BERAT’IN GETİRDİĞİ BAĞIŞ VE BARIŞ
Halk arasında üç aylar diye bilinen islamî literatürde ise Recep, Şaban ve Ramazan denilen aylardan oluşan maneviyat mevsiminin içerdiği dört kandilin üçüncüsü olan Şaban’ın Yarısı (Berat) Gecesi, 26 Temmuz Pazartesi’yi Salı’ya bağlayan gece ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde coşkuyla kutlandı. Regaib ve Mirac kandillerinde olduğu gibi Berat kandilinin ihyasına da olağanüstü özen gösteren müslümanlar, bu geceye kavuşmanın ve Ramazan-ı şerife biraz daha yaklaşmanın haz ve huzuru içinde bu mübarek geceyi hayır-hasenat, tilâvet-i Kur’ân, tövbe, istiğfar, ibadet ve taatla ihya ederek beratlarını almaya çalıştılar.
Duaların edildiği, dileklerin dilegetirildiği, dar gelirlilerin düşünüldüğü, güçsüzlerin gözetildiği, kimsesizlerin ziyaret edildiği, büyüklerin ellerinin öpüldüğü, yakınların arandığı, mevlidlerin okunduğu, camilerin dolup taştığı ve yakarışların Yaradan’a ulaştığı bu mübarek gece dolayısıyla birbirinden güzel programlar ve sohbet toplantıları da tertiplendi.
Manevî mevsimler ve kandillerle benzeri gün ve geceler vesîlesiyle toplantılar tertiplemeyi ihmal etmeyen YOYAV’ın düzenlediği sohbet programı da ilgi ile izlenen programlardan biri idi. 26 Temmuz 2010 Pazartesi günü saat 11.00’de YOYAV Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen bu programa katılmak için günün erken saatlerinde salonu dolduran davetlilere hitap eden Dr. İbrahim Ateş, “Berat’ın Getirdiği Bağış ve Barış” konulu konuşmasında şunları söyledi:
“İlahî lütuf ve ihsanların inanan insanlara bolca ikram edildiği üç ayların ortasına ulaşmanın ve Şaban-ı şerîfin yarısı (Berat) gecesinin eşiğine gelmenin sevinç ve saadetini yaşayan sevgili kardeşlerim!
İhlas ehlinin yüceldiği, inanan kalplerin Hakka yöneldiği, dileklerin dilegeldiği ve duaların gökleri deldiği Berat gecesini bir kere daha idrak etmemize sayılı saatlerin kaldığı bu anlamlı anda düzenlediğimiz “Berat’ın Getirdiği Bağış ve Barış” konulu programımıza katılarak bu mübarek geceyle ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, bu gecenin feyiz ve faziletinden faydalanan duyarlı ve dirayetli insanlardan olmamızı temenni ediyorum.
Bizleri bir kere daha böylesine mübarek ve müstesna bir gecenin eşiğine getiren yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar ediyor, cümlemizi bu gece bağışlanıp beratını alan mutlu, umutlu ve bahtiyar kullarından kılmasını niyaz ediyorum. Bu gecenin fazilet ve meziyetlerini birçok hadîs-i şerîfinde beyan buyurarak, onu en iyi şekilde ihya etmemiz hususunda önemli uyarılarda bulunan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’e sayısız salât ve selamlarımızı arzederek ervâh-ı âcizânelerimizin ruh-u şerîfleri ile ömür boyu iletişim içinde olmasını diliyorum.
İnşaallah beş-altı saat sonra, yüce Rabbimizin mümin kullarına rahmet ve mağfiretinin sağanak sağanak yağdığı, gönüllerin huzur bulduğu, fevkâlade feyizli ve faziletli bir geceyi idrak edeceğiz. Şu anda eşiğinde olduğumuz bu ulvî gece, Şaban-ı şerîfin yarısı (Berat) gecesidir. Geçen yıllarda bu gece dolayısıyla düzenlediğimiz programlarda yaptığımız sohbetlerde Berat kandilinin içerik ve yüceliği ile ilgili önemli açıklamalarda bulunmuştuk. Bilhassa 2007 yılında yaptığımız “Müminlere Berat Meleklere Bayram Gecesi” konulu konferansımızla, 2008 yılında yaptığımız “Bizde Berat Bilinci” konulu konferansımızda değerli düşünceleri dilegetirmiştik. Yapılan bu açıklamaların önemli bir bölümü Vakfımızın yayın organı olan YOYAV Dergisi’nin 180. sayısı ile 193. sayısında yayınlanarak okuyucularımızın istifadelerine sunulmuştu. Dolayısıyla biz bugünkü sohbetimizde daha önceki yıllarda dilegetirdiğimiz konulara deyinmeksizin “Berat’ın Getirdiği Bağış ve Barış” konusunu ele alarak vaktimizin elverdiği, aklımızın erdiği ve dilimizin döndüğü nispette bazı açıklamalarda bulunmaya çalışacağız. Yüce Rabbimizden bize anlatıp aktarmada, size dinleyip değerlendirmede ve cümlemize bu mübarek geceyi layıkı vechiyle ihya etmede tevfîkini refik etmesini niyaz ediyorum.
Malumunuz olduğu üzere Berat lügatta; borçtan, hastalıklardan, suç ve cezadan kurtulmak, nişan, şehadetname, ferman manalarına gelir. Istılahta ise, “günahlardan kurtulmak, manen temize çıkmak, ilahî af ve mağfirete ulaşmak” demektir.
İşledikleri hata, kusur ve günahları itiraf edip, Cenab-ı Hak’a tövbe ve istiğfarda bulunan müslümanların ilahî rahmete nail olup, affedileceklerini umdukları için bu geceye “Berat Kandili” (Kurtuluş gecesi) denilmiştir.
Berat Kandili yüce Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığındığımız, gönüllerimizi tövbe ile arındırdığımız özel bir gecedir.
Bu mübarek gecenin bize sunduğu manevî iklimde beratımızı almamızın yüce Rabbimizin ilahî mesajına kulak vermekle, ahlakî erdemleri hayatımıza yansıtmakla mümkün olacağını bir kez daha anlarız. Başkalarının hak ve hukukuna riayetin temel dinî ödevlerimizden olduğunu biliriz. Yaradana, kendimize, yakın-uzak çevremize ve bütün insanlığa karşı sorumlulukları bulunan bir varlık olduğumuzu tekrar hatırlar, bu görevlerimizi ihmal edip etmediğimizi sorgularız.
Dolayısıyla gönüllerimizin müstesna bir coşku yaşadığı bu mübarek gecede, her türlü ayrılık ve ayrımcılığı, bencillik ve düşmanlığı geride bırakarak dünyaya hikmek gözüyle bakmaya çalışırız.
Yaşadığımız hayatın geçici olduğunu, Allah katında kalıcı olanın ise imanımızın ve yararlı işlerimizin olduğunu fark ederiz. İnsanı insan olduğu için sevip, Yaradandan dolayı hoş görüp dünyaya biraz da rahmet penceresinden bakarız. Etrafımıza kin ve nefret yerine, sevgi ve barış tohumları ekeriz.
Berat gecesinin islam aleminde derin bir saygı ile kutlanmasının başlıca sebepleri şunlardır:
1. Kıblenin değişmesi gibi mühim bir hadisenin Şaban’ın 15. gecesi vuku bulmasıdır.
Müslümanlığın ilk yıllarında Kâbe, puthane halinde olduğu için, ilk namazlar Mescid-i Aksa'ya doğru kılınıyordu. Bu itibarla hicretten sonra Mescid-i Şerif'in mihrabı Kudüs'e doğru yapılmıştır.
Halbuki Sevgili Peygamberimiz, Hz. İbrahim (a.s.)'ın kıblesine yönelmek istiyor ve Kudüs'e (Mescid-i Aksa) doğru namaz kılınması, Kâbe'nin arkada kalması kendisine ağır geliyordu. Yalnız Peygamberimiz Mekke'de namaz kılarken Kâbe'yi Mescid-i Aksa ile kendi arasına alırdı. Bu suretle hem Kâbe'ye, hem de Kudüs'e yönlenmiş oluyordu.
Yahudilerin "Muhammed bizim kıblemize dönüyor da dinimizi beğenmiyor" demeleri daha ziyade üzüntüsüne mûcip olduğundan kıblenin tahvilini dilemekten hali kalmıyordu. Bu hal Medine'ye ulaşmasından sonra on altı ay kadar devam etmiştir.
Sevgili Peygamberimiz hicretin ikinci senesi Şaban'ın on beşinci Salı günü Bişr bin Benam'ın validesini ziyaret için Beni Seleme yurduna gittiğinde mescitte öğle namazının ikinci rekâtını eda ederken, Kâbe'nin kıble olduğunu beyan eden, "Namazda Mescid-i Haram yani Kâbe tarafına yüzünü çevir ve nerede olursanız Mescid-i Haram tarafına dönünüz." ayeti nazil olmuştur. Bu vahiy üzerine Peygamberimiz namaz içinde iken Kâbe-i Muazzama tarafına döndü. Cemaat de safları ile birlikte Kâbe'ye doğru yöneldiler ve böylece namazı eda ettiler. İşte bunun için o mescide "Mescid-i Kıbleteyn" iki kıble mescidi adı verildi.
İşte birlik ve beraberliğin işareti, izzetin şiarı olan istikbali kıble bu tarihî hadise ile sabit olmuştur.
2. Afv-ü mağfiret rahmet ve duaların kabul olunduğu mübarek bir gece olmasıdır.
Sevgili Peygamberimizin hayatı boyunca daima ümmetini düşündüğü bir gerçektir. Bunu Cenâb-ı Hakk'a yapmış olduğu niyazlarında da açıkça görmek mümkündür.
Hz. Aişe validemizden rivayet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:
"Günün birinde Hz. Peygamber yanıma geldi. Elbiselerini çıkardı. Aradan zaman geçmeden tekrar giyindi. Bunun üzerine beni bir şüphe, kıskançlık sardı. Ortaklarımızdan birinin yanına gidecek sandım. Ve peşini takip ettim. Medine'nin kabristanı olan Cennetül Baki'de kendisine eriştim. Mü'minlere ve şehitlere dua ve istiğfar ediyordu. Kendi kendime, "Anam babam sana feda olsun. Sen Rabbimin rızası uğrunda, ben ise dünya peşindeyim." diyerek döndüm.
Soluk soluğa eve geldim. Arkamdan da Resülullah (S.A.V.) geldi ve girdi.
Neden böyle hızlı nefes alıyorsun? dedi. Ben de "Anam babam sana feda olsun. Yanıma gelip elbiseni çıkardıktan sonra, tekrar giydin, beni bir kıskançlık tuttu. Ortaklarımızdan birinin yanına gideceğini sandım. Nihayet sizi kabristanda dua ederken gördüm" dedim. Bunun üzerine Resülü Ekrem, -Sana haksızlık mı edeceğimi sandın? Cibril bana geldi şöyle dedi:
"Bu gece Şaban'ın 15. gecesidir. Cenâb-ı Hak da bu gecede Beni Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısı kadar kimseyi cehennemden azad eder." dedi.
3. Her önemli işin bu gecede hikmetli bir şekilde ayrımı ve seçimi yapılır.
Yani bütün insanların gelecek seneye kadar rızıkları, ecelleri ve diğer işleri bu gecede yazılır, görevli meleklere teslim edilir.
4. Berat gecesinde kılınan namazların, okunan Kur'an'ların, yapılan tövbe ve istiğfarların fazileti de çok büyüktür.
Bu geceye mahsus bir namaz yoktur. Bu gece hakkında rivayet edilen yüz rekat veya daha az rekat kılmanın faziletine dair yapılagelen rivayetlerin aslı yoktur.
Bu konuda en güzel örneğimiz, Efendimizin hali ve onun şu sözüdür:
"Bu geceyi kaim olarak, gündüzünü de saim olarak geçirin" Başka söze ne hacet.
5. Allah'ın rahmeti o gece kulları üzerine sağanak sağanak yağar.
Bununla ilgili hadisler:
"Şaban ayının yarı gecesi (Berat gecesi) oldu mu onu ibadetle geçirin. Gündüzünü de oruç tutun. Zira Allah Teâlâ, bu gece güneşin batışından itibaren dünya semasına rahmeti ile tecelli eder ve şöyle buyurur:
- Yok mu af dileyen, onu affedeyim.
- Yok mu rızık isteyen ona rızık vereyim.
- Yok mu bir derde mübtela olan ona afiyet vereyim.
- Yok mu şunu isteyen, yok mu bunu isteyen diyerek sabaha kadar devam eder."
Peygamberimizin saygıdeğer hanımı Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:
Peygamberimiz bir gece kalktı, namaza durdu, secdeyi o kadar uzattı ki ruhunu teslim ettiğini sandım, kendisini bu halde görünce kalktım, baş parmağını hareket ettirdim, parmağı hareket edince döndüm, secdede şöyle dediğini işittim:
"Allahım! Azabından affına, gazabından hoşnutluğuna, senden yine sana sığınıyorum. Seni gereği gibi övmekten acizim, sen kendini övdüğün gibi yücesin."
Başını secdeden kaldırıp namazını bitirince;
- Ya Aişe! Bu gece, hangi gecedir bilir misin? Buyurdu. Ben de:
- Allah Resülü bilir, dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:
- Bu gece, Şaban ayının yarısı (Berat) gecesidir. Allah Teâlâ bu gecede kullarının durumuna bakar ve bağışlanmak isteyenleri bağışlar, rahmet isteyenlere rahmetini ihsan eder, ancak kinci olanları geri bırakır" buyurdu.
Görülüyor ki, Berat gecesi, dua ve isteklerin kabul edildiği, günahların bağışlandığı çok mübarek bir gecedir. Zamanlar aslında birdir. Ancak Cenâb-ı Hak; kullarının ibadetlerini kat kat mükâfatlandırmak, dua ve isteklerini kabul etmek, tövbelerini kabul ederek, günahlarının bağışlanmasına imkân ve fırsat vermek üzere bazı zamanları daha faziletli kılmıştır.
Mealleri arzedilen hadîs-i şerîfler ile açıklamalarından da anlaşılacağı üzere Berat gecesi, müminlere mağfiret musluğunun açıldığı müstesna gecelerden biridir. Bu gece samimiyetle yakarıp ve içtenlikle yalvarıp günahlardan arınmaya ve kötülüklerden sıyrılmaya yönelen insanın eli boş dönmez. Suçlarının affedilmesini isteyen insan da kendisine karşı işlenen suçları af etmekten geri durmaz. Bağışlayan insan da barış seven insan olur. Dolayısıyla islamı yaşayan inançlı ve bilinçli insanlar, bağış isteyen ve barış seven insan olurlar. Böylesi bireylerden oluşan toplumlar da bağış ve barış toplumu olurlar.
Kullarının bağış ve barış duygusu içinde yaşamalarını dileyen yüce Rabbimiz onları bağışlamayı istemektedir. Bunun için bazı gün, ay ve gecelere kudsiyet takdir eylemekte, böylesi gün ve gecelerde ibadet edip, tövbe, istiğfarda bulunanları affedeceğini bildirmektedir.
Berat gecesiyle, on beş gün sonraki Ramazan ayımız böylesi bağışa vesile olacak tövbe ve istiğfar devrelerinin zirvesini teşkil eylemektedir.
"Berat gecesinden geçip Ramazan'ı ikmal eden kimsenin hâlâ tövbe, istiğfar edip de kendisini affettirmeyişi anlaşılacak şey değildir" diyor alimlerimiz.
Bu konuda hayretini ifade eden alimlerimiz şöyle diyorlar:
- Bir kul Berat gecesinden geçmiş olsun, Ramazan ayına ulaşmış bulunsun, hâlâ da tövbe, istiğfar edip de ilahî affa nail olmamış bulunsun. Bu mümkün değildir. Olsa olsa bu kul böyle gecelerdeki ilahî rahmetin bolluğunu bilmemekte, ciddi bir tövbe ve istiğfar eylememiş bulunmaktadır.
