ALLAH BİZE YAKINDIR, YA BİZ O’NA?
Yaradan’a yar ve yakın olmak, inanan insanların ortak arzularıdır. Onlar için hiçbir yakınlık bu yakınlıkla kıyaslanamaz. Zira hiçbir şeyin yakınlığı, Yaradan’ın yakınlığının yerini alamaz. Yaratıkların yakınlıkları geçici, Yaradan’ın yakınlığı ise kalıcıdır. Ancak Yaradan’ın yakınlığını kazanmak, yaratıklarınki gibi kolay değil. İnanç ve bilinçle kullukta kaim, iman, ibadet, istikâmet ve ihlasda daim olmayı gerektirir. Bu güzel özelliklere sahip olan insan, Yaradan’a yakın olmanın saadetini yaşar. Manen motive olur, ruhen yücelir ve kalben huzura erer.
İnanan herkesin bu bahtiyarlığa ermesi ve Yaradan’a yaklaşıp yücelmesi için sergilemesi icabeden davranışlarla sahip olması gereken özelliklerin neler olduğuna dikkat çeken YOYAV, 14 Şubat 2012 Salı günü “Allah Bize Yakındır, Ya Biz O’na?” konulu bir sohbet programı tertipledi. Vakfın yürütegeldiği kurslardan Makam kursuna katılan kursiyerlerin ikram ettiği öğle yemeğinden sonra konferans salonunu dolduran davetlilere konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan Dr. İbrahim Ateş, dikatle dinlenen konuşmasında şunları söyledi:
“Yaradan’a yar olmak için, ağyâra iltifat etmemenin idrakî içinde olduğuna inandığım kıymetli konuklarımız, Allah’a ibadet ve iktisâb-ı kurbiyetin gayret ve kararlığı içinde olduğunu düşündüğüm değerli dostlarımız, Mevlayı Müte’âl Hazretlerine yaklaşmanın anlam ve önemiyle değer ve itibarını bilen bilinçli ve basîretli kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
İnsanı Allah’a yaklaştıracak hal, hareket ve hasletlere dikkat çekerek duyarlı ve dirayetli davranışlarda bulunmamıza yardımcı olmak amacıyla düzenlediğimiz “Allah Bize Yakındır, Ya Biz O’na?” konulu böylesine anlamlı ve önemli bir sohbet toplantısına teşrif ederek bu hususla ilgili bilgi birikimimizi sizlerle paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samimî duygularımızla selamlıyor, Yaradan’a yaklaşmanın ve yaratıklarla kaynaşıp kucaklaşmanın sevinç ve saadetini yaşamamızı diliyorum.
Yaradan’a yâr olmayı en büyük kâr telakkî eden âlim, âbid, sâlih, muttakî ve muhlis müslümanlardan olmamız temennisiyle sözlerime başlarken, rahmet-i Rahmân’a ve mağfiret-i Mennân’a mazhar olup Cennet-i a’lâya giren, rıza-i ilâhiye eren ve Cemâlullah’ı gören bahtiyar insanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
İnsanları yaratıp yaşatan ve sayısız nimetlerle kuşatan yüce Allah, onları yalnız bırakmamış, devamlı yanlarında ve yakınlarında olmuştur. Yanlarında olduğunu Hadîd Suresi’nin “... Nerede olursanız O (Allah) sizinle beraberdir.” mealindeki 4. ayetinde beyan buyurmuştur. Yakınlarında olduğunu da birçok ayette dikkatimize getirmiştir. Bu cümleden olarak Hûd Suresi’nin 61. ayetinde: “Semud kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. O sizi yerden (topraktan) yarattı ve sizi orada yaşattı. O halde O’ndan mağfiret isteyin, sonra da O’na tevbe edin. Çünkü Rabbim (kullarına) çok yakındır. (dualarını) Kabul edendir.” buyurmuştur. Bakara Suresi’nin 186. ayetinde de: “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara) ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarımda) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki, doğru yolu bulalar.” Rivayete göre bir bedevî Resûlullah (S.A.V.)’e “Rabbimiz yakın mıdır yoksa uzak mıdır. Yakınsa ona fısıltı şeklinde dua edelim, uzaksa bağıralım” dedi. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi. Allah’ın kulundan istediği iman ve itaattir. Allah iman edip itaat edenlerin dualarını kabul edeceğini vadetmiştir. Gerçek manada iman edip Allah’a kulluk edenlerin duası kabul olunur.
Mealleri arzedilen ayet-i kerimelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Allah’a iman ve itaat, kulun O’na yaklaşmasına ve dualarının kabul olmasına vesile olur. Dolayısıyla inanan insan, çevresinde hiçbir kimse olmasa da yalnız değildir. Allah Teâlâ onun sürekli yanında ve yakınındadır. Bu yakınlık kimsenin kimseye yakınlığı ile kıyaslanmayacak kadar yüce ve ileri düzeydedir. Bu gerçeği Kaf Suresi’nin 16. ayetinde dikkatimize getiren Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şahdamarından daha yakınız.”
Herkesin unutmaması ve sürekli gözönünde bulundurması gereken iki önemli husus vardır. Bunların biri Allah Teâlâ’nın kendisinin yanında ve yakınında olduğunu bilmesi, diğeri de kendini Allah’a yaklaştıracak davranışlarda bulunmasıdır.
İbadet ve iyiliklerin sahibine sağlayacağı saadetin başında kişinin kullukta kıvama gelmesi ve Allah’a yaklaşıp rızasına ermesi gelir. Bu gerçeğe dikkatimizi çeken ayet-i kerimelerden biri Alak Suresi’nin 19. ve sonuncu ayetinin: “... Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş!” cümlesidir. Bu cümleyi dikkatle ve dirayetle okuyarak üzerinde durup düşünen herkes, Allah’a secde etmenin insanı Rabbine yaklaştırmada ne kadar önemli bir unsur olduğunu anlayacak ve hayat boyu Hakkın huzuruna çıkıp, O’nun rızası için alnını yere koymanın gayreti içinde olacaktır. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in: “Kulun Rabbine en yakın olduğu an secdede olduğu andır” mealindeki hadis-i şerifini devamlı gözününde bulunduracaktır.
Öteyandan bir hadis-i kudside geçen: “... Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan birşeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben onu sevinceye kadar. Onu sevdiğim zaman gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum.” mealindeki altından daha değerli cümleleri kafasına ve kalbine yerleştirip davranışlarını dizayn etmede esas alır.
Bu kudsi hadis-i şerifin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere, kulu Rabbine yaklaştıracak davranışların başında farz ibadetleri, vaktinde ve eksiksiz ifa etmesi gelir. Farz ibadetlerle birlikte nafile ibadetlerle Allah’a yaklaşmayı sürdürmesi de Allah’ın onu sevmesine vesile olur. Allah onu sevince de gözünü, kulağını, elini ve ayağını Allah’tan uzaklaştıracak davranışlardan korumasını sağlar.
Mana büyüklerinden Ebu Bekri Şiblî Hazretleri şöyle demiştir: “Ben bütün hadis-i şeriflerden bir tanesini seçip, kendimi ona uydurdum. Seçtiğim hadis-i şerif şudur. Resullah (S.A.V.) sahabeye şöyle buyuruyor: ‘Dünya için dünyada kalacağın kadar çalış, ahiret için orada sonsuz kalacağına göre çalış. Allah Teâlâ’ya muhtaç olduğun kadar itaat et. Cehenneme dayanabileceğin kadar günah işle.’”
Müslüman Mevlâsına mal, mülk ve evlâd-ü ıyâl ile değil, iman ve sâlih amel ile yaklaşır. Yüce Rabbimiz bu gerçeği Sebe’ Suresi’nin 37. ayetinde şöyle beyan buyurmuştur: “Sizi huzurumuza yaklaştıracak olan ne mallarınızdır, ne de evlatlarınız. İman edip iyi amelde bulunanlar müstesna, onlara yaptıklarının kat kat fazlası mükâfat vardır. Onlar (Cennet) odalarında güven içindedirler.” Bu ayet-i kerimede açıkça ifade edildiği üzere insanı Allah’a yaklaştırıp, Cennette güven içinde huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamasına vesile olan iman ve salih ameldir.
Çalışıp helalinden kazanılan kazançtan Allah için infak etmek de kişiyi Yaradan’a yaklaştıran hasletlerden biridir. Bu hususa Tevbe Suresi’nin 99. ayetinde şöyle işaret edilmiştir: “Bedevilerden öylesi de vardır ki, Allah’a ve ahiret gününe inanır, (hayır için) harcayacağını Allah katında yakınlığa ve Peygamberin dualarını almaya vesîle edinir. Bilesiniz ki, o (harcadıkları mal, Allah katında) onlar için bir yakınlıktır. Allah onları rahmetine (cennetine) koyacaktır. Şüphesiz Allah bağışlayan, esirgeyendir.”
