Çığır Açmak Çağ Açmaktan Önemlidir
Hayırlı iş ve uğraşlarda öncülerden olmak önemli bir meziyettir. Özellikle Hakk’ın rızası doğrultusunda, halka hizmet yolunda alanında ilk olarak hayırlı bir iş yapmak, çok daha önemlidir. İslamî ilkelere uygun ve insanî inceliklere yönelik olan böyle güzel bir işi başlatmak, o konuda çığır açmak demektir ki, böyle bir çığırı açmak, çağ açmaktan daha önemlidir. Çünkü bu çığır, başkalarının da benzeri davranışlarda bulunmalarına vesîle olacaktır. Dolayısıyla çığır açan insan, kendisini izleyerek benzeri iş ve uğraşlarda bulunan diğer insanların aldığı kadar ecir ve mükâfat alacaktır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Hayra öncülük eden, onu yapan gibidir.” buyurmuştur.
Diğer bir hadîs-i şerîfinde: “Kim islamda iyi bir çığır açarsa açtığı çığrın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de islamda (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından bir şey eksilmeden ona aittir.” buyurmuştur.
İnsan vardır dolu dolu yaşar, hayatını Hakk’a ibâdet ve halka hizmetle geçirir. Hakk’ın rızasını ve halkın sevgisini kazanır. Herkes tarafından takdir edilir, ölse de iyilikle anılır. Hayrını görenler tarafından hayırla yâd edilir, ruhuna Fâtihalar yollanılır.
İnsan da vardır, ot gibi yaşar, it gibi dalaşır. Ne Allah’a ibâdete yaklaşır, ne de insanlara hizmetle uğraşır. Yiyip içip yatmak ve oynayıp eğlenmekle ömür tüketir. Gezer, dolaşır, faydasız şeylerle uğraşır, söz ve davranışlarıyla insanları rahatsız edip üzdüğü dahi olur. Böyleleri ölünce de çevresindeki insanlar huzura kavuşur. Şairin dediği gibi:
“Ne kendi etti rahat, ne halka verdi huzur.
Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehl-i kubûr.”
Müslümana yakışan halkı huzursuz eden değil, halka huzur veren duyarlı ve dirâyetli insan olmaktır.
Halka huzur vermek için, Anadolu’da kurulup geliştirilen ve fevkalâde faydalı faaliyetlerde bulunan müesseseler vardır. Bunlardan biri de ahîlik müessesesidir.
İslamî esaslardan kaynaklanıp Ahî Evrân-ı Velî hazretlerinin öncülüğünde geliştirilen örnek bir kuruluş ve güzel bir çığır olan ahîlik, 13. yüzyılda Anadolu’da kurulmaya başlayan ve bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol üstlenen dinî ve içtimaî teşkilâtın adıdır.
9-15 Ekim 2017 tarihleri arası, Ahîlik ve Kültürü Haftası olması münasebetiyle ülke genelinde gerçekleştirilen kültürel etkinliklerden biri de, 14 Ekim 2017 Cumartesi günü Ankara’da Yoksullara Yardım ve Eğitim Vakfı, Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfı, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Ahîlik Vakfı’nın işbirliğiyle tertiplenen anma programı idi. YOYAV Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Ahî Evrân-ı Velî ve Ahîlik Kültürü” konulu programda Dr. İbrahim Ateş, İbrahim Karakoç ve Necati Koyuncu birer konuşma yaparak Ahî Evrân-ı Velî ve ahîlikle ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirdiler.
Programda ilk konuşmayı yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, Ahî Evrân-ı Velî’nin kişiliği ve kimliği ile ahîliğin ilkeleri ve prensipleri hakkında önemli açıklamalarda bulundu.
Böylesine önemli ve anlamlı bir konuda bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde konuklarını sevgi ve saygıyla selamlayarak konuşmasına başlayan Dr. İbrahim Ateş, dikkatle dinlenen konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim!
Üç aylık bir dinlenme döneminden sonra siz saygıdeğer kardeşlerimizle Vakfımızın çatısı altında buluşmanın haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, Ahî Evrân-ı Velî hazretlerinin açtığı Ahîlik çığırında yürüyüp yol almamızı ve hayat boyu Hakk’ın rızasına uygun doğru davranışlarda bulunmamızı diliyorum.
Hazret-i Pîri bugün bir kere daha rahmet ve mağfiretle anıyor, rûhunun şâd, mekânının cennet ve makamının yüce olmasını niyaz ediyorum.
Anadolu’da 13. yüzyılda ortaya çıkan bir esnaf teşkilatı olan Ahîlik, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynamıştır. Anadolu halkının ekonomik ve kültürel yaşamında önemli bir boyut oluşturan ahîlik; dürüstlüğün, sevginin, dostluğun, yardımlaşmanın, hoşgörünün, bilginin ve dayanışmanın sanat ile birleşimidir. Mal ve kalite kontrolü, fiyat tespiti, bu birliklerin aslî görevini oluşturmuştur. Temelde Kur’ân’a ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünnetine dayandırılan prensipleriyle islamî anlayışa doğrudan bağlı olan ahîliğin, tasavvufta önemli bir yeri bulunan “uhuvvet”i hatırlatmasından dolayı kolayca yayılması ve kabul görmesi mümkün olmuştur. Bu geleneğin kurulmasında fütüvvet teşkilâtının büyük tesiri vardır. Bütün prensiplerini dinin asıl kaynağından alan ahîliğin esasları, ahlakî ve ticarî kaideleri bu fütüvvetnâmelerde yazılıydı. Anadolu’da ahîliğin kurucusu olarak bilinen Şeyh Nâsirüddîn Mahmûd, sonraları Ahî Evrân ismiyle anılmıştır. Her birinin müstakil bir zâviyesi olan esnaf birlikleri tarafından, mesleğin geleceği açısından çırakların yetiştirilmesine de çok büyük önem verilmiştir.
Ahîliğin temel prensibi, bir meslek, sanat sahibi olmak ve mesleğini hilesiz yapmaktır. İslam öğretisi ve tasavvuf ahlakı ile meslekî örgütlenmeyi birleştirmişlerdir. İbâdete önem verip doğruluk, dürüstlük, adalet, kardeşlik, çalışmak vb. prensipleri savunmuşlardır. Aynı mala eşit fiyat, standart üretim, malı pazara sürme, kalite birliği çok önemlidir. Üyeler bu konularda sıkı kurallarla denetlenmiştir.
Ahîliğin esasları ile tavsiye ve telkinlerini böyle bir saatlik bir konferansta detaylı bir şekilde dile getirmek, imkânsız denecek kadar zordur. Dolayısıyla ben bu hususlarla ilgili özet bilgileri bazı yayınlardan yararlandığım, bilhassa A.E.Ü. Ahîlik Kültürünü Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Sayın Kâzım Ceylan’ın yayınladığı “Türk-İslam Medeniyetinin Zirve Kuruluşlarından ‘Ahîlik’” konulu yazıdan iktibas ettiğim bazı cümleleri sizlerle paylaşmaya çalışacağım:
“Ahîliğin kurucusu olan Ahî Evrân XIII. Yüzyılda Güney Azerbeycan’ın Hoy şehrinde doğmuştur. Asıl adı Nâsiruddîn Mahmûd b. Ahmed el- Hâyî Ahî Evrân’dır (ö.659/1261). Horasan ve Mâverâünnehir‘de tahsilini yapmış, büyük ilim adamı Fahreddîn Râzî’den aklî (fen) ve naklî (din) ilimlerini öğrenmiştir.
Bir hac yolculuğu sırasında Râzî’nin talebelerinden Şeyh Evhadüddîn Kirmânî ile tanışan Ahî Evrân, daha sonra O’nun talebeleri arasına katılmış ve O’na bağlılığını şeyhi ölünceye kadar devam ettirmiştir.
Ahî Evrân o dönemlerde İslam dünyasının en büyük ilim, sanat ve irfan merkezi olan Bağdat’ta da bulunup tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi dinî ilimler yanında felsefe ve tıp sahasında da yetişerek bu alanlarda önemli eserler vermiştir.
Muhyiddîn Arabî hocası Evhadüddîn Kirmânî ile birlikte 602 H. (1205 M.) yılında Anadolu’ya gelen Ahî Evrân, Kayseri, Konya ve Denizli’ de kaldıktan sonra Kırşehir’e gelmiş ve ömrünün sonuna kadar burada yaşamıştır.
Ahî Evrân Kırşehir’de Ahîlik teşkilâtını kurmuştur. Debbağlık yaparak (deri tabaklayarak) geçimini sağlayan Ahî Evrân, Ahîlik teşkilâtının Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasından yayılmasına öncülük etmiştir.
Ahî Evrân’ın kurmuş olduğu Ahîlik sistemi yüzlerce yıldır Anadolu insanının hem manen, hem de maddeten yükselmesine sebep olmuştur.
Ahîlik, Arapça “kardeşim” anlamına gelen “ahî” kelimesinden veya onun, Divân-ı Lügat’i-t Türk’te geçen ve “cömert, eli açık “ anlamına gelen “akı” kelimesinden türetilmiştir.
Ahîliğin temellerini teşkil eden fütüvvetnâmelerdir. Fütüvvetnâmeler de dinî ve tasavvufî temelleri olan eserlerdir. Fütüvvet kavramı; fedâkârlık, iyilik, yardım, insan severlik, hoşgörü, nefsine söz geçirme gibi erdemlerle örtüşmektedir. Fütüvvet kelimesinin kökü olan fetâ, iradesine hâkim olan, nefis putunu kıran kimsedir.
Fütüvvetnâmelerin özünde de “peygamber sünnetine tâbi’ olmak” vardır.
Ahîliğin ruhu Kur’ândan ve Peygamber sünnetinden; teşkilâtlanması ve bir sistem olarak hayata geçirilmesi bu milletin tarihî tecrübelerinden ve yaratılış özelliklerinden kaynaklanmıştır. Çünkü Ahîlik, manevî ve maddî iki ayağı olan bir sistemdir.
Ahîliğin manevî boyutunda, kendini insanlığa adayan peygamber ahlakı vardır. Kişinin kendi rahat ve huzurunu, hayatını başkaları için fedâ etmesi anlayışı vardır.
“Allah yolunda sarf edin. Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, işlerinizi iyi yapın. Şüphesiz Allah iyi iş yapanları sever.” ilahî hükmü vardır.
“İnsanların hayırlısı, insanlara yararlı olandır.” prensibi vardır.
Ahîlik, hem dünyevî, hem uhrevî boyutu olan bir sistemdir. Bir taraftan dürüstlük, güvenirlik, çalışkanlık gibi ahlâkî erdemler; diğer taraftan iş tutma, sanat- meslek sahîbi olma ve üretkenlik gibi özellikler ahîliğin esasını teşkil etmiştir.
Ahîlik, Mevlevîlik gibi tek boyutlu değil; hem bu dünya için hem ahîret için Müslüman Türk’ün Anadolu coğrafyasında kurduğu medeniyetimizin en verimli kuruluşlarından birisidir. Ahîlik, “imanın ilimle beslenmesi ve çalışma ile şekillenmesidir.”
Ahîlik, Selçuklu ve Osmanlı Türkler’inin ortaya koyduğu, Ahî Evrân-ı Velî’nin öncülüğünü yaptığı, Kırşehir’den dünyaya yayılan sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal boyutları olan bir millî kültür, iman, ahlâk, yiğitlik ve cihad hareketidir.
Ahî Evrân Velî Anadolu’ya gelen işsiz ve aşsız Türkmenleri, önce iyi bir Müslüman, iyi bir insan yaparak onların bir meslek sahibi olmalarını sağlamıştır. Üretici insan olmalarını teşvik etmiştir.
Kim ki iyi bir Müslüman, iyi bir insandır. Kim ki iyi bir insan iyi bir Müslümandır, anlayışı gereğince akşamları tekke ve zaviyelerde fütüvvet esasları, yani İslam’ın davranış kalıpları, Peygamber-i Ekber’in sünnetleri öğretilmiştir; gündüzleri ise kaliteli, verimli, çalışan, üreten, alın teriyle geçinen, başkalarına muhtaç olmayan, başı dik, alnı açık, kulluk şuurunda olan, güvenilir, dürüst bir meslek erbabı yetiştirilmiştir.
Yani hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için çalışan, yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanan bir insan tipini yetiştirmiş Ahî Evrân. İnsanlara Fütüvvet ilkeleri olarak;
Helâl kazançla meşgul ol,
İbâdetlerini yerine getir, şeriata, tarîkata muhalefet etme,
Güzel ahlaktan, akl-ı selîmden dışarı çıkma,
Nefsine, şeytana uyma,
Haramdan, mekruhtan uzak dur.
Elinle koymadığını götürme,
Kimsenin sanatına tamah etme,
Kimsenin ehline, iyâline kem gözle bakma,
Kimseye kibir, düşmanlık beslemeyesin, cimrilik yapmayasın, haset etmeyesin,
Kimin ayıbını görürsen örtesin,
Dünyaya aşırı muhabbet göstermeyesin,
Senden büyüğe varıp ikram edesin, hürmet ve hizmette bulunasın,
Bir elinin kazancını ihtiyaçların için, diğer elinin kazancını âhiretin için fukaraya sarf edesin,
Kimseye dediğinden eksik verme ki Yüce Allah kazancına ve ömrüne bereket vere,
Her zaman teraziyi eline alınca, ahîret terazisini hatırlayasın. İyi bil ki helâlin hesabı, haramın azabı vardır deniliyordu.
Şunlar da ekleniyordu:
Harama bakma, haram yeme, haram içme…
Doğru, sabırlı, dayanıklı ol…
Yalan söyleme…
Büyüklerden önce söze başlama,
Kimseyi kandırma,
Kanaatkâr ol,
Dünya malına tamah etme,
Yanlış ölçme, eksik tartma,
Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil…
Kendin muhtaç iken başkalarına verecek kadar cömert ol.
Ahîlik ruhu, tembelliği ve hazır yiyiciliği hoş görmez. O çalışmayı, üretmeyi, atılımcı olmayı öngörür. Ama bunun da temel şartı sâlih amel sahibi bir Müslüman olmaktır.
Ahîlik hem dünya için, hem ahiret için Müslüman Türk’ün dünyaya sunduğu sistemin adı olduğundan bu tip insan unsurunu ön plana çıkarmıştır.
Şunu da belirteyim ki, Fütüvvetnâmelere göre herkes, her meslek mensubu Ahî olamıyordu. Kimdi bunlar?
Şarap içen,
Zina ve livâta yapan,
Gammazlık, dedikodu- iftira eden,
Kovuculuk edip gıybet yapan,
Münâfıklık eden,
Gurur ve kibirli olan,
Sert ve merhametsiz olan,
Haset eden, affetmeyip kin tutan,
Sözünde durmayan, yalan söyleyen,
Emanete hıyanet eden,
Kadınlara kötü niyetle bakan,
Kişinin ayıbını örtmeyip açığa vuran,
Cimri olan, hırsızlık eden.
Ayrıca Fütüvvet teşkilâtı dışında bırakılan şunlardı:
Katiller
Münâfıklar
Müneccimler
Yalan yanlış şeylerle müşteriyi aldatan dellallar/reklâmcılar
Yalan va’ dedip eksik tartan sahtekâr sanatkârlar,
Merhametsiz kasaplar,
Yürekleri taşlanmış cerrahlar,
Avcılar,
Bozguncular / teröristler
Karaborsacı vurguncular.
Ahîlik sisteminin yapılanması itibariyle sendikal sisteme de benzetebiliriz. Bütün tüccar, esnaf, sanatkâr, işçiler ayrı ayrı meslek etrafında teşkilâtlandırılmış, her meslek kolu en üst noktada tekrar birleştirilmiş ve birbirleriyle ilişkileri bir disiplin altına alınmıştır. En üst nokta da Ahî Baba vardı.
Ahîlik kardeşlik akideleri gereği adalet ve güvene dayalı olarak kazançlarının bir kısmını Ahî Baba’ya teslim ederlerdi. O da toplanan para ile zorda kalanlara, fakirlere, yeni dükkân açanlara, evlenemeyen gençlere yardım ederdi.
Ahî Evrân Velî, bu temel ilkeler ekseninde 32 meslek mensuplarını teşkilâtlandırmıştır. Merkez Kırşehir olmak üzere bütün Anadolu Selçuklu coğrafyasındaki şehir ve kasabalara icâzetnâmeler göndererek meslekî, sosyal, ekonomik, siyasî dayanışmayı ve birliği sağlamıştır.
Ahîlik, Türklerin Anadolu’ya gelişleri sırasında göçebe hayattan yerleşik düzene geçmesinde “şehirleşmede” etkisi olmuş, hızlı bir esnaflaşma süreci başlamıştır.
Ahîliğin önemli özelliklerinden biri, bir eğitim kurumu olmasıdır. Ahîlikteki eğitimi, birbirini tamamlar nitelikte iki şekilde düşünmek mümkündür. Bunlar:
İş yerlerinde çırakların yetiştirilmesine yönelik meslekî eğitim ve zâviyelerde tüm ahîlere verilen ahlak eğitimidir. Yani Peygamber ahlakını önceleyen bir eğitim anlayışı hâkimdir.
Ahîliğin önde gelen işlevlerinden biri de çalışma hayatını düzenlemesidir ki, usta- çırak-kalfa ilişkisinde Türk örfî hukuku ile İslam hukukunu çalışma hayatının merkezine oturtmuştur.
Ahîlikteki usta-çırak-kalfa ilişkisi, sanayi devrimi sonrasında bu üç aktörün yerine geçen patron- işçi ilişkilerinden oldukça farklıdır. Ahîlikte dayanışma duygusu, kul hakkı, saygı-sevgi temelli, baba-evlat ilişkisi söz konusudur.
Ahîlik, sosyal güvenlikte karşılıklı yardımlaşma amaçlı “Orta sandığı” esasını getirmiştir. Hastalık, yaşlılık, sakatlık ve ölüm gibi durumlarda ”Orta-sandığı” daima bir sosyal güvence olmuş, ahîler daima veren el olmayı yeğlemişlerdir.
Ahîliğin işyeri dışındaki merkezleri olan zaviyeler, Ahîlikte çok yönlü işlevi olan mekânlardır. Eğitim, karşılaşılan sorunları çözme, yönetim ve her gün aynı zamanda fakirlerin, yolcuların yedirilip içirildiği konaklama yerleridir. Bu yönüyle Ahîlik, yolda kalmışların, şehre gelen yabancıların ve kimsesizlerin yardımına koşan ve karşılığını sadece Allah’tan bekleyen gönüllü bir sivil toplum örgütüdür.
Diğer taraftan Ahîlik, günümüzdeki tüketiciyi koruma kurumlarının da işlevini görmüştür. Fâhiş fiyatla ve hatâlı üretilmiş malın satılması, satılan malın normal dayanma süresinden önce eskimesi durumunda yenisi verilerek müşterilerin mağduriyetinin giderilmesi sağlanmıştır.
Hileli ürün ve mal üretenler caydırıcı olması için açıkça cezalandırılmıştır. Meselâ:
İstanbul’da bir esnafın kılıç kabzasının abanoz ağacına benzeterek böylece abanozdan yapılmış gibi gösterdiği için meslekten yolsuz ilan edildiği;
Sattığı süte su katan sütçünün kuyuya sarkıtıldığı,
Bozuk kantar kullanan bir oduncunun altmış okkalık bir kantarının sırtına vurularak çarşı-pazar dolaştırıldığı;
Ekşimiş pekmez satan pekmezcinin başına pekmez küpünün geçirildiği tarihî vesikalarla sabittir.
Bu tür cezalara çarptırılan kişi yolsuz ilan edilir, yani bir nevi sosyal tecride tabi tutulur, diğer bir değişle “pabucu dama atılır”dı.
Ahîliğin bir diğer sosyo-ekonomik işlevi de kısmen günümüzdeki kooperatiflerin işlevini üstlenerek üreticiye ucuz hammadde sağlamış, haksız rekabet önlenmiş, üretici ile tüketici arasına “aracılar” girememiş, ürettiği malı sadece üreten esnafın pazarlamasıyla tek fiyata satılmasını sağlamıştır.
En önemlisi de dünyada ilk defa kalite ve standardizasyonu sağlayarak bu konu da fermanlar çıkartılmıştır. Onlar aldatan da aldatılan da olmamışlar, buna izin vermemişlerdir.
Ahîliğin en önemli iktisâdî işlevlerinden biriside o zamana kadar yerli Rumların, Ermenilerin icra ettikleri mesleklerin Müslüman Türklerce de yapılmasını sağlamış ve böylece Anadolu’nun iktisâden de vatanlaşmasını sağlayarak, kalkınmada öncü olmuşladır.
Ahîler sadece meslekî, ticarî, ekonomik meselelerle değil, gerektiğinde siyasî ve kültürel alanda da önemli fonksiyonlar icra etmişlerdir.
Ahîler her zaman devletin yanında yer almışlar, şehzadeler arasındaki taht kavgalarında hep denge unsuru olmuşlardır.
Ahîlerin siyasî faaliyetlerindeki en etkin rolleri, Moğolların Türkiye Selçukluları üzerinde hâkimiyet kurdukları “çöküş, feryat ve zillet” döneminde görülür. Moğollara karşı gerek Kayseri’nin savunmasında ve gerekse Anadolu’nun başka yerlerinde Mevlevîlerin uzlaşmacı tavırlarına karşılık ahîler silahlı mücadeleyi tercih etmişler, Moğol zulmüne karşı direnmişlerdir. Hattâ Ahî Evrân’ın da Moğollarla 1261 yılındaki mücadele sırasında 93 yaşında şehit olduğu bilinmektedir.
Ahîlerin önemli hizmetlerinden birisi de Anadolu’ya gelen göçebe Türkmenlerin şehir hayatına geçmelerini sağlamak noktasında olmuştur. Yerleşik hayata geçmek isteyen unsurların iş ve meslek edinmesi gerekiyordu ki bu tarihî görevi gönüllü olarak üstlenmiş olan Ahîlerdir. Böylece, Anadolu’da Türk toplumunun şehirleşmesi ve şehir kültürüne uyum sağlaması, Ahîlerin özverili destekleriyle sağlıklı ve sağlam bir şekilde gerçekleşmiştir.
Ahîlerin çok önemli tarihî fonksiyonlarından birisi de Anadolu’nun kültürel alanda vatanlaşması safhasında olmuştur. Diğer Türk mutasavvıflarıyla birlikte coğrafî isimlerin değiştirilmesinde ve Anadolu’daki imar faaliyetlerinde öncü olmuşlardır. Yeni kurulan yerlere Türkçe isimler verildiği (Kır-şehir, Gül-şehir, Aydın, Yozgat, İç-el, Beyşehir) gibi ırmaklarında isimleri Türkçeleştirilmiştir: Kızılırmak, Yeşilırmak, Aksu, Göksu… gibi. Dağ isimleri de Türkçe söylenir olmuştur: Allahuekber dağı, Kaz dağı, Boz dağı… gibi. Eski isimlerde Türk hançeresine uydurulmuştur: İkonyum/ Konya, Sargonyan/ Sakarya olmuştur.
Bütün bunların ötesinde Ahîlerin en önemli tarihî fonksiyonları Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve yükselişi safhasında olmuştur. Ahîler, “gâzîler, alplar, alp-erenler“ gibi adlarla Osmanlı Devleti’nin askerî gücü içinde yer alarak, bu yeni Türk Devletinin her türlü askerî faaliyetlerine katılmışlardır. Aşıkpaşa-zade tarihinde Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Anadolu sosyal bünyesinin temelini oluşturdukları bildirilen dört zümre arasında Ahîyân-ı Rum (Anadolu Ahîleri) da vardır. (Diğerleri Gâzîyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum, Bâcıyân-ı Rum’dur.)
Ahîler Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda fiilen bulundukları gibi fikren, manen de bulunmuşlardır. Osman Gâzî’nin kayınpederi nüfuzlu bir Ahî Şeyhi olan Edebali idi.
Osman Gâzî’ye gördüğü rüyayı yorumlayarak, Cihan Devleti felsefesini, ülküsünü kazandıran Şeyh Edebali idi; Anadolu’da yaygın olan Ahîlik teşkilâtı da Osmanlı’nın teşkilâtlanmasını sağlamıştı.
Osmanlı Devleti’nin maddî kurucusu Osman Gâzî ise, manevî kurucusu Şeyh Edebali idi. O’nun Osman Gâzî’ye vasiyeti ve Osman Gâzî’nin oğlu Orhan Gâzî’ye vasiyeti Osmanlı Devleti’nin mayasını oluşturan Ahîlik felsefesinin güzel bir ifadesidir. Fâtih Sultan Mehmed Hân’a kadar bütün Osmanlı hükümdarları ve Vezirleri Alâeddin Paşa ve Candarlı Kara Halil Paşa’nın da birer şed kuşanan ahî olduğunu düşünürsek, Ahîliğin Osmanlı Devleti’nin bir Cihan Devleti olmasındaki rolünü daha iyi anlamış oluruz.
Moğol baskınından uç bölgelere giden ahîler, toplum yararlarını kendi çıkarlarından üstün tutan kanaatkâr fakat müteşebbis, siyasetten uzak fakat gereğinde devlet işlevini üstlenebilen insan tipini yetiştirerek Osmanlının insan alt yapısını oluşturmuşlardır. Denilebilir ki, Ahîler Türk kitlelerinin yeni girdikleri İslam dinine ve yeni vatan Anadolu’ya kaynaşmalarını, yerleşik hayata uyum sağlamada önemli roller oynamışlardır. Eski inançlarla, yeni din ve inançlar, Orta-Asya’dan getirilen göçebe kültürü ile Anadolu ve Orta Doğu’daki yerleşik kültürler arasında kalan Türk Milletini, kendine mahsus yeni kültür ve medeniyet sentezine ulaştırmada öncü ve rehber olmuşlardır.
İslam’ın engin hoşgörüsü ve Türk’ün teşkilâtçılık özelliği Anadolu coğrafyasında birleşerek insanların hem iyi bir Müslüman, hem de alan el değil, üreterek veren el olmalarını sağlamıştır.
Anadolu’da Alp-eren ruhuna dayalı fedakâr, dürüst, güvenilir, üretici, cömert, yardımsever, yiğit bir insan tipi meydana getirmiştir. Bunlar Oruç Beğ tarihinde de belirtildiği gibi, ‘Hak’tan gelici Hakk’a gidici, dünya nimetlerine minnet etmeyici’dirler. Sonuç olarak denilebilir ki;
İslam inancı ve Türk kültür’ünün Anadolu’da birleşmesinden doğan Ahîlik, kardeşlik, cömertlik, yiğitlik demek,
Ahîlik, Fütüvvet esaslarını yani Peygamber sünnetini esas alarak ebedîliğe kanat açmak demek,
Ahîlik, dürüstçe üretmek, kardeşçe paylaşmak, insanca ve İslamca yaşamak demek,
Ahîlik kalite demek, emeğe saygı demek, güvenilir esnaf olmak, elinden, dilinden, belinden herkesin emin olduğu insan demek,
Ahîlik, veren elin alan elden üstün olduğunu anlamak; hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışma demektir,
Ahîlik, kardeşini nefsine tercih etmek demektir,
Ahîlik, vatan, millet ve din sevgisinin harmanlanması; gerektiğinde bu idealler için büyük bir dava şuuruyla mücadele demektir, cihâd demektir.
Ahîlik gerektiğinde Nizâm-ı âlem için, Hak için, adalet için Ahî Evrân, Şeyh Edebali olabilmek demektir.
Görüldüğü gibi Ahîliğin temelleri, İslamî, insanî ve evrensel değerlerdir. Ahîlik müessesesinin tarihî dönemler içinde kaybolduğunu söyleyebiliriz. Ancak Ahîlik ruhunun ve düşüncesinin bunalımda olan dünya insanlığı için bir kurtuluş ümidi olacağına inanıyoruz.
Anadolu’da uzun yıllar egemen olan Ahîlik anlayışının günümüzde de yurdumuzun her yerinde uyulur ve uygulanır olması temennisiyle sözlerimi noktalarken, 9-15 Ekim tarihleri arasında kutlanan “Ahîlik ve Kültürü Haftası”nda gerçekleştirilen çalışmaların hedefine ulaşmasını diliyor ve bugün için yazmış olduğum sekiz dörtlükten oluşan “Ahî Evrân-ı Velî” başlıklı şiirimle sizleri selamlamak istiyorum:
Ahî Evrân-ı Velî,
Çok iyi bilinmeli.
Çağırdığı çığıra,
Herkes hemen girmeli.
Pek çok yeri dolaştı.
Kırşehir’e ulaştı.
Esnaf oldu çalıştı.
İrşâd ile uğraştı.
Çağında çığır açtı.
Çevreye ışık saçtı.
Esnafa ocak açtı.
Atâletle savaştı.
Ayet ve hadîslerden,
Esinlendi her yönden.
Oldu esnaf eğiten,
Dinî, dünyevî yönden.
Sözü oldu her yaşa:
Doğru ol, düzgün yaşa.
Sahip ol işe, aşa,
Söz geçir dağa taşa.
Hile hurda yapmadan,
Doğru yoldan sapmadan,
Kimseyi aldatmadan,
Çalış, üret, sat, kazan.
Bir meslek edin yaşa.
Zorluğu aşa aşa.
Doğru ol baştan başa.
Katma haramı aşa.
Alan değil, ol veren.
Yoksula kanat geren.
Yolsuzlukları yeren.
Rızayı Hakka eren.
Hak için halka giden.
Onlara hizmet eden.
Sen benim torunumsun.
Ben senin Ahî deden.”
Dr. Ateş’in alkışlarla noktalanan bu mesaj yüklü konuşmasıyla coşkuyla okuduğu şiirinden sonra kürsüye gelen Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Ahîlik Vakfı Başkan Vekili Necati Koyuncu da konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Kıymetli konuklar!
Ahîlik, kelime anlamı olarak Arapça “kardeşim” veya Türkçe “akı” “cömert”, “eli açık” anlamında kullanılmaktadır. Terim olarak, bir esnaf-sanatkâr birliği hâline dönüşmüş olsa da Osmanlı Devleti’nin kurulmasında büyük rol oynayan dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî boyutları olan bir sistem olarak tarif edilebilir.
Ahî kelimesinin, aynı zamanda tasavvufla ilgili oluşu, iki görüşün de doğru olduğunu göstermektedir. Çünkü; cömertliğe, el açıklığına, mertliğe dayanan Ahîlik kurumunun vazgeçilmez kurallarından biri de, üyelerinin birbirini kardeş görmeleridir. Müslümanlar birbirlerini tarih boyunca hep kardeş olarak görmüşlerdir. Kardeşleştirmenin ilk uygulamasının Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) döneminde gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Ahîlik, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları ahlakî yönden yetiştiren, çalışma yaşamını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir. Kurucusu Ahî Evrân’dır. Kendi kural ve kurulları vardır. Ahî Evrân, Azerbaycan’ın Hoy kasabasında dünyaya gelmiