BİZDEN ÖNCEKİLERE BORCUMUZ VE BİZDEN SONRAKİLERE SORUMLULUĞUMUZ
Geçmişte gerçekleştirilen güzellikleri gözden geçirerek günümüze yansıtılmasında ve yaşatılmasında yarar görülenlerin tespit ve tetkîki ile tekrarı cihetine gidilmesi ve tarih boyunca insanlığın istifadesine sunulan îcatların mûcitlerinin takdir edilmesi, onlara yenilerinin eklenlenmesi açısından büyük önem arzetmektedir. Bu gerçeği gözönünde bulundurarak ilmî ve fikrî faaliyetlerini sürdürmenin gayreti içinde olan YOYAV, iyiyi, doğruyu ve güzeli yakalama, yaşama ve yayma yolundaki çaba ve çalışmalarını devam ettirmektedir. Yaradan’a yâr olmaya ve yaratıkları yararlandırmaya yönelik iş ve uğraşlarla duyarlı davranışları tavsiye ve telkin etmektedir. İlişkilerin iyileşmesi, dostlukların pekişmesi, kardeşliklerin gelişmesi için bilinmesi ve benimsenmesi gereken davranışlara dikkat çekmektedir.
Diğer taraftan düşünce, duygu ve davranışlarıyla insanlara ışık tutup, gelişip güçlenmelerine ve ilerleyip yücelmelerine önemli katkılarda bulunan dehâ, dirâyet ve liyâkat sahibi bilge kişileri hürmet ve muhabbetle anarak, hâtıralarını hâfızalarda yaşatmaya yönelik çaba ve çalışmaları da geliştirerek gerçekleştirmektedir. Böylece geçmişle gelecek arasında güçlü ve güvenli bir köprü kurmanın önemine inancını ortaya koymaktadır.
Bu cümleden olarak 7 Kasım 2009 Cumartesi günü gerçekleştirdiği “Bizden Öncekilere Borcumuz ve Bizden Sonrakilere Sorumluluğumuz” konulu konferansta dilegetirilen düşüncelerle davetlilerine duygulu dakikalar yaşattı. Yıllardır gözardı edilen ama mutlaka üzerinde durulması gereken böyle önemli bir konuyu gündeme getirmenin haz ve huzuru içinde kürsüye gelen Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmada şunları söyledi:
“Geçmişi şanlı, gönlü imanlı ve dili Kur’anlı olan duyarlı ve dirayetli kardeşlerim, ecdâdına ihtiram ve ahfâdına (torunlarına) ihtimamın idraki içinde olan kıymetli konuklarımız, bugüne kadar dünü ve yarınını da düşünen değerli dostlarımız, basınımızın güzîde temsilcileri!
Yaradan’a ve yaratıklara karşı görev ve sorumluluklarımızın idraki içinde olup olmadığımızı irdelemek amacıyla düzenlediğimiz bu sohbet toplantısına teşrif ederek fikrî faaliyetlerimize gösterdiğiniz ihtimamdan dolayı takdir ve teşekkürlerimizi arzederek sözlerime başlarken seçkin heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, cümlemize cennet ve Cemalullah ile dünya ve ahiret saadeti niyaz ediyorum.
Sevgili kardeşlerim!
Hepimiz bilmekteyiz ki, biz bu dünyada ne ilkiz, ne de son. Bizden önce gelip gidenler olduğu gibi, bizden sonrada gelip gidecekler vardır. Dolayısıyla öncekilerle de sonrakilerle de bir bağımız vardır. Bu bağ, Hz. Adem’den bu yana devam eden ve yeryüzünde yaşayacak en son insana kadar devam edecek olan insanî bağdır. Onu istesek de koparamayız. İnkar edemeyeceğimiz bu bağı ihmal de edemeyiz. O halde ne yapayacağız derseniz, bugünkü sohbetimizde bu sorunun cevabını bulmaya çalışacağımızı belirtmek isterim.
Herşeyden önce altını çizerek önemli bir hususu arz ve ifade etmek isterim ki, hepimizin bizlerden öncekilere borcumuz, bizlerden sonrakilere de sorumluluğumuz vardır. Bu gerçeğin bilincine erdiğimiz an, büyüklerimizle küçüklerimize karşı yapmakla yükümlü olduklarımızı kavramaya başlamışız demektir.
İnsanlar, bugün yeryüzünde yaşayanlardan ibaret değillerdir. Bugünün dünü olduğu gibi, yarını da vardır. Dün dünyada iken ömürlerinin hitamında ebediyete göçenler gibi, bugün burada bulunanlar da yarın hayat yolculuğunu noktalayarak öncekilerin izinde olacak ve yerlerini yenilerine bırakacaklardır. Bu düzen, ilâhî irade istikametinde kıyamete kadar devam edecek ve her gelen gidecektir. Şairin dediği gibi:
“Gelen gider, bunda kalmaz.
İki kapulu handır bu.”
Nihayet bir gün gelecek, bütün insanlar Hakkın huzurunda biraraya geleceklerdir.
Bu buluşmanın bilincinde olan insanlar, geçmiş ve gelecekteki insanlara karşı görev ve sorumluluklarını ihmal etmemelidirler. Bugünün insanları dünün insanlarını unutmamalı, yarının insanlarını da gözardı etmemelidirler.
Tabii biz şimdi hâli (bugünü) yaşamaktayız. Ama bizim mâzîmiz ve müstakbelimiz de vardır. Yani dünümüz ve yarınımız da vardır. İçinde olduğumuz anı yaşamaktayız ama geçmişimizi ve geleceğimizi görmemezlikten gelemeyiz. Evet, zamanı durdurmamız, dünü döndürmemiz ve yarını bugüne getirmemiz mümkün değil ama yaşadığımız anı, hem kendimiz için birşeyler yaparak, hem bizden öncekilere borcumuzu ödeyerek, hem de bizden sonrakilere karşı sorumluluğumuzu yerine getirerek değerlendirebiliriz.
Hayatta her nimetin bir külfeti vardır. Nimeti isteyip külfetten kaçmak olmaz. Geçmişten geleceğe uzanan hayat yolculuğunda bizlere sağlanan imkânlarla istifademize sunulan güzelliklerden yararlanmamızın bir karşılığı olsa gerekir. Bu karşılık şükür ve teşekkür olduğu gibi, nâil olduğumuz nimetlerin kadrini bilip, onları bizlere sunanlara vefâ göstermek ve istedikleri evsafta insanlar olmaktır. Bu gerçeğin bilincinde olan biz müslümanlar, Allah’a şükrü ve insanlara teşekkürü yerine getirilmesi gereken zevkli bir borç biliriz.
Bizleri yaratıp yaşatan ve sayısız nimetlerle kuşatan yüce Rabbimize kulluğun gereği olan iman, ibadet ve tâ’atla emirlerine itaatta dâim olmaya çalışırız. Nikmetini de nimeti gibi hoş karşılarız. Mâ’nâ büyüklerinden birinin dediği gibi:
“Kahrın da hoş lutfunda hoş
Hoştur bana Senden gelen.
Ya goncagül yahut diken,
Ya hil’at-ü yahut kefen.” deriz.
Küfür ve sapıklık hâriç her hâlükârda O’na hamd-ü senâda bulunuruz.
Allah Teâlâ’nın ölümsüz mesajı olan Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i bizlere tebliğ ederek iman ve islama davet eden sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimize iman, iktidâ ve sünnet-i seniyyesine ittiba’ etmenin gayreti içinde oluruz. O’nu örnek almaya, izinde olmaya ve yolunda yürümeye özen gösteririz. O’na ömür boyu salât ve selam getirmekle borçlu olduğumuzu bilir ve bu borcu eksiksiz ifa etmeye çalışırız.
Dünyaya gelmemize vesîle olan ve bizleri besleyip büyütmek için çeşitli sıkıntıları göğüsleyen ana-babalarımıza itaat, ihsan ve ihtiramda bulunmakla borçlu olduğumuzu bilir, onlar için devamlı dua ve istiğfarda bulunuruz. Onların rahmet-i Rahman’a mazhar olmaları dileğiyle sabah-akşam yaptığımız dualarımızda: “Allah’ım! Anamı ve babamı bağışla, ruhlarını şâd ve mekânlarını cennet eyle. Onları benden razı eyle, Sen de onlardan ve benden razı ol ya Rabbi!” diye niyazda bulunuruz. Bizleri dünyaya getiren ebeveynlerimize dua etmekle yetinmeyip, dedelerimiz, ninelerimiz, amcalarımız, halalarımız, dayılarımız, teyzelerimiz, ablalarımız, ağabeylerimiz ve diğer yakınlarımızla Hz. Adem babamız ve Hz. Havva validemize kadar ebediyete göçen atalarımız ve büyüklerimiz içinde dua ve istiğfarda bulunarak tamamının bağışlanıp cennet ehlinden olmalarını diler, bizleri onlarla cennette buluşturmasını niyaz ederiz.
Ayrıca ashâb-ı Resûlullah ve evliyâullah ile ulemâ-i âmilîn, sulehâ-i sâlihîn, müçtehidîn, müfessirîn, muhaddisîn, şehitler ve gazilerle bilimum mü’minîn ve müminât için de benzeri bağış ve rahmet niyazında bulunuruz.
Bilgileriyle bizleri aydınlatan ilim ehlini, geçmişin bilgi birikimini günümüze yansıtan yazarları, kaydettikleri bilimsel ve teknolojik buluşlarla insanlığın ilerlemesine ve hayat standartlarının yükselmesine önemli katkılarda bulunan mucitleri takdir ve teşekkürle yadederiz.
Üzerinde yaşadığımız cennet vatanımızı düşman işgalinden kurtarıp, bizlere bağımsız ve özgür bir ülke armağan eden kahraman atalarımız, büyüklerimiz ve askerlerimizle, bu uğurda can veren şehitlerimizi her zaman ve her yerde minnet ve mağfiretle anarak ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olması için Allah Teala’ya yalvarıp yakarırız.
Yıllardır yurdumuzda kurdukları çok ve çeşitli vakıflarla ülke ve insanımızın istifadesine sundukları cami, mektep, medrese, çeşme, sebil, han, hamam, hastahane vb. müesseselerle halkımıza hizmeti hedefleyen hayırsever atalarımızı rahmet ve mağfiretle anar, eserlerine sahip çıkarak gözümüz gibi koruyup kollamayı görev biliriz.
Dağda koyun güden çobanı, bağda, bahçede ve tarlada çalışan çiftçiyi, fabrikada imalathanede ve her türlü üretim yerinde çalışıp ter döken işçiyi, kamu kurumlarında görev yapan memurları, halka hizmet veren esnafı, vatan savunmasında görev alan askerlerimizle halkın huzurunu sağlayan güvenlik kuvvetlerimizi, çocuklarla gençlere ilim-irfan öğreten öğretmenlerle öğretim üyelerini, milletin maddî ve manevî yönde gelişmelerine çaba sarfeden din ve devlet büyüklerini şükranla anarak hepsine dünya ve ahiret saadeti dileriz.
Bizden öncekilere böylesi büyük bir bağlılık ve güzel vefa hisleriyle dolu olan bizler, günümüz insanları ile gelecektekilere karşı ilgisiz kalmamız düşünülemez. Zira bizler, geçmişini gözardı edenlerin geleceğini kuramayacaklarını bildiğimiz gibi, gününü değerlendirmeyenlerle geleceğine yatırım yapmayanların yarınlarını yapamayacaklarına da inanmaktayız.
Bu inanç ve anlayışla davranışlarımızı dizayn etmenin gayret ve kararlılığı içinde olan bizler, yarınlarımıza yapıcı yaklaşımlarda bulunmanın önemini idrâk ederek, geleceğimizin güvencesi olan yavrularımızı yaşayacakları zamanın şartlarına göre yetiştirmeyi önemli görevlerimizden kabul etmekteyiz. Bu hususta Hz. Ali (R.A.)’nin: “Çocuklarınızı yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin.” anlamındaki uyarısını kulağımıza küpe etmekteyiz. Böylece bilgili, becerikli ve basîretli bir nesil yetiştirerek millet ve memleketimizin kalkınmasına katkıda bulunacağımızı düşünmekteyiz. Atalarımızdan devraldığımız cennet vatanımızla onlardan tevârüs ettiğimiz millî ve manevî değerlerimizi koruyarak, maddeten ve manen mükemmel bir şekilde yetiştireceğimiz böylesi ümitvar bir neslin himayesine tevdî’ etmenin huzuru içinde geleceğe güvenle bakmaktayız. Dolayısıyla “almaya varız, vermeye yokuz” demenin doğru olmayacağına inanmaktayız. Bizden öncekiler yaptılar yararlandık, biz de yapalım ki, bizden sonrakiler yararlansın düşüncesini daim kılmanın heyecanı içinde hamiyetperver halkımızın hayırlı atılımlarıyla katılımlarının devamını dilemekteyiz.
Sohbetimizi yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Haşr Suresi’nin: “Ey inananlar! Allah’tan sakının. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan sakının, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” mealindeki 18. ayeti ile noktalarken mazisine müteşekkir, hâline hâmid ve müstakbeline müşfik insanlar olmamız dileğiyle seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum.