Beyaza Bürünen Yeşil Bursa'da İki Güzel Gün
Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan tarihî şehrimiz Bursa’daki güzellikleri görmek, her vatandaşın içinde yaşattığı vazgeçilmez arzulardandır. Her zaman ve her mevsimde farklı bir güzelliğe sahip olan bu kültür kenti, tarihî ve tabii güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin takdirini toplamakta ve görenleri hayran etmektedir.
Uludağ’ın eteğindeki sulu bir kent olma özelliğini taşıyan Bursa, hakkında söylenen “Yeşil Bursa” deyimini hak eden gözde ve güzîde bir ilimizdir.
Ülkemizin ünlü kayak merkezlerinden olan Uludağ’ın eteğinde olup, güzel görünümüyle gözleri kamaştıran bu sevimli şehre 24-25 Aralık 2018 tarihlerinde iki günlük bir gezi düzenleyen YOYAV, mensuplarıyla dostlarına, Aralık ayının karlı ve soğuk günlerinde sıcak bir hava yaşattı.
Ulu Cami
Ulu Cami’de bolca namaz kılıp, manevî atmosferinde estirilen huzur havasını teneffüs eden YOYAV gezi grubu, bu camiyi inşa edenlerle imarında emeği geçenlere ve ilk imamlarından olan meşhur Mevlid yazarı merhum Süleyman Çelebi’ye rahmet ve mağfiret niyazında bulundular.
Emir Sultan Ziyareti
Üftade Hazretleri Ziyareti
Osman Gazi Türbesi
Orhan Gazi Türbesi
Daha sonra Emir Sultan ve Üftade Hazretlerinin türbeleriyle Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini de ziyaret eden grup, ülkemizin manevî mimarlarından olan atalarının kabirlerini ziyaret edip, okudukları İhlâs-ı şerîflerle, Fâtiha-i şerîfeleri armağan ederek ruhlarının şâd, mekânlarının Cennet ve makamlarının yüce olması niyazında bulundular.
Konakladıkları Kent Otel’de yedikleri akşam yemeğinden sonra bir süre dinlenip çay-kahve içmenin akabinde hazırlanan salonda tertiplenen sohbet toplantısına geçip, Dr. İbrahim Ateş’in yaptığı “Bu da Geçer Yâ Hû!” konulu konuşmasını dinleyip duygulu dakikalar yaşadılar.
Geçen yıl Kartalkaya’da kar üzerinde dolaşıp kayarak, güzel bir gün geçiren YOYAV’lılar, bu yıl da Bursa’ya yaptıkları gezinin ikinci gününde teleferikle Uludağ’a çıkarak karlı bir dünyayı temaşa edip beyaza bürünen yeşil Bursa’nın güzelliklerini görmenin mutluluğunu yaşadılar.
Bursa’nın tarihî ve turistik yerlerini görmenin, Uludağ’ın zirvesine ermenin ve geceyi geçirdikleri Kent Otel’in sıcak salonunda “Bu da Geçer Yâ Hû!” diyen Dr. Ateş’in sohbetini dinleyip, dünyada her şeyin geçici olduğunu düşünerek, kalıcı güzelliklere yönelmenin idrakiyle Uludağ’dan inip Ankara’ya doğru dönüşe geçtiler.
Bu gezi vesîlesiyle Bursa ile ilgili yazmış olduğu sekiz dörtlükten oluşan “Cümle Cihanın Cenneti” başlıklı şiirinde düşüncelerini dile getiren Dr. İbrahim Ateş, duygularını satırlarına şöyle yansıttı:
Bursa bölgenin patenti.
Osmanlı’nın ilk başkenti.
Cümle cihanın cenneti.
Gıpta ettirir her kenti.
Binalarla dolu ama,
Tamamı tarih, yok yama.
Dolaş ya da çık bir dama.
Bir bak ona, benzer Şam’a.
Osman Gazi Bey’den beri,
Tarih kokuyor her yeri.
Mezarları, türbeleri.
Hak dostu veliler yeri.
Ulu Cami’, Emir Sultan.
Ma’bed ve merkez-i irfân.
Hazret-i Üftade sultan.
Bursa’daki başka bir can.
Molla Fenârî’de burda,
Molla Gürânî de burdadır.
Abdal Murat da Bursa’da,
Bursevî’de buradadır.
Bizim Bursa, değil borsa.
Gelenler kafayı yorsa.
Neresinde ne var sorsa,
Gezse, görse, sonra yorsa.
Kayak merkezi Uludağ,
Hayat fışkıran sulu dağ.
Alanında açtı bir çağ,
Turizme oldu bahçe-bağ.
Tarih, tabiat ve termal.
Olmuşlar Bursa’da hemhâl.
Bunlar te’âlîde kemâl,
Temin eder, bulmaz zevâl.
Kıymetli kardeşlerim!
İki günlük bir gezi için geldiğimiz tarihî eserler ve tabii güzelliklerle dolu güzel ilimiz Bursa’da konakladığımız otelde tertiplediğimiz sohbet toplantısında, siz saygıdeğer kardeşlerimizle bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, Bursa’da bulunduğunuz anları unutulmaz anılarla dolu dolu geçirip, bazı din ve devlet büyüklerini bağrında barındıran bu tarihî şehrin maddî ve manevî güzelliklerine doymuş olarak dönmenizi diliyorum. Bu cümleden olarak gezip gördüğünüz mekânlardan Ulu Cami’, Emir Sultan, Üftâde Hazretleri, Yeşil Türbe, Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini ziyaret etmiş olmanın mutluluğunu yaşamış olduğunuzu ümit ediyorum.
Gün içinde gezip dolaşmanın yorgunluğuyla, akşam yemeğini yemiş olmanın rehaveti içinde olduğunuzu bildiğim için, fazla vaktinizi almadan “Bu da Geçer Ya Hû!” sözü ile ilgili düşüncelerimi özetleyerek arz etmeye çalışacağım.
Hâlin devamı muhaldir. Dünyada değişmeyen bir durum, geçmeyen bir an ve zaman yoktur. Saniyeler, dakikalar, saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar gelir, geçer ve giderler.
Her şey zaman içinde olup biter. Zamanı durdurmak da imkân dâhilinde değildir. Durumlar da devam etmez, değişir. Sevinç de devam etmez, üzüntü de. Ferahlık da devam etmez, sıkıntı da. Huzur da devam etmez, huzursuzluk da. Kolaylık da devam etmez, zorluk da. Mutluluk da mutsuzluk da kalıcı değil, geçicidir.
Kimse dünyaya geldiği gibi kalmaz, hâlden hâle geçer. Bebeklikten çocukluğa, çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa, olgunluktan ihtiyarlığa geçer. Nihayet ebediyete göçer. Başka bir ifadeyle bebek baba, baba da dede olur. Dolayısıyla kimse içinde olduğu hâlin kalıcı olduğunu sanıp aldanmamalıdır. Kişi, zenginlik veya fakirlik, bolluk veya darlık, sağlık veya hastalık, hangi hâl içinde olursa olsun “bu da geçer ya hû” diyebilmeli, hâlinden hoşnut olup “elhamdülillahi alâ külli hâl, sive’l küfrü ved’dalâl” yani “küfür ve sapıklık hariç, her hâlükârda Allah’a hamd olsun” demelidir.
Yunus Emre’nin dediği gibi:
“Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim.
Aşkın ile avunurum,
Bana Seni gerek, Seni.” demeyi düstûr edinmelidir.
Bu düstûru benimseyenin, övünme ve dövünme gafletine düşmeyip, yine Yunus’un dediği gibi:
“Cana cefa kıl, ya vefa,/Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Ya derd gönder, ya deva,/Kahrın da hoş, lütfun da hoş.
Hoştur bana senden gelen,/Ya hil’at-ü yahut kefen.
Ya gonca gül, yahut diken../Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Gelse Celâlinden cefâ/Yahut Cemâlinden vefâ.
İkisi de câna safâ:/Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Ger bâğ-u ger bostân ola./Ger bend-ü ger zindân ola,
Ger vasl-ü ger hicrân ola,/Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Ey padişâh-ı Lemyezel!/Zât-ı ebed, Hayy-ı Ezel!
Ey lutfü bol, kahrı güzel!/Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Ağlatırsın zârı zârı,/Verirsen cennet-ü hûrî,
Layık görür isen nârı,/Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.
Gerek ağlat, gerek güldür,/Gerek yaşat, gerek öldür,
Aşık Yunus Sana kuldur,/Kahrın da hoş, lütfûn da hoş.” deyip, hâline hamd, halsize himmet etme cihetine gitmelidir.
Sevgili kardeşlerim!
Gençlik yıllarımda memleketim Kilis’te şehrin dar sokaklarından birinden geçerken, köşe başındaki bir evin dış duvarındaki taşa, eski harflerle kazılmış olan “Bu da Geçer Ya Hû!” sözünü görmüştüm. Ne için oraya kazıldığına bir mana verememiş, geçip gitmiştim. Ama duvara kazılan o söz, o gün benim kafama da kazılmıştı. Bilahare aynı ifadeyi bazı kimselerden duymuş ve bazı yazılarda da okumuştum. Daha sonra bu sözün internette eski ve yeni harflerle güzel hat şeklinde yazılmış olduğunu gördüm.
Yüzük, bilezik, kolye gibi aksesuarların üzerine yazılmış olduğunu da gördüğüm bu söz, daha da ilgimi çekti. Yaptığım araştırmalarda bazı yazarların bu sözle ilgili yazılarını ve şairlerin şiirlerini de görünce, gördüklerimin ve okuduklarımın bir kısmını sizlerle paylaşmak istedim. Dolayısıyla bu cümleyi bu günkü sohbetimize konu olarak seçtim. Bazen sıkıntıların kalıcı olmadığını, bazen imkânların geçici olduğunu ifade etmek, bazen de tasavvufî bir deyim olarak dünyevî değerlerin geçici olduğunu vurgulamak gibi çok ve çeşitli düşüncelerle söylenen bu sözün, önemli ve anlamlı bir söz olduğu kanaatine vardım.
Günlük hayatımızda sıkça söyleyip dilimizden düşürmediğimiz özlü sözlerden biri olan bu sözün, hem teselli olup üzülmememizi, hem de temkinli davranıp sâhip olduğumuz imkânların geçici olduğunu düşünüp, mâlik olduklarımızla mağrur olmamamızı telkin eden güzel bir söz olduğunu gördüm.
Darlık, zorluk, hastalık, halsizlik, düşkünlük, kimsesizlik gibi sıkıntılı hâllerin devamlı olmayıp, bir gün geçeceğini düşünüp ümitvar olmayı: varlık, bolluk, kolaylık, sağlık, makam, mevki, mal, mülk ve benzeri dünyevî imkânlara güvenip taşkın ve azgın davranışlara tevessül edenlere de, uyarıp bir gün o imkânların geçip gideceğini hatırlatıp, kendilerine gelmelerini ifade etmek için söylenen bir söz olduğunu düşündüm.
Bu düşünceyi dile getiren mana büyüklerimizden Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri bir dörtlüğünde:
“Yalancı dünyaya aldanma yâ hû!
Bu dernek dağılır, dîvân eğlenmez.
İki kapulu bir vîrânedir bu,
Bura konan göçer, konuk eğlenmez.” der.
Merhum Osman Serdengeçti de:
“Bir candır bu, bir andır bu.
Giden gelmez, bir handır bu.” er.
Aşık Veysel (Veysel Şatıroğlu) de:
“Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda,
İki kapılı bir handa,
Gidiyorum gündüz gece.” der.
Yunus Emre de bir dizesinde:
“Ey yolcu! Bil ki bu dünya iki kapulu bir handır.
Bu han içinde her davranış, gizli bir imtihandır.
Gelip geçenlere bir bak, kimi padişah, kimi bir çobandır.
Başka başka görünürler, ama hepsi aynı yola revândır.” der.
Aşık Yunus, gözleri yaşartan ve yürekleri yumuşatan bir diğer şiirlerinde de:
“Hak bir gönül verdi bana,/Hâ demeden hayrân olur.
Bir dem gelir şâdân olur,/Bir dem gelir giryân olur.
Bir dem sanasın kış gibi,/Şol zemheri olmuş gibi.
Bir dem beşâretden doğar,/Hoş bağ ile bostân olur.
Bir dem gelir söyleyemez,/Bir sözü şerh eyleyemez.
Bir dem dilinden dür döker,/Dertlilere dermân olur.
Bir dem çıkar arş üzere,/Bir dem iner tahte’s-serâ.
Bir dem sanasın katredir,/Bir dem taşar ummân olur.
Bir dem cehâletde kalır,/Hiç nesneyi bilmez olur.
Bir dem dalar hikmetlere,/Câlînos u Lokmân olur.
Bir dem dev olur yâ peri,/Vîrâneler olur yeri.
Bir dem uçar Belkîs ile,/Sultân-ı ins ü cân olur.
Bir dem varır mescidlere,/Yüz sürer anda yerlere.
Bir dem varır deyre girer,/İncil okur ruhbân olur.
Bir dem gelir Îsâ gibi,/Ölmüşleri diri kılar.
Bir dem girer kibr evine,/Fir'avn ile Hâmân olur.
Bir dem döner Cebrâîl'e,/Rahmet saçar her mahfile.
Bir dem gelir gümrâh olur,/Miskin Yunus hayrân olur.” der.
Bunlar ve benzeri dizelerde dile getirilen düşüncelerin özeti olarak şöyle söylemek yerinde olur:
Gök kubbenin altında hiçbir şey aynı hâl üzere kalmaz, hep değişir. Yaşayan ölür, yatan kalkar. Uyuyan uyanır, gelen gider, zaman geçer, gece gider, gündüz gelir. Gündüz gider, gece gelir, günler, mevsimler değişir durur. Geçmişte bir gencin dilediği gibi devamlı gençlik, devamlı dolunay, devamlı ilkbahar olmaz.
İşte böyle gelip geçen hâller insanın sadece davranışlarına değil, düşünce dünyasına ve duygu âlemine de tesir eder. Hak’dan gelen şevk ve aşk kıvılcımı kimini kendinden geçirir, âdetâ sarhoş eder. Gönlüne gelen vâridâta göre kimine ibâdet sevdirilir, kimine muhabbet verilir, kimine zühd ikram edilir, kimine de hikmet pencereleri açılır. Bu haller neticesinde kimi bülbül kesilir, kimileri ise gördüğü hayret karşısında dipsiz bir sükûta bürünür. Kimi beşâretten uçar, kimi de haşyetullahtan tir tir titrer durur. Kimine hüzün libâsı ve gözyaşı, kimine ise ümit neşesi ve irfân elbisesi lutfedilir.
Lâkin hiçbir hâl, hiçbir kimseyi farz olan ibadetlerden muaf tutamaz. Farzların dışındaki nâfilelerde ise her kul, gönlündeki hâl ve marifete göre, Kur’ân ve sünnet ölçüleri içerisinde, Rabbiyle özel bir bağ oluşturabilir. Bu gibi hâlleri sebebiyle hiçbir kul ayıplanıp yadırganamaz. Kimilerine gece ibâdeti sevdirilir; kimilerine açlık, az yemek ve oruç sevdirilir; kimilerine gece gündüz Kur’ân okumak sevdirilir; kimilerine Müslümanların hizmetine gece gündüz koşmak sevdirilir; kimilerine de tefekkür ve irfân sofrası ikram edilir.
Kıymetli kardeşlerim!
Sohbetimizi, başından beri açıklamaya çalıştığımız “Bu da Geçer Ya Hû!” sözünün daha iyi anlaşılmasını sağlayacağına inandığım, geçmişte bir dervişin yaşadığı olayı anlatıp aktararak noktalamak istiyorum:
“Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.
Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir’in bölgenin en zengin kişilerinden birisi olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de, ailesi de hem misafirperver, hem de gönlü geniş insanlardır… Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, böyle zengin olduğun için hep şükret der. Şakir ise şöyle cevap verir: Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer…
Derviş, Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, Derviş’in yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir’den söz eder. Haa o Şakir mi? der köylüler, o iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor. Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hâle geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkârıdır. Şakir, bu kez Derviş’i son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş, vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma, bu da geçer…
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir, Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: Bu da geçer…
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer” Derviş, “Ölümün nesi geçecek? “diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır.
Sonuç olarak ıttılaınıza arz etmek isterim ki, Cenâb-ı Hak, imtihan maksadıyla yarattığı dünya hayatını zıtlar üzerine tesis etmiştir. Bu sebeple güzel de bulunacaktır, çirkin de; hayır da bulunacaktır, şer de… Bu dünyanın bir parçası olarak yaratılan ve bu tezatlar arasında kalan insanoğlu da, kendi nefsine yerleştirilen takvâ ve fücur, hayır ve şer duyguları arasında her an imtihandan geçmektedir. Bu sayede kimileri gönül âlemini güzelleştirmekte ve hayra meyletmekte; kimileri de iç dünyasını çirkinleştirerek şerrin, yani kötülüğün kölesi hâline gelmektedir.
Yüce Rabbimizden hayatımızı Hakk’a götüren yol, cümlemizi Kendisine hâlis kul kılmasını niyaz ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”
Tophane Kebapçısı
Tophane Kebapçısı'nda öğle yemeği sonrası
Orhan Gazi Türbesi
Osman Gazi Türbesi
Grup, Osman Gazi Türbesini ziyarette.
Grup Tophane Saat Kulesi önünde.
Dr. İbrahim Ateş ve Hamdi Aydın Tophane'deki tarihî topların arasında.
Bursa'dan genel bir görüntü.
Kale önünden Üftade Hazretleri Türbesine giderken.
Üftade Hazretleri Türbesi
Hazreti Üftade
Dr. İbrahim Ateş, Üftade Hazretlerini ziyaretlerinde.
Grubun bir kısmı, Üftade Hazretlerinin manevî huzurunda.
Grup, Emir Sultan Külliyesi önünde toplu halde.
Dr. İbrahim Ateş, Emir Sultan Hazretlerinin manevî huzurunda.
Grup, Emir Sultan Hazretlerinin ziyaretinde.
Hamdi Aydın, Dr. İbrahim Ateş, Ayşe Doyuk ve Melahat Atay, Emir Sultan Hazretlerini ziyaretlerinde.
Grup, Emir Sultan Cami avlusunda.
Yeşil Türbe (Çelebi Mehmet Türbesi)
Dr. Ateş, Yeşil Türbe ziyaretinde.
Dr. Ateş, Yeşil Türbe mihrabı önünde.
Grubun bir kısmı Yeşil Türbe mihrabı önünde.
Grup, Yeşil Türbe önünde.
Grup, Yeşil Cami avlusunda.
Yeşil Cami girişinden bir görüntü.
Grup, Yeşil Cami içinde.
Grup, Yeşil Cami önünde.
ULU CAMİ İÇİNDEN GÖRÜNTÜLER
Ulu Cami'de bulunan Üftade Hazretlerinin söylediği, Hattat Şefik Efendi'nin kalemi ile yazılmış olan levhada:
"Ya Câmia'l kebîr veya Câmia'l kibâr.
Tûbâ limen yezûruke fi'l leyli ve'n-nehâr."
Yani: "Ey büyük cami ve ey büyüklerin toplandığı yer. Seni gece ve gündüz ziyaret edenlere ne mutlu."
AKŞAM YEMEĞİNDEN GÖRÜNTÜLER:
TELEFERİK
Gökyüzünde uçan oda,
Taşımada en son moda.
Dağlara çıkıp inmeyi,
Sağlayan sevimli oda.
Zirvelere ulaşmak,
Kar üstünde dolaşmak,
Mutluluğu paylaşmak,
Ne güzel, ne saadet.