Secdenin Sağladığı Saadet
İsrâ ve Miraç mucizesinin, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hayatında müstesnâ bir yeri vardır. Başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere birçok mucizelerle teyid ve ilahî lütuflarla taltif edilen Efendimiz (s.a.v.)’in huzûr-u Hakk’a davet edilip onurlandırılması, manevî mertebelerin en yücesine erdirilmesi demekti. Hâtem’ül-enbiyâ olarak seçilip, ilahî mesaj olan Kur’ân-ı Azîm’üş-şânı insanlara iletmekle görevlendirilmenin yanında, hüzün yılında karşılaştığı hazîn hallerden duyduğu sıkıntıların giderilmesi ve Allah katındaki değerinin dünyaya duyurulması açısından fevkalâde önemli ve hârikulâde, müstesnâ ve mübârek bir mucizedir.
Bu mucize-i azîmenin yıldönümünü kutlamak, Müslümanların değerine değer katan ve Hak Teâlâ’nın Hz. Peygamber (s.a.v.)’i huzuruna davet edip ağırlamasının ma’nâ ve mâhiyetini hatırlatan bir huzur hâlidir.
Mensuplarıyla dostlarına bu huzur havasını teneffüs ettirmeyi gelenek hâline getiren YOYAV, geçen yıllarda olduğu gibi, bu yıl da İsrâ ve Miraç mucizesinin yıldönümü dolayısıyla 2 Nisan 2019 Salı günü saat 13.30’da YOYAV Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “Secdenin Sağladığı Saadet” konulu kutlama programına 160 davetli katıldı.
28. Kur’ânî Birliktelik ve Dua günü ile birleştirilerek gerçekleştirilen bu program dolayısıyla okunan 78 Hatm-i şerîf, 1 milyon 1576 Yasîn-i şerif, 1138 Mülk, 1238 Nebe’, 1291 Fetih, 102 bin Ayet-el Kürsî, 243 bin 600 Fâtiha, 406 bin 400 İhlâs, 2 milyon 1927 bin Tevhid, 2 milyon 775 bin salavat, 1842 Amenerrasulü, 15 bin 800 Esma’ül Hüsna, 382 bin 600 istiğfar ile muhtelif sureler ve tesbihatın duasına geçmeden önce salonda yerlerini alıp, huşû içinde programın başlayacağı ânı bekleyen misafirleri hürmet ve muhabbetle selamlayarak, teşriflerinden dolayı takdir ve teşekkürlerini ileten YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmada şunları söyledi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
İsrâ ve Miraç mucizesinin miladî tarihe göre 1398. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz böylesine manâlı ve muhtevâlı bir programa teşrif ederek, bu hâdise-i celîlenin içerik ve yüceliğini bir kere daha dile getirmemize ve Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e sevgi ve saygımızla, salât ve selâmlarımızı birlikte arzetmemize vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Allah Teâlâ nezdindeki değer ve itibarını yansıtan bu büyük mucize ile taltif edilmesini kutlamanın bahtiyarlığı içinde kandilinizin kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olmasını diliyorum.
Malumunuz olduğu üzere geçen yıllarda düzenlediğimiz programlarda İsrâ ve Miraç mucizesinin muhtelif yönlerini dile getirerek, konuyla ilgili duygu ve düşüncelerimizi aktarmaya çalışmıştık. Bugünkü programımızda da Miraç gecesi farz edilen namaz ibâdetinin ana unsurlarından biri olan “secde”yi ele alarak “Secdenin Sağladığı Saadet”le ilgili bilgi birikimimizi sizlerle paylaşmanın gayreti içinde olacağız. Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinden bana anlatıp aktarmada, sizlere de anlayıp uygulamada tevfîkini refîk etmesini niyaz ederek sözlerime başlamak istiyorum.
Recep ayının her ânı Hakk’a kurbiyetle mazhar-ı mağfiret ve neyl-i rahmet zamanıdır ama, başı ile sonunun feyiz ve fazileti farklıdır. Başında bulunan Regâib Kandili ile sonunda gelen Miraç Kandili, üç aylardaki kandiller geçidinin ilk ikisini oluşturmaktadır. Şu anda Miraç Kandilinin eşiğine ermiş ve bu vesîleyle tertiplenen toplantıda bir araya gelmiş bulunmaktayız. Nasip olursa inşaallah, bu akşam bir kere daha Miraç Kandilini kutlama bahtiyarlığına ereceğiz. Bu gecede Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Miraç yolculuğu öncesinde ve yolculuk esnasında yaşadığı ibretlik hâdiseleri yeniden hatırlamak ve oradan getirdiği mesajları özümsemek gerekir. Bu mübârek gecede inananlara hediye edilen beş vakit namazı gereği gibi edâ etmek, hepimizin önde gelen kulluk görevlerimizdendir. Zira huşû ile kılınan her namaz, bizi Rabbimizle buluşturan bir Miraçtır.