Buna rağmen Kadir gecesi gibi mukaddes bir gece olan Berat gecesinin af ve bağışından mahrum kalıp istifade edemeyen bazı günahkârlar da vardır. Hadîs-i şerîfte bu günahların sahipleri sıralanmış ve dikkatlerimize, aftan mahrum bırakan bu günahlar sunulmuştur. Dilerseniz biz de sahibini aftan mahrum bırakan bu günahlara şöyle bir gözatalım. Bakalım hangi günahlar insanın manevî hayatını mahvediyor, ahiret saadetine engellemede bulunuyor, sahibinin felaketine sebep oluyor.
1. Allah'a şirk koşan umumi aftan mahrum kalır. Halbuki Allah (c.c) birdir, ortağa, yardımcıya asla ihtiyacı söz konusu değildir. "Ortağı, yardımcısı var" demek, Allah'a şirk koşmaktır.
2. Anasına, babasına isyan eden, itaatten çıkan, hizmetlerini görmeyip, haklarını eda etmeyen evlad.
3. İçkide israr eden, vazgeçmeyi düşünmeyen, bu konuda tövbe ve istiğfarı aklına getirmeyen adam.
4. Din kardeşine haksız yere kindarlık eden, haksız olduğu halde ona düşmanlığını sürdürmek isteyen insan. Halbuki hem haksız olup hem de kindarlığını sürdürmek din kardeşliğiyle bağdaşan bir tutum olamaz. Böylesine kinli kimseler de aftan istisna edilen kimselerden olurlar.
5. Akrabasıyla alakasını kesen, imkânı olduğu halde onların ihtiyacını görmezlikten gelip sıla-i rahmi ihmal eden kimse de ilahî aftan mahrum kalanlardan.
6. Gurur ve kibir sahipleri: Sadece kendini beğenenler, kibirlenip büyüklük taslayanlar, hayat ve ihtişamlarına mağrur olanlar.
Ancak, inanan insan, günahları ne kadar çok ve çeşitli olursa olsun, Allah Teala’ya iltica edip, af ve mağfiret dilemekten geri durmamalıdır. Berat gecesi ile benzeri mübarek gecelerin feyiz ve faziletinden faydalanmaya azami itinayı göstermelidir. “Ben günahkâr bir insanım, benim kurtuluşum yok” dememelidir. İşlediği günahlardan dolayı üzülmeli, hattâ vicdan azabı duymalıdır. Bu türlü üzülmeler, vicdan azabı duymalar hem bir nevi tövbe, istiğfar manasına gelir, hem de iman işareti sayılır.
Nitekim günahından dolayı üzülüp vicdan azabı çekmenin iman işareti olduğunu bildiren Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurmuştur:
“Mümin günahını başına yıkılacak dağ gibi büyük görür, üzülüp vicdan azabı hisseder. Münkir ise burnu ucuna konmuş sinek gibi basite alır, üzerinde durmayıp geçiştirmek ister.”
Demek günahlarından dolayı üzüntü ve gönül sızısı hissetmek müminliğin işaretinden başkası değildir. Ümitsizliğe düşmeye sebep yoktur.
Ne var ki, mü’minin böylesine vicdan azabı duymaya başladığı sırada şeytan yine yakasını bırakmaz, bu defa da ona neleri telkin edip nasıl vesvese verir bir bakalım.
- Sen günahkârın tekisin, temiz insanların arasında bulunmak sana layık değildir. Uzaklaş dindar insanların arasından. Çek git kendin gibi kirli insanların içine!.. Senin layık olduğun yer orasıdır, senden adam olmaz...
Gördünüz mü şeytanın yeni tuzağını? Halbuki kendini günahkar bilen insan böyle düşünmeyip:
“Ben günahı çok bir insanım. Öyle ise dindarlar arasında daha çok bulunmalı, onların tutum ve davranışlarından etkilenerek daha çok hizmet etmeli, daha çok ibadet edip sevap kazanmalıyım. Çünkü benim sevaba başkalarından daha çok ihtiyacım var. Bunca günahımı ancak böyle çok sevaplarla, ibadetlerle affettirebilirim. Dini hayattan uzaklaşarak değil.” demelidir.
Bu meselenin muhteşem tarihi örneğini Ebu Cehil'in oğlu Hz. İkrime vermiştir. Babasının ölümünden sonra küfür ordularının başlarına geçip İslam'a karşı o savaşmış, hattâ bu savaşını Mekke'nin fethine kadar da sürdürmüştür. Mekke'nin fethinden sonra ancak İslam'la şereflenmiş olan İkrime, bundan sonra İslam için cepheden cepheye koşmuş, savaşlarda hem de en önde çarpışmaya başlamış, en ileri seviyede İslam'a hizmette bulunmuştur. Hattâ bir defasında kumandanı onu ikaz etmiş ve:
“Ey İkrime, kendini en öne çıkarıp da düşman oklarına hedef etme, sen de herkes gibi geride saf nizamında, herkesle eşit şekilde dur!” demiştir.
İkrime'nin buna muhteşem bir cevabı vardır ki; tam konumuzun çözümünü teşkil etmektedir. Diyor ki:
“Ben herkes gibi değilim. Öyle ise herkes gibi geri safta kalamam. Benim günahım herkesten çoktur. Öyle ise hizmetim, fedakârlığım da herkesten çok olmalı, böylece bunca günahları böylesine farklı fedakârlıklarla affettirmeliyim.”
İşte doğru düşünce böyle olur. Günahı çok olanın sevabı daha çok olmalı, dinî hayatı daha kuvvetli, İslamî hizmeti daha fazla olmalı, yoksa hizmetten uzaklaşarak kambur üstüne kambur yüklenmeyi çare sanmamalıdır.
Kendisinde kudsî hadîseler cereyan etmiş olan gün ve geceler bizlere bir şeyler kazandırmalı, o gecenin hürmetine yeni fikrî ve imanî inkişaflar elde etmeliyiz. Şayet, kudsî gün ve geceleri yaşıyor, mukaddes zamanın içinden sıyrılıp geçiyor, yeni bir mefhum ve azme sahip olamıyorsak, bu zamanı değerlendiremediğimizin, gereği kadar ihya edemediğimizin delilidir.
Kandil gecelerinin ve mukaddes günleri ihya edip etmediğimizi anlamak istiyorsak, bu mana içinde kendimizi incelememiz gerekir. Yeni bir karar alıp, yeni bir fikre sahip olmuşsak tebrike şayannız demektir.
Geceye girişimiz çıkışımız bir olmuşsa, yani ondan evvelki hâlimizle, sonraki hâlimiz aynı ise üzülmekte, esef etmekte haklıyız. Zira çok değerli bir zamanı harcamış, yeni bir ilham elde edemeden kaçırmışızdır.
Allah (c.c.)'ın her gün ve gecesi, mukaddes olduğu, bir gün ve gecenin diğerinden farklı yaratılışta olmadığı halde, bazı gün ve gecelerin diğerinden ayrılışının hikmeti de buradadır. Kişiyi yeknesak bir hayat tarzı içinde devam eden gecelerde bir ayrılık, farklılık duyacak, kendini kontrol edip, hayatına çeki düzen verecektir ki, diğer gün ve gecelerde farklı bir zamanı, hikmetine uygun şekilde yaşamış olsun.
Eskiler geceyi, (ihya) diye isimlendirirlerdi. (İhya) kelimesinin manası diriltmek, canlandırmaktır. Demek ki böyle gecelerden istifade edemeyen, yeni bir fikir ve mana alamayanlar geceyi ihya edememişler, belki de öldürmüşlerdir.
Gecenin ihyasının nasıl olacağını soranlar, iç âlemlerine dalmalı, tefekkür etmeli, gelmişini, geçmişini bir bir hayalinde canlandırıp, mukayeseler yapmalıdır.
Kimler vardı bu âlemde? Şimdi kimler kalıyor bu hanegâhta? Yarın kendisi de ruhlar alemine geçmişler arasına karışacak, kendinden sonra gelenler onu ancak hizmetleri ve hatıraları ile hatırlayacaklardır.
Öyle ise, baki kalan bu kubbede bir hoş sada'dan başka nedir?
Yolların toz savurduğu gibi hayatı, savurup gitme!... Geride eserler, hizmetler kalsın. Vasıtanla imana girenler, hizmetler içinde yer almalar... gibi eserlerin yaşasın bu alemde.
Sahralar dolusu koyunu sadaka vermek, bir adamın imana ve İslam'a yakınlaşmasına yapılan yardım kadar kıymetli değildir.
Kandil gecesinde bunları düşünmeliyiz. Var mı imana, İslam'a hizmetimiz? Tutuyor muyuz böyle kudsî hizmetin ucundan bucağından? Yoksa sadece nefsimizi düşünüyor, bir yaralı parmağı sarmayan hasisler silsilesine mi dâhil oluyoruz? Meşhur tabiriyle (ot gibi bitip ot gibi giden) niceleri var bu alemde. Biz de onlardan biri mi oluyoruz yoksa? Kâinâtın Efendisi bizlere;
"Ümmetim fesâda gittiği zamanda sünnetim üzere yaşayanlara yüz şehid sevabı verilecektir." buyurmuştur. Onun sünnet üzere hayatı îmana, İslam'a hizmet ile geçmiş, bütün kudsî ömrü, hayırlı hizmetlerin tesisi ve inşası ile bize örnek olmuştur.
Acaba bizler sünnet üzere yaşamayı böyle mi anlıyoruz? Yoksa sadece namazın sünnetlerini kılıp yüz şehit ecrine layık mı olduk, diyoruz?
Evet, kandil gecesinde hepimiz düşünmeliyiz; "Hayatımızı değerlendiriyor muyuz? Midemizin ihtiyacı dışında îmanımızın ihtiyacı olan hizmetlerimiz hayatımızı zînetlendiriyor, ömrümüzü değerlendiriyor mu? Var mı böyle kudsî hizmetin ucundan bucağından tutuşumuz? Varsa seviyesi nedir? İmkânımızla mütenâsip midir?"
Şunu unutmamalıyız ki, insan hayata birkaç defa gelmez. Bu hayat, bu imtihan meydanına geliş tek defadır ve geri dönüşü de yoktur. Ne kazanacaksak bu gelişte, ne elde edeceksek şu andadır. Bu açıdan Berat Kandili önümüzde altın bir fırsattır.
Bu gece sonsuz inâyetiyle, gönüllere refah ve huzur bahşeden yüce Rabbimiz hidâyetiyle bizleri aydınlatacak ve nusretiyle sıkıntılardan kurtaracaktır. Asrımızın sıkıcı ve ezici engellerini yok ederek başımıza "teslîmiyet" tacını takacak ve elimize kurtuluş beratını verecektir. Bu, bir müslüman için en güzel nişan ve en geçerli madalyadır. İnandığımız, güvendiğimiz, yoluna baş koyduğumuz Allahımızın af ve merhamet ilanıdır. O öyle bir Allah’tır ki, "Var mı tövbe ve istiğfar eden, mağfiret edeyim" diyen Allah'tır. "Kulum bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir adım yaklaşırım" diye ferman buyuran Allah'tır. Biz günahkâr kullarına rahmet kapılarını açan Allah'tır.
Kulu olmakla şeref duyduğumuz Allahımız, bu gecenin hürmetine, günahlarımızı af edeceğini müjdelemektedir.
Berat gecesinin kudsiyetiyle yepyeni bir güne, taze bir hayata başlıyoruz. Günahlarla kararan ömür dosyamızın yerine Berat'ın af ve merhametiyle başlayan yepyeni bir sayfa açılıyor. Bu bembeyaz sayfaları iyi değerlendirelim.
Bu gece camilerimiz ışıklandırılacak, mü'minler de camilerin arka bölümlerine varıncaya kadar, kadın-erkek, genç-ihtiyar, fakir-zengin herkes camilerin her yerinde diz çökecek, namazdan önce veya sonra yapılacak olan gecenin önemini içeren konuşmayı dinleyeceklerdir. Herkes huşu içinde ruhunu yücelere yükseltmiş, bir nevi yaratılış sırrındaki espriyi yakalamaya çalışmaktadır.
Her mü'min, kendini denetlemeye, değerlendirmeye çalışmaktadır. Bir kere daha geçmişimizin muhasebesini yapıp, geleceğe hazırlıklı olmanın tedbirlerini almalı ve sormalıyız:
1. Ey Allah'ı seviyorum diyen müslüman! Borçlu olduğun kulluk vazifeni yapabiliyor musun?
2. Peygamberimi seviyorum diyen müslüman! Onun sünnetini, ahlakını yaşayabiliyor musun?
3. Şeytanın düşman olduğunu Kur'an söylüyor, sen de biliyorsun. İman gücün ile karşı koyabiliyor musun?
4. Cennet haktır dediğin, inandığın ve onu arzuladığın halde ona layık neyin var?
5. Cehennnem de haktır diyorsun, -haklı olarak- korkuyorsun, ama cehenneme sokacak kötülüklerden uzak durabiliyor musun?
6. Ölümün hak olduğunda şüphe yok. Şu anda ölüme hazır mısın?
7. Kendi suçlarını düzeltip tövbe etmek varken, onun bunun ayıbıyla neden uğraşıyorsun?
8. Geçen yılın bu mübarek günlerinde beraber olduğun halde, şu anda göremediğin eşin, dostun, akraba ve arkadaşlarını düşünüp kendine çeki-düzen verebiliyor musun?
9. Hep kendin için çalıştın, durdun. Bugüne kadar İslam'ın yaşamasına katkıda bulunacak bir hizmetin var mı? Kaç kişiyi müslüman yaptın? Kaç yetimin başını okşadın, karnını doyurdun, üstünü giydirdin? Senden sonra insanlığa hizmet edecek, malından, ilminden, neslinden ve örnek ahlakından bir evlat kazanabildin mi?
Evet, bütün bunları kendimize sorup bir durum değerlendirmesi yapmak, bu mübarek gün ve gecelerin şuuruna varmak demektir. Her an, günah lekeleriyle kirlenen dudakları duaya, gönülleri dergaha yöneltmek için verilmiş olan büyük bir fırsattır. İnsanların hayat defterine hayırların kaydedilmesine, hataların affedilmesine, sevapların verilmesine vesile teşkil eden bir nimettir.
Yalvaran elleri boş çevirmeyen Allah'ın kuluyuz. O'nun huzurundaki duygularımızla hareket etmeliyiz. Gidişimize bir yön vermeli, yaratılış gayemiz olan ibadetimizi ihmal etmemeliyiz. Toplum ilişkilerimize de önem vermeliyiz. Büyük mahkemeye kul hakkı ile düşmemeli, herkesi sevmeli, fikirlerine hürmet etmeli, kimseden korkmamak için, kimseyi korkutmamalıyız. İncinmemek için kimseyi incitmemeli, gönüllere taht kurmalıyız. Hakkın rızasına giden yola varmalı, Berat gecesinde Beratımızı almaya çalışmalıyız.
Berat gecesinde, tövbe, dua, niyaz ve istiğfarlarımızla Allah'a yaklaşmaya ve kendimizi affettirmeye çalışmalıyız. Ayrıca bol bol düşünerek Kur'an okumalı, kaza namazı kılmalı, kendimiz için, ailemiz için, milletimiz için ve bütün insanlık için ellerimizi Yüce Rabbimize açıp dualar etmeliyiz. Bu ve benzeri gecelerde yapılacak ibadetlerin, verilecek sadakaların daha çok kabul edileceği inancımızı hatırlayarak Allah'ın türlü nimetleri ile bizi sevindirdiği gibi, bizler de birer yoksul aile bulup ihsan ve ikramla sevindirmeliyiz. Hastaları ziyaret etmeli, kimsesizlerin gönlünü almalı, büyüklerimize saygımızı, küçüklerimize sevgimizi en uygun usul ve yolla mutlaka göstermeli ve "Yüce İslam'ın size ikramıdır" demeliyiz.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi noktalarken cümlemize bu manaların tefekkürü içinde yaşayıp kararlar vereceğimiz nice Berat geceleri diler, imana, İslam'a hizmetle kudsileşen ömürler niyaz ederim.