100. Yılda 100 Hatim
Yıllardır değişik tarihlerde düzenlediği anma toplantılarında din ve devlet büyükleri ile şehitlerini, okuttuğu hatm-i şerîflerle anmayı güzel bir gelenek hâline getiren YOYAV, bu örnek uygulamayı kurulduğu yıldan bu yana geliştirerek gerçekleştirmenin gayreti içindedir. Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümü dolayısıyla bu yıl 18 Mart’ta şehitlerin ruhlarına armağan etmeyi planladığı 100 hatm-i şerîfi yılbaşından itibaren okutmaya başladı. Büyük bir itina ve ihtimamla yürüttüğü bu tilâvet-i Kur’ân hizmetini 18 Marttan önce tamamlayıp, mensupları ile dostlarını hatim duasına katılmaları için 18 Mart 2015 Çarşamba günü tertiplediği “Çanakkale Zaferi’nin 100. Yıldönümü Dolayısıyla 100 Hatm-i Şerîfle Şehitleri Anma” toplantısına davet etti.
Bazı milletvekili, bürokrat ve sivil toplum örgütü başkanları ile çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda duygulu dakikalar yaşandı. Toplantıya katılanlar arasında Gaziantep Eski Senatörü Selahattin Çolakoğlu, Adana 20. Dönem Milletvekili Dr. Ertan Yülek, Keçiören Belediye Başkan Yardımcısı Ferhat Erdoğan, ÖZEV Mütevelli Heyet Başkanı Saime Toptan, Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfı Genel Başkanı İbrahim Karakoç, Çankaya Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatifi Başkanı Necati Koyuncu, Kilis Kültür Derneği Genel Başkanı Ali Yapıcıoğlu, Kilis Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı M. Yahya Efe, MEB Özlük İşleri Emekli Genel Müdürü Sıtkı Dalkılıç, 06 İbra Tur Sahibi Seyid Ali Dosdoğru, Opera Sanatçısı İpek Böler de var idi.
Program dolayısıyla TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Ankara Valisi Mehmet Kılıçlar YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’e birer başarı ve iyi dilek mesajı gönderdiler. Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı ile başlayan toplantı, Seyid Ali Dosdoğru’nun Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ile devam etti. Huşu içinde dinlenen Kur’ân-ı Kerîm tilâvetini takiben sinevizyon gösterisi yapıldı. Daha sonra günün anlam ve önemi ile ilgili konuşmalara geçilerek değerli düşünceler dile getirildi. İlk konuşmayı yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yürekleri titreten duygu yüklü konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Sayın Senatörüm, Sayın milletvekilim, Sayın Belediye Başkan Yardımcım, dost ve kardeş kuruluşların değerli başkanları, geçmişi şanlı, gönlü imanlı ve dili Kur’ânlı olan kıymetli konuklar, şehitlere şükran duyguları ile dolu olduklarına inandığım değerli dostlar, atalarına saygılı ve büyüklerine bağlı olduklarını düşündüğüm sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Millî mefâhirimizden olan Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümünde, düşmanları dize getirip dostlarının yüzünü güldüren din, iman, Kur’ân ve vatan şehitleri olan Çanakkale’nin arslanlarını bugün bir kere daha minnet ve mağfiretle anıp, ruhlarına rahmet dilemek için tertiplediğimiz toplantıya teşrif eden güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, bu anlamlı günde bizimle birlikte olma incelik ve yüceliğini göstermenizin haz ve huzuru içinde hepinize hürmet ve muhabbetlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
Yurt ve yurttaşımızı düşman işgalinden korumak için canlarını seve seve feda eden şehitlerimizin ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olmasını niyaz ediyorum. Onları hiçbir zaman unutmadığımızı ve aslâ unutmayacağımızı samîmîyet ve sadâkatle ifade ederek, bizlere emanet ettikleri cennet vatanımızı gözümüz gibi koruyup nesilden nesile evlâd ve ahfâdımıza değerli bir emanet olarak aktarmanın gayret ve kararlılığı içinde, ona yan bakanın gözünü oyacağımızı ve şehitlerimizin uğruna canlarını verdikleri kutsal değerlerimizin yoluna baş koyacağımızı dost-düşman herkesin duymasını ve bilmesini isteriz.
Yavrularını vatanı korumak için askere gönderirken: “Hadi oğlum git/Ya gazi ol ya şehit” diyen yüce ruhlu annelere de Allah’ın rahmetini, rızasını, cennetini ve cemalini diliyorum.
Kıymetli konuklar!
Toprağı şehitlerin kanları ile yoğrulan ve yorulsa da iman ile doğrulan Anadolu, evliya ve şehitlerle dolu olan cennet vatandır. Bu vatana laf atanla kurşun atan aynıdır. Ona dil uzatan câhillerle yakıp yıkmaya yeltenen cânilerin yaptıkları yanlarına kalmamalı, yargıçların huzuruna çıkarılmalı ve eylemlerine uygun olan cezalarla cezalandırılmalıdır. Herkes haddini bilmeli ve haksız hareketlerden geri durmalıdır.
Değerli dostlar!
Şehit, Allah yolunda canını feda eden Müslüman kişidir. Kur’ân-ı Kerîm’de şehitliğin önemine ve Allah katındaki değerine şöyle dikkat çekilir:
“Allah yolunda öldürülenler hakkında ‘ölü’ demeyin. Bilakis, onlar diridirler fakat siz bunun farkında değilsiziniz.” (Bakara, 154)
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar.” (Al-i İmran, 169)
“… Allah yolunda öldürülenler var ya, Allah onların yaptıklarını asla zayi etmeyecek, boşa çıkarmayacaktır. Allah onları doğru yola iletir ve onların hallerini düzeltir. Onları kendilerine tanıtmış olduğu cennetine alır.” (Muhammed, 4-6)
Bunun yanında bazı ayetlerde Allah katında şehitlerin derecesinin peygamberler ve sıdıklardan sonra glediği ifade edilir. Çünkü onlar dünya hayatlarını hak yolda feda etmişlerdir. Hak yolun hatırı ve üstünlüğü için herkesin tutkun olduğu dünya hayatından geçmişlerdir.
Ömrü boyunca şehitliği arzu eden Hz. Ömer bir gün hutbede önce peygamberliği anlatır sonra da Efendimiz (S.A.V.)’i yüce ve yüksek vasıflarıyla yâd eder. Peşinden tatlı bir revaransla Efendimiz (S.A.V.)’in mübarek kabr-i şeriflerine döner ve şöyle der: “Ey bu kabrin sahibi ne mutlu Sana!”
Bu sefer Hz. Ebu Bekir’den ve sadakatinden bahis açar. Mevzuu derin derin tahlil eder ve sonra Hz. Ebu Bekir’in kabrine dönerek O’na da aynı eda ve aynı tonda, “Sana da ne mutlu ey şu kabrin sahibi” diye seslenir.
Neden sonra şehitlik bahsini açar. Bu konuyu da yeterince anlatınca kendine döner ve “Nerede şehitlik, nerede sen ya Ömer!” der. Ardından ümit dolu sözlerle şöyle haykırır: “Sana imanı nasip eden ve seni hicretle şereflendiren Allah şehitliği de lütfeder…”
Büyük halife Hz. Ömer hayatı boyunca iştiyakla hep şehitliği arzu eder ve Cenab-ı Hak da O’na, bunu en yüksek şekliyle nasip buyurur. Bir sabah namazı vakti talihsiz ve uğursuz bir acem kölenin hain hançeri sinesine saplanır ve O’nu şehit eder. Hz. Ömer’in duası kabul olur ve Hakk’a elinde şehadet kasesiyle yürür.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in ifadelerinden şehidin acı çekmeden öldüğü, kanının ilk damlası yere düştüğü anda kul hakları dışında bütün günahlarının affedildiği, kabir azabı çekmeyeceği, cennetteki makamını göreceği, akrabalarından yetmiş kişiye şefaat edebileceği, cennete ilk girenlerden olacağı ve dünyaya dönüp tekrar şehit oluncaya kadar Allah’ın dinini yüceltmek isteyeceği anlaşılmaktadır.
İnsanı aziz kılan, yürüdüğü mukaddes yol veya kendini feda ettiği yüksek ideallerdir. Kur’ân’ın ‘fî sebîlillah’ olarak belirttiği ‘Allah’ın rızasına götüren yol’ da yürümek ve bu yolda canı, Canan’a feda etmek aşkın bir fedakârlıktır. Bunun için Cenâb-ı Hak kendi yolunda ömür tüketip hayatlarını bağışlayanları sıradan kullara göre çok özel iltifatlarla ağırlayacak ve onları aziz eyleyecektir.