Önderimiz, öğreticimiz ve uyarıcımız olan Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tavsiye ve telkinlerine her konuda olduğu gibi, günde beş defa huzûr-u Hakk’a çıkarak manen miraca erme ve motive olma hususunda da O’nun izinde ve yolunda olan biz müminler, ruhumuzu arındırarak manevî mertebelere yücelme fırsatını elde etmekteyiz.
Allah Teâlâ kullarının kendisine kurbiyet vesîlesi olması için, onlara günde beş vakit namazı emretmiştir. Öyle ki, dinin direği olan bu ibâdet Miraç gecesi, Resûlullah (s.a.v.)’in Allah’a en yakın olduğu anda emredilmiştir. Dolayısıyla namaz, Yaradan’a yakınlık vesîlesi ve bir hadîs-i şerîfte beyan buyurulduğu üzere müminin miracıdır.
Namazın en önemli noktası olan secde, kulun Rabbine en yakın olduğu andır. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Alak Suresi’nin sonuncu ve 19. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmiştir: “Allah’a secde et ve (yalnız) O’na yaklaş!”
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîfinde: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede olduğu andır.” buyurmuştur.
Bu ayet-i kerîme ile hadîs-i şerîfin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Yaradan’a yar ve yakin olmanın yolu, çokça namaz kılıp, bolca secdeye kapanmaktan geçer.
Ashâb-ı kirâmdan Rebîa bin Kâ’b (r.a.) şöyle anlatır:
“Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kapısında geceler, ona abdest suyunu hazırlar, ihtiyâcı olan şeyleri getirirdim. Gece bir müddet: ‘Semiallâhu li-men hamideh’, bir müddet de: ‘Elhamdü lillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediğini duyardım.
Bir gün Allah Resûlü: ‘Benden dilediğini iste!’ buyurdu.
Ben: ‘Cennette Seninle beraber olmayı isterim.’ dedim.
Efendimiz: ‘Başka bir şey istesen olmaz mı?’ buyurdu.
Ben: ‘Dileğim ancak budur!’ dedim.
Bunun üzerine Allah Resûlü: ‘Öyleyse çokça secde ederek kendin için bana yardımcı ol!’ buyurdu.”
Sevbân (r.a.)’dan “insanı cennete götürecek bir amel söylemesi” istenmiş ve bu istek üç defa tekrarlanmış, bunun üzerine Hz. Sevbân (r.a.) şu hadîsi rivayet etmiştir:
“Çok secde etmeye bak! Zira senin Allah için yaptığın her secde karşılığında Allah seni bir derece yükseltir ve bir hatânı siler.”
Tabii secdeden maksat, umûmiyetle namazdır. O hâlde cennete girerek orada Allâh’ın Habîbi’ne komşu olmak isteyenler, bol bol namaz kılmalı, Hakk’a yakınlık anları olan secdeleri artırmalıdırlar. Zîrâ Hazret-i Peygamber (s.a.v.)’in cennetteki mevkii, peygamberlerin de üzerinde olan, zirve bir makamdır. Hadîs-i şerîften anlaşıldığı üzere, Efendimiz (s.a.v.)’e cennette yakın olabilmek için, sünnet-i seniyyesinin gerektirdiği vazîfeleri yerine getirmek ve bilhassa huşû içinde çokça namaz kılmak îcâb etmektedir.
Secdenin faziletinin belirtildiği hadîs-i şerîflerden üçünün meali de şöyledir:
“Allah’tan korkunuz. Beş vakit namazınızı kılınız. Ramazan orucunuzu tutunuz. Mallarınızın zekâtını veriniz. Yöneticilerinize itaat ediniz! (Bu takdirde doğruca) Rabbinizin cennetine girersiniz.”
“Müslüman bir kimse, farzların dışında nâfile olarak her gün Allah rızası için on iki rekât namaz kılarsa, Allah Teâlâ ona cennette bir köşk yapar” veya “Ona cennette bir köşk yapılır.”
“Bedevînin biri Nebî (s.a.v.)’e geldi ve: ‘Ey Allah’ın Resûlü! İşlediğim takdirde cennete gireceğim bir amel söyle bana.’ dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): ‘Allah’a, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk edersin. Farz olan namazları kılarsın. Yine farz olan zekâtı verirsin ve ramazan orucunu tutarsın.’ buyurdu. Bedevî: ‘Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bu söylediklerine hiçbir şey ilâve etmem.’ dedi. Adam dönüp gidince Peygamber (s.a.v.): ‘Cennetlik birini görmek kimi mutlu ediyorsa, şu kişiye bakıversin!’ buyurdu.”
Bunlar ve benzeri hadîs-i şerîflerden esinlenen merhum Necip Fazıl’ın söylediği şu dörtlük de, oldukça önemlidir:
“Haram kazanılan aş, aştan sayılmaz.
Hak için akmayan yaş, yaştan sayılmaz.
Kişi, başım var diye övünmesin.
Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.”
Secde, müslümanın manevî hayatında bu kadar önemlidir. Peki, öyleyse secde nedir?
‘Secde’ sözlükte, eğilme ve boyun bükme demektir. Bu anlamda secde, Allah’ın önünde eğilmek ve O’na karşı kulluk yapmak demektir ki insanları, hayvanları ve cansızları kuşatır.
‘Secde’, bir anlamda üstün bir varlığın önünde, onu büyüklemek ve kendini o varlığın karşısında küçük görmek üzere, saygıdan eğilmek, yere kapanmaktır.
Özel anlamıyla secde; en önemli ibâdet olan namazı tamamlayan alnı, elleri, dizleri ve ayakları yere koymak şeklindeki hareket ve namazdan bir rükündür (olmazsa olmaz şartıdır).
Allah'ın huzurunda yere kapanış demek olan secde, Allah'a memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yapılan bir ibâdettir.
‘Secde’ kelimesi, türevleriyle birlikte Kur'ân-ı Kerîm’de doksan iki yerde geçer. Secde yapana ‘sâcid’, üzerinde secde yapılıp namaz kılınan kumaş veya küçük halıya 'seccâde', secde yapılıp (topluca) namaz kılınan binaya ‘mescid’, secde organlarına da ‘mesced’, secde yapma olayına da ‘sücûd’ denilir. Sücûd aynı zamanda çok secde yapan anlamına da gelmektedir.
Secde, son derece tevazu (hürmet) ile alçalıp baş eğmektir ki, ‘kibr’in karşıtıdır. İslâmî mânâda, alnı yere koymak şeklindeki Allah’ı ta’zimin (büyüklemenin) ve Allah’a itaat etmenin en yüksek göstergesidir. Her çeşit secdede ibâdet, boyun büküş, tezellül (kendini aşağı görme) ifadesi vardır. Bunun için İslâm'a göre Allah’tan başkasına secde edilemez; bu küfürdür. Kendisine secde edilmeye lâyık Allah'tan başka hiçbir şey yoktur. Yüceltilmeye, tâzimde bulunulmaya lâyık yegâne makam, Allah'tır. Allah’tan başkasına secde edenler, o secde ettikleri şeyi ilâhlaştırmış ve Allah’a şirk koşmuş olurlar.
Kul, ister Allah’ın huzurunda, isterse bir başkasının huzurunda yere kapansın; onun bu durumu bir itaat ve önünde yere kapandığı şeye mutlak bir bağlılıktır. Secde eden, kimin karşısında secdeye kapanıyorsa, o makama karşı sınırsız bir saygı duyuyor, onu en büyük tanıyor, ona en büyük sevgiyi besliyor demektir. Bu saygı ve tâzim, ister korkudan kaynaklansın, isterse derin bir hayranlık duygusundan, durum değişmez. Çünkü insanın kendini en aşağı, en küçük, en güçsüz gördüğü durum, secde hâlidir. Öyle ki kişi, secdede kendini bir hiç olarak görür, ama karşısında secdeye kapandığı makamı ise, en büyük tanır. Bir makamı veya şahsı yüceltmenin, secdeden daha ileri ve daha aşırı bir biçimi düşünülemez.
Bu bakımdan tarihte ve günümüzde yaşayan bütün müstekbir zorbalar, insanların kendi huzurlarında ve makamlarının huzurunda secde etmelerini, o makamlar karşısında boyun bükmelerini istemişlerdir. İnsanların kendi huzurlarında eğilmelerinden vahşî bir zevk almışlardır. Firavunlar ve çağdaş takipçileri, insanların saygıyla karşılarında eğilmelerini isteyerek, mâbud hâline gelmişlerdir. Yeryüzünde azıp haddi aşan, kendilerini tanrı makamında gören bütün tâğutlar, aynı karakteri taşırlar. Kendileri Yüce Yaratıcı'nın huzurunda secde etmekten yan çizerler; ama aynı zorbalar, insanları kendi huzurlarında eğilmeye zorlarlar. Peşinden gittikleri liderleri iblis de, Allah’ın emrine karşı gelerek secde etmekten kaçınmıştı.
İblis, her ne kadar Allah’a secde etmekten imtina etmiş ise de, kâinattaki yaratıkların tamamı Allah’a secde etme konumunda olmuşlardır. Bu gerçeği dikkatimize getiren ayet-i kerîmelerden bir kaçının meali şöyledir:
“Allah'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek sağa sola döner. Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah'a secde ederler.“ (Nahl, 48-49)
“Görmedin mi ki, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde ediyor...” (Hacc, 18)
“Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah'a secde ederler.” (Ra’d, 15)
Secde aynı zamanda, Allah’ın emirlerine uymak, O’nun evrene koyduğu kanunlara itaat etmek, Allah’ın Rabliğine teslim olmak demektir.
Secde, namazın en önemli hareketidir.
Secde; ibâdetin, kulluk tavrının özü ve esasıdır. Kur’ân-ı Kerîm, çeşitli âyetlerde secde edenleri övmektedir.
Peygamber'e uyan ve O'nun Allah katından getirdiği dini benimseyip yaşayan sahabelerin ve mü’minlerin yüzlerinde secde izleri vardır. Onların mü’min oldukları neredeyse alınlarındaki secde izinden belli olur.
“Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rızâ isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır.“ (Fetih, 29)
Allah'a her yerde secde edilebilmekle birlikte, secde için özel yapılar da söz konusudur. Bu konuyla ilgili âyette, secdenin sadece Allah'a yapılması vurgulanmaktadır: “Mescidler şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın (ve kulluk etmeyin).” (Cin, 18)
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Yeryüzü benim için mescid ve temiz kılındı.” buyurmuştur.
‘Mescid’, secde edilen yer demektir. Bu anlamda bütün yeryüzü bir mescittir. Çünkü yeryüzünün her tarafında Allah’a secde edilmektedir. Ancak mescid denilince, genellikle cemaat hâlinde topluca namaz kılınan yerler, şimdiki câmiler, namazgâhlar akla gelir. Secdeler ve secde yerleri, yani alın, burun, eller, dizler ve ayaklar Allah’a aittir. Onları yaratan O’dur. Öyleyse O’nun yarattığı uzuvları (organları) O’ndan başkasına secde ettirmeyin, yalnızca O’na secde edin.
İbn-i Abbas’tan rivâyet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v.): “Yedi kemik üzerine secde etmekle emrolundum. Bunlar, alın, -eli ile burnuna işaret etti-, iki el, iki diz ve iki ayak (ucudur).” buyurmuştur. Allah’ın yarattığı organlar O’na şükretmek, itaat etmek ve O'na secde etmek yolunda kullanılmalıdır. Bu bakımdan merhum Necip Fazıl’ın şu şiiri anlamlıdır:
“Ya sadece Allah’a baş eğer, başka hiç kimseye eğmezsin.
Ya da herkese baş eğer, hiçbir şeye değmezsin.”
Mısır’ın Başkenti Kahire’de bulunan Ulusal Işın Teknolojisi Merkezi’nde yapılan bir bilimsel araştırma, secde etmenin insanı kanserden koruduğunu ortaya çıkarmıştır. Araştırmayla ayrıca secdenin hâmile kadınlar için de oldukça yararlı olduğunu ve ceninin şekil bozukluğuna uğramasını engellediğini, bunun yanında yine bir çok bedensel ve psikolojik hastalıklara iyi geldiği tespit edilmiştir.
Işın Teknolojisi Merkezi Bölümü Başkanı Biyoloji Profesörü Muhammed Ziyaeddin Hâmid, bu çağda insanların her yönden elektromanyetik dalgalara maruz kaldığını ve bu nedenle daha fazla ışın aldığını belirterek, vücutta biriken bu yükün mutlaka dışarı atılması gerektiğini söylemiştir.
İnsanın secde hâlindeyken elektromanyetik dalgalara daha az maruz kaldığını ve alnın yere değmesiyle vücuttaki elektromanyetik yükün dışarıya boşaltıldığını tespit ettiğini kaydeden Profesör Ziyaeddin, secde hâlinde olan bir insanın yedi organının yerle temas etmesinin boşaltımı hızlandırdığını ve bunun yorgunluk ve bazı hastalıklara iyi geldiğini ifade etmiştir.
