Bir Dönemin Dâhîsi Necip Fazıl
Fikir fezamızın figürlerinden ve düşünce dünyamızın dâhîlerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, ebediyete intikalinin 35. yıldönümü dolayısıyla YOYAV’da üçüncü kez 25 Mayıs 2018 (Ramazan-ı şerîfin 10.) günü minnet, mağfiret ve şükranla anıldı.
Merhumun vefatının 16. yıldönümü dolayısıyla 25 Mayıs 1999 Salı günü tertiplediği 1. Anma programında Dr. İbrahim Ateş’in açış konuşmasından sonra merhum M. Akif İnan “Necip Fazıl’ın Fikir ve Sanat Yaşamı”, merhum Fehmi Genç “Necip Fazıl’ın İslam Aksiyonunu Asrımıza Taşımadaki Rolü”, Dr. Nazif Öztürk “Necip Fazıl’ı Anlamak”, M. Cemal Çiftçigüzeli “Gazeteci Necip Fazıl”, Mesut Özünlü “Vefatının 16. Yılında Necip Fazıl” ve N. Yücel Mutlu “Necip Fazıl’ın Vasiyetinin Düşündürdükleri” konulu birer bildiri sunmuşlar ve yapılan konuşmalarla sunulan bildiriler YOYAV Dergisi’nin Temmuz 1999 (81.) sayısında yayınlanmıştı.
Vefatının 28. Yıldönümü dolayısıyla 25 Mayıs 2011 Çarşamba günü düzenlediği “Necip Fazıl’da Fikir Sancısı” konulu panelde de YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş’in açış konuşmasının ardından Dr. Necmettin Türinay “Necip Fazıl ve Mehmet Akif”, Dr. Nazif Öztürk “Kalabalıklar Arasında Yapayalnız Adam: Necip Fazıl Kısakürek”, Doç. Dr. Mehmet Önal “Necip Fazıl Kısakürek’in Şiirinde Öne Çıkan Değerler” ve merhum Sabri Tandoğan “Büyük Şair ve Mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek” konulu birer bildiri sunmuşlar, Şair Faruk Oray’da “Necip Fazıl Kısakürek” başlıklı şiirini okumuştu. Yapılan konuşmalarla sunulan bildiriler ve okunan şiir YOYAV Dergisi’nin Haziran 2011 (224.) sayısında yayınlanmıştı.
Bu toplantıları tertipleyen YOYAV, merhumun ölümünün 35. yıldönümü dolayısıyla da 25 Mayıs 2018 Cuma günü “Bir Dönemin Dâhîsi Necip Fazıl” konulu güzel bir panel düzenledi. Necip Fazıl’ı anma, anlama ve anlatmanın öneminin anlatıldığı bu panelde değerli düşüncelerin dile getirildiği birbirinden güzel bildiriler sunuldu.
Panele katılan konuklar arasında Eski Bakanlardan İmren Aykut, 20. Dönem Hatay Milletvekili Dr. Mehmet Sılay, 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel, Dr. Nazif Öztürk, Fatih Uğurlu, Mehmet Özcan, Ferda Demir Aycan, Saime Toptan, Ali Eren, Ahmet Temizkök, Beşir Yılmaz, İbrahim Karakoç, Recep Taş, Şükrü Can, Kudret Bulut, M. Yahya Efe, Mehmet Yalvaç, Ahmet Tan, N. Yücel Mutlu, Abdullah Satoğlu, Mehmet Delikeşoğlu ve Ökkaş Dağlıoğlu da vardı.
Bunların yanında merhumun muhibbi olan yazar ve şairlerden bazı zevatla çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştirilen panelin, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan mübârek Ramazan-ı şerîfin rahmet diliminin son gününe tevafuk etmesi, estirilen feyiz ve fazilet havasının daha yoğun olmasına vesîle oldu.
Panel dolayısıyla TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 22, 23,24. Dönem Manisa Milletvekili Hüseyin Tanrıverdi ve Türkiye Yardım Sevenler Derneği Genel Başkanı Birsen Eldem’in gönderdikleri iyi dilek ve başarı mesajları okunarak kendilerine teşekkür edildi..
Necip Fazıl’a ithâfen okunan hatm-i şerîflerin duası yapılarak sevabının ruhuna armağan edildiği panelde duygulu dakikalar yaşandı.
Panelin açış konuşmasını yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, konuşmacılarla katılımcılara takdir ve teşekkürlerini ilettiği konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, Necip Fazıl muhibbi olan muhterem misafirlerimiz, sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Fikirleriyle beslendiğimiz, şiirleriyle seslendiğimiz ve hisleriyle hislendiğimiz Necip Fazıl’ın ebediyete intikalinin 35. yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz anma programıyla “Bir Dönemin Dâhîsi Necip Fazıl” konulu panele teşrif ederek, Ramazan-ı şerîfin rahmet diliminin son gününde birlikte ruhuna rahmet dilememize vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, şerefli varlığınızla panelimizi onurlandırmanızın haz ve huzuru içinde hepinize hürmet ve muhabbetlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
Anan-anılan insanlardan olmamız ve andığımız gibi anılmamız temennisiyle sözlerime başlarken, manevî huzurunda bulunduğumuz Necip Fazıl’a Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyor, ruhunun şâd, mekânının Cennet ve makamının yüce olmasını niyaz ediyorum.
Anmak ve anılmaz güzel, unutmak ve unutulmak da kötü. Müslüman, kendini yaradan yüce Allah’ı O’nun mesajı olan kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i, Kur’ân’ı tebliğ eden sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’i, dünyaya gelmesine vesîle olan ana-babayı, ebediyete intikal eden din ve devlet büyüklerini devamlı anmayı ilke edinmelidir.
Bu inanç ve anlayışla millet ve memlekete önemli hizmetlerde bulunan büyüklerini rahmet ve mağfiretle anma programları düzenleyen YOYAV, merhum Necip Fazıl’ı üçüncü kez anmaktadır.
Necip Fazıl’ı benden daha iyi bilen siz severlerine tanıtarak söze başlamak, tereciye tere satmaya ve ma’lûmu i’lâma çalışmak gibi zâit bir davranış olsa da, yaptığım bu konuşma, paneli açış konuşması olduğu için, hoş karşılanacağı inancıyla, teberrüken tanıtımına yönelik birkaç cümle arz etmekte fayda mülâhaza ediyorum.
İsmi müsemmâsına muvâfık, fiili fikrine mutâbık diyebileceğimiz değerli büyüğümüz merhum Necip Fazıl Kısakürek’in mîlâdı (doğumu) da mevti (ölümü) de Mayıs ayında idi. 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu. 25 Mayıs 1983’de İstanbul’da vefat ederek Eyüp mezarlığına defnedildi.
79 yıllık ömrünün büyük bir kısmını İslam’a davet ve müslümanlara hizmetle geçirdi. Okudu, yazdı ve konuştu. Yurt sathında dolaştı, yazıları, şiirleri ve konferanslarıyla milyonlara ulaştı. Yılmadı, yorulmadı, düşüncelerini dile getirdi. İnsanları İslam’a ve insafa davet etti. Nihayet 1983’te ruhunu Rahmân’a teslim ederek irtihâl-i dâr-ı bekâ etti.
Dolayısıyla Necip Fazıl kimdi ve ne etti derseniz, O’nunla ilgili düşüncelerimi özetlediğim şu iki dörtlüğümle cevaplamak isterim:
Bilge ve bilgili idi.
Şiirle ilgili idi.
Davamızın dili idi.
Gönlümüzün gülü idi.
Dâhî ve duyarlı biri.
Kendi öldü, fikri diri.
Çekti gitti, dönmez geri.
Büyük insan, dolmaz yeri.
Sadece döneminin değil, dünyanın dâhîlerinden biri olan değerli bir düşünür, dirâyetli bir çevirmen, yürekli bir yazar ve şuurlu bir şairdi. Her sözünde bir hikmet ve her şiirinde bir şuur olan o merhum, bir şiirinde şöyle demişti:
“Haramdan kazanılan aş, aştan sayılmaz.
Aşktan akmayan yaş, yaştan sayılmaz.
Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.”
Bir başka şiirinde de şöyle demişti:
“Ömür dediğin nedir, dalda kuru bir yaprak.
Bin sene de yaşasan, son durak kara toprak.”
Necip Fazıl, okuma yazmayı büyükbabasından öğrenmişti. Çeşitli okullarda kesintili ve düzensiz bir öğrenim hayatı geçirmişti. Felsefe tahsili için Paris’e gittiğinde de düzenli bir öğrenci olamamış, kısmen sanat çevrelerinde bulunmuşsa da kendini daha çok eğlenceye ve bohem hayatına vermişti.