Resulullah Efendimiz (S.A.V.), “Kim Allah’tan ihlasla samimi olarak şehit olmayı dilerse, yatağında bile ölse Allah onu şehitler makamına ulaştırır.” buyurur.
18 Mart 2015 Çarşamba günü, milletçe mutlu ve coşkulu olduğumuz müstesnâ bir gündür. Bugün, dünya devletlerine Müslüman Türk’ün gücünün gösterildiği Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümüdür. Yurdumuzun yüz akı ve ordumuzun onur vesîlesi olan Çanakkale Destanı’nın 100. yıldönümü olan bu kutlu ve mutlu günde din, iman, vatan ve Kur’ân uğruna canlarını seve seve feda ederek ruhlarını Rahman’a teslim eden şehitlerimiz için ne yapsak onlara karşı borcumuzu aslâ ödeyemeyiz. Millî şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Tüllenen mağribi akşamları sarsam yarana,
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Ey şehîd oğlu şehîd! İsteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.” diyoruz.
Onları bu anlamlı günde ruhlarına ithafen okuduğumuz 100 hatm-i şerîfle anmanın bahtiyarlığı içinde olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Bu hatm-i şerîflerin okutulmasında emeği geçen kurs öğretmenlerimiz Afet Tan ile Ayşe Doyuk’a teşekkürlerimizi iletiyor, okuyanların rıza-i ilahî ile ödüllendirilmelerini niyaz ediyoruz.
Sevgili kardeşlerim!
Müslüman Türk’ün gücünü dünya tarihine “Çanakkale Geçilmez” sloganıyla yazdıran zaferin 100. yıldönümünü bugün gururla kutluyoruz. Mehmetçiğin Gelibolu’da yazdığı ve dünya tarihinin de unutulmaz destanları arasında yer alan bu zafer, aynı zamanda diğer mazlum milletlere “bağımsızlık ışığı” oldu. Atatürk’ün, “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” sözü Mehmetçiği şahlandırırken, uğruna 253 bin şehit verilen zafer, Gelibolu’nun her karış toprağını şehit kanı ile suladı. Bu zafer, Kurtuluş Savaşı’nın da başlangıcıydı.
Malumunuz olduğu üzere Çanakkale Destanı’nın içerdiği binlerce babayiğidin sergilediği kahramanlık hikâyesi var. Her biri bir kahramanlık vesikası olan bu öğünç öykülerinden biri de Seyid Onbaşı’nın gösterdiği kahramanlık örneğidir.
Kendi ağırlığının üç katından fazla olan 276 kg.lık top mermisini sırtlayıp, Ocean adlı İngilizler’in en büyük zırhlısını batırarak Çanakkale Savaşı’nın neredeyse seyrini değiştiren Seyid Onbaşı’nın hikâyesini hemen herkes bilir. Ancak hayatı boyunca garip yaşayıp 76 yıl önce aramızdan ayrılan bu kahraman hakkında bilinenler satırlar arasında sıkışmış birkaç kitabî bilgiden ibarettir. Çanakkale’nin binlerce isimsiz kahramanı arasında ismi bilinen sayılı kişilerden olan Seyid Onbaşı’nın memleketi olan Balıkesir’in Havran ilçesine bağlı Koca Seyyid Köyü’nde yaşayan hayli torunu var.
Hamallık yaptığı dönemlerde veremden ölen Seyid Onbaşı’ya maalesef devlet pek sahip çıkmadı, O’nun ne malı-mülkü, ne bir maaşı, ne de doğru düzgün bir işi vardı. Savaştan sonra vazifesini yapmanın rahat ve huzuru ile Köyüne dönmüştü. Kendisini büyük zorlukların, sıkıntıların beklediğini bildiği halde, devletten herhangi bir yardım talebi olmamıştı. İsabet ettirdiği tek bir mermi ile neredeyse savaşın akışını değiştiren Seyid Onbaşı, geçimini bir süre odun kesip satarak sağlamıştı.Daha sonra ise Havran’da bir zeytin fabrikasında hamallığa başlamıştı. Bu sırada zaten bakımsız olan bünyesi üşütmüş ve verem hastalığına yakalanmıştı. O, garip yaşamış ve garip ölmüştü.
Seyid Onbaşı’nın kızı Ayşe Hanım babasının hayli mütevazî bir insan olduğunu ve Çanakkale’de yaşananlar hakkında hep tevazu içinde sözler sarfettiğini söylemişti. 276 kg.lık bir dev mermi nasıl olur da yerinden oynar denildiğinde, “Babam, sâlih, iman sahibi bir insandı. Evet kendisi güçlü kuvvetli idi, odun kesmeye giderken eşeği sırtına alıp dereden geçirdiğine pek çokları şahit olmuştur. Keza koca zeytin çuvallarını koltuğunun altına alıp da kilometrelerce yol kat ettiği günleri de hatırlarım ama bu olay hiç şüphesiz Allah Teâlâ’nın bir lütfudur. Babam bunu bir kere yapabildi, ikinci kez kaldır dediklerinde yerinden bile oynatamadı.” demiştir.
Koca Seyid’den ne bir toprak, ne bir ev, ne de başka bir şey kaldı. Dedesinin insanlardan bir şey istemekten hep imtina ettiğini söyleyen torunu Mehmet Bey, “müracaat et sana madalya versinler, maaş bağlasınlar” diyenlere, “biz madalya için, maaş için dövüşmedik. ‘Ya şehit olacağız, ya gazi.’ Ücretini Cenab-ı Allah’tan bekledik ve Rabbim bize gazilik rütbesini nasip etti.” dediğini söylemiştir.
Seyid Onbaşı Çanakkale’de şavaşan binlerce babayiğitlerden biridir. Çanakkale Şehitliklerinde yatan 253 bin şehidimizin benzeri hikâyeleri vardır. Vefakâr milletimiz onları aslâ unutmayacaktır. Her zaman hürmet ve muhabbetle anacak, ruhlarına rahmet ve mağfiret dilemede daim olacaktır. Türk milletinin tüm bireyleri,
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ.” diyen Akif’in, şehitlerle ilgili dizelerini sürekli terennüm edecek ve sık sık Gelibolu’ya giderek şehitlerini ziyaret edip, okuyacakları İhlas ve Fatihalarla ruhlarını şâd edeceklerdir.
Bu anlayışı, geleceğimizin güvencesi olan gençlerimize aşılamak için, onlara Çanakkale Savaşı’nı çok iyi anlatacak ve şehitlerin yattığı yerleri göstermek için Çanakkale’ye özel geziler düzenleyeceklerdir.
Sözlerimi, Çanakkale Savaşı’nın olduğu yılda yaşanan bir olayı sizlerle paylaşarak noktalamak istiyorum.
O tarihte hacca giden bir Hindistanlı Medine-i Münevvere’ye gelip Resûlullah (S.A.V.)’in kabrini ziyaret edince yüzünün ifadesi değişiyor ve ağlıyor. O’nun bu hâlini gören türbedâr niçin üzülüp ağladığını soruyor. Adam: “Ben bu kadar uzun mesafeyi kat edip Resûlullah’ı ziyarete geldim ama O’nu kabrinde bulamadım. O’nun için ağlıyorum” diyor. Türbedâr o gece Resûlullah’ı rüyasında görüyor ve Hindistan’lı hacının hikâyesini anlatıp durumu soruyor. Hz. Peygamber (S.A.V.), Hindistan’lı hacıyı doğruluyor ve: “Evet, yerimde değildim. Çanakkale’de savaşan Mehmetçiklerle beraberdim.” buyuruyor. Bu olayı, Âkif’in az önce okuduğum şiirinde geçen “Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber” cümlesi ile birlikte değerlendirmenizi diliyor, hepinizi saygı ile selamlıyorum.”
Dr. Ateş’ten sonra kürsüye gelen Şair ve Yazar Abdullah Satoğlu yaptığı konuşmada duygu ve düşüncelerini dile getirerek toplantıyı gerçekleştiren YOYAV yetkililerine takdir ve teşekkürlerini iletti. Satoğlu’nun konuşmasından sonra 100 hatm-i şerîfin duası yapılarak sevabı Çanakkale’de rûhunu Rahmân’a teslim eden 253 bin şehitle Kurtuluş Savaşı şehitlerinin ve tüm şehitlerimizin ruhlarına armağan edildi.
Toplantı, Tur Operatörü İbrahim Bideci’nin organize ettiği Gaziantep’teki Burak Otelin Sahibi Bayram Kaçar, Rize’den Tekpa Mağazasının sahibi Şükrü Cerrah ve İbra Tur Sahibi Seyid Ali Dosdoğru’nun katkıları ile hazırlanan ikramın sunulmasıyla noktalandı.