittiğim.lokantada lahmacun yerim" gibi günlük ve sıradan bir düşünce veya niyetten söz etmek yerine; uzun ve derinden düşünme, analiz etme, analitik düşünme gibi konular ele alındığında bu düşünceye "tefekkür" demek daha uygun düşecektir.
Tefekkür demek fikir üretmek demektir. Üstad Ömer Nasuhi Bilmen (1882-1971) aşağıdaki ifadesiyle tefekkürün önemine şöyle işaret ediyor:
“Büyük Yaradanımızın kudretine şehâdet eden varlıkları tefekkür etmek ibadettir; maddî ve manevî birçok keşifler ve yükselişlerin hepsi de tefekkür mahsûlüdür (ürünüdür.“
Şanı yüce Kur'ân, ısrarla tefekkür konusunda dikkatimizi çekiyor:
“Onlar ayakta iken, otururken ve yan yatarken Allah'ı zikrederler; yerlerin ve göklerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler. Rabbimiz, Sen bunları boş yere (bâtıl) yaratmadın derler...” (Âli İmrân:191)
Ne anlamamız gerekiyor bu yüce âyetten?
* Allah’ı her an ayakta, otururken ve yatarken anmamız gerekiyor. Zaten başka bir seçenek kalmadı.
* Yerlerin ve göklerin yaratışının önemine işaret ediliyor.
* Bu yaratılış üzerinde tefekkür edenler övülüyor (onlar!)
* Bütün bu âlemin gereksiz, faydasız ve boş (batıl) bir yaratma olmadığı vurgulanırken, bunun bilincinde olmamız isteniyor.
* Bâtılın zıddı "Hak"tır. Hak ise adalet, nizam, intizam, düzen ve denge kavramına bir göndermedir. Hak demek, her şeyin hak ettiği yerde ve zamanda hak ettiği kadarıyla belli kural ve kaidelerle yerini alması demektir. Bu kozmosun hak ile yaratılmış olduğuna bir diğer kanıttır.
“Her şeye yaratılışın hakkını verendir” (Tâ-Hâ, 50) hükmü bu gerçeğin bir diğer açılımıdır.
Kur'ân-ı Kerîm’de "hikmet", "tezekkür" ve "ulû el elbâb" (tefekkür) kavramı; Bakara Sûresinin 269. âyetinde toplu olarak belirtilir:
“Allah, hikmeti dilediğine verir, kime verilmişse ona hayır verilmiş demektir. Bunu tezekkür eden ulû el elbâb (akıl sahipleri/tefekkür edenler) den başkası anlayamaz.”
Buradan hareketle, "Oku!" (Alak:l) diye emir kipinde inen ilk âyetin, sıradan okumaktan çok; anlamaya, kavramaya, inceden inceye düşünmeye ve ibret almaya yönelik bir açılımı gerektirdiğini vurgulamak yerinde olacaktır.
Konuya bir başka boyuttan bakıldığında; temelde Kur'ânın felsefî ve ilmî bir kitap değil; dinî bir kitap olarak nitelendirilmesinin doğru bir yaklaşım olacağı açıktır. Bununla beraber, âyetlerde akla gelen gelmeyen tüm doğa olayları ile canlı cansız her varlık zikre değer bulunmuştur. Havada, suda, karada ve denizde yürüyen, yüzen, uçan, sürünen, kıpırdayan ve kımıldayan; kurtları kuşları, arıları karıncaları, develeri, filleri ve onların halleri teker teker dile getirilir.
Gök gürültüsünden şimşeğe; denizlerden depremlere; çiçeklerden böceklere, yıldızlara güneşe ve özellikle semaya (uzay) ve zamana dayalı hükümlerde insanlara öğretiler ve öğütler veren âyetlerin zenginliği dikkat çekicidir. Çok sayıda âyetlerde müslümanları düşünmeye davet eden, cehaletten uzaklaştıran, bilgiyi öne çıkaran konular yoğunluk kazanmıştır. Bütün bunların yanında toplumun çıkarlarını dikkate alan, dayanışma, yardımlaşma hukuk, ekonomi, aile, eğitim, hatta sağlık vb. gibi konuların da özgül ağırlığını yok saymak olanaksızdır. /Allah / âlem / insan / konularında başlı başına bir bütünlüğün nefes kesen hakikatleri dile getirilir. Varlık felsefesi (ontoloji / kelâm) gibi insanın orijini, ezeliyet ve ebediyet; ölümsüzlük, rûh, nefis, kader vb. gibi evrensel hakikatler teker teker ısrarla vurgulanır.
Kimi âyetlerde özünde kavranması hayli güç olan gerçekleri anlaşılır kılmak için bazı misâller, teşbih (benzerlik), rumuz (sembol), mecaz (benzetme) ve istiâre (edebi sanat) gibi örnekler de verilir.
Her şeyin bir gayesi, hedefi ve amacı vardır. Evrenin yaratılış gayesi de insandır! İnsansız bir doğa boştur, boşluktur; sessiz ve renksizlik deryasıdır. Bülbül olmayınca kafesin ne hükmü kalır? Su akmayınca, çeşme ne işe yarar? Mevlâna da bu durumu insansız bir kâinata ceset demekle haklı bir söylem geliştirmiştir.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak akıl sahipleri (ulûl'elbâb) bunları hakkıyla düşünür (tezekkür eder)” (Zumer, 9)
“Sakın cahillerden olma!” (En'am, 35) hükmü bir tavsiye mi, sıradan bir öğüt mü yoksa emir niteliğinde bir farz mıdır?
Bunu düşünüp değerlendireceğiz. Buna mecburuz!
“Cahillerden yüz çevir” (A'raf,199) kutsal âyeti içimizi ürpertiyor, huşû içinde kendimizi muhasebeye ve murakabeye (denetim) çekiyor mu?
Belleğimizin derinliğinde kaybolmuş gibi duran "Oku!" emri bizi dürttüğünde omuz silkmek yerine bir bilge kişinin, "okuyun, mürekkebin akmadığı yerde kan akar" sözünün ne kadar haklı olduğunu ne zaman öğreneceğiz? "Az okuyan kendini âlim; çok okuyan kendini cahil sanırmış" sözü de bize bilginin sınır tanımayan derinliğini açıklamıyor mu?
Âlemdiki âyetler dikkatle ele alınıp incelemenden, üzerinde ısrarla düşünülüp sebep-sonuç ilişkileri araştırılmadan, Yüce Allah’ın muazzam kudretini ve ilminin sonsuz ufuklara varan kuşatıcılığını nasıl öğreneceğiz? Âlemin yaratılışındaki mükemmel uyumu; makro ve mikro düzeydeki hassas ahengi nasıl değerlendireceğiz?
Yüce Allah çevremizi görmeye, incelemeye; düşünüp öğüt almaya, bilgi edinmeye davet ediyor.
“Göklerde ve yerde neler var, bakıp araştırın.” (Yûnus, 101)
"Bakmak" bu kadar önemli mi?
"Görmek" için önce bakmak gerekmez mi?
Belki bunun içindir ki ilk müslümanlar, coğrafi konumları gereği binek olarak deveyi kullandıklarından, onlara düşünmeleri için şöyle buyuruluyor:
“Deveye bakıp incelemiyorlar mı, onu nasıl yaratmıştır?” (Gâşiye, 17)
Başka bir örnek tüylerimizi diken diken ediyor. Kaf Süresinin17. âyeti uyarıyı nasıl da şiddetle vurguluyor:
“Üstlerindeki gökyüzüne bakıp gözlemezler mi, onu nasıl bina ettik ve onu nasıl donattık, onda hiç bir çatlak yoktur.”
Soruyu tekrarlayalım. Bakmak, seyretmek, görmek, gözlemek, incelemek niye bu kadar önemli? Bunun önemini Kur'ân şöyle belirtiyor:
“O dağlara bakmazlar mı, onlar nasıl dikilmiştir?” (Gâşiye, 19)
Dağlar, yer kabuğunu meydana getiren farklı özellikli tabakaların hareketleri sonucunda oluşur. Jeolojik araştırmalar sonucunda anlaşılmıştır ki, bu tabakaların birbirine çarpmaları sonucunda yüzeyde kırılmalar ve kıvrımlardan değişik yükseltiler açığa çıkar. Ancak konuyu jeolojik açıdan değil de hidrolojik açıdan değerlendirdiğimizde şu sonuca varırız: Eğer dağlar olmasaydı, kış aylarında zirvede biriken karlar, ilkbaharda eriyip yer altı sularını meydana getiremezdi. Açıkça dağlar çok önemli bir su potansiyeline sahip olmalarıyla canlılar için hayati önemi haizdirIer. Ayrıca dağlarda yaşayan çeşitli kuşlar, keçiler ve diğer canlılar da ekosistemin "olmazsa olmaz" üyeleri olarak değerlendirilir.
Hayvanlara, semaya ve dağlara baktıktan sonra sırada yeryüzü olmalı.
“Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl yayılıp döşenmiştir.” (Gâşiye, 20)
Ağaçlar, çiçekler, çimenler, dereler... Bütün bu güzellikler kimin için? Niye bakmıyoruz?
“Yeryüzüne bakıp incelemiyorlar mı, onu yayıp döşedik, ona sâbit dağlar koyduk, orada gönül açan her türden bitkiler bitirdik!” (Kaf, 7)
Aşağıda verilen bir seri âyetlerde, akıl yoluyla müslümanları düşünmeye çağıran ve sonuçta imânları pekiştiren hükümleri değerlendirmek bize çok mu zor geliyor? (Gâşiye, 3-6)
“Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için gerçekten âyetler vardır.”
“Allah’ın sizi yaratmasında ve yeryüzünde üretip yaymakta olduğu her canlıda sağlam bilgi edinecek bir topluluk için âyetler vardır.”
“Gece ile gündüzün peşi sıra değişmesinde, Allahın gökten rızık indirip onunla yere ölümünden sonra can vermesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde de aklını kullanan topluluk için gene âyetler vardır.”
“İşte bunlar Allahın âyetleridir ki, sana onları gerçek olarak okuyoruz.
Artık onlar Allah ve onun âyetlerinden sonra hangi söze inanırlar?”
Yaratma, Kur'ân’da hayli sık anılan (zikredilen) bir kavramdır. Yüce Yaratıcının güzel isimlerinden olan (Esma-i Hüsna) Halik, Müsavvir, Ber... gibi isimler Allah’ın hikmetini, kudretini ve ilminin genişliğini ve kuşatıcılığını (ihata) vurgular.
“Onun âyetlerinden biri de gökleri ve yeri yaratmasıdır... Şüphesiz bunda ilim sahipleri için alınacak âyetler vardır.” (Rûm, 22)
“Göğün ve yerin onun emri ile ayakta (dengede) durması onun âyetlerindendir.” (Rûm, 25)
Aklını kullanmayanlar için çok ciddî uyarılar vardır. “Onlar sağır, dilsiz ve kör gibidirler.” (Bakara, 171) “Onlar hayvanların en kötüsüdür.” (Enfal, 22) “Allah dünyayı oyun ve eğlence olarak yaratmadı.” (Evliya, 16) “O göklerle yeri ve ikisi arasındakileri hak ile (adaletle) yarattı. Bu yaratılışta belirlenmiş ve tasarlanmış bir süre (ecel) vardır.” (Ahkaf, 3) “Allah düzen kuranların (planlayıcıların) en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54) “Geceyi gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Yıldızlar da onun emriyledir. Şüphesiz bunda aklını kullananlar için ibretler vardır.” (Nahl, 12) “Göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin buyruğunuza vermiştir (musahhar). Bunda tefekkür edenler (derin düşünenler) için âyetler vardır.” [Câsiye, 13)
Tasavvuf düşüncesinde öncü sufîler, bu dünyayı bir hayal gibi tasavvur ederler. Onların dayandığı kutsal âyet, aşağıdaki gibi bir hükme bağlanmıştır:
“Bu dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir," (Ankebû, 64)
Oyun ve eğlence nedir? Boş ve hoş vakit geçirmek. Kendini oyalamak. Ya da kendinden uzaklaşmak! Zaten kendinden uzaklaşma, Yaratandan da uzaklaşma, ayrışma, kopma ve savrulma demek değil midir? Söz konusu âyette devamla ahiret yurdunun "hakiki" olduğu; sahih ve değişmeyen gerçeklikle tanımlandığı vurgulandıktan sonra, "keşke bilselerdi" ifadesiyle asıl odaklanacak noktanın orası olduğu belirtilir.”
Konferans sonu YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, Taşkın Tuna’ya teşekkür ederek, kendisine hediye paketi takdim etti.
KAHVALTIDAN GÖRÜNTÜLER