İnsanı Allah’a yaklaştırıp rızasına erdirecek önemli özelliklerden biri de tevhid inancını temel edinip, ibadetlerinde ihlaslı olması ve yalnız Allah’ın rızasını gözetmesidir. Bu gerçek kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Kehf Suresi’nin 110. ayetinde şöyle beyan buyurulmuştur: “... Kim Rabbiyle (O’nun razı olacağı şekilde) karşılaşmayı arzu ediyorsa salih amel işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” Ayet-i kerimede ifade edildiği üzere insanı Rabbine yaklaştıracak en güzel ve en mükemmel vesîle tevhid inancıdır. Yani, insanın Allah’a takdim ettiği ibadetlerinde hiçbir şeye bir pay bir nasip ayırmadan onu sadece Allah için yapması, kendisini Allah’a yaklaştıracak en güzel bir vesîledir. Bundan daha güzel bir vesîle düşünülemez.
Yaratıklara yaranmak gayesiyle riya ve gösteriş yaparak yapılan işlerin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Malumunuz olduğu üzere müşrikler tapdıkları putlara “bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz.” derlerdi. Sözlerinde ifade ettikleri gibi tapdıkları putlarına kulluk etmekten amaçları Allah’a yaklaşmalarına vesile olmaları anlayışı olsa bile, bu inançlarıyla yaklaşımlarının tevhid inancıyla bağdaşmayan yanlış bir davranış olduğundan Allah’a yaklaşmaları şöyle dursun, azaba dûçâr olmaktan kurtulamayacaklardır. Bu gerçeğe dikkatimizi çeken yüce Rabbimiz Zümer Suresi’nin 3. ayetinde şöyle buyurmuştur: “Dikkat et! Halis din yalnız Allah’ındır. Onu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler, onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.”
Müslüman hayatı boyunca her zaman ve her yerde Allah’a yaklaşmayı, O’nun rızasıyla bağdaşmayacak davranışlardan uzaklaşmayı ve emrettiği yönde cihada katılmayı görev bilmelidir. Bu hususla ilgili ilahi ferman Maide Suresi’nin 35. ayetinde şöyle dikkatimize getirilmektedir: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”
İlim, ibadet ve islam dininin güzelliklerini arayıp yaşama cihetine gitmek, müslümanı Allah’a yaklaştıran yolların öndegelenlerindendir. Bu yollar kişiyi mânevî olarak Rabbine bağlar. Kul ile Allah arasındaki bağ, kulluk, Allah'a ihtiyaç duyma, O'nun önünde boyun bükme, O'nun Rubûbiyetinin (Rabliğinin) karşısında ubûdiyet (kulluk) yapmadır. Kaldı ki, Allah'ı bilme ve O'na ibâdet etme, Allah'a olan yakınlaşmanın olmazsa olmaz şartıdır.
Allah'a gönülden bağlı olan müminler, sadece Yüce Allah'a yakın olunması, sadece O'nun dost ve veli edinilmesi gerektiğini bilerek hareket ederler. Bu üstün ahlakları da onlara derin bir akletme ve kavrama yeteneği verir ve onların Allah'la derin bir bağlantı kurmalarına vesile olur.
Yüce Allah'la kurulan samîmî, derin ve kesintisiz bağlantı müminin imanını, şevkini, Allah'a olan teslimiyetini, sevgi ve saygısını daha da arttırır. Kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındırır, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginler, sürekli olarak Allah'ın razı olacağı umulan yönde hareket etmesine vesîle olur. Bu yakınlık, Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine yaklaştırarak mümine çok büyük manevî bir haz verir.
Yüce Allah "...O, ne güzel kuldu. Çünkü o, (daima Allah'a) yönelip-dönen biriydi." (Sad Suresi, 30) ayetiyle Hz. Süleyman'ın, Kendisi'ne olan derin bağlılığını överek tüm kullarına bu örnek ahlakı haber vermiştir.
Her işte Rabbimiz'e yönelip dönmenin en güzel yolu bir işe besmele ile başlamaktır. Her zaman Allah'ın adını anarak bir işe başlamak kalplerde etki uyandırma bakımından daha sağlam bir güç oluştururken, kişinin Allah'a olan yakınlığını da arttırır. Çünkü bir işe Allah'ın adıyla başlayan bir kişi herşeyin Allah'ın kontrolünde işleyeceğini, Allah dilerse yaptığı işte başarılı olacağını bilir. Kuşkusuz bu durum kul ile Allah arasında çok derin bir yakınlığın oluşmasına vesîle olur. Böyle bir insan acizliğini anlamış, Allah'ın izni olmaksızın hiçbir işi yapmaya güç yetiremeyeceğini kavramış ve kendini tamamen Yüce Allah'a teslim etmiştir. Müminlerin bu durumu Tevbe Suresi’nin 51. ayetinde şöyle bildirilmektedir: "De ki: ‘Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim Mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler.’"
Kıymetli kardeşlerim!
Meal ve açıklamaları arzedilen ayet-i kerîmelerle hadîs-i şeriflerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere Allah'a yaklaşmanın pek çok yolu vardır. Kimi muhabbetle, kimi hizmetle, kimi infak ve cömertlikle, kimi ilim ve adâletle, kimi vefâ ve fedakârlıkla Allâh'a yaklaşmanın bir yolunu bulur. Nitekim, "Allah'a yaklaşmanın yolu, mahlûkâtın nefesleri adedincedir." sözü bu hakîkati ifade etmektedir.
Ömer b. el-Hattâb (R.A.) şöyle demiştir: "Amellerin en faziletlisi Allah'ın farz kıldığı şeyleri edâ etmek, Allah'ın haram kıldığı şeylerden çekinmektir. Bir de Yüce Allah'ın nezdinde bulunan şeyleri samîmî niyet ile taleb etmektir. Kulu Rabbine yakınlaştırıcı bedeni farzların en büyüğü ise namazdır. Aynı şekilde Allah'a yaklaştırıcı farzlar arasında, sorumlu olan bir kimsenin sorumluluğu çerçevesinde adaletle hareket etmesi de vardır. Bu sorumluluk, ister kamuyu ilgilendiren bir sorumluluk olsun, ister özel, ister ailesi hakkında olsun.
Allah katında bu yakınlık ve sevgi, ancak farzları eda etmek, nafile ibadetlere devam etmek, haram ve yasaklardan sakınmakla mümkündür. Bu da kula, Allah'ın sevgisini kazandırır. Allah bir kulu sevince onu salih amel, zikir ve ibadetle meşgul eder. Sonuçta kul, Allah'a yakınlık kazanıp Allah katında manevî bir paye elde eder.
Nafile ibadetler arasında kulu Allah'a yaklaştıran en büyük sebeplerden biri de manasını düşünüp anlayarak çok çok Kur'an okumak ve dinlemektir.
Tirmizî'nin Ebu Umame'den rivayet ettiğine göre Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyuruyor: "Kul Kur'an okumak gibi başka hiçbir şeyle Allah'a yaklaşamaz." Sevenlere göre sevgilinin sözünden daha tatlı hiçbir şey olamaz. Sevgilinin sözü, onların kalplerinin lezzeti ve en büyük arzularıdır.
İbn Mesut şöyle demiştir: "Kuran'ı seven, Allah ve Resulünü de sevmiştir. Allah'ı çokça zikretmek de nafile ibadetlerin en büyüklerindendir." Allah Tealâ Bakara Suresi’nin 152. ayetinde şöyle buyuruyor: "Öyleyse siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım."
Hadis-i şerifte: "Kulum nafilelerle bana yaklaşmaya devam eder..." ifadesinde geçen nafilelerle Allah'a yaklaşmak, farzları edâ etmek suretiyle yaklaşmaktan sonra olur. Nafileler kapısı pek geniştir. Müslüman bir kimsenin gücü çerçevesinde bu hususta gayret göstermesi gerekir. Namaz, oruç, sadaka, umre, anlamı üzerinde dikkatle düşünmek suretiyle Kur'ân okumak, Yüce Allah'ı zikretmek gibi.
İşte ruhların temizlenip arınma yolu budur. Ta ki, böyle bir kimse şanı Yüce Allah'ın sevgisini ve sevabını kazanmaya hazır hale gelsin: "Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder ve sonunda ben de onu severim."
Allah'ın sevgisine mazhar olmak ise, çok büyük bir iştir. Buna muvaffak kılınan bir kimse, hayrı tümüyle elde etmiş demektir. Gökte de yerde de onun için kabule mazhar olmak takdir edilir ve Allah, onun üzerine nimetlerini yağdırır.
Resulullah (S.A.V.) şöyle buyurmaktadır: "Yüce Allah bir kulu sevdi mi Cebrail'e şöyle seslenir: Şüphesiz Yüce Allah filân kişiyi seviyor, sen de onu sev. Bunun üzerine Cebrail de onu sever. O da semâdakiler arasında şöyle seslenir: Şüphesiz Allah filân kişiyi seviyor, siz de onu seviniz. Semadâkiler de onu sever. Sonra da onun için yeryüzünde kabule mazhar oluş vaz' olunur.