Asr-ı Saadette Kadın
İnsanlar, yeryüzündeki yaratıkların en güzeli (Tîn, 4), en mükemmeli ve en mükerremi (İsrâ, 70)dirler. Babaları Hz. Âdem (a.s.), anneleri de Hz. Havva’dır. Allah Teâlâ yeryüzünde halife olarak yarattığı Hz. Âdem (a.s.)’i (Bakara, 30) yalnız bırakmamış, O’na eş olarak Hz. Havva’yı (Nisa, 1) yaratmıştır. Bu ikisinden de diğer insanları var etmiştir.
İnsanlar, yaratılışlarındaki güzelliklerle büyükbabaları Hz. Âdem (a.s.) ve büyükanneleri Hz. Havva’dan tevârüs ettikleri özellikleri koruyup, güzel bir varlık olarak güzel bir hayat yaşamaya ve ataları Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. Havva’dan intikal eden özellikleri devam ettirerek, Onlara layık torunlar olmaya çalışmalıdırlar.
Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki halifesi olarak yaratıp ilim, irfan, idrâk, iz’ân, akıl, fikir, irade, iman, ihlâs, ibâdet ve itaat gibi müstesnâ meziyetlerle donattığı Hz. Âdem (a.s.) gibi adam ve eşi Hz. Havva gibi hanım olmaları için, onların özellik ve güzelliklerini öğrenip, benzeri meziyetleri kazanmanın gayreti içinde olmalıdırlar.
Beşeriyetin babası Hz. Âdem (a.s.), anası da Hz. Havva olduğuna göre, onları örnek alıp, erkeklerin Hz. Âdem (a.s.)’in, kadınların da Hz. Havva’nın özellik ve güzelliklerini taşımaya çalışmaları gerekir.
Bu inanç ve bilinçle Hz. Âdem (a.s.) ile eşi Hz. Havva’nın yaratılışlarıyla ilgili ayet-i kerîmelerle, Hz. Âdem (a.s.)’e verilen ilk emirleri içeren ayet-i kerîmeleri incelediğimizde, Allah Teâlâ’nın O’na verdiği ilk emrin (Bakara, 33) eşyanın isimlerini meleklere anlatmak, ikincisinin de eşi Hz. Havva ile cennete yerleşmek olduğunu görürüz. Dolayısıyla neslinin de ilim öğrenip öğretmeye ve aile hayatına özen göstermeye yönelme zorunda olduğunu anlarız.
Herkes için hayatî ehemmiyet arz eden bu iki noktadan hareketle insanların mutlu ve müreffeh olmaları için bilgi alışverişinde bulunup, yaptıkları her şeyi bilerek yapmalarının ve huzurlu bir hayat yaşamaları için karşılıklı sevgi, saygı, şefkat ve merhamete dayalı bir aile birlikteliği kurmalarının zaruretini idrâk ederiz.
Öte yandan her insanın edindiği bilgi birikimini ondan yoksun olanlarla paylaşmasının toplum için ne kadar önem arz ettiğinin, eşlerin yekdiğerine dünya hayatını cennet hayatına dönüştürecek ve cennete birlikte girmelerine vesîle olacak duyarlı, dirâyetli davranışlarda bulunmalarının zarûretini idrâk ederiz.
Evet, her insan, Hz. Âdem (a.s.) ile Hz. Havva’nın torunlarından biridir. Ama onların torunu olmak, onlar gibi değerli insan olmak için yeterli değildir. Çünkü torunları arasında onların inanç ve hayat anlayışını benimseyip, izlerinde olan iyi insanlar da var, şekli insan olmakla birlikte şeytanî davranışlarda bulunanlar da vardır. Hem fizik, hem de fikir olarak Âdem ve Havva’nın meziyetlerine sahip olanlar, onlara layık torunlardır. Fizikî yönden onlara benzemekle birlikte, fikrî yönden şeytana uyanlar da şeytan gibi kötülüğe yönelenlerdir.
Kadını ve erkeğiyle tüm Müslümanların, büyükbabaları Hz. Âdem (a.s.) ile büyükanneleri Hz. Havva vâlidemize layık torunlar olmaları için, Kâinâtın Efendisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile müminlerin anneleri olan muhterem eşlerini örnek almaları samîmî dilek ve temennilerimiz arasındadır. Bilhassa, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz bu program vesîlesiyle bilumum hanım kardeşlerimizin, Efendimiz (s.a.v.)’in mübârek eşleri ile ashâb-ı kirâm’ın muhterem eşlerini örnek almalarını temenni ve tavsiye ediyoruz. Zira, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Müslüman hanımın örnek alacağı kadın, ne İngiltere’nin kraliçesi, ne Fransa’nın föst laydisi, ne de başka bir ülkenin bir numaralı hanımefendisidir. Hz. Âdem (a.s.)’in Havva’sı, Hz. İbrahim (a.s.)’in Hâcer ve Sâresi, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Haticesi, Aişesi ve diğer zevcât-ı tâhirâtı (mübârek eşleri) ile ashâb-ı kirâmın muhterem eşleri olan hanım sahâbelerdir. Zira onlar, insanlık semasının yıldızlarındandırlar.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’i canından çok sevip, gözü gibi koruyan Hz. Hatice (r.a.), Hz. Peygamber tarafından kendisi hakkında: “Dininizin yarısını bu kırmızı kadından öğrenin.” diyecek kadar bilgin olan Hz. Aişe (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in birçok özellik ve güzelliğini taşıyan ve Efendimiz (s.a.v.) tarafından “Fâtıma benden bir parçadır.” buyrulan Hz. Fâtıma (r.a.) ile imanında sebat edip akıl almaz işkencelere göğüs gererek Mekke müşriklerine baş kaldıran islamın ilk şehidi Hz. Sümeyye (r.a.) ile benzeri binlerce kahraman asr-ı saadet kadını varken, batının ne idüğü belirsiz sıradan kadınlarına imrenilir mi?
Her biri hârika bir örnek olan Peygamber ve sahâbe eşleri muhterem annelerimizin bazı özellik ve güzelliklerini günümüze yansıtmayı hedefleyen YOYAV, bu yıl Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediği programda “Asr-ı Saadette Kadın” konusunu gündeme getirdi.
21 yıldır Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla 1996 yılından bu yana her yıl kadınlarla ilgili ayrı bir konuyu ele alarak birbirinden güzel 21 kutlama programı gerçekleştirdi. Bu programlarda: “Kur’ân’da Kadın”, “Kur’ân Penceresinden Kadına Bakış”, “Kadının Ülke Kalkınmasındaki Rolü”, “Çalışan Kadınların Sorunları”, “2000 Yılında Kadın”, “Dünyada ve Bizde Kadın”, “Kadının Toplum Hayatındaki
Yeri”, “Siyaset, Sanat ve Sosyal Hayatta Kadın”, “Geçmişte ve Günümüzde Türk Kadını”, “Hayırsever Hanımlar”, “Türk Vakıf Medeniyetinde Kadınların Yeri”, “Bilim ve Teknolojide Kadınların Yeri”, “Ülke Eğitiminde Kadınların Yeri”, “Kadın ve Kariyer”, “Kadın ve Şiddet”, “Kadın ve Kalkınma”, “Rol Modeli Olarak Hz. Hatice”, “Kadın ve Maneviyat”, “Kadınlara Kalkan Eller Kırılır”, “İmanda Öncü ve Örnek Kadınlar” ve “Kadın Toplumun Yarısıdır, Yarası Değil” gibi önemli konularda değerli düşünceler dile getirildi.
Bu yıl 77 kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği
“Asr-ı Saadette Kadın” konulu 22. Kadınlar Günü programına katılan konuklar arasında 20. Dönem Adana Milletvekili Dr. İ. Ertan Yülek, 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel, Özel Çağrı Okulları Kurucu Genel Müdürü Nuran Altunbaş, Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfı Başkanı İbrahim Karakoç, S.Ü. Fikiz Ana Bilim Dalı Başkanlığından Emekli Prof. Dr. Gürcan Yülek, YOYAV Mütevelli Heyet Üyelerinden Nurçin Sayan, Kadriye Baratalı, Onur Kurulu Üyelerinden Nimet Boyacıoğlu da vardı.