Öğrencilik yıllarında din dersi öğretmeni Ahmet Hamdi Akseki tarafından, “Sende istikbalin beklediği İslam düşünce adamından ışıklar görüyorum.” İltifatına mazhar olan Necip Fazıl’ın 1934 yılında Seyyid Abdülhakîm Arvâsî ile tanışmasıyla düşünce dünyasında büyük bir inkılap meydana gelmişti. Bu inkılabı, “Otuz üç yıl saatim işlemiş ben durmuşum/Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.” diyerek özetleyen şair, bu saatten sonra hayatını iman ve onun tezâhürü olan aksiyona hasrederek son anlarına kadar eser neşretmiş, dergi çıkarmış, memleketi dolaşarak konferanslar vermişti.
Sanatkârlığıyla birlikte fikrî yazılarıyla da ilgi uyandıran Necip Fazıl, bu açıdan Cumhuriyet döneminin önde gelen mütefekkirlerindendi.
“Büyük Doğu Dergisi”ni değişik periyotlarla, günlük, haftalık ve aylık olarak ölümüne yakın yıllara kadar aralıklarla çıkarmaya devam etmişti. Bu dergi etrafında özellikle gençlere hitap ettiği konferanslar ve yazdığı yazılar büyük ilgi uyandırmıştı.
Birçok sahada yazdığı kitaplarının yanı sıra Çile adlı şiir kitabı en çok okunan eserleri arasında yerini almıştı.
Merhum hakkında bu az ve öz cümleleri sunduktan sonra, O’nun fikrî ve edebî yönleriyle ilgili düşünce ve duygularımı dile getirirken hemen şunu arz etmek isterim ki O, bütün Türk tarihinde ve İslam dünyasında benzerleri çok da fazla olmayan nâdir dehâlardan ve emsâline az rastlanır mütefekkir ve şairlerdendi.
Günlük, aylık süre aralıklarıyla yaklaşık kırk beş yıl yayınlanan Büyük Doğu Dergisi Necip Fazıl’ın adıyla birlikte, Türkiye’nin son yüzyılında düşünce, sanat, edebiyat, kültür ve siyaset alanında son derece belirleyici olmuş ve insanımızı yönlendirmişti.
Necip Fazıl’ın ve Büyük Doğu’nun bu etkisi şüphesiz bundan sonrada Türk düşünce, edebiyat, siyaset ve toplumsal hayatında en belirgin ana çizgilerinden birisi olarak devam etmişti.
Şiirleriyle, hikâye ve romanlarıyla, tiyatro eserleriyle, etkileyici konferanslarıyla bir nesil yetiştirmişti.
Necip Fazıl Türk edebiyatının, Türk düşünce hayatının nâdir bulunan dehâlarındandır. Bu dehâsını daha çok zekâsı ile ortaya koymuştur. O’nun hayatı ve eserleri birbirinden bağımsız değil, âdetâ kendi hayatını, yaşantılarını söze dökmüş bir düşünce adamıdır.
Batılı için edebiyat, başkasının hayatını, kendi dışındaki dünyayı, somut nesneleri, olayları, olguları yazmaktır. Edebiyat onlar için o manaya gelmektedir ve yazılan bir şeydir. Yani lisan-ı kâldir.
Doğu İslam edebiyatlarında, edebiyat edebiyattır. Edebiyat yaşanan bir şeydir yani lisan-ı hâldir, edeptir. Yaşanan şey edebiyattır. Bizde yaşanmayan, hissedilmeyen, eğreti olarak gündeme getirilen bir şeyin yazılması ayıptır. Onun için lisan-ı haldir, hal dilidir bizde edebiyat. Tüm İslam edebiyatı böyledir.
Kur’ân-ı Kerîm, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in en büyük mucizelerinden biridir. Her peygambere verilmiş, öne çıkan, belirgin mucizeler var. Kur’ân-ı Kerîm’in belâgatlı oluşu da Hz. Muhammed (s.a.v.) için verilen bir mucizedir, Kur’ân, bir bakıma, bir yönüyle büyük bir edebiyat eseridir. Kur’ân-ı Kerîm’de edebiyat meselelerine de yer verilmiştir. Şuarâ Suresi’nde edebiyattan bahis vardır. Ayrıca Saf Suresi 2. ayetinde geçen “Ey îmân edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” ayeti de aslında edebiyatçılar için de yorumlanabilir. Meselâ câhiliye dönemi şairleri böyleydi. Onlar yaşamadıkları, yapmadıkları, inanmadıkları şeyleri söylediler. Kendi kabile şeflerini kutsallaştırdılar. Rakip kabile şeflerini de yerin dibine batırdılar. Gaipten haber verdiler. Fakat İslam’da böyle değil.
Necip Fazıl yaşadığını, tecrübelerini yazan bir adamdı. Yaşadı, yaşadığını yazdı. İlk döneminde kendini ve Allah’ı aradı. Arama kavramı çok önemli, çünkü Necip Fazıl, İslam imanını arayarak bulmuştur. Hazır bulmamıştır. Aileden gelen bir İslam şuuru belki var ama Batı modernizminin Türk insanını allak bullak ettiği bir zamanda, dönemde yetişti ki modernizm çarpması dediğimiz, özellikle Tanzimattan sonra olanların içine doğmuş bir adamdı. Necip Fazıl’ın kendini ve Allah’ı arayış süreci çok sancılı geçmiştir. Entellektüel kriz dediğimiz bir süreç yaşadı.
Batı medeniyeti insanı asıl varlığından soyutlarken, Necip Fazıl bu dönemi gözlemleyip kendi üzerindeki etkisini bu şekilde ortaya koymuştu. İlk dönemlerini arayış sancısıyla geçiren Necip Fazıl, Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra arayış süreci tamamlanmıştı. İlk dönemlerinde ölümden korkan Necip Fazıl, bu dönüşümden sonra, ölümü bir vuslat olarak görmüştü.
O’nun arzusu bir Kur’ân medeniyeti idi. Duygu yüksekliğinin zirvesine çıkan, hayal âleminin sınırlarını zorlayan, görünenin ardını araştıran, yaşamayı yazmakla özdeşleştiren, eşyaya ruh veren, eşine az rastlanan üstün sezgi yeteneği, tasavvufî düşüncedeki enginliği ve metafizik derinliğiyle yarını fetheden bu adam; eserleri, fikirleri, şiirleri ve hayatı ile Türk edebiyat tarihine damgasını vuran Necip Fazıl Kısakürek’ti.
1915 yılında annesinin hastalığı yüzünden ailesiyle birlikte Heybeliada’ya taşınan Necip Fazıl’ın şair olmaya karar vermesi de o günlerini ve şair olmaya karar verdiği hastane odasını Çile isimli şiir kitabının önsözünde şöyle anlatır:
“Şairliğim on iki yaşımda başladı. Bahanesi tuhaftır:
Annem hastanedeydi. Ziyaretime gitmiştim… Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter… Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem, bir an gözlerimin içini tarayıp:
-Senin de; şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin bu dileği bana, içimdeki besleyip de oni ki yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi… Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgâra karşı, içimden kararımı verdim:
-Şair olacağım!
Ve oldum.
O gün, bugün, şairliği küçük ve âdî hasisliklerin üstünde gören, onu idrâkin en ileri merhalesi sayan ben, bu küçük ve âdî bahaneyi hiç unutmadım.”
İmzası, yaşından fazla kitabın kapağını süsleyecek, henüz yirmi dört yaşındayken “Kaldırımlar Şairi” olarak şöhretin zirvesine çıkacak, 26 Mayıs 1980’de Türk Edebiyat Vakfı tarafından Sultânü’ş Şuarâ yani “Şairler Sultanı” beratıyla ödüllendirilecek ve 60 yıl boyunca âdetâ durup dinlenmeden başta şiir olmak üzere tiyatro, hikâye, roman, makale, fıkra gibi değişik türlerde şaheserler ortaya çıkaracak edebî hayatı işte bu tuhaf bahane ile başlamıştı.
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum.
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
Diyorlar bana, kalsın şiir de söz de yerde.
Sen araştır! Göklere çıkan merdiven nerde?
Anladım işi; San’at Allah’ı aramakmış.
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”
Necip Fazıl’ın dehası bütün sanat çevrelerince kabul edilmiş ve devrin önemli isimlerinin iltifatına mazhar olmuştur.
Dehâsı, dirâyeti ve duyarlılığı ile dillere destan olan O büyük insanı dakikalara sığdırmak imkânsızdır. Değerli konuşmacılarımız O’nun önde gelen özelliklerinden söz ederek bizleri bilgilendireceklerdir. Dolayısıyla ben, mikrofonu bir an önce onlara bırakmak için sözlerimi burada noktalarken, panelimizi onurlandıran siz saygıdeğer konuklarımıza ve değerli düşünceleriyle Necip Fazıl’ı tanıtmamıza katkıda bulunan kıymetli konuşmacılarımıza takdir ve teşekkürlerimizi arz ediyor, bu gün için yazmış olduğum “Necip Fazıl’ı Anıyor ve Arıyoruz” başlıklı yedi dörtlükten oluşan şiirimle huzurunuzdan ayrılmak istiyorum:
Doğurup dünyaya getiren ana,
Asil sütü gibi ad verdi O’na.
Fazileti fark edilmesi için,
Necip Fazıl dedi anası O’na.
Hitap etti herkesimden halklara.
Doğruyu duyurdu tüm kulaklara.
Şiiri şuur verdi genç kuşaklara.
Işık oldu okuyan uşaklara.
Kalemle kelamla yordu ve yerdi.
Dostlara yön verdi, düşmanı gerdi.
Seccadeyi serdi, secdeye vardı.
Hakk’ın huzurunda huzura erdi.
Otuz beş yıl önce Hakk’a yürüdü.
Tüm sevenlerini hüzün bürüdü.
Sevgi seli oldu, aktı, sürüdü.
Peşinde binlerce insan yürüdü.
Bir avuç olsa da O’nu anan var.
Rahmetle yâd edip O’na yanan var.
Rabbimiz eylesin ağyârını yâr.
Unutanlarına dünya olsun dar.
Şaire şiirle veda edilir.
Hatıralarına hürmet edilir.
Huzuruna hatimlerle gidilir.
Ruhu için Hakk’a dua edilir.
Dileriz Mevlâ’dan Necip Fazıl’a,
Hak nezdinde iyilerden yazıla.
Tarihe altın harflerle kazıla.
Hak ettiği hürmet ile anıla.”
Dr. Ateş’in, paneli açış konuşmasından sonra paneli yönetmek üzere kürsüye gelen 24. Dönem Ankara Milletvekili Ülker Güzel, yaptığı selamlama konuşmasından sonra panelistleri kürsüye davet etti. A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seyfettin Erşahin yurt dışında olduğu için hazırladığı “Necip Fazıl’ın Hz. Muhammed Anlayışı” konulu bildirisi Araştırma Görevlisi Ferda Demir Aycan tarafından okundu. Ardından K.B.lığı Eski Müsteşar Yardımcısı Dr. Nazif Öztürk “Dâhîlikle Delilik Arasında Necip Fazıl” konulu, Başbakanlık Emekli Baş Danışmanı Fatih Uğurlu da “Necip Fazıl’dan Birkaç Ankara Günlüğü” konulu bildirilerini sundular. VGM Mülhak ve Yeni Vakıflar Eski Daire Başkanı Mehmet Özcan’ın okuduğu “Sakarya Şiiri” ile noktalanan panelin hitamında Emekli İl Müftüsü Muslihiddin Kartal’ın Kur’ân-ı Kerîm tilâvetini takiben, merhumun ruhu için okunan hatm-i şerîfin duası Dr. İbrahim Ateş tarafından yapıldı.
Konuşmacılara birer teşekkür belgesiyle hediye takdim eden Dr. İbrahim Ateş, Necip Fazıl ile ilgili duygu ve dileklerini dile getirdiği şu iki dörtlükle noktaladı:
“Necip Fazıl Kısakürek,
Dilde ve dinde bir direk.
Güçlü hatip, cesur yürek.
O’nu örnek almak gerek.
Maraşlı mâhir bir ede,
Düşüncede dâhî dede.
Dostlar O’na dua ede.
Cennet-i a’lâ’ya gide.”
Panelde sunulan bildirilerle yapılan konuşmalar, dergimizin Ekim ayı sayısında yayınlanacaktır.
Ülker Güzel
Ferda Demir Aycan
Dr. Nazif Öztürk
Fatih Uğurlu
Mehmet Özcan
Sunucu Yasemin Aras
Hatim Duası