Cennetin Orta Kapısı
Kimse tek başına toplum hayatı yaşayamaz. Bir erkekle bir kadın meşru evlilik akdi ile hayatlarını birleştirmedikçe karı-koca olamayacakları gibi, çocukları olmayan eşler de ana-baba olamazlar. Karı-koca olmak için eşler birbirine muhtaç oldukları gibi, ana-baba olabilmeleri için de dünyaya getirecekleri çocuklara, onlar da doğup dünyaya gelmeleri için ana-babaya muhtaçtırlar. Çocuk ana-baba için ne kadar önemli ise, ana-baba da çocuk için o kadar önemlidir. Ana-babasız çocuk dünyaya gelmez, çocuk olmayınca da ana-baba olunmaz. Bu itibarla ebeveyn evlat için, evlat da ebeveyn için hayatî ehemmiyet arz eder. Çocuk dünyaya gelmeyi ana-babaya, ana-baba da o sıfatı kazanmayı çocuğa borçludur. Çocukları Allah yaratır, ana-baba da dünyaya gelmelerine vesîle olurlar. Dolayısıyla ana-baba ve evlat üçlüsü, birbirini tamamlayan ve yekdiğeri için olmazsa olmaz niteliğinde olan önemli varlıklardır.
İnsanları yaratıp yaşatan ve sayısız nimetlerle kuşatan yüce Allah, onları ebeveyn-evlat ilişkisi içinde birbirine bağlayacak ve aralarında var edilen hürmet, muhabbet, şefkat ve merhamet hisleri ile yekdiğerine yaklaştırıp kucaklaştıracak bir akrabalık bağı kurmuştur.
Ana-baba ve evlat arasında daha yoğun bir şekilde yaşanan bu duygular, insanları yekdiğerine bağlayan duyguların başında gelir. Küçüklerin büyüklere hürmeti, büyüklerin de küçüklere merhameti bu duygularla oluşup gelişmektedir. Babada koruma, anada kucaklama, evladda kol-kanat germe şeklinde tezahür eden bu duygular, aileyi ayakta tutan ve toplumun terakkisinde etken olan önemli faktörlerdendir.
Babanın koruma, annenin kucaklama, çocukların da kol-kanat germe sıfatı ile muttasıf olduğu aile yapısının taban ve tavanı tahribattan, çatısı çökmekten, duvarları da devrilmekten korunur. Dış etkenlere karşı mukavemetli olup, içinde huzur havası eser. Böylesi mutlu ailelerden oluşan toplumlar da mesut ve müreffeh olurlar.
Aileyi sarsıntılardan ve toplumu tahribattan korumaya yönelik çaba ve çalışmalarını arttırarak sürdürmenin gayret ve kararlılığı içinde olan YOYAV, takdirle takip edilen çok ve çeşitli kültürel faaliyetlerinin yanında, anneler ve babalar günü gibi, toplumun tümü tarafından coşku ile kutlanan günlerde düzenlediği toplantılarda ana-babaya gösterilmesi gereken sevgi ve saygı ile sergilenmesi icap eden sevecen ve sempatik davranışların önemini anlatıp dile getirdiği düşüncelerle davetlilerine duygulu dakikalar yaşatmaktadır.
Bu cümleden olarak 15 Haziran 2014 Pazar günü gerçekleştirdiği kutlama programında baba olmanın anlam ve önemi ile getirdiği yükümlülük ve sağladığı hürmet ve muhabbet hakkında duyulması ve uyulması gereken önemli açıklamaların yapılmasına imkân sağladı.
Günün erken saatlerinde salonu dolduran gül yüzlü babalarla, onları bu anlamlı günlerinde yalnız bırakmayan vefakâr annelerin doldurduğu salonda sevinç ve saadet havası estirildi. Dedeler, babalar, çocuklar ve torunların bir arada bulunduğu topluluğa hitap eden YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Saygıdeğer babalar, onların mutluluklarını paylaşmak üzere toplantımıza teşrif eden muhterem anneler, kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Yurdumuzda ve dünyamızda coşku ile kutlanıp birbirinden güzel binlerce etkinliğe sahne olan babalar günü dolayısıyla düzenlediğimiz böylesine önemli ve anlamlı bir programı tertipleyip, siz saygıdeğer babalarla kıymetli konuklarımızı ağırlamanın sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor, sağlık ve saadette daim olmanızı diliyorum.
Bizleri doğurup dünyaya getiren annelerimizle, besleyip büyüten babalarımıza ömür boyu hizmet ve hürmette kusur etmeyip, devamlı emirlerine âmâde olmamız temennisi ile sözlerime başlarken, törenimize teşrif ederek bu anlamlı günümüzde bizimle birlikte olmanızın haz ve huzuru içinde hepinize hürmet ve muhabbetlerimizle takdir ve teşekkürlerimizi arz ederek hoş geldiniz diyorum.
Başta beşeriyetin babası Hz. Adem (A.S.) olmak üzere rahmet-i Rahmân’a göçen babaları minnet ve mağfiretle anarak ruhlarının şâd, mekânlarının cennet ve makamlarının yüce olmasını niyaz ediyorum. Hayatta olup hanelerini himaye etmenin ve yavrularını yetiştirmenin sorumluluğunu taşıyan babalara da eşleri, çocukları, torunları ve tüm sevdikleri ile birlikte huzurlu ve mutlu bir hayat temenni ediyorum.
Kıymetli konuklar!
Evladı, anadan sonra en çok düşünen insan babadır. Çocuklarının üzerine titreyip kanat geren baba, onları koruyup kollayan, besleyip büyüten ve varlıkları ile mutlu olan insandır. Kişi, baba olduktan sonra kendi mutluluğundan çok çocuğunun mutluluğu ile mutlu olabileceğini görür. Dolayısıyla insan, babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar.
Ana-baba, ailenin saadet semasında birer güneştir. Baba ocağı; kışın içinde odun yanmasa da evladın içini ısıtan bir ocaktır. Çünkü orada evlat için yanan yürekler vardır. Bunu hisseden evlat, üşümez ısınır.
Baba ailenin başı, bebe ise en küçük üyesidir. Hanede huzur havasının esmesi için büyüklerin küçükleri koruması, küçüklerin de büyükleri sayması gerekir. Büyükler acımasız, küçükler saygısız olursa aile sarsılır, çatı çatlar, yuva yıkılır.
Baba, bebenin hal ve hareketlerini sevgi ile şefkatle karşılar ama evlat yaşlanan babanın sözlerinden sıkılır, sıkıntılarına katlanmada zorlanır.
Bir baba oğluna, penceredeki kuşu göstererek: “Bu ne?” diye sormuş. Oğlu: “Kuştur” demiş. Baba biraz sonra tekrar sormuş ve “Bu ne?” demiş. O da: “Baba o kuştur.” demiş. Aynı soruyu üçüncü kez sorunca, oğlu: “Baba, kaç olduğu sorduğun, onun kuş olduğunu sana kaç defa söyledim. Dönüp dönüp aynı şeyi soruyorsun. Yoksa söylediğimi duymuyor musun?” diye babasını azarlamış. Adamcağız: “Yok oğlum,
söylediğini duyuyorum. O hayvanın kuş olduğunu biliyorum. Ama senin çocukluğunda bana sorduğun benzeri bir soruyu hatırladım. Ben de sana aynı şeyi sordum. Sen benim kucağımda idin, benzeri bir kuş da pencerenin önüne konmuştu. Ona bakıp: “Baba, bu nedir?” diye sormuştun. Ben de: “Oğlum, bu kuştur” deyip seni okşamış, öpmüş ve sevmiştim. Sen ard arda o soruyu belki otuz defa sormuştun. Ben de her defasında aynı cevabı vermiş ve aynı şekilde seni okşayıp, öpmüş, sevmiş ve bağrıma basmıştım. Sorularına sevgi ile şefkatle ve sabırla cevap vermiştim. Ama ben aynı soruyu sana üç defa sordum, fazlasına tahammül edemedin ve beni azarladın. Nasip olursa inşaallah yarın sen de benim yaşıma gelecek ve çocuklarına benzeri soruları soracaksın. Bu dünya, etme bulma dünyasıdır yavrum.” demiş.
Kıssadan hisse almak, yapılan yanlışı görmek ve benzeri davranıştan kaçınmak gerekir.
Ebeveyne ihsan yani ana-babaya iyi davranmak, Allah’a kulluk ve ibadetten sonra gelen önemli bir görevdir. Bunun içindir ki, sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Allah’ın rızası ana-babanın rızasında, gazabı da onların gazabındadır.” buyurmuştur. Başka bir hadîs-i şerîfinde de: “İki günah var ki, kişi bunların cezasını dünyada görmeden ölmez: Biri, zulüm; diğeri ana ve babasına eziyet etmesidir.” Bu hadîs-i şerîflerde açıkça ifade edildiği üzere ana-babasının kendisinden razı olmadığı kimseden Allah da razı olmaz. Onları üzen, iflah olmaz. Onlara surat asanın, yüzü gülmez. Onları azarlayan, beteri ile müptela olur. Dualarını alan huzur bulur, beddualarını alan da bedbaht olur. Dolayısıyla bir kimsenin ana-babasının kalbini kırması, kendi başını taşa vurmasından daha kötüdür. Ayet ve hadislerde bu hususlara işaret edilmekte, yaşanan olaylar bu hakikati dile getirmektedir. Şimdi dilerseniz İsra Suresi’nin 23-24. ayetlerinin mealleri ile konu ile ilgili hadislerden bir kaçının mealini ve yaşanan bazı olayları birlikte okuyalım:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.
Onları esirgeyerek alçak gönüllükle üzerlerine kanat ger ve: ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.” (İsra, 23-24)
“Baba ve ananın rızasını kazanan dünya ve ahiret iyiliğini kendisi için bir araya getirmiştir.”
“Resûlüllah (S.A.V.)'e ana ve babaya dünyada iyiliğin en azı sorulduğunda: ‘Onlara sahip çıkıp iyi hizmet etmek için: Açsa doyurmak, ihtiyacı varsa elbise almak, hizmete muhtaç iseler, cana minnet bilip her ihtiyaçlarını görmek; çağırdıklarında hemen huzurlarında hazır olmak, ihsan ve iyilikte bulunmak, günah olmayan emirlerini yerine getirmek, kendileriyle tatlı ve yumuşak konuşmak, isimleriyle çağırmamak, önlerinden değil, arkalarından gitmek, sevip beğendiklerini onlar için de sevmek, duâ ederken onlara da duâ etmek, çağırdıklarında nâfile namaz kılıyorsa çıkıp cevap vermektir.’” buyurmuştur.
“Ümmetimden üç sınıf insana Cehennem ateşi dokunmaz: Erine itâat edip onu memnun eden kadın, ana-babasına iyilik eden evlât, Allah Teâlâ'nın kullarına merhametli olan insan.”
“Amellerin sevimlisi; vaktinde kılınan namaz, ana-babaya itâat ve Allah yolunda cihad etmektir.”
“Ana-babaya ihsan etmek; nâfile namaz kılmak, haccetmek, sadaka vermek ve harbe gitmekten üstündür.”
“Bir kimse ana ve babasının yüzlerine merhamet ve sevgi ile baksa, her bakışında ona bir hac ve umre sevabı ihsan olunur. Günde yüz defa baksa da böyle mi yâ Resûlallah? suâline: Yüzbin kere baksa da bu ecre nail olur.” buyurdular.
“Bir kimse anasının ayağını öpse, cennetin eşiğini öpmüş gibidir.”
“Cuma günü ana-babasını veya onlardan birini ziyaret eden kimsenin küçük günahları affolunur.”
“On misli karşılığı olan sadaka, sağlam fakire; 70 misli sadaka sakat fakire; 700 misli sadaka, din talebesine, 70.000 misli sadaka, din ilmi öğretene; sayılara sığmayan sadaka sevabı ana-baba ve akrabadan ölenler için verilenedir.”
“Ana-babası kendisinden râzı olmayan evlât, Allah Teâlâ’yı kendisine gazaplı olarak bulacaktır. Ana ve babası kendinden râzı olmadığı halde ölen evlâtla şeytan arasında, cehennemde bir derece fark vardır.”
“Mirac’da bana gösterildi; bir takım insanlar cehennemde ateşten çengellere takılmış, azap olunuyordu. Kimler olduğunu Cibril’den sordum. ‘Ana babasına âsi olanlardır’ dedi.”
“Kim ana-babasına kötü söylerse, cehennemde başına dünyada yere düşen yağmur taneleri kadar azap iner.”
Oldukça yaşlı bir adam, kendisi gibi kamburlaşıp yere yanaşmış bir ağacın altında ağlıyordu. Biraz önce bir genç yanına sokulmuş ve kendisinden içki parası istedikten sonra bir de tokat atmıştı. Yaşlı adamın yere yıkıldığını görenler, hemen yardımına koşup: “Geçmiş olsun dede, dediler. O serseri ne istedi ki senden?”
Adamcağız bir şey olmamış gibi toparlanmaya çalışırken: “Eski bir borcum vardı, onu istedi” Yapması gerekeni yaptı sadece dedi.Çevresindekiler, ihtiyar adamı yerden kaldırdıktan sonra eline bastonunu tutuşturup aceleyle işlerine koşuştular. Herkes ayrıldığında, hadiseyi başından beri görmüş olan bir delikanlı onun koluna girerek: “Fazla hırpalandınız, ağacın gölgesinde biraz oturalım mı?” dedi.
Yaşlı adam yorgun bakışlarını yukarıya yöneltip: “Benim bu ağacın altında dinlenmeye hakkın yok yavrum, ölünceye kadar olmayacak” dedi.
Delikanlı, söylenenden bir şey anlamamıştı. Meraklı gözlerle kendisine bakarken, onun tekrar hıçkırıklara boğulduğunu fark etti. Yaşlı adam, iniltiye benzeyen bir sesle: “Elli yıl kadar önceydi. Rahmetli babamı, sigara parası almak için bu ağacın altında azarlamıştım. Yani biraz önce evladımın beni dövdüğü yerde” dedi. Delikanlı ne diyeceğini bilemedi ve şimdi biraz daha bitkin görünen ihtiyarın sakinleşmesini bekledikten sonra, onu arabayla evine bırakmayı teklif etti. Adam, titrek adımlarla yoluna koyulurken: “Evim oldukça uzaklarda yavrum. Ama ben yürüyerek gideceğim oraya. Babamın da onu azarladıktan sonra, üzüntüsünden yayan döndüğü gibi. Hem şehir dışındaki kabristana uğrayıp bir Yasin’le öpeceğim ellerinden…
Biri Huzûr-u Nebevî’ye gelip:
“Hicret etmek istiyorum, lâkin anam-babam müteessir olup ağlıyorlar, ne yapayım Yâ Resûlallah?” dedi. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Ana-babanı ağlatma. Git ağlattığın gibi güldür. İzin almaya çalış, verirlerse hicret et, vermezlerse tehir et.” buyurdu.
Ashâb-ı Kiram’dan bir zât Resûlüllah’a babasından şikâyette bulundu ve malından harcamaktan vazgeçmesi için emir buyurmasını diledi. Hz. Peygamber (S.A.V.) bu ihtiyarı çağırıp vaziyeti kendisinden sordu. İhtiyar ağlayarak: “Yâ Resûlallah! Bir zamanlar, oğlum zayıf ve âciz, ben kavî; o fakir, ben zengindim. Hiç bir şeyimi ondan esirgemez ve mahrum etmezdim. Bugün ben zayıf ve âcizim; o kavî... Ben fakirim; o zengin... Ve malını benden men eder” deyince Hz. Peygamber (S.A.V.) müteessir olup mübârek gözlerinden yaş döküldü ve:
“Şu ihtiyarın sözlerinden civardaki eşyalar dahi hayretle ağladılar” buyurdu ve ihtiyarın oğluna:
“Baban senin varlığına sebep, sen de malının varlığına sebepsin. Muhtaç olan baba, ihtiyacı kadar evlât malından kendi malı gibi almak hakkına sahiptir. Sen de, senin malın da babanındır” buyurdu.
Yusuf (A.S.) Mısır Meliki olunca ana, babasıyla akrabalarını getirmek için adamlar gönderdi. Babası Yakup (A.S.) Mısır’a geldiğinde Yusuf (A.S.) O’nu, birçok hazırlık ve merasimle karşılamış, babasına, malik bulunduğu devleti gösterip O’nu hoşnut etmek maksadıyla atından inmediği için vahyi ilâhî ile “Ey Yusuf! Babana tâzimi tam îfâ etmediğinden neslinden peygamber çıkarmayacağım.” buyurulmuştur.
Hâkim-i Tirmizî Hazretleri ilim öğrenmek üzere üç arkadaşıyla sözleşmiş, iki arkadaşı ilim tahsili için gitmiş, anası izin vermediğinden kendisi gidememişti. Bu sebepten üzüntülü günler geçirirken Hızır (A.S.) O’na, anasının rızâ ve duâsı sebebiyle hikmetler tâlim etmiştir.
Bir hadîs-i şerîfte belirtildiği üzere: “Dört şeyin varlığı dört şeydedir: İlmin bereketi hocaya saygıda, imanın bekâsı, ilahî emirlere uymakta, hayatın dirlik ve lezzeti, ana-babaya itaat ve ihsanda, cehennemden kurtuluş, halka ezâ etmemektedir.”
Dr. Ateş’ten sonra birer konuşma yapan A.Ü. İlahiyat Fakültesi Eski Dekanı Prof. Dr. Nesimi Yazıcı, Sosyal Güvenlik Kurumu Şube Müdürlerinden Sami Aydın ve YOYAV Onur Kurulu Üyelerinden N.Yücel Mutlu babalarla ilgili düşüncelerini dile getirerek davetlilere duygulu dakikalar yaşattılar. Faruk Oray’ın bugün için yazıp okuduğu “Nur İçinde Yat Baba” başlıklı şiiri de törene ayrı bir renk kattı.
Tören, davetlilere sunulan gül ve dondurma ikramı ile noktalandı.