Allah Var, Şerîki Yok
Geçmişte, Firavun gibi azıp ilahlık iddiasında bulunanlar olduğu gibi, Allah’ın yarattığı varlıklardan bazılarını gözlerinde ululayarak ilahlaştıranlarda olmuştur. Ağaçtan, taştan, topraktan ve muhtelif madenî maddelerden elleri ile yaptıkları çeşitli putlarla canlı ve cansız varlıklara tapan cahil ve gafiller olduğu gibi, yaratılanı Yaradan’la aynı kefeye koyup kendilerine hiçbir yararı veya zararı olamayacak âciz mahlûkları Allah’a ortak koşan dirayetsiz ve basîretsiz kimseler de olmuştur.
Bunlar ve benzeri bâtıl anlayış ve davranışları izâle edip, yerine Hakk’ı ikame etmek ve insanları Allah’a kulluk ve ibadete davet etmek için gönderilen peygamberler de, getirdikleri ilahî mesajları insanlara iletmiş ve Allah’ın yarattıklarını O’na ortak koşmanın yanlış bir yaklaşım ve ebedî felaket vesîlesi olduğunu anlatıp, halkı Hakk’a davet etmişler, sadece Allah’a ibadet etmeleri uyarısında bulunmuşlardır.
Değişik tarihlerde ve farklı yerleşim merkezlerinde yaşayan muhtelif milletlerle kavimlere gönderilen peygamberler, onlara Allah’ın mesajlarını iletmişler, iman ve ibadete davet etmişler ise de, tamamından olumlu yaklaşım ve kabul görmemişler, davetlerine icabet edip Allah’a iman edenler olduğu gibi, karşı çıkıp inkâr ve isyanda ısrar edenler de olmuştur. Bunlardan Peygamberlerini öldürmeye yeltenenler bile olmuştur. Bilhassa İsrailoğulları peygamberlerine çok çile çektirmişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm’in meal veya tefsirini dikkatle ve dirayetle okuyanlar, Hz. İbrahim (a.s.)’in putperestlere karşı verdiği mücadeleyi, Hz. Nuh (a.s.)’un yıllarca Hakk’a davet ettiği halkından gördüğü inat ve haksız hareketleri, Hz. Hud (a.s.), Hz. Salih (a.s.), Hz. Musa (a.s.), Hz. İsa (a.s.) ve diğer peygamberlerin karşılaştıkları katı ve kahredici zorlukları göreceklerdir.
Peygamberler zincirinin son halkası olan sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, Mekke müşriklerinin yaptıkları akıl almaz eziyetlerle, uyguladıkları ambargo ve kısıtlamalarda, herkesin katlanamayacağı kadar katı ve gaddarca yapılan davranışlardı. Yılmadan mücadeleye devam eden Hz. Peygamber (s.a.v.), Kâbe’yi, etrafını doldurdukları putlardan temizleyip Allah için tavaf ve ibadet edilir hâle getirdi. Müşriklere karşı verdiği mücadelede muvaffak oldu ve Mescid-i Harâm müminlerle doldu. Hak geldi, bâtıl zâil oldu.
Başta Mekke ve Medine olmak üzere Arap yarımadası ve çevresi iman ve İslam’a kapılarını açtı. Allah’a ortak koşanlar, ortalıktan çekildi, İslam’ın sancağı Afrika ve Asya’nın önemli bir kısmında dalgalanır oldu. Merhum Süleyman Çelebî’nin dediği gibi:
“Oldu zâil zulmet-ü cehl-ü dalâl.
Buldu bâğ-ı marifet ayn-i kemâl.”
Millî ve manevî konularda dile getirdiği doğru ve doyurucu bilgilerle insanları aydınlatmayı hedefleyen YOYAV, yürüte geldiği Sorun Söyleyelim Sohbet Toplantılarının Şubat ayı halkası olarak 23 Şubat 2015 Pazartesi günü “Allah Var, Şerîki Yok” konulu bir sohbet programı düzenledi.
Dr. İbrahim Ateş, öğrencilerinin ikram ettikleri kahvaltıdan sonra salonda yerlerini alan davetlilere hitaben yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Yaradan’a kul ve yaratıklara kol olmanın gayret ve kararlılığı içinde olduklarına inandığım kıymetli konuklar, Hakkı hak bilip O’na uymasını, bâtılı bâtıl bilip ondan uzak durmasını dilediğim değerli dostlar, Allah’a kul olmanın en büyük bahtiyarlık, ortak koşmanın da en kötü felaket ve şekavet olduğunun bilincinde olduklarını düşündüğüm sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Yaratıkları Yaradan’a ortak etmenin veya Yaradan’ı bırakıp yaratıklara kulluk ve ibadet etmenin ne kadar büyük bir dalalet, felaket ve şekavet olduğunu anlatıp böyle bir sapıklığa dûçâr olmamak için atılması icap eden adımlarla, yapılması gereken davranışları arz ve ifade etmek amacıyla düzenlediğimiz böylesine mühim ve muhtevalı bir toplantıya teşrif ederek konu ile ilgili ayet ve hadislerden bir kısmının içerdiği bilgileri siz kıymetli konuklarımızla paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, Allah’a kullukta kaim, iman, ibadet ve istikamette daim olup dünya ve ahiret saadetine eren, cennet-i a’lâya giren ve Cemalullâh’ı gören mutlu ve umutlu Müslümanlardan olmamızı niyaz ediyorum.
Yaradılana yakışan, Yaradan’a doğru koşmak, O’na yaklaşmanın ve rızasına ulaşmanın gayreti içinde olmaktır. O’na karşı çıkmak değil, hele O’na ortak koşmak hiç değil. Uyarılarına uymak, yoluna baş koymak ve yasaklarından uzak durmaktır. Hiçbir varlığı O’na ortak koşmamaktır. Zira aklı başında olan ilim, irfan ve iz’ân sahibi bir insan, Yaradan’ı bırakıp yaratığa yakarmaz. Hâlık’ı bırakıp, kendisine hiç bir yarar veya zararı olmayacak bir mahlûka tapmaz.
Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Araf Suresi’nin 191-192. ayetlerindeki: “Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah’a) ortak mı koşuyorlar? Halbuki (bunlar) ne onlara bir yardım edebilirler, ne de kendilerine bir yardımları olur.” mealindeki ilahî uyarı bu hususta câlib-i dikkattir.
En’am Suresi’nin: “Deki: Allah her şeyin Rabbi iken ben O’ndan başka Rab mı arayacağım!..” mealindeki 164. ayetindeki emir ile İsrâ Suresi’nin: “’Çocuk edinmeyen, hâkimiyette ortağı bulunmayan ve âcizlikten ötürü dosta da ihtiyacı olmayan Allah’a hamd ederim.’ de ve tekbir getirerek O’nun şanını yücelt.” mealindeki 111. ve sonuncu ayetindeki emre uymak ve Furkan Suresi’nin: “Âlemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkanı indiren, göklerinve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen, mülkünde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” mealindeki 1-2. ayetleri üzerinde dikkatle durup düşünmek gerekir.
En’am Suresi’nin: “Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa ki onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Hâşâ! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.” mealindeki 100. ayetinden, Allah’a oğullar ve kızlar izafe etmenin yanında cinleri de Allah’a ortak koşan kimselerin olduğu da anlaşılmaktadır. Bazı Arap putperestleri cinleri Allah’a ortak koşarak onlara taparlardı. Onların da Allah’ın mahlûku olduğunu, mahlûk olan bir varlığın ilah olamayacağını düşünemiyorlardı. Ayrıca Yahudiler, Üzeyr Peygambere Allah’ın oğlu; Hıristiyanlar da İsa Peygambere Allah’ın oğlu diyorlardı. Bazı müşrikler de meleklere dişilik vasfı isnat ederek Allah’ın kızları diyorlardı. İşte Allah Teâlâ meali arz edilen ayet-i kerîmede bunlara işaret ederek kendisinin bu gibi vasıflardan münezzeh olduğunu ifade buyurmaktadır.
Aynı surenin devam eden 101. ayetinde ise: “O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Onun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir? Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur.” buyurmaktadır.
Müşrik Arapların Allah’a çocuk izafe ettiklerini ve cinleri O’na ortak koştuklarını, En’am Suresi’nin meali arz edilen 100. ayetinden öğrendiğimiz gibi, Yahudilerin Üzeyr Peygambere Allah’ın oğlu, Hristiyanların da İsa Peygambere Allah’ın oğlu dediklerini, hahamlarla rahipleri ve Hz. İsa’yı Rab edindiklerini Tevbe Suresi’nin 30 ve 31. ayetlerinden öğrenmekteyiz:
“Yahudiler, Üzeyr Allah’ın oğludur, dediler. Hristiyanlar da, Mesîh (İsa) Allah’ın oğludur dediler. Bu onların ağızları ile geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) Daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (hakdan bâtıla) döndürülüyorlar!
(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) Rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilaha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.”
Bunlar ve benzeri ayet-i kerîmelerin içerdiği uyarılardan da anlaşılacağı üzere Allah’a ortak koşmak, yarattığı bazı varlıklara ilah demek, O’na eş ve çocuk izafe etmek ve melekler Allah’ın kızlarıdır demek akıl işi değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’i dikkatle ve dirayetle okuduğumuzda, bâtılı baş tacı eden böylesi basîretsizlerle Allah’a ortak koşan müşriklerin yaptıkları yanlış davranışlarla duçâr olacakları azapla ilgili (eşreke, eşrekte, eşrekû, eşrektüm, eşreknâ, eşrektümûni, lâ yüşrikü, yüşrik, tüşrike, lâ tüşrik, lâ üşrikü, üşreke, lem üşrik, yüşrikûne, lâ yüşrikne, tüşrikûne, tüşrikû, lâ nüşrikû, len nüşrike, eşrikhü, yüşreke, şirkün, şirkin, eşşirke, şirkiküm, şerîk, lâ şerike, şürekâû, şürekâî, şürekâünâ, şürekâenâ, şürekâinâ, şürekâüküm, şürekâiküm, şürekâeküm, şürekâühüm, şürekâehüm, şürekâihim, müşrik, müşrikûn, müşrikîn, elmüşrikûn, elmüşrikîn, müşriketin, müşriketen, elmüşrikâtî) şeklindeki şirk kökenli 46 tür kelimelerin geçtiği 161 ayette önemli açıklamalarda bulunulduğunu görürüz.
Bu cümleden olarak Lokman Suresi’nin: “Lokman oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk büyük bir zulümdür, demişti.” mealindeki 13. ayetinde beyan buyurulduğu üzere Allah’a ortak koşmanın, O’na karşı yapılan büyük bir haksızlık ve saygısızlık olduğu anlaşılmaktadır.
Nisa Suresi’nin: “Allah, kendisine ortak koşulmasını aslâ bağışlamaz, bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” mealindeki 48. ayet-i kerimesinden de Allah’a ortak koşan kimsenin tevbe etmeden o hâl üzere ölmesi hâlinde yaptığının bağışlanmayacak bir günah olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı Surenin: “Allah, kendisine ortak koşulmasını aslâ bağışlamaz. Ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır.” mealindeki 116. ayetinden de Allah’a ortak koşanların sapık kimseler olduğu anlaşılmaktadır.
Tevbe Suresi’nin: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar…” mealindeki 28. ayetinden ise, müşriklerin pislik kimseler oldukları öğrenilmektedir.
Bu ayet-i kerîmede pislik oldukları beyan buyurulan müşriklerin Mescid-i Haram’a girmeleri yasaklandığı gibi, Bakara Suresi’nin aşağıda meali verilen 221. ayet-i kerîmesinde onlarla evlenmenin yasaklandığı dikkatimize getirilmiştir:
“İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir câriye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye ayetlerini insanlara açıklar.”
İslam’a göre insanın değeri imanına bağlıdır. Allah Teâlâ katında köle ve câriye bile olsa imanlı kimse daha üstündür ve daha temizdir. Onun için bir müslümanın dinsiz ve putperestlerle evlenmesi kesin olarak haram kılınmıştır. Çünkü herhangi bir insanı veya herhangi bir yaratığı ilahlaştırmak ya da Allah’ın ortağı kabul etmek küfürdür. Böyle bir davranış içinde olan kimse de kâfirdir. Bu gerçek Maide Suresi’nin 72. ayetinde şöyle beyan buyurulmuştur:
“Andolsun ki, ‘Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih’tir.’ diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesîh ‘ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk ediniz. Biliniz ki, kim Allah’a ortak koşarsa, muhakkak Allah ona cenneti haram kılar. Artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcılar yoktur.’ demişti.”
Bir peygamber, velî, âlim, sâlih ve dinî lider dahi olsa, herhangi bir insanı ilahlaştırmak veya herhangi bir mahlûku Halik’a (Yaradan’a) ortak koşmak kişiyi küfre götüren bir davranış olur. Müslüman böyle büyük bir yanlışı yapmaya yeltenmeyeceği gibi, başka birisi tarafından yapılmasını da tasvip etmez.
Dolayısıyla böyle bir suçu işleyen kimse, o yanlışı yapmaya devam etmeyip derhal dönüş yaparak içten gelen samîmî bir nedâmetle tövbe-istiğfâr etmeli ve bir an önce o hatalı hâlden sıyrılıp kurtulmaya çalışmalıdır. Yoksa o anlayışta devam ederek ölmesi hâlinde sonunun, kurtuluşu mümkün olmayan cehennem ateşi ve ebedî bir felâket olduğunu unutmamalıdır. Müşrik, şirk içinde uzun bir hayat yaşasa da, dünyada ebedî kalamayacağını, er-geç öleceğini ve kendisi için kaçınılmaz bir azaba dûçâr olacağını göz ardı etmemelidir. Bakara Suresi’nin 96. ayetinin aşağıda meali arz edilen cümlelerinde beyan buyurulan ilahî uyarıya kulak asmalıdır:
“… Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması hiç kimseyi azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.”
Kıymetli konuklar!
Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in birçok ayetinde müminlerin dostu olduğunu vurgulayan ve yarattığı varlıklardan bazılarını kendisine ortak koşanların bağışlanmayacaklarını belirten yüce Rabbimiz, Neml Suresi’nin baş kısmında Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Sâlih ve Hz. Lût Aleyhimüsselamların kavimlerine yaptıkları çağrılarla karşılaştıkları bazı halleri dikkatimize getirdikten sonra bu sure-i celîlenin 59. ayetinde şöyle buyurmuştur:
“(Resulüm!) De ki: Hamdolsun Allah’a, selam olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı, yoksa O’na koştukları ortakları mı?”
Müfessirler bu ayette geçen “seçkin kullar” dan maksadın kimler olduğunu açıklarken, surenin önceki ayetlerinde adları geçen peygamberlerle, diğer peygamberler olabileceğini veya Resûlullah’ın ashâbı ya da ilahî rızaya mazhar olan gelmiş-gelecek bütün müminler olabileceğini ifade etmişlerdir.
Ayet-i kerîmede, Allah’a hamd ve seçkin kıldığı kullarına da selam olsun denilmesi emredildikten sonra “Allah mı daha hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı?” şeklinde bir soru sorularak, insanların kendilerini yaratıp yaşatan ve sayısız nimetlerle kuşatan Allah Teâlâ ile kendilerine hiçbir yarar sağlayamayacak ve hiçbir zarar veremeyecek olan herhangi bir yaratığı aynı kefeye koyma gafletinde bulunarak âciz bir varlığı, kadir olan Allah’a ortak koşmanın nedenli yersiz, anlamsız ve bâtıl bir yaklaşım olduğuna işaret edilmektedir.
Tabii, bu sorunun cevabı da Allah Teâlâ’nın, koştukları ortakların tümünden daha hayırlı olduğudur.
Bu ayet-i kerîmeyi izleyen beş ayet-i kerîmede Allah Teâlâ’nın yarattığı ve yaptığı bazı şeyler belirtilmekte ve bu beş ayetin başında sorulan sorular tekrar edilmektedir. Söz konusu ayetlerin sonlarına doğru sorulan soruların beşi de aynı sorular olup, “Allah’tan başka bir ilah mı var?” şeklindeki sorulardır.
Şimdi dilerseniz bu beş ayetin mealini dikkatle okuyup, içeriği üzerinde dirayetle düşünerek beş ayette ard arda aynı sorunun neden tekrarlanmış olduğunu anlamaya çalışalım:
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa gökleri ve yeri yaratan gökten size su indiren mi? O suyla bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirdik. Allah’tan başka bir ilah mı var? Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur.” (Neml, 60)
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından (yeraltından ve üstünden) nehirler akıtan, arz için sabit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’tan başka bir ilah mı var? Doğrusu onların çoğu (hakikatleri) bilmiyorlar.” (Neml, 61)
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa darda kalana kendine yalvardığı zaman karşılık veren ve (başındaki) sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilah mı var? Ne kadar da kıt düşünüyor sunuz?” (Neml, 62)
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’tan başka bir ilah mı var? Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir.” (Neml, 63)
“(Onlar mı hayırlı) Yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilah mı var? De ki: Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” (Neml, 64)
Bu ayet-i kerîmelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Allah Teâlâ, insanlar için yarattığı ve yaptığı bazı şeyleri onlara hatırlatarak, (onlar mı hayırlı) yoksa belirtilen nimetleri sizlere ihsan eden mi? sorusunu sorduktan sonra, beş ayetin beşinde de: “Allah’tan başka bir ilah mı var?” sorusunu sorup insanları durup düşünmeye, kendilerine gelip Allah’tan başka bir ilah olmadığına inanmaya ve O’na ortak koşmaktan kaçınmaya davet etmektedir.
Beş ayette geçen işleri kendisinin yaptığını belirtip gözler önüne sererek, kendisinden başka ilah olmadığına delil gösterdikten sonra da: “Eğer doğru söylüyorsanız siz kesin delilinizi getirin!” buyurarak Allah’a ortak koşanların davranışlarına delil getiremeyeceklerini vurgulayıp, yaptıkları sapıklıklara son vermelerini istemektedir.
Yurdumuzun her yerinde halkın dilinde dolaşan deyimlerden biri de insanlara hal hatır sorularak “ne var ne yok?” denildiğinde: “Allah var, şerîki yok” şeklinde verilen cevaptır. Millet olarak inancımızı, düşüncemizi ve duygumuzu dile getiren bu deyim oldukça önemli ve güzel bir deyimdir.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız ayetlerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Kur’ân-ı Kerîm, insanları kula kul olmaktan kurtarıp, Allah’a kulluğa kavuşturmayı hedeflemektedir.
Bu cümleden olarak Nisa Suresi’nin 36. ayetinde: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın…” buyuran Allah Teâlâ, ibadet ederken başkalarını o ibadette Allah’a ortak etmemeleri veya birilerine gösteriş yaparak ibadet etmek suretiyle gizli şirk koşanlardan olmamaları hususunda uyarmaktadır.
Bu uyarıyı duyan ve içeriğine uyan duyarlı ve dirayetli Müslümanlardan olmamız temennisi ile sözlerimi noktalarken, seçkin heyetinizi, yıllar önce yazdığım bir şiirin son iki beyti ile selamlıyor, saygılar sunuyorum:
Allah’tan gayriye eğmem başımı,
O’dur veren ekmeğimi aşımı.
Ölsem de, solsam da, pulsuz kalsam da
Kula kul olmak yok benim dünyamda.”