Araştırmaların elektrik yükünün vücuttan sağlıklı bir şekilde atılması için secde ânında kıbleye dönmek gerektiğini gösterdiğini bildiren Profesör Ziyaeddin, Kâbe’nin yeryüzünün merkezi olduğunu ve yeryüzünün merkezine yönelmenin vücuttaki elektrik yükünü dışarı atmak için en uygun pozisyon olduğunu söylemiştir.
Beş vakit farz namazın vücuttaki elektrik yükünün dışarı atılması için yeterli olduğunu belirten Mısırlı bilim adamı, uyku esnasında vücutta oluşan unsurların sabah namazıyla dışarı atıldığını ve insanın güne sağlıklı ve canlı bir şekilde başladığını kaydetmiştir.
Öğle, ikindi ve akşam namazlarının günün yorgunluğunu ve stresini azalttığını ve insana psikolojik bir rahatlama sağladığını söyleyen Profesör Ziyaeddin, yatsı namazıyla gün boyu vücutta oluşan yükün geri kalanının dışarı atıldığını ve insanın rahat bir şekilde uykuya dalmasının sağlandığını belirtmiştir.
Secde, kulun şükrünün en yüksek makamıdır. Kul secde ile itaatin, saygının, İlâhî sevginin, huşû’un en yücesine çıkar. Kulun Rabbine en yakın olduğu hâl, secde hâlidir. Kişi secdesi ile Rabbinin katında derece kazanır. Secde edenler, Allah’ı hakkıyla ta’zîm ederler.
Yüce Allah'ın yarattığı bu vücut organları, yine Allah'ın yarattığı âciz yaratıkları ta’zîm etmek için kullanılamaz. Bu, Yaratıcı'ya karşı nankörlük ve küfür demek olur. Allah'tan başkasının huzurunda saygıyla divan durulamayacağı gibi, kula kulluk etmek için rükû ve secdeyi hatırlatan, çağdaş tapınmalar, reveranslarda da bulunulamaz. Bu tür davranışlar, eşref-i mahlûkat için bir züldür, alçalmadır. Şurasının altını çizmek gerekiyor ki âlemlerin Rabbi Allah’a samîmiyetle secde edenler, Allah’ın dışında hiç bir varlığın, makamın, çıkarın, gücün önünde boyun eğmezler. Başlarını dik tutarlar, haysiyet ve şereflerine sahip olurlar. İnsanlık onurlarını âciz, güçsüz ve zorba karakterli varlıkların önünde beş paralık etmezler. Allah'a gerçek anlamda ve gereği gibi secde eden kul, kula kul olmaktan kurtulur.
Ben bu inanç ve anlayışla yıllar önce yazdığım bir şiirimde:
“Ölsemde, solsamda, pulsuz kalsamda,
Kula kul olmak yok benim dünyamda.
Allah’tan gayriye eğmem başımı,
O’dur veren ekmeğimi aşımı.” demiştim.
Mü'min, en şerefli organı olan yüzünü, insanların üzerinde gezinip tepindikleri toprağa sürerek, kendisini işte o topraktan yaratan Yaratıcı'nın karşısında ne kadar basit ve âciz olduğunu hatırlar. Mü'min, yalnız yaratıcısı Allah'ın huzurunda kendini zelil hisseder.
Allah’ın karşısında secde etmeyenler, ancak ‘kibirli’, ‘burnu havada’ olan kimselerdir. Onlar Allah’a secde etmeyi gururlarına yediremezler, ama her türlü çıkarın, dünyalık makamların ve zorba yönetimlerin önünde eğilirler, aşağı bir seviyeye düşerler. Küçücük bir menfaat için ya da az bir çıkar uğruna üstlerine süklüm-püklüm olurlar.
Rabbimiz, kendisine secde etmeye yanaşmayanları çeşitli şekillerde rezil ve rüsvay eder, burunlarını sürter, onlara hiç bir izzet ve şeref vermez. İnsanların huzurlarında secdeye kapanmalarını veya secde eder gibi eğilmelerini isteyen sultanların veya onlar gibi davrananların bu hâline Allah gazap eder.
Allah'ın önünde eğilmeyen insan, gönlündeki putları deviremez, küfrün belini kıramaz. Secdeden kaçınan insanın yoldaşı, secdeden kaçınanların ilki olan şeytandır.
Secdede asıl olan, kalbin bütün ilgilerden arınarak Allah'a yönelmesi, samîmî bir teveccüh ile O'na bağlılığını ve itaatini arz etmesidir. Secdesi çok olanlar yeryüzünü tertemiz mescid hâline getirenler, Rablerinin katında yüceldikçe yücelirler. Allah, kendisi için tevâzu gösterenleri, başını secdeye koyanları aziz kılar, yükseltir. Sadece Allah'ın huzurunda eğilip O'na secde edenler, bir anlamda ‘mirac’a çıkarlar. Zaten, namaz mü’minin miracı değil midir? Bu bakımdan şairin:
“Ey birader! Kıl namazı çün saadet tacıdır.
Sen namazı öyle bil ki, müminin miracıdır.” diyen dizesi ne kadar anlamlıdır.
Namazda her rek’atta bir defa rükû ettiğimiz halde, niçin iki defa peş peşe secdeye kapanırız? Bu konuda bazı yorumlar yapılmıştır.
Birinci secde, topraktan yaratıldığımıza; ikinci secde ise yine toprağa döneceğimize işarettir. Böylece, secde ile toprak arasındaki bağ, karşımıza çıkar. Başka bir yorum da şöyledir: Şeytan bir secde ile emrolundu ve o bunu yapmadı. Biz ise, şeytanın bu davranışına karşı, iki kez secde ederek şeytana tepkimizi belirtirken, Rabb'imize daha çok yaklaşmış oluruz.
Secde hâli, Rabb'imizin en çok hoşuna giden bir ibâdet olmasına karşın; şeytanın ve onun temsilcilerinin de en fazla nefret ettikleri bir eylemdir. Çünkü secde, kulun yalnızca Rabb'ine tahsis ettiği bir davranış biçimi olmakla kalmaz, aynı zamanda şeytana ve taraftarlarına karşı da bir başkaldırı niteliği taşır. Azgın bir saptırıcı olan şeytanın, Allah'ın kullarına yaklaşıp sokulma fırsatı bulamadığı iki cihetten biri de secdedir. A'raf Suresinin 16 ve 17. âyetlerini tefsir ederken Fahreddin Râzi, şu açıklamayı yapar: İblis şöyle yemin etmişti: “Öyle ise, dedi; 'beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onları saptırmak için Senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulamayacaksın.”
Bunu işiten melekler, şu âciz insanların hallerine acıyarak, Allah'a şöyle niyazda bulundular: “İlâhımız! İnsan, şeytanın bu dört yönden saldırısı ve kuşatması karşısında nasıl kurtulabilir? O zaman Allah Teâlâ, onlara şunu vahyetti: “Şüphesiz insanlar için biri yukarı, biri de alt taraf olmak üzere iki cihet açık kalmıştır. Kul, hudû (tevâzu) ile duada ellerini yukarı kaldırdığı ve huşû (korku ve saygı) ile alnını yere koyduğu zaman, Ben onun yetmiş senelik günahını mağfiret ederim.”
Şu halde, şeytan ve taraftarlarının amansız saldırılarına karşı bizi koruyacak iki kalkanımız var: Dua ve secde. Bu yüzden Resûlullah (s.a.v.)’in uyguladığı ve tavsiye buyurduğu gibi secdeyi ve secde esnasındaki duayı çoğaltmak gerekir.
“Ümmetimden hiç kimse yoktur ki, Kıyamet gününde ben onu tanımış olmayayım... Kıyamet gününde benim ümmetim secde ettiklerinden dolayı alınları; abdest aldıklarından dolayı da abdest âzâları parlak olacaktır.”
Secdenin toprağa yapılması daha efdaldir. Çünkü toprakla secde organları arasında ve yine topraktan yaratılan Âdem’le, yani Âdem’in şahsında Allah’a yapılan secde arasında tatlı bir bağlantı vardır. Toprağın sahibinin huzurunda, topraktan yaratılan insan, yine bir gün toprağa dönecek olan kul, toprak üzerinde secde eder. Topraktan yaratanın Allah olduğunu, Allah'tan geldiğini ve tekrar Allah'a döneceğini hatırlayarak, kendini Rabb'ine daha yakın hisseder. Secde, şüphesiz ulvî bir lezzet, mü’min için bir lütuftur.
Kul, her aynaya bakışında gururla ve beğenerek seyrettiği şerefli başını, secde ânında toprağa koymakla, aslını hatırlayıp kendine dönmekte ve şu çok değer verdiği vücudunu değersiz bir nesneden yaratarak ona şekil ve biçim veren yüce Allah'a yönelmektedir. En güzel kul olan Resûlullah (s.a.v.), çoğu kez kuru ve sert toprağa, bazen de hasıra secde ederdi. Bir keresinde çamurlu ve ıslak olan zemine secde ettiğinden, mübarek başını secdeden kaldırdığında alnından çamurlu sular damladığı görülmüştü. Namaz kılıp secde eden kimse, kendisini Allah'ın huzurunda daha zelil ve hakir hissetmek için, kıymetli, süslü-püslü halı veya seccâdeler yerine; taş, toprak, hasır, tahta veya basit ve sade bir bez üzerine secde etmelidir. Çünkü Allah'ın en güzel biçimde şekillendirdiği göz ve kulakla süslediği başını, ancak böyle bir zemine koyarak Allah'a karşı kendisini küçültebilir.
Bu konuda ilki Huzeyfe, ikincisi Ebû Zer (r.anhuma)’den rivâyet edilen hadîs-i şerîflerde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Bir kulun yaptığı işlerden Allah'ın en çok hoşuna giden, namazda yüzünü toprağa koyarak secde etmesidir.“ “Hiç biriniz namaz kılarken alnındaki tozu toprağı silmesin; çünkü rahmet onu karşılıyor.”
Tüm manevî hastalıkların kaynağı kibirdir. Büyüklenenlerin ilki şeytandır. Allah'ın emrine isyan edip secde etmeyerek ilk günahı şeytan, büyüklenme günahıyla işlemiştir. Allah'ın secde emrine uymayarak şeytanın yolundan gidenler de onun işini meslek edinerek büyüklenirler. Bu nedenledir ki, her namazda Allah'ın “en büyük“ olduğunu tekrarlar ve secde ile gösteririz. Demek ki, gün ve gece boyunca büyüklenme eğilimleri ve tavırları ile yüz yüzeyiz. Namaz kılan bir müslüman da yüzlerce defa Allah'ın en büyüklüğünü kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ve secdesiyle isbat etmiş olur. Namaz kılan bir müslüman, “Allahu ekber“ dediği, Allah'ın huzurunda bel büküp (rükû), yere burnunu sürttüğü (secde) hâlde, hâlâ gurur, kibir eğilimleri varsa, ne söylediğini ve ne yaptığını bilmiyor demektir.
Yeryüzündeki fesâdın kökünde “tekbir“ ve “secde“ şuurundan uzaklık, yani büyüklenme vardır. Mü'min, benlik ve kibir hastalıklarını Allahu ekber kılıcıyla keser, secde zaferine kavuşur. Günde 40 rekât namaz kılan bir mü'min, 80 defa secde yapma şerefine kavuşur. Alnını her gün 80 defa yerlere eğerek nefsini ve benliğini kırar; Allah'ın dışında büyük kabul edilmeye, önünde eğilmeye lâyık kimse olmadığının bilincini ispatlar. Bu secdelerle mü'min, “Ene rabbüküm'ul a'lâ” diyen firavunlara meydan okuyup “Sübhâne Rabbiy'el a'lâ“ der. Günün her ânında ve davranışında “lâ”yı yaşamış, şimdi de secdede “illâ”nın en yakınına ulaşmış, hakkal yakîn olarak sadece Allah'ı ilâh olarak tanımanın hazzına ermiştir. Kibirliliğin göstergesi olan “burnu havada olmak”ı secde ile “burnunu yere sürterek” kırmış olur. O yüzden secde, kişiyi şeytanlaştıran kibir ve gurura karşı en güzel, en etkin tedavi yöntemidir.
Allah'ın büyüklüğü karşısında bir hiç olduğumuzu vurgulamak için secde hâlinde küçülür, küçülür, küçülebildiğimiz en küçük hâli alır ve O tek büyüğün, en büyüğün huzurunda yerlere kapanırız. O'nu büyükleyerek ve yücelterek, O'na yakın olabilmek için, O'nun kuluna en yakın olduğu an olan secdelere tekrar tekrar varıyoruz. O'nun yüceliği karşısında küçülüp kıvrılıyor, tıpkı kapı halkası gibi yusyuvarlak olarak O'nun rahmet kapısını “Senin şânın ne yücedir Rabbim” diyerek çalıyoruz. “Buyur kulum, dilediğini iste kulum“ diyerek huzuruna, kulluğuna kulunu kabul etmek ise, ancak Ekber olana, O'nun merhametine yaraşır. O, sadece kendi huzurunda küçülenleri, başkalarının yanında, eşyanın, maddenin, tüm fânîlerin ve âcizlerin yanında aziz kılacak, küçültmeyecek olandır. O, Kendini büyük görüp secde etmeyen şeytanları alçaltan ve Kendine secde edenleri yeryüzünde halife ve efendi kılandır.
Ağaçlar secde etmektedirler. Ağaçlar ve bitkiler, namazdaki secde gibi devamlı olarak secdede duruyorlar. Çünkü ağaçların ağızlarına benzeyen kökleri devamlı şekilde yerden su ve besin alırlar. Cisimlerin gölgeleri Allah'a özel bir teslimiyet ve ibâdet tarzı olarak her gün nasıl uzayıp kısalıyorsa, ibâdet eden insan da namazda kıyam, rükû, secde ve ka'de yaparken uzanıp kısalır. Müslümanların cemaat hâlindeki ibâdetlerde yaptıkları gibi, sürü hâlinde uçan kuşlar da, Allah'a ibâdet ederler: “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kanat çırpıp uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi salâtını (duâsını) ve tesbîhini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.” (Nur, 41)
Kıymetli konuklar!
Miraç Kandilinde farz edilen namaz ibâdetinin maddî ve manevî pek çok faydası vardır. Maddî faydaları şunlardır:
Her gün beş defa abdest alan Müslüman, temiz bir insan demektir. Her gün, kırk defa (kırk rek’at) Allah Teâlâ’nın emri ile eğilip secdeye kapanarak ayağa kalkan bir insan, vücudunun her uzvunu hareket ettirmektedir. Temiz ve hareketli bir insan, ömrünün her yaşında sıhhatini muhafaza edebilir. Dikkat edilirse, ömrü boyunca namaz kılanların büyük bir çoğunluğu sağlam insanlardır.
Namazın manevî faydasına gelince: Her gün beş defa namaz kılmak, yani beş defa Allah Teâlâ’nın huzuruna çıkmak, Allah Teâlâ’yı sık sık hatırlamak demektir. Namazı terk etmek, Allah Teâlâ’yı unutmaya sebep olur. Kendisini unutanlara Bakara Suresi’nin 7. âyetinde: “Onların kalplerini mühürledik” buyurmuştur.
Allah Teâlâ’ya inanan, O’ndan korkan insan, O’nun emirlerinin dışına çıkmış ise, namaz vakitlerinde hatasını anlar. O hatayı tekrar etmekten kaçınır, kendini ıslah etmek yolunu arar ve bulur. Kendini ıslah etmek belki ilk zamanlarda kolay olmaz. Fakat, namaza devam ettikçe, Allah Teâlâ’nın emirlerini yapar ve yasaklarından kaçınır. Böylelikle kâmil bir insan, sâlih bir Müslüman olmak yoluna girer.
Namaz, insanları doğru yola götürmek için en güzel bir vâsıtadır. Namaz, her Müslümanı iyi bir insan hâline getirir. Böyle insanların meydana getirdiği topluluk da, mutlu bir topluluk olur.
Namaz Müslümanlığın temel taşıdır. Temelsiz bir bina sağlam olmadığı gibi, namazsız Müslümanlık da günün birinde yıkılmaya mahkûmdur.
Namaz, dünya ve âhiret saadetlerinin kapısını açan bir anahtardır. Bu anahtarı ele geçirmek herkesin elindedir. Nihâyet, Allah Teâlâ’ya inanan ve tembel olmayan bir Müslüman, bu anahtarı elde edebilir. Bu bir irade ve azim işidir. Namaz kılmanın zevkine eren bir Müslüman, artık onu bırakamaz.
Kullukta kâim ve dinin direği olan namaz ibâdetiyle, diğer ibâdetlerde dâim olmamızı temenni ve bu akşam inşaallah bir kere daha idrâk edeceğimiz Miraç Kandilini kutlarken, bolca namaz kılmayı tavsiye ederek, tekrar kandilinizi kutluyor, bu gece için kaleme almış olduğum beş dörtlükten oluşan “Miraç Kandilinde Biz” başlıklı şiirimle sözlerimi noktalayarak hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.
Miraç Kandilinde biz,
Bir daha beraberiz.
Rahmân’ın rahmetini,
Rabbimizden dileriz.
Miraç mucizesiyle,
Desteklenen Resûl’e,
Solmayan güzel güle,
Salât selâm ederiz.
Burak’a binip giden,
Cebrâil’le yücelen,
Huzûr-u Hakk’a eren,
Peygambere ümmetiz.
O’na saygı duyarız,
İrşâdıyla doyarız,
Sünnetine uyarız,
Yoluna baş koyarız.
Kandilimizi canda,
Kutladığımız anda,
Bizim miracımız da,
Namazımızdır deriz.”
Hatim Duasından Görüntüler.
İkramdan Görüntüler