“Asr-ı Saadette Kadın” konusunda konuşan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’ten sonra, 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel “Sahâbî Hanımların Ferâseti” konulu, S.Ü. Fizik Ana Bilim Dalı Başkanlığından Emekli Prof. Dr. Gürcan Yülek “Kadının Dünü-Bugünü” konulu, Özel Çağrı Okulları Kurucu Genel Müdürü Nuran Altunbaş “Asr-ı Saadet Kadınlarından İki Örnek” konulu birer konuşma yaptılar.
Katılan davetlilere takdir ve teşekkürleriyle hürmet ve muhabbetlerini arz ederek başladığı konuşmasında değerli düşünceleri dile getiren YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş şunları söyledi:
“Saygıdeğer hanımefendiler, kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla düzenlediğimiz toplantıların 22.sinde siz kıymetli konuklarımızla bir araya gelmenin haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, şerefli varlığınızla törenimizi taçlandırmanızdan dolayı takdir ve teşekkürlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
Gününüzün kutlu, yaşantınızın mutlu ve geleceğinizin umutlu olması temennisiyle sözlerime başlarken, gösterdiğiniz ilgi ve sağladığınız katkıdan dolayı şükranlarımızı sunuyor, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum.
İnsan, Allah’ın yeryüzünde en üstün, en saygın ve en onurlu varlığıdır. İsrâ Suresi’nin: “Yemin ederim ki, biz insanoğlunu şerefli bir varlık yaptık. Onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine en temiz ve en iyi şeylerden rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” mealindeki 70. ayeti bunu ifade etmektedir.
İnsan, doğuştan gelen bu konumunu, inanç, söz, eylem ve davranışlarıyla devam ettirir veya düşürür. Dünya ve ahirette iyi veya kötü bunun karşılığını insanın kendisi görür. Bu husus kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Tîn Suresi’nin 4-6. ayetlerinde şöyle bildirilmektedir: “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık, sonra onu aşağıların aşağısına indirdik, ancak iman edip sâlih amel işleyenler başka, onlar için devamlı bir mükâfat vardır.”
İnsan ancak inancı ve iyi işleriyle itibarını, değerini ve onurunu koruyabilir; ahlâk ve edep dışı kötü işleriyle değerini düşürür.
Özelikle kadının insan cinsi içinde ayrı bir yeri vardır. Çünkü kadın fiziksel, ruhsal ve duygusal yapısıyla erkekten farklıdır, daha güzel ve daha câziptir (Âl-i İmrân, 14). İşte kadının bu farklılığı ve câzibesi, gözlerini dünya hırsı bürümüş bir takım insanlar tarafından cinsellik, reklâm, televole programları ve eğlencelerde öne çıkarılıp kullanılmaktadır. Bu, kiminin annesi, kiminin eşi, kiminin bacısı, kiminin de kardeşi olan kadını sömürmek, onun şeref ve onurunu çiğnemektir. İslam’ın ilkelerine de insan ve kadın haklarına da aykırı bir durumun önüne geçilmesi insanlık görevidir.
Malumunuz olduğu üzere İslam’ın ortaya çıktığı Arap toplumunda kadınlar eşya gibi alınıp satılıyor, horlanıp hakir görülüyorlardı.
Câhiliye döneminde kız çocuğuna sahip olmak, nefislere ağır geliyordu. Bir kız çocuğunun doğumu kendilerine müjdelenenler, belli bir zaman kavminin yanına çıkamıyorlardı. Masum yavruları diri diri toprağa gömüyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm bu ilkel davranışları, Nahl Suresi’nin 57-59. ayetlerinde şu şekilde haber vermektedir: “Onlar, kızları Allah’a nispet ediyorlar –ki O bundan uzaktır- kendilerine ise, canlarının istediğini. Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir! Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!”
Nitekim Hz. Ömer (r.a.): “Vallâhi câhiliye döneminde bizim yanımızda kadınlar, hiçbir kıymet ifade etmezlerdi. Ne zaman ki Allah Teâlâ kadınlar hakkında indireceğini indirdi ve Allah Resûlü (s.a.v.) de bu konuda gerekli açıklamaları yaptı, işte o zaman kadınlar, gerekli hak ve paylaşımlara kavuşmuş oldular.” demiştir.
İşte bu ilkel ve sakat görüşlerin hüküm sürdüğü devirde, İslam Dini, kadınlara; insanî, ahlakî, hukukî, sosyal, eğitim ve ekonomik alanlarda yeni düzenlemeler ortaya koyarak gerekli değeri vermiş, onları onurlandırmıştır. Asırlardır büyük bir özlem içinde beklenen “herkese insanca muamele” dönemi başlamıştır.
Hanım sahâbîler İslam’ın gelişiyle birlikte câhiliye döneminde uğradıkları haksız uygulamalardan kurtulmakla kalmamışlar, aynı zamanda sosyal hayatta daha aktif bir rol oynamaya başlamışlardır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde kadınlar toplumsal hayatın pek çok sahasında rahatlıkla yer alabiliyorlardı. Kimi hanımlar ticaretle, kimi eğitim öğretimle, kimi sağlık hizmetleriyle uğraşıyordu. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) döneminde kadınların toplum içindeki değerini ve önemini ortaya koyan belki de en önemli uygulama, Allah Resûlü’nün hanımlardan biat almasıdır. Şehir devletinin başı ile halkı arasında bir nevi bağlılık sözleşmesi anlamına gelen biatlerde, sahâbe hanımların yer alması, onlara önemli bir toplumsal yer ve siyasî katılım hakkının verildiğini gösterir.
Hz. Peygamber (s.a.v.), bir yandan hanımlara aile ve toplum hayatında değer kazandırırken, öte taraftan onları her zaman korur kollar, haklarının gasp edilmesine ve eziyete uğramalarına müsaade etmezdi. Kadınlara kibar ve anlayışla davranmak Efendimiz (s.a.v.)’in hayat ilkelerinden biriydi.
Sahâbî hanımların, Peygamberimiz (s.a.v.)’e yakın olmaya çalışmalarının ve O’na sorular sormalarının temelinde Kur’ân’ı ve Sünnet’i en doğru biçimde öğrenmek ve yaşamak arzusu vardı. Onlar Kur’ân’ı ve Sünnet’i öğrenmede erkek sahâbîlerden geri kalmak istemiyorlardı.
Güzel konuşmasıyla bilinen ve bu yüzden “Kadınların Hatibi” olarak tanınan Medineli hanım sahâbî Esmâ binti Yezîd, bazı hanımların sözcüsü olarak Allah Resûlü (s.a.v.)’e gelerek sürekli erkeklerin eğitim aldıklarını söylemiş ve hanımlara da bir gün ayırması talebinde bulunmuştu.
Kalabalık bir sahâbe topluluğu Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında iken Resûlullah (s.a.v.)’ın huzuruna çıkmış ve şöyle demişti:
“Ey Allah’ın elçisi, ben kadınları temsilen Sana geldim. Canım sana feda olsun. Doğuda ya da batıda benim şimdi söyleyeceklerimi duysun ya da duymasın, benimle aynı kanaatte olmayacak hiçbir kadın yoktur. Allah Seni hem erkeklere ve hem de kadınlara Peygamber olarak gönderdi. Biz de Sana ve Senin Rabbine iman ettik. Ancak kadınlar olarak biz, siz erkeklerin evlerinde kapanıp kaldık. Çocuklarınızı doğurduk. Oysa siz erkekler Cuma namazı kılıyor, camiye gidiyor, cemaate katılıyor, hastaları ziyaret edip cenazelerde bulunuyorsunuz. Ardı ardına haccediyorsunuz. Bütün bunların en önemlisi Allah yolunda cihâda gidiyorsunuz. Böylece işlediğiniz güzel amellerle bizden üstün oluyorsunuz. Siz erkeklerden biri hac veya umre için ya da düşmanla savaşmak üzere evinden çıktığı zaman mallarınızı biz koruyoruz. Yün eğirip size elbise yapıyor, çocuklarınıza bakıyoruz. Peki, bu durumda biz de sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size ortak olamaz mıyız?”
Resûlullah (s.a.v.) Esmâ’nın bu sözlerini takdir etmiş ve ashâbına dönerek: “Siz bir kadından, dinî meseleler konusunda bundan daha güzel söz işittiniz mi?” buyurmuştu. Esmâ yine bir başka gün, Resûlullah (s.a.v.)’in yanına gelerek:
“Senin hadislerini hep erkekler öğreniyor. Allah’ın Sana öğrettiklerini bize de öğretmen için biz hanımlara da bir gün ayırır mısın?” demiş, eğitim ve öğretim için hanımlara bir gün tahsis edilmesini istemişti. Peygamberimiz (s.a.v.) de Esmâ’nın bu teklifini olumlu karşılamış, hanımlara özel bir gün ayırarak o gün onlarla sohbet etmişti.
Bu özel günün hâricinde de hanımlar Mescid-i Nebevî’ye gelerek sabah namazı dâhil, vakit namazlarına katılır, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hutbe ve vaazlarını dinlerlerdi.
“Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescidlerine gelmelerine engel olmayınız.” buyuran Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hanımlar ile mescid arasına engel olunmasına bizzat müdâhale etmişti.
Asr-ı Saadet kadınları, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sohbetlerine katılıp söylediklerini dinlemeye, islamı O’nun ağzından duyup öğrenmeye, peyderpey indirilen ayetleri anında ezberleyip uygulamaya, Mescid-i Nebevî’ye devam edip, cemaatle namaz kılmaya, Hz. Peygamber (s.a.v.)’den duyduklarını aile bireylerine, yakınlarına ve komşularına aktarmaya, zaman zaman eşleriyle birlikte savaşa katılıp onlara yiyecek, içecek hazırlamaya, yaralıları tedavi etmeye, yaptıkları konuşmalar ve okudukları şiirlerle mücâhitleri teşvik edip yüreklendirmeye, psikolojik ve lojistik destek vermeye özen göstermişlerdir.
Esma binti Yezîd’in Hz. Peygamber (s.a.v.)’e arz ettiği taleplerin benzeri talepler, diğer bazı sahâbî hanımlar tarafından da Efendimiz (s.a.v.)’e arz edilmişti. Bir rivayete göre Ahzâb Suresi’ndeki Hz. Peygamber (s.a.v.)’in eşleriyle ilgili ayetler nâzil olduğu zaman, bazı sahâbe hanımları: “Bizim hakkımızda bir şey nâzil olmadı.” demişlerdi. Bunun üzerine Ahzâb Suresi’nin aşağıda meali arz edilen 35. ayeti nâzil oldu.
Diğer bir rivayete göre de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in hanımları: “Yâ Resûlallah! Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de erkekleri zikrediyor, demek ki, bizim zikrolunacak hiçbir iyiliğimiz yok. Bizden hiçbir itaat kabul buyrulmayacak diye korkuyoruz.” demişlerdi. Ahzâb Suresi’nin 35. ayeti bunun üzerine nâzil oldu. Hanım sahâbîlerin her iki rivayette dile getirilen endişelerine yer olmayıp, yapılacak ibâdet, ta’at ve sergilenecek diğer güzelliklerle karşılığında ihsân edilecek ecir ve mükâfat hususunda kadınla erkek arasında hiçbir ayrım olmadığını vurgulayan bu ayet-i kerîmenin mealini buyurun birlikte okuyalım:
“Şüphe yok ki Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sâdık erkeklerle sâdık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkeklerle Allah’ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”
Ayet-i kerîmenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere kadınlarla erkekler arasında hiçbir ayrım gözetilmemiş, ayet-i kerîmede belirtilen on ayrı özellikte ikisi de birlikte zikredilmiş, her ikisine de aynı mağfiret ve aynı mükâfatın lütfedileceği vurgulanmıştır.
Benzeri bir vurgulamada Tevbe Suresi’nin: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar; namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resûlüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azîzdir, hikmet sahibidir.” mealindeki 71. ayet-i kerîmesinde de dikkatimize getirilmiştir.
Bu ayet-i kerimenin de incelendiğinde anlaşılacağı üzere, içtimaî şuur, fertlerin dinî ve ahlakî kusurları ve kötülükleri karşısında da duyarlı olmak zorundadır. Nitekim bu ayet-i kerîmede, kadın olsun erkek olsun müminlerin, birbirlerine iyiliği emredip kötülükten alıkoymalarının, aralarındaki velayet bağı ve kardeşliğin zarûrî bir sonucu olduğuna işaret edilmiştir. Bu görev yetki cinsiyet farkı gözetmeden İslam toplumunun bütün fertlerine verilmiştir.
Günümüzden 1365 yıl önce böyle bir 8 Mart gününde Arafat’ta binlerce insana hitap ederek ünlü Vedâ Hutbesi’ni îrâd edip, islamın ilkelerini özetleyen sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu tarihî hutbesinde dile getirdiği konular arasında kadınlarla ilgili olarak:
“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emâneti olarak aldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.” demiştir.
Bu tarihî uyarıya uymak, her erkek ve kadın müslümanın özen göstermesi gereken islamî bir vecîbedir. Müslümanlar, bu vecîbeye riayet etmedikleri müddetçe huzurlu bir hayat yaşayamazlar.
Sohbetimizin sonuna yaklaşırken, kadınlara karşı nazik, ince ve yufka yürekli davranışlarda bulunulmasını tavsiye ve telkin eden sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in hadîs-i şerîflerinden bir buketi tetkîkinize takdim ederek üzerinde dikkatle ve dirâyetle durup düşünmenizi diliyorum:
“En iyi Müslüman, hanımına en iyi davranandır. İçinizde hanımına en iyi davranan benim.”
“En üstün mümin, hanımına en iyi en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.”
“Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle âzâd etmiş sevabı yazılır.”
“Sizler, kadınlar hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz.”
“Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah Teâlâ’nın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!”
“Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allah Teâlâ sever, rızıklarını artırır.”
“Kadınlara ancak asâlet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.”
“Hanımlarınıza yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara ‘çirkin’ demeyin, fena söz söylemeyin.”
“Hanımını döven Allah’a ve Resûlüne âsî olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.”
“Eşinizi üzmeyin. O, Allah Teâlâ’nın size emânetidir.”
“Bir mümin, kötü huylu diye hanımına kızmasın! İyi huyu da mutlaka vardır. İyi huylarına baksın.”
“Hanımının haklarını îfâ etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.”
Hanımlar hakkında böylesi güzel tavsiye ve talimatta bulunan sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e hangi hanım “Sana canım fedâ olsun yâ Resûlallah!” demez. Ümmetinin erkeklerine de kadınlarına da böylesi güzellikleri sergilemelerini emrederek karşılıklı sevgi ve saygı havası içinde cennet hayatı yaşamalarını dileyen bu Peygambere hepimizin canı fedâ olsun.
Allah bizi O’nun yolundan ayırmasın. Dünyada ziyareti, ahirette şefaatiyle şereflendirsin. Salât ve selamımızı sürekli rûh-u Resûlullah’a ulaştırarak, ervâh-ı âcizânelerimizi ömür boyu rûh-u şerifleriyle iletişim içinde eylesin.
Müslüman Türklerde erkek “hân veya hâkan”, kadın da “hâtun veya sultân”dır. Hân, Sultân’a hizmetkâr, Sultân da Hân’a hürmetkârdır. Diğer bir ifadeyle Hân, Sultân’a hayran, Sultân da Hân’a canândır. Ben, bu düşünceyi bugün için yazdığım “Ulu Hâkan ve Hanım Sultân” başlıklı dört dörtlük birşiirimle dile getirdim.
Biz Türküz, gerçek Müslüman.
Kalpte iman, elde Kur’ân.
Erkeğimiz ulu Hâkan,
Kadınımız hanım Sultân.
Hânı Sultânına hayran,
Sultânı Hânına cânân,
Çocukları cân ve civân.
Tanıktır buna tüm cihân.
Birçok büyük devlet kuran,
Düşmanları yere vuran,
Diklenmeyen hep dik duran,
Namazda ayakta duran.
Her zaman hakkı haykıran,
Haksızlara karşı duran,
Kalpte iman, dilde Kur’ân,
Hakk’ın huzurunda duran.
Bu duygu ve düşüncelerle gününüzü tekrar tebrik ediyor, asr-ı saadetteki sahâbî hanımları örnek almanız temennisiyle sözlerimi noktalarken, sağlık ve saadette dâim olmanızı diliyorum. Nasip olursa biz inşallah yarın bu saatlerde umre ziyareti için yola çıkacağız. Cennet-ül bakî’de medfûn olan Hz. Aişe (r.a.) vâlidemizle, Cennet-ül Muallâ’da medfûn olan Hz. Hatice (r.a.) vâlidemize selamlarınızı ileteceğimizi, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’e de sevgi ve saygılarınızı arz edeceğimizi ifade ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Yapılan konuşmalardan sonra davetlilere birer karanfil sunuldu.
Bu kare kod ile haberi ve resimleri cep telefonunuza indirebilirsiniz.