15 Temmuz Şehitleri Hatimlerle Anıldı
Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı (YOYAV), 15 Temmuz şehitlerini unutmadı ve unutmayacak.
Fetö Terör Örgütü mensuplarınca 15 Temmuz 2016 tarihinde ülkemizin bölünmesi ve parçalanması için gerçekleştirilen ihanet girişimi darbesi, devletimiz ve milletimizin el ele vermesi sonucu akamete uğradı. Bu darbe girişimine karşı halkımızca gösterilen cesaretin sonunda, birçok vatandaşımız şehit ve gazi oldu ama, birliğimiz ve dirliğimiz kurtuldu. Vatanın bölünmez bütünlüğü sağlandı.
Elbette şehit olan kahramanlarımızı ve gazilerimizi devletimiz unutmadı ve onlar için çok ve çeşitli hizmetler yapıldı ve halen yapılmaya devam ediyor.
Biz de YOYAV olarak, günün anlam ve önemine binaen üyelerimizin, kursiyer öğrencilerimizin ve dostlarımızın katkıları ile okuttuğumuz 104 hatm-i şerif ve 164 Yasin-i Şerif ile muhtelif suver-i şeriflerin duasını yapmak üzere, 14 Temmuz 2017 Cuma günü saat 14.00’de YOYAV Kültür Merkezi’nde bir toplantı tertip ettik.
Saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlayan toplantının açılışında YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in 15 Temmuzla ilgili şu mesajı okundu:
“15 Temmuz’u Unutmadık, Unutturmayacağız…
Bir yıl önce 15 Temmuz’da millet ve memleketimizle devletimize karşı hain saldırıda bulunmaya yeltenen Fetöcü devlet ve millet düşmanlarına unutmayacakları tarihî dersi veren kahramanlarımızı minnet ve şükranla anıyor, ruhlarını Rahmân’a teslim eden şehitlerimize rahmet ve mağfiret, gazilerimize sıhhat ve saadet niyaz ediyoruz. Milletçe medyûn-u şükran olduğumuz bu kahramanlarımızı kalbimizde yaşatıp, yakınları ve yetimleri ile bizlere emanet ettikleri cennet vatanımızı gözümüz gibi koruyup kollayacağımızı bütün dünyaya bir kere daha duyurmak istiyoruz.
Cumhurbaşkanımızın emrinde, devletimizin yanında ve milletimizin hizmetinde dâim olan biz YOYAV’lılar, yurdumuzun yücelmesine ve insanımızın ilerlemesine katkıda bulunmanın gayret ve kararlılığı içindeyiz. Düşmana karşı dimdik duracak ve ülkemizde at oynatmak isteyen hainlere fırsat vermeyeceğiz. Yurdumuza yan gözle bakan hainlerle teröristlerin gözlerini oyacağız.
Gayret bizden, muvaffakiyet yüce Allah’tandır.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti,
Yaşasın yüce milletimiz,
Yaşasın kahraman silahlı kuvvetlerimiz ve vatanperver emniyet mensuplarımız,
Hakk’ın rızasına ersin şehitlerimiz,
Yücelmede dâim olsun yurdumuz,
Yok olsun tüm teröristler,
Kahrolsun devlet-millet düşmanları…”
Dr. Ateş’in mesajının okunmasının müteakip YOYAV Kurs Öğretmeni Sami Aydın’ın şehitleri ruhları için Kur’ân-ı Kerim tilavetinin ardından, YOYAV Mütevelli Heyet Üyelerinden Mehmet Narince ve 22, 23 ve 24. Dönem Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi günün anlam ve önemi ile ilgili birer konuşma yaptılar:
Toplantıda ilk konuşmayı yapan Mehmet Narince şunları söyledi:
“Sayın Milletvekilim, saygıdeğer konuklar! Toplantımıza teşrif ederek bizleri sevindirdiniz, Allah da sizleri sevindirsin. Öncelikle bu hatimlerin okunması için yoğun gayret gösteren Kurs Öğretmenimiz Ayşe Doyuk hocamıza teşekkür ediyorum. Allah kendisinden razı olsun ve 15 Temmuz şehitlerinin şefaatine nail eylesin.
Tarihe baktığımız zaman milletlerin kaderini belirleyen olaylar vardır. Bir olay vardık ki milletin önünü açar, başka bir olay vardık ki milletin yok olmasına ve tarihten silinmesine vesîle olur.
Bununla ilgili birkaç olayı hatırlatırsak konunun ehemmiyeti daha iyi anlaşılır. 1071 Malazgirt Zaferi bunun en iyi örneklerinden biridir. Bu zafer sonucu Anadolu, önce Selçuklu, sonra Osmanlı ve en sonunda da Türkiye Cumhuriyeti Devletine yurt olmuştur.
29 Mayıs 1453’de İstanbul’un fethi olayı ile de tarihin en ihtişamlı devletlerinden biri olan Bizans imparatorluğu yıkılarak, tarih sahnesinden silinmiştir.
1967 Arap-İsrail Savaşı neticesinde, tarih boyu devleti olmayan Yahudiler, İslamın kutsal beldelerinden biri olan Kudüs’ü de içine alan İsrail Devletini kurmuşlar ve İslam ülkelerinin başına bela olmuşlardır. İsrail Devletinin kurulması ile birlikte bölgede bulunan İslam ülkeleri güvenliklerini sağlamak için bol bol batılı ülkelerden silah alma yoluna gitmişlerdir. Bunun neticesi, petrol zengini İslam ülkeleri petrolden kazandıkları paraları halkın refahı yerine, silah alımında kullandıkları için silah üreticisi batılı ülke vatandaşlarının refah seviyesi yükselmiş, ilim ve fende yeni teknolojiler geliştirerek, sürekli ilerledikleri gibi, İslam ülkelerinin teknolojiye yönelmemesi, sadece tüketim toplumu olmaları için de ellerinden geleni yapmışlardır.
Bugün dünyaya baktığımızda, İslam ülkelerinde bol para var ama teknoloji yok. Teknolojik gelişmeye öncülük edecek eğitim kurumları yok. Kendi topunu, tüfeğini, tankını, uçağını, helikopterini, gemisini hele hele uçak gemisini yapacak teknolojik imkânlardan ve ilim adamlarından yoksunlar. Sat petrolü al parayı, ver parayı al silahı. Eğer silahı almazsan karşında İsrail bekliyor ve senin zayıf anını kolluyor diyerek ver korkuyu. İslam ülkeleri de yemesinler içmesinler, okumasınlar, ilim tahsili etmesinler, kendilerini korumak için habire silah alsınlar.
İslam dünyasının içinde bulunduğu durum bu. Bir İslam ülkesi olan Türkiye de bundan fazlasıyla nasibini aldı. Kısaca hatırlatacak olursak:
İnsanlar hastane kuyruklarında, odun-kömür kuyruğunda, evrak kuyruğunda, yollarda vakit öldürmeye ve çile çekmeye alışmış, karanlıkta oturuyor, telefon yok, televizyon yok ve varsa da tek kanal. Mektup en güzel haberleşme aracı.
Hemen hemen hepimiz hatırlarız. Et-Balık kavşağından yarım saatte geçersek şükrediyorduk. İstanbul’a giderken bindiğimiz otobüs önündeki kamyonu geçmek için fırsat kollar, bir iki kamyon geçince hemen araya girer ve tekrar fırsat kollardı. Ankara Elmadağ yolundan aşağı inerken ve yukarı çıkarken sürücülerin ve yolcuların çektiği eziyetler, Adana istikametine giderken veya gelirken Konya makas kavşağına varıncaya kadar çektiğimiz sıkıntıları bizler biliriz. Bugün bir saate gittiğimiz yolu, o günlerde bir günde gidebiliyor ve ayaklarımız yolda şişmediyse, ya Rabbi şükür diyorduk.
Hastane kuyrukları ise tam bir çile ve eziyet idi. Gece yarısı kuyruğa gireceksin, muayene sırası alırsan ne mutlu. Alamazsan ertesi gün daha erken giderek şansını deneyeceksin. Memursun SSK hastanelerine gidemezsin. İşçisin devlet hastanesine gidemezsin. Anne-babana bakmakla yükümlü isen ve uzakta isen, annen baban gidip kaymakamlıktan sevk alacak, ilaçları eczaneden para ile aldıktan sonra sevk kağıdı, fatura ve ilaç küpürlerini sana gönderecek, sen de muhasebeye göndereceksin ve bir hafta on gün sonra ilaç parasını geri alacaksın.
Odun-kömür alırken sıraya gireceksin. Devlet dairesinde bir işin var, en basitinden bir evrak soracaksan sıraya gireceksin. Böylece bir saate bitecek bir işi bir haftada, bir günde bitecek bir işi bir ayda bitiriyorduk, eziyeti de cabası. En büyük mutluluğumuz, hastanede muayene sırası alabilmek, bir ay bekledikten sonra odun-kömür alabilmek ve kazasız-belasız memleketimize gidebilmekti.
Kısacası eziyete ve çileye alışmıştık. En ufak bir rahatlama gördüğümüzde, oh be dünya varmış, diyorduk. Yani on evrak isteyen bir kurum, evrak sayısını dokuza düşürmüş ise sevincimize diyecek yoktu. Dolayısıyla başka bir şey düşünmeye de pek zamanımız yoktu.
Üniversitelerimiz sağ-sol çatışması, başörtüsü yasağı ile uğraştıklarından, bilimsel gelişmeye zaman bulamıyor, teknoloji üretemiyordu.
2001 yılında birden bire Türkiye’de bir şeyler oldu ve bir değişim başladı.
Yollarımız çift yönlü ve üç-dört şeritli olmaya başladı. Beş saate gittiğimiz yere iki-iki buçuk saatte gitmeye başladık. Sevindik. Bir de baktık ki filmlerde gördüğümüz hızlı tren ülkemize gelmiş. Gökyüzünde ufacık bir kuş gibi gördüğümüz ve hayal dahi edemediğimiz ve adına uçak dediğimiz bir vasıtaya binmeye başladık. Eskiden otobüsle ve bin bir zahmetle Van’dan İstanbul’a 25-30 saate giden köylü Mehmet amca, aynı parayla ve uçakla bir buçuk saate İstanbul’a gider oldu.
Birde baktık ki, hastaneler birleşmiş, herkes istediği hastaneye, hiçbir evrak olmadan telefonla veya internet üzerinden randevu alarak gider oldu.
Odun-kömür kuyruklarında beklemediğimiz gibi, birden doğalgaz diye bir şey geldi. Odun ve kömürün külünü taşımaktan da kurtulduk.
Üniversitelerde sağ-sol çatışması, başörtü yasağı ve ikna odaları kalktığı gibi, bütün şehirlerimiz üniversiteye kavuştu. Anneler-babalar ben oğlumu-kızımı İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlere nasıl göndereceğim, bu çocuk oraya gittiği zaman nerde kalacak, nasıl ev bulacak, okula nasıl gidip gelecek derdi bitti. Çünkü kendi bulunduğu ilde de üniversite var.
Devlet daireleri bilgisayara kavuştu, günlere sığdırılamayan işler saniyeler içerisinde sonuçlanır oldu. Oturduğu yerden insanlar evraklarını takip eder hale geldi.
Tüm bunların neticesinde insanımızın zamanı bollaştı, kendilerine yeni uğraşlar aramaya başladı ve teknolojiye yöneldi. Bunun neticesinde şu kanıya vardı. Batılı ülkeler yapabiliyorsa ben niye yapamıyorum? Benim onlardan neyim eksik? Onlar yaptığına göre ben de yapabilirim. İnsanlarımıza cesaret geldi.
Kendinde bu cesareti gören insanımız ve devlet adamlarımızın da desteğiyle kendi topumuzu, tüfeğimizi, füzemizi, tankımızı, insansız hava araçlarımızı, helikopterimizi, gemimizi yapar hale geldik. Buzdolabımızı, televizyonumuzu, çamaşır-bulaşık makinemizi üretmeye başladık. Delinmez dağları deldik, yol vermez geçitleri aştık, denizin hem üstünden, hem altından yollar yaptık. Uzaya uydu gönderdik. Dünyanın dört bir tarafına gidip iş yapar olduk. Kendimiz hayal etmediğimiz gibi, batılıların da hayal etmediği işler yapmayı başardık. Kendi otomobilimizi, uçağımızı ve uçak gemimizi yapmayı düşünmeye ve gerçekleştirmek için de çalışmalara başladık. Yavaş yavaş dışa bağımlılığımız azalmaya ve hatta bazı konularda öne geçmeye başladık.
Devletin desteğiyle çiftçimiz, esnafımız, tüccarımız, müteşebbisimiz, kobilerimiz, işçimiz, memurumuz, halkımız zenginleşmeye başladığı gibi devletimiz de zenginleşmeye başladı.
Devletimiz zenginleşmeye başlayınca, diğer İslam ülkelerinin yaptığı gibi kaynaklarını silah almaya değil, yerli silah sanayini geliştirmeye yöneldi.
İnsansız hava araçları heronları dışarıdan alırken, kendimiz yapmaya başladık. Dışarıdan aldığımız heronlara yükledikleri yazılım sayesinde bazı objeleri adam gibi gösteriyorlar, biz de gidip bombalıyor ve teröristleri öldürdük diye seviniyorduk. Teröristlerin geçiş aylarında heronlar arızalanıyor, arızanın giderilmesi için gönderdiğimizde aylardır geri gelmiyor, yenisini de vermiyorlardı. Kendi insansız hava araçlarımızı yapmaya başlayıp içine de kendi yazılımımızı yükleyince teröristlerin zayiatları artmaya başladı.
Geliştirdiğimiz güdümlü füzelerle teröristlerin sığınaklarını ve silah depolarını imha etmeye başladık. Uçak alırken yazılımını da vereceksin demeye ve kendi yazılımımızı yapmaya koyulduk. Uçaklara yükledikleri yazılım sayesinde istedikleri anda tüm savaş uçaklarımızı kilitleyerek, kalkışını önleme kudretine sahipken, bu engeli kırmayı başardık. Yanılmıyorsam Saddam Hüseyin’in 600 tane savaş uçağı vardı. Körfez krizinde bir tek uçağını kaldırdığını duymadık, duyan var mı?
Devletimiz zenginleşirken, kendi yerli silah sanayimizi geliştirmenin yanında, kaynaklarımızın bir kısmı ile mazlum insanların yardımına koştu. Milyonlarca savaş mağduru mülteciyi dinine, mezhebine, ırkına, milliyetine bakmadan sınırlarımız içerisine alarak koruyup kollamaya başladı. Dünyanın birçok ülkesinde aç ve muhtaç insanlara yardım etmeye başladı. Dünyanın en çok insanî yardım yapan üç ülkesi arasına girdi. 2016 yılında da gayri safi milli hasılaya göre birinci sıraya yükseldi. Kaynaklarını silah alma yerine mağdurların, fakir-fukaranın duasını almaya harcadı.
Halkımız da zenginleşmeye başlayınca parasını Londra, Paris, İspanya, İtalya, Portekiz sahillerindeki lüks tatil beldelerinde harcamak yerine Vakıflar, Dernekler, Devlet kurumları eliyle gerek ülkemizde gerekse yurt dışındaki aç ve muhtaç kişilerin ihtiyaçlarının giderilmesine harcamaya başladı.
Hasılı sömürülen bir ülke konumundan çıkmaya ve kaynaklarını yatırıma ve teknolojik gelişmeye, parasını silah alma yerine, mazlumların, aç ve muhtaçların duasını almaya, yerli sanayisini geliştirmeye ayırdı.
Diğer İslam ülkeleri silah alırken Türkiye dua alıyor, aynı zamanda sanayisini geliştiriyor, üniversiteler kuruyordu.
Meşhur bir reklamımızda söylenen söz gerçek olmaya başladı. Bu Türkler de çok oluyordu.
Türkiye’nin gelişmesinden ve halkının zenginleşmesinden rahatsız olanlar: “Bir an önce Türkiye’nin önünün kesilmesi, halkın zenginliğinin elinden alınması ve eski çileli günlerine dönmesi gerekiyor.” diyerek, düğmeye bastılar.
Türklerin tarihini, karakterini ve yapısını bilenler şunu iyi bilirler ki, Türkleri dışarıdan bir güçle yıkmak çok zordur. Türkleri ancak Türkler yıkar. Tarihe baktığımız zaman maalesef bu hep böyle olmuştur. Birkaç istisna hariç, tüm Türk Devletleri yine bir Türk Devleti tarafından yıkılmıştır.
2007 yılına gelindiğinde, Türkiye’nin ve Türk halkının davranışlarından rahatsız olanlar, Türkiye’nin gelişimin durdurulmasına ve eski görünümüne döndürülmesine karar verenler Fethullah Gülen’e: “Sevgili dostumuz seni, önüne her türlü imkânı sağlayarak bugüne kadar besleyip büyüttük. Bak ne güzel burada, Pensilvanya'da, 130 dönümlük bir alanı kapsayan, içinde onlarca oda bulunan büyük bir malikânede yiyip-içip yatıyorsun. Bunun hakkını vermen lazım. 1970’li yıllardan bugüne kadar, askeriyede, poliste, adalet teşkilatında, devletin kritik kurumlarında teşkilatlanman için sana her türlü desteği verdik. Neyi, nasıl yapacağını öğrettik. Şimdi vazife zamanı. Önce şu ordudaki vatanperver subayları bir temizle. Bunu yaparken de yargıyı kullan. Çünkü bu şekilde yaparsan kimse itiraz edemez. Zaten adaletin kestiği parmak acımaz diye bir atasözü var. İşin içinde yargı olunca, bu işi kolay halledersin. Kendine bağlı asker ve polis sayesinde delil üretmen zor olmaz.” dediler, verdiler coşkuyu.
12 Haziran 2007 tarihinde İstanbul'un Ümraniye ilçesinin Çakmak Mahallesi'nde bir gecekonduda 27 el bombası, TNT kalıpları ve fünyelerin bulunmasıyla işe başladılar. Bu operasyona da Ergenekon adını verdiler. Bu operasyon delillere dayandırıldığı ve yargı yoluyla yapıldığı için herkes kabullendi. Ordunun yetişmiş ve Fetöcü olmayan subaylarını temizlemeye başladılar. Arkasından Balyoz davası, Askeri Casusluk Davası derken, Genelkurmay Başkanı’nın terör örgütü kurmaktan hapse atıldığı bir sürece gelindi.
Genelkurmay Başkanı’nın terör örgütü kurmaktan yargılanması ve hapse atılması gerek devlet adamlarında, gerekse kamuoyunda bir şüphe uyandırmaya başladı. Genelkurmay Başkanı niye örgüt kursun, darbe yapar işi bitirir. Bu işin içinde bir bit yeniği var. Bekleyelim bakalım, bunun ucu nereye varacak denildi. Fetö de bu arada kasıldıkça kasıldı ve kendine büyük bir güven geldi. Ordu içinde yaptığı temizlikten sonra, fazla bir iş kalmadı bir de şu hükümeti sallayayım dedi ve 17-25 Aralık 2013 operasyonu gerçekleştirildi. Bunda başarılı olamayınca Türkiye’nin itibarını zedelemek ve uluslararası camiada terörizme destek veren bir konuma sokabilmek için MİT Tırları operasyonunu başlattı. Bunda da istediği başarıyı yakalayamayınca akıl hocalarının yardımıyla yeni bir operasyon planına girişti. Tabi bu arada devlet yetkilileri de kamuoyu da işin farkına vardı ve tedbirler alınmaya başladı.
30 Ağustos yaklaştıkça ve ordudaki Fetöcü subayların ordudan atılacağı istihbaratını alınca paniklemeye başladı. Yıllarca kurduğu bir yapının bir anda yıkılacağını görünce en kestirme yolun bir darbe ile yönetimi ele geçirmek ve yıllarca hayalini kurduğu kainat imamlığı makamına oturarak, İslam âlemini yönetmekti.
Fakat Fetönün hesap edemediği bir şey vardı. O da Allah bu işe ne diyor? Allah’ın bu işe rızası var mı yok mu? Akıl hocaları ile her şeyi düşünüp planladığı halde, bunu bir türlü düşünemedi.
Sonuçta 15 Temmuz ihanet girişimi başlatıldı ve Allah bu millete acıdı.
Bu milletin yardım elini uzattığı mazlumlara acıdı.
Milyonlarca masumun duası, bu ihanetin önünde set oldu.
Bugüne kadar yapılan tüm darbe girişimlerine sessiz kalan milletimize, bir basiret ve cesaret geldi.
Milletimizin evlatları şehit ve gazi olma pahasına darbeye engel oldu.
Hasılı 15 Temmuz 2016 tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk milletinin kaderini belirleyen, önemli bir gün olarak tarihteki yerini aldı.
Söylenecek söz çok, fazla söze de gerek yok.
Allah, 15 Temmuz şehitlerimiz ile tüm şehitlerimize rahmet etsin ve onları bizlere şefaatçi eylesin. Gazilerimize acil şifalar ve gönül huzuru versin. Bizlere ve evlatlarımıza da bu gibi halleri bir daha göstermesin.
Allah, Devletimizi ilelebet payidar kılsın. Toplantımıza katıldığınız ve bizleri bu önemli günlerde yalnız bırakmadığınız için hepinizden razı olup, rızasıyla ödüllendirsin.”
YOYAV Mütevelli Heyet Üyesi ve 22, 23, 24. Dönem Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi de toplantıda yaptığı konuşmasında şunları söyledi:
“15 Temmuz ihaneti, kuşkusuz bu toprakların gördüğü ve göreceği en büyük, en aşağılık bir ihanettir. Ülkesini emperyalizme uşaklık ederek peşkeş çeken FETÖ ve avanesi darbe girişimlerinin duyulmasından itibaren necip milletimiz tarafından bertaraf edilmiştir. 27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü ve 27 Nisanları yaşamış, görmüş bu halk, 15 Temmuz’da kahramanca ve dünyada eşi görülmemiş bir şekilde Türkiye üzerinde oyun oynayanlara “dur” dedi.
15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların elbette kalbinde, gönlünde bir “Tayyip” sevdası vardı. Ama onları esas sokağa döken unsur, ecdatlarından gelen, kanlarında, hücrelerinde bulunan “bağımsızlık”, tahakküm altına girmektense şereflice ölümü tercih etme duygusuydu.
Zaten bu duygu ve karşı konulamaz güç 1071’de Malazgirt’te, 1453’de İstanbul’da, 1915’de Çanakkale’de, Kut’ul Amare’de 1920’de Anadolu’da ortaya konan milli birlik ve beraberlik ruhuydu. Bu milletin köklerinde, genlerinde olan bu ruhun ortaya çıkacağını tahmin edemeyenler, bilmeyenler tankla, topla tüfekle sindireceğini sandılar.
Aslında bu kumpas yeni değildi. Geçmişimize baktığımızda bu tür girişimlerin, sömürge valisi atama heveslerinin, maşa eliyle bu yurdu yönetme taleplerinin hiç de az olmadığını görüyoruz. Ancak durum bu kez farklıydı. Çünkü durum geçmişte yaşadığımız ve verdiğimiz İstiklal Mücadelesi kadar büyüktü. Türkiye ya teslim olacak ya da yeniden ayağa kalkacak ve şahlanacaktı.
Darbe, bu topraklarda ilk defa olmuyordu. Ama bu kez millet geleceğine, iradesine sahip çıkma bilinciyle sokağa döküldü. Tanka, tüfeklere karşı göğsünü siper etti. 249 şehidin duyguları, hedefleri amaçları aynıydı. Hepsi evinden abdestini alıp çıkmış şehadeti isteyerek, arzulayarak evlerinden eşleri ve çocuklarıyla helalleşerek çıktılar. Karşılarındaki düşmanı biliyorlardı ve bu sefer “teslim olunmayacak” düsturu ile hareket ettiler.
15 Temmuz sadece Ankara’nın, İstanbul’un, Bursa’nın değil aynı zamanda Bosna’nın, Şam’ın, Bağdat’ın, Halep’in, Üsküp’ün, Trablusgarp’ın, Kudüs’ün dirilişiydi. Batı ülkelerini çıldırtan bu şanlı direniş daha çok şeye gebedir. Almanya’nın, Hollanda’nın ve diğer bazı ülkelerin Türk siyasetçilerine karşı uydurduğu giriş yasakları bunun en belirgin göstergesidir.
Darbe ile ilgili soruşturmalar derinleştikçe oyunun nerden kurgulandığı, hesapların nasıl altüst olduğu bir bir ortaya çıkıyor. Ama içimizi acıtan, bizi kedere boğan şehitlerimizin hikâyeleri ve o gece yaşanan elim olaylardır. Tankın karşısında, askerlerin önüne tek başına çıkan Safiye Hanım, tankın üstündeki askerlere “yapmayın kuzum, etmeyin kuzum, gelin aşağıya inin” diye içindeki merhamet duygusuyla yalvaran analarımızı, bacılarımızı unutmak mümkün mü? Komutanının emriyle gözünü kırpmadan ve kendisini peygamberimizin kucağına atar gibi ölüme koşan Ömer Halisdemir’i bu millet her zaman yaşatacaktır. Ama daha şimdiden bu hain darbe girişime katılanları, planlayanların isimlerini ya unuttu yada her adı geçtiğinde beddua okumaktadır.
Tarihin gidişatını değiştiren, vatanı için şehadete koşan yiğitlerimizi, kadınlarımızı bir kez daha rahmet ve minnetle yad ediyor, onların aziz hatıralarına helal gelmemesi için darbe faillerinin ve işbirlikçilerinin, yardım ve yataklık edenlerin bir an önce cezalandırılmasını diliyorum.
Sizlere, bir annenin 15 Temmuz’da şehit düşen oğluna olan özlemini dile getirdiği, göz yaşartıcı mektubunu okumak istiyorum:
Mustafa'm, gözümün nuru, gönlümün direği oğlum. Gittin, tam 1 tam yıl oldu. Hasretin buram buram burnumda tütüyor. Seni öyle özledim ki yavrum.
Yaradanıma pek çok dua ettim rüyada seni bana göstersin diye. Geçen Cuma, sabah namazını kıldıydım, elimde tespih, koltuğun üzerinde sızmış kalmışım. O güzel yüzün karşımda beliriverdi. Sünnet düğününü yapıyormuşuz. 1 değil, 2 değil, tam 5 davul gümbür gümbür vuruyordu. O pamuk gibi, yumuk yumuk ellerini uzattın bana. Şöyle bi parmak kınayı aldım, avucunun içine sürdüm, sonra da tülbentle bi güzel sardım. Ayağa kalktın, asker kasketini kafana taktın, bana bi selam durdun, sonra kapıya yöneldin. Dışarda, kara suratlı bi zabit bekliyordu seni, hiç hazzetmediın ondan. Bana bi sarıldın, bi sarıldın yavrum. Rüyada, Cennet kokunu da gönderivermiş Mevlam, kokunu ciğerlerime kadar çektim. 'Bana mektup yaz Ana' dedin. Davulların arasından, o zabitin arkasından kayboldun gittin ... Pek güzel uyandım, sanki şöyle göğsümden gödeler, güvercinler uçuverdi, öyle rahatladım.
Mektubu yazarken, Gülizar gördü. 'Deyeza, nereye gönderecen sen bu mektubu?' dedi. Şuna bak şuna! Aklınca alayedecek bennen. Ben bilmez miyim, şu mektubun şimdi her bir harfini melekler tutacak, götürüp Mustafa'mın önüne dizecekler. Sen 'yaz' dedin ya oğlum, hiç merak etme, hep yazarım ben sana.
Yavrum. O gün de günlerden Cuma'ydı, O günün sabahında da rahmetli babanı gördüydüm rüyamda. 'Hani gelmiyor musunuz' dedi de, sen babanın kucağına koşuverdiydin. Akşam, Reisicumhur 'sokağa çıkın' deyince deliye dönüverdin. 'Mustafam bi dur' dedikçe 'durmak zamanı mı Ana, memleket elden gidiyor, bak Reisicumhur çağırıyor, salalar beni çağırıyor ana!' dediydin. Ben o dakka anladım senin şehit olacağını. 'Nereden anladın?' diyeceksin. Analar anlar yavrum, analar her bi şeyi bilir. Balkona çıktım, arkandan öylecene bakakaldım. Sabaha kadar balkonda, gözüın yolda, kulağım televizyonda, dilimde dua, seni bekledim. Gelmedin yavrum. Gün ışıdı, sen gelmedin Mustafam. Emmini aradım, 'Mustafam gitti, gelmedi' dedim. 2 saat sonra kapı çaldı, bi telaş koştum. Karşımda seni değil de, emmini görünce yığıldım yere Mustafam.
Hiç ağlamadım Mustafam, hiç. Şehit anası ağlar mıymış? Bi vakit, vali şehit analarını toplamış. Baktım, hepsi de ağlıyor. Kalktım ayağa, "he heeyt' diye bi nara attım,
hepsi sustu kaldı. 'Niye ağlarsınız?' diye çıkıştım. 'Düşmanı mı sevindireceniz? Anarşitleri mi sevindireceniz? Fetulla donuzunu mu sevindireceniz? Ağlayacaksa, onların anaları ağlasın. Şehit anasıyım ben şehit! Var mı ötesi?' dedim. Şöyle yumruğumu da böğrüme vuru vuruverdim. Hepsi de gülüşüverdiler.
Mustafam, yavrum, sen şehitsin emme, ben de şehit anasıyım. Sen bilmen şehit anası ne demek. Balkona bi bayrağımızı astım, yanına da senin bi kocaman resmini astım. Sokaktan gelen geçen selam duruyor. Dışarı çıkınca gören elime sarılıp öpüyor. Çarşıda pazarda 'şehit anası' dediklerinde bi gubarıyom, bi gururlanıyom ki sorma gitsin.
Geçen gün ne oldu bi bilsen Mustafam... Telefon uzuuun uzun çalıyor. Koştum yetiştim. Bi adam dedi ki, 'akşam evdeyseniz, müsaitseniz, Reisicumhur size oturmaya gelecek' dedi. 'Sen bennen alay mı geçiyon?' dedim, üst üste yeminler etti. Telefonu kapattım emme yine de bi kurt düştü içime. Gülizar'a gittim, 'böyleyken böyle' dedim. 'Amanın! Gız deyeza arnanın ki ne amanın' diye velveleye veriverdi ortalığı. Gülizar'ı bilin ya işte. Bütün mahalle, tanıdık, tanımadık bütün komşular doluştu evimize. Sağolsunlar, köşe bucak her bi yeri sildiler, süpürdüler. Sokağı bile tertemiz ettiler. Evlerinden börek, baklava ne buldularsa getirdiler. Bi de şerbet erittiler, bi de çay yaptılar. Mustafam, de ki senin kına geceni yapıyoz. Akşama doğru büyük, siyah bi arabayla çıktı geldi Reisicumhur, yanında da hanımı var. Mahalleli tümden balkonda alkışladılar. 'Ver elini öpeyim Annem' dedi. Önce vermedim, 'Koskoca Reisicumhur hiç el mi öpermiş' dedim. 'Annelerin eli de öpülür, ayaklarının altı da öpülür. Çünkü orada Cennet var' dedi. 'Sen ki şehit annesisin, elbette öpeceğim' dedi. Uzattım elimi, öptü. Babanın koltuğuna Reisicumhur oturdu, ben de öbür koltuğa kuruldum. Bi baktım ki, bakanlar, mebuslar, belediye başkanları, komşular hepsi doluşmuş salona. Bi gubardım, bi gönendim ki sorma gitsin. Sonra Reisicumhur euzu besmele çekti. Uzuuuun uzun, pek güzel, pek dokunaklı okudu. O zaman ağladım işte yavrum, emme hiç kimseye göstermeden, içime içime ağladım. Akşam bi de baktım ki, televizyonlarda beni gösteriyolar. Nasıl utandım bi bilsen. Bak sana ne diyecem Mustafam: Dün kapı çaldı, açtım, karşımda güzeller güzeli, gencecik, boylu, poslu bir kızcağız. 'Benim adım Ayşe' deyince hemmen anladım. Ayşe anlattığın kadar güzelmiş Mustafam. Buyur ettim, bi koltuğa o oturdu, bi koltuğa ben. O sustu, ben sustum, o sustu, ben sustum. Sonra dayanamadım, anneni bilin ya işte Mustafa, 'Ayşe' dedim, 'buyur deyeza' dedi, 'çok mu severdin Mustafamı?' dedim, yanakları kızardı, boynunu büktü, başladı ağlamaya. 'Bırak ağlasın, rahatlasın' dedim kendi kendime. Bi sürü de dualar ettim: 'Ak başlı, telli duvaklı gelin olasın. Gönlüne göre bulasın. Çok çocuğun olsun, gün göresin' dedim. 'erkek çocuğun olursa, adın Mustafa koy e mi' dedim, 'senin annen yok emme, ben senin annenim' dedim, Kalktı, 'Annemm' dedi, boynuma bi sarıldı, bi sarıldı, bi sarıldı ki Mustafam...
Gözün arkada kalmasın Mustafam... Devlet kanını yerde bırakmadı. Anarşitleri tek tek buldular, mapusa tıktılar. Bazen dilimin ucuna geliyor, 'Mustafama kurşun sıkan o eller kurusun' diyesi oluyorum, sonra 'ya sabır' deyip susuyorum. Devlet hesabını soruyor emme, asıl Mevlam hesabını soracak. Düşünsene o anarşitlerin analarını, karılarını... Her gün ölmez mi onlar? Boyu devrilesice donuz Fetulla'nın anası, donuz doğurduğunu bilse, hiç emzirir miydi, hiç yedirir miydi ona? Onun anası mezarında ateşler içinde 4 yana dönerken, senin anan şehit anası Mustafam, Onun oğluna yatacak yer yokken, benim Mustafamın mezarının başında bayrak var bayrak! Şu aşağıdaki caddeye adını verdiler, oradaki okula adını astılar, gidip gidip seyrediyorum. Daha ne olsun Mustafam?
Yiğidim, yavrum, bi tanem Mustafam... Gayli parmaklarım ağrıdı. Anan çok iyi, çok rahat Mustafam, ananı hiç dert etme sen. Sayende, tabii ya, senin sayende devletimiz de dim dik ayakta. Hep dua ediyorum, 'Mevlam seni rüyada bana bi kere daha gösterse' diyorum; 'Yakub'a Yusuf’un kokusunu getiren Mevlam, bana da Mustafamın kokusunu getirse' diyorum. Yine yazarım ben sana yavrum. Koca herifime, babana selam söyle. Geçen Emmine dedim ki, 'ölünce beni bu iki yiğidimin yanına, işte şuraya gömün' dedim, mezar taşıma da 'şehit Mustafa'nın anası' yazın dedim. "Allah gecinden versin deyeza' dedi emme, kavuşmanın saati elbet bellidir. Saati gelince Mevlam bizi kavuşturacak Mustafam. Koşup geleceğim bulacağım seni, doyasıya, doyasıya sarılacağım Mustafam...
Yiğidim, oğlum, yavrum, Allah'a emanet ol Mustafam... ”
Toplantıda 15 Temmuz şehitlerinin ruhlarına ithafen okunan 104 Hatm-i Şerif ve 164 Yasin-i Şerif ile muhtelif süver-i seriflerin duasını yapan Mehmet Narince, Yüce Allah’a niyazını şu cümlelerle arz etti:
“İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Okunan …. hatm-i şerif ile muhtelif sureleri kusurlarımızı bağışlayarak lütfü kereminle nezd-i ulûhiyetinde ahsen-i kabul ile kabul buyur yâ Rabbî. Beher harfine sayamayacağımız kadar bol ecir ihsân eyle. Hâsıl olan ecir ve sevabı, öncelikle ruh-u Resûlullah’a armağan ediyoruz, ruh-u şeriflerini bu meclisimizden ve bu dileğimizden haberdar eyle yâ Rabbî. Bilumum enbiyanın ve rüsûl-u kiramın ruhlarına, Efendimizin zevcât-ı tâhiratının, ashâb-ı kirâmının ve ehli beytinin ruhlarına, evliyânın, asfiyânın, sülehânın, fukahânın, ulemânın, muhaddisînin, müfessirînin, ahrete irtihal eden tüm mü’min ve müminatın ruhlarına armağan eyliyoruz vasıl eyle yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Bu cennet vatanı korumak için canlarını seve seve feda eden 15 Temmuz şehitlerinin ruhlarına armağan ediyoruz ulaştır Ya Rabbî. Geride kalan yakınlarına sabrı cemili ihsan eyle. 15 Temmuz’da gazi olan, yaralanıp henüz sıhhatine kavuşmamış olanlara acil sağlık ve saadet ihsan eyle. Acılarını giderip, gönüllerini huzurla doldur. İslam dünyasının diğer yerlerinde şehâdet şerbetini içerek huzuruna gelen şehitlerin tümünün ruhlarına armağan ediyoruz ulaştır yâ Rabbî. Bizleri onların şefaatlerine erdir yâ Rabbî. Bu cennet vatanı düşman işgalinden ve saldırısından koruyan din ve devlet büyüklerimizin tümünün ruhlarına, bizleri doğurup dünyaya getiren annelerimizin, besleyip büyüten babalarımızın, eğitip öğreten hocalarımızın ruhlarına armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî. Bu hatm-i şerifleri okuyanların ahrete irtihal eden yakınlarının ve tüm geçmişlerinin ruhlarına armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî. Kendilerine de sağlık, sıhhat ve saadet ver. Hayırlı dualarını kabul eyle, hayırlı muratlarını hasıl eyle ya Rabbî
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Bu meclise katılıp, âmîn diyerek duamızın kabulünü dileyen kardeşlerimizin yakınlarından edebiyete göçenlerin tümünün ruhlarına armağan eyliyoruz ulaştır yâ Rabbî. Mekânlarını cennet, makamlarını yüce eyle ya Rabbî. Bizi ömür boyu kullukta kâim, iman, ihlâs ve ibadette dâim eyle yâ Rabbî. Bizi Kur’ân’a hâdim olmakta dâim eyle yâ Rabbî.
“Allah’ım! Ravza-i Resûlullah’da, civâr-ı Beytullah’da, Mescid-i Aksâ’da ve diğer mübarek mekânlarda Sana açılan eller, Sana yalvaran diller, Sana yakaran gönüller hürmetine hayırlı dualarımızı kabul eyle. Hayırlı taleplerimizi lütfeyle.
Milletimizi, memleketimizi, nefsimizi, neslimizi, cemiyetimizi, cemaatimizi, evladımızı, torunlarımızı, ordumuzu, yurdumuzu, yuvamızı, her türlü felâketten musîbetten hıfz-ü himâye buyur yâ Rabbî. Milletimizin birliğini, dirliğini, düzenini muhafaza eyle. Milletimizin birliğini, dirliğini, düzenini bozmak için plan yapanların planlarını tersine çevir ya Rabbî. Vatanımızı ve bizleri bekleyen askerlerimizi, polislerimizi düşman saldırısından, terörist saldırısından koru ve kolla yâ Rabbî. Din, iman, vatan ve Kur’ân düşmanlarını “Kahhâr” ism-i şerifinle kahr-ü perişan eyle yâ Rabbî.
İlahî yâ Rabb-el âlemîn! Sen bizim Rabbimizsin, biz Senin kulunuz. Lütfuna, keremine, bağışına muhtacız. Bizleri kullukta kaim, iman, ibadet, istikamet, ihlâs ve duada dâim eyle. Bizleri, ana-babamızı, evlatlarımı, sevdiklerimizi, bizi sevenleri ve tüm Müslümanları bağışla. Günaha bulaşmaktan ve günaha giden yollardan bizi koru ya Rabbî.
Milletimizin refahı için çalışan devlete büyüklerimizi muvaffak eyle. Hayırlı işlerinde başarılı eyle, şerli işlerden muhafaza eyle ya Rabbî.
Ya Rabbî Sana layık kul olmayı, Resulüne layık ümmet olmayı, Seni seven ve Senin sevdiklerine dost olmayı, Kur’ân ile amel etmeyi, güzel ahlaklı, edepli ve büyüklerine hürmetli, küçüklerine şefkatli olmayı, tatlı dilli, güler yüzlü olmayı bizlere nasip eyle.
Bizleri cennetini ve cemalini kazanacak hayırlı amellerle meşgul eyle. Amin.”
Toplantı, konuklara ikram edilen dondurmanın alınmasıyla sonlandı.