Annelik Modeli
Ailem Vakfı, Ankara’nın Ulus semtindeki Büyükşehir Belediyesi’ne ait 100. Yıl Konferans Salonu’nda 15 Mayıs 2016 Pazar günü “Annelik Modeli” konulu bir panel düzenledi. Saide Nur Yıldız’ın modaratörlüğünde gerçekleştirilen panel, Vakıf Başkanı İbrahim Ünal’ın açış konuşmasıyla başladı. Çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirilen panelde YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş “Anneliğin Özellik ve Güzellikleri”, İlahiyatçı- Dini Psikolojisi Uzmanı Belgüzar Özbek “Dezavantajlı Gruplardan Mahkum Kadının Anneliği”, Klinik Psikolog-Pedagog Mehmet Teber “Anneliğin Dönüşümü ve Üç Kuşak Annelik” ve Çocuk ve Ergen Terapisti Berrin Göncü Işıkoğlu da “İade-i İtibar; Bir Şefkat Mesleği Olarak Annelik” konulu birer bildiri sundular. İlk bildiriyi sunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, paneli tertipleyen İbrahim Ünal ve Saide Nur Yıldız ile Vakfın diğer görevlilerine tebrik ve takdirlerini, katılımcılara da teşekkürlerini ileterek başladığı konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Sayın Başkan, saygıdeğer panelistler, kıymetli konuklar, basınımızın güzîde temsilcileri!
Anneliğin özellik ve güzelliklerini anlatıp aktarmak amacıyla düzenlenen “Annelik Modeli” konulu böylesine önemli ve anlamlı bir panelde sizlerle bir araya gelmenin haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Allah’a iman ve ibadet, ana-babaya da ihsân ve itaatta kaim ve daim olan dikkatli, dirayetli ve duyarlı Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Anne, dünyaya gelmemize vesîle olan iki önemli insandan biridir. Diğeri de babadır. Her ikisi de hepimiz için hayatî ehemmiyet arz eden bu insanlara ihsân, Allah’ın emri ve dinimizin direktifidir. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de (Bakara 83, Nisâ 36, En’âm 151, İsrâ 23) Allah’a ibâdetin akabinde ifade edilen bu ihsânın îfâ edilebilmesi için, onların hayatımızdaki yerleri ile Allah katındaki değerlerini bilmemiz gerekir. Bu bakımdan teşrîfinizle taçlandırdığınız bu paneli çok önemsiyor, tertipleyen kardeşlerimize tebrik ve takdirlerimi, teşrîf eden siz kıymetli konuklara da teşekkürlerimi ileterek sözlerime başlamak istiyorum.
Panelin gerçekleştirildiği bu gün, (15 Mayıs 2016) güzel bir tevâfuk eseri, Dünya Aile Günüdür. Anneler Gününden bir hafta sonra ve Dünya Aile Günü’nde siz saygıdeğer konuklarımızla burada bir araya gelmenin haz ve huzûru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, ailenizde sürûr ve hanenizde huzûr havasının hâkim olmasını diliyorum.
Her ailenin üç önemli öğesi vardır. Anne, baba ve çocuk. Anne yuvanın yüreği, baba evin direği, çocuk da ailenin bileğidir. Hanede huzur ve mutluluğun teminâtı niteliğinde olan bu üç önemli unsurun yekdiğerinin yanında ve yardımında olması büyük önem arz eder. Dolayısıyla yüreği sıkılmaktan, direği yıkılmaktan, bileği de bükülmekten korumak gerekir. Aksi takdirde hayatta huzursuzluklarla sıkıntı ve çöküntüler birbirini izler. Aile ve toplumu böylesi olumsuzluklardan korumayı hedefleyen yüce dinimiz, insanî ilişkilerde sevgi ve saygının esas alınmasını öngörmüştür. Bilhassa büyüklere hürmeti, küçüklere de merhameti tavsiye etmiştir. Bu çerçevede ana-babaya iyilik ve itaatı, çocuklara da sevgi ve şefkati emretmiştir. Ebeveyne ihsânın, insanî bir görev ve islamî bir vecîbe olduğunu defalarca vurgulayan kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in İsrâ Suresi’nin 23-24. ayetlerinde çocukların ana-babalarına karşı davranışlarını dizayn etmede uymaları gereken hususlar şöyle beyan buyurulmuştur:
“Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa kendilerine “öf” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçak gönüllükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.”
Ebeveynin evlat üzerindeki hukuku ile onlara gösterilmesi gereken hürmet ve muhabbeti müteaddid hadîs-i şerîfinde dilegetiren sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîfinde: “Allah’ın rızası, ana-babanın rızasındadır.” buyurmuştur.
İnsan için hayat, anne ile başlar. Anneler, bir ömür boyu edindikleri deneyimleriyle yolumuzu aydınlatan, hayatı, insanları ve dünyayı sevmeyi öğreten, geleceğe umudla ve güvenle bakmamızı sağlayan, bizleri güçlü kılan yüce varlıklarımızdır. Bir bakıma annelerimiz, bizler için, küçük yaşlardan başlayarak hayat ve insan modeli olan toplumun en önemli aktörleridirler. Aileyi bir arada tutan en önemli unsur da annedir. Birey olarak bizler için anne, şefkat olduğu kadar sevgi ve huzurdur. En mutlu anlarımızda sıcacık yuvamız ve en darda kaldığımız anlarda tek teselli kaynağımız ve sığındığımız limanlardır.
Annelerin evlatlarına aşıladığı insanî değerlerin, herkes için bir ömür boyu yol gösterici olduğu herkesin bildiği bir gerçektir. Bu bakımdan, kişilerin birey olarak toplumun içindeki yerini belirleyen en önemli faktör, aile içerisinde aldığı eğitimdir. Barış ve huzur dolu bir toplumu ancak, annelerin yetiştireceği dürüst, sağlıklı ve özgüvenli bireylerle kurabilmek mümkündür. Onlar, yetiştirdikleri sağduyulu, ilkeli ve özgüvenli bireylerle sağlıklı ve gelişmiş toplumların temelini oluştururlar.
İnsanın yaratılmasında babalığın gücü anneliğe göre üçte bir oranındadır. Hadîs-i şerîfte Resûlullah (s.a.v.), kendisine, kime öncelikli bir yakınlık göstermesi gerektiğini soran şahsa verdiği cevap ‘annen' olunca, ikincisinin kim olduğu sorusuna tekrar ‘annen,' üçüncüsünün kimliğine de yine ‘annen' cevabını vermiştir. Baba dördüncü sırada zikredilmiştir. Bunun açık yorumu şudur: Üç baba bir anne hacmini doldurmaktadır. Burada babalığın değerinin yok sayılması söz konusu değildir elbette. Nihayetinde baba da iki elden biridir. Ancak sağ elin sol ele göre pratikliği daha yoğun olduğu gibi anne de babaya göre, insanın yaratılmasında sağ eldir. Babanın ellerden bir el olmasının tartışılmaz bir hakikat olduğu ise malumdur.
Kadının en güzel vasfı anneliğidir. O, yuvanın özüdür, gerçeğidir. Kadını bir papatyaya benzetirsek, papatyanın ortasındaki koyu sarı ve canlı rengidir. Işığını Cenâb-ı Haktan ve O’nun desteğinden almıştır. Papatyanın her bir yaprağı annedeki özellikleri yansıtır.
Bir yaprak sevgiyi, biri şefkati, biri merhameti, biri hoşgörüyü, biri sabrı, biri inceliği, bir diğeri iman ve tevekkülü... Bu güzelliklerin en başta olanı iyi bir eş olmak, çocuklarını edep çerçevesinde topluma kazandırmaktır.
Rivayet edildiğine göre, birisi Resûl-i Ekrem (s.a.v.)'e gelerek; "Yâ Resûlallah, ben çok kötü işler yapmışım, acaba benim tövbem kabul olur mu?" demiş. Resûl-i Ekrem (s.a.v.); "Acaba annen veya baban yaşıyor mu?" diye sormuş. O da; "Babam yaşıyor." demiş. Resûl-i Ekrem (s.a.v.); "Git ve ona iyilik et." buyurmuş. Adam çıkıp gittikten sonra, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) yanındakilere dönerek şöyle buyurmuş: "Keşke annesi olsaydı da, ona iyilik etseydi; tövbesi daha çabuk kabul olurdu."
Bir kadının “hakiki anne” olabilmesinin temel şartı, tabiatıyla aile kurması, yani evlenmesidir. Onun içindir ki geçirdiği her dönemin büyük önemi vardır. Bu dönemler, onun ileride omuzlarına yüklenecek olan “annelik” görevini hangi derecede başarabileceği konusunda birer ölçüdür. Onun çocukluğu, aldığı eğitim ve gördüğü terbiye çok önemlidir. Evlilikle başlayan aile hayatı, çocuğun olmasıyla mükemmelliğe ulaşır. Aileye katılan çocukla birlikte kadın bir anne, erkek de bir baba olarak yeni sorumluluklar almışlardır.
Yüce Allah, anaların yüreğine öyle derin bir sevgi ve şefkat koymuştur ki bununla isterlerse ailenin bütün fertlerini koruyup kollayabilirler. Yeter ki anne bu sevgi ve şefkatini lüzumsuz yerlerde kullanmasın. Kendine verilen bu nimeti layık olanlarla paylaşsın. Bunun için her şeyden önce annenin; görevinin, sorumluluğunun farkında olması gerekmektedir. Eğer bir ailede anne, vazifesini yerine getirmezse o aileden hayırlı şeyler beklemek fazla iyimserlik olur.
Cenab-ı Hakk’ın Rahmân ve Rahîm isimlerine âyinedarlık yapan ve İlahî merhametin dünyamıza yansıyan sürekli bir görüntüsü "anne"dir. Onun kutsal görevi olan "annelik" ise öyle bir meslektir ki başka hiçbir meslekte eşi görülmemiş şekilde günde yirmi dört saat mesaisi olan, üstelik hiçbir ücret talep edilmeyen, her türlü eza ve cefaya seve seve katlanılan bir meslektir.
Toplumun çekirdeği hükmünde olan ailelerin temel taşı, özü annelerdir. O anneler ki peygamberler, âlimler, şehitler doğurmuşlardır. En câhilinden, en âlimine kadar hepsi de hürmete layık kimselerdir. Sanırım hepimiz için annemizden daha değerli, daha hürmete layık bir başka kimse yoktur. Zira biliriz ki o bizi, biz olduğumuz için, karşılıksız bir şekilde seven, olduğumuz gibi bağrına basan tek insandır.
Kur'ân-ı Kerîm'de analığın zorluğundan, çektiği zahmetlerden çok açık ve net olarak bahsedilmiştir. (Lokman 14, Ahkaf 15) Bunun sonucu olarak yine birçok ayet-i kerimede ana-babaya iyilik ve itaatten bahsedilerek, o muhterem insanlara, özellikle anneye nasıl davranacağımız açıklanmıştır. Hattâ en olumsuz şartlarda bile onlara en ufak bir saygısızlığın yapılamayacağı belirtilmiştir. (İsrâ, 23-24) Kur'ân-ı Kerîm anne ve babaya karşı "öf " bile demeyi yasaklayacak derecede onlara saygı ve itaati emrederken, öte yandan da İslam'a aykırı emirlerine itaatten bizleri men etmektedir. (Ankebut 8 , Lokman 15)
Anne çektiği zorluk ve sıkıntıların karşılığını dünyevî olarak saygı ve itaat şeklinde aldığı gibi, kendisine uhrevî müjdeler de verilmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) annelere buyurdular ki: "Râzı değil misiniz ki, biriniz kocası kendisinden râzı olduğu halde hâmile kaldığında Allah yolunda gündüz oruç tutup gece ibâdet eden bir kişinin sevabı kadar sevap alsın." "Doğum sancısına tutulduğunda, gök ve yer ahalisi dahi onun için Cennette ne sevindirici şeylerin hazırlandığını bilemesin. Doğum yaptığında çocuğun memesinden emdiği her yudum süte bir sevap yazılsın. Gece çocuk onu uykusuz bıraktığında Allah rızası için yetmiş köle azad etmiş gibi sevap kazansın."
Demek oluyor ki annelik zor ama çok kârlı bir meslektir. Yeter ki yapılan annelik, Kur'ân'ın ruhuna, Peygamberimiz (s.a.v.)’in sünnetine uygun olsun. Gerçekten de annelik, sorumluluğu çok ağır olan bir görevdir. Zira gelecek nesillerin yetiştirilip, yönlendirilmesinde; terbiye edilip topluma kazandırılmasındaki temel kaynak, en etkili makam annedir. Anneler çocuklarını sadece doğurup, yedirip, içirip, giydirmezler. Aynı zamanda o saf, temiz, yumuşacık beyaz bir hamura benzeyen çocuk fıtratını alıp işleyen, ona şekil veren insanlardır, beyin mimarlarıdır. Onun içindir ki; kendileri ne kadar eğitimli, hüsn-ü ahlak sâhibi, mükemmel insan olurlarsa, yetiştirdikleri nesiller de o kadar mükemmel olacaktır.
Beşeriyetin babası Hz. Âdem (a.s.), anasız ve babasız topraktan yaratılmış, Hz. İsa (a.s.) da babasız dünyaya gelmiştir. Bu iki peygamberin dışındaki diğer insanların tamamı bir ana ve babadan dünyaya gelmişlerdir. Dolayısıyla ana-baba her insanın varedilişinin vasıtası ve sebeb-i vücududur. İnsanı yaratan Allah Teâlâ, dünyaya getiren de ana-babadır. Bu itibarla her insan Allah’a ibadet, ana-babaya da ihsanla yükümlüdür.
İnsanlar üzerinde Allah ve Peygamberden sonra en çok hakkı olan iki kişinin ilki anne, ikincisi de babadır. Bu gerçek Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Nisâ Suresi’nin 36. ayeti ile İsrâ Suresi’nin 23-24. ayetlerinde dikkatimize getirilmiştir. Her müslümanın bu ayetleri dikkatle ve dirâyetle okuyup îcâbını îfâ etmesi gerekir.
İnsanın Allah’ı bir olduğu gibi ana-babası da birdir. Kişinin sütannesi, üvey annesi, üvey babası, dadısı, kayın vâlidesi ve kayın pederi olabilir ama öz annesi ve babası tektir. Allah’a ortak koşmak insanı imandan eder. Ana-babaya isyan etmek de Allah’ın gazabına uğratıp, azabına duçar eder.
Bu bakımdan ashâb-ı kirâmdan birinin: “Ana-babanın çocukları üzerindeki hakkı nedir?” sorusuna Hz. Peygamber (s.a.v.)’in: “Onlar senin cennetin ve cehennemindir.” mealindeki cevabı câlib-i dikkattir. Yani senin onlara karşı davranışların cennete de cehenneme de girmene vesîle olur demektir. Bu gerçek çok iyi bilinmeli ve ebeveyn karşısında dâima dikkatli ve duyarlı davranılmalıdır.
Allah’a kullukta kusur etmemeliyiz. Peygamberin sünnetine sarılmalıyız. Ebeveynlerimizle dua alışverişi içinde olmalıyız. Hayatta olan ana-babamızın dualarını almalı, ebediyete göçenlere de biz dua etmeliyiz. Hayatta olan ana-babamızın; hizmetlerinde olmak, isteklerini yerine getirmek ve her türlü ihtiyaçlarını temin etmek suretiyle gönüllerini kazanıp dualarını almanın gayreti içinde olmalıyız. Ahirete intikal edenlerin de yapacağımız dua, hayır, hasenât ve Kur’ân-ı Kerîm tilâvetiyle ruhlarını şâd etmeye çalışmalıyız. Sabah kalkınca, akşam yatmadan önce, beş vakit namazdan sonra, Kur’ân okuduktan sonra, ev halkına ve misafirlere herhangi bir ikramda bulunduğumuzda ve kendimize dua ettiğimizde mutlaka anamıza, babamıza, dedelerimize, ninelerimize ve atalarımıza dua etmeliyiz:
Allah’ım! Anamı, babamı, dedelerimi, ninelerimi, Hz. Âdem’e varıncaya kadar tüm büyüklerimi bağışlayıp rahmetine daldırdığın ve cennetine aldırdığın mutlu ve bahtiyar kullarından eyle. Var ise günahlarını hasenâta (iyiliklere) tebdîl eyle. Mekânlarını cennet ve makamlarını yüce eyle. Onları benden razı eyle. Sen de onlardan ve benden razı ol yâ Rabbi.” gibi hayırlı dua ve dileklerde bulunmalıyız. Biz onlara dua edelim ki, bizden sonrakiler de bize dua etsinler. Unutmayalım ki onların, bizim dua, iyilik ve hayrâtımıza ihtiyaçları, yazın sıcak günlerinde susuzluktan dili dudağı kuruyanların bir bardak soğuk suya ihtiyacından, kışın dondurucu soğuğunda titreyip donmak üzere olan bir kişinin bir bardak sıcak çaya ihtiyacından daha fazladır. Onları dualarımızla doyurmalı, Kur’ân ile ruhlarını şâd etmeliyiz.”
Dr. Ateş’ten sonra diğer panelistlerin sundukları birbirinden güzel bildirilerin nihayetinde sorulan sorular da cevaplandırıldı ve panelistlere Vakfın şükran plaketleri takdim edildi. Bu arada YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, Ailem Vakfı Başkanı İbrahim Ünal ve Genel Sekreteri Saide Nur Yıldız ile bildiri sunan Belgüzar Özbek, Mehmet Teber ve Berrin Göncü Işıkoğlu’na “İyilik ve Karz-ı Hasen” adlı son kitabını takdim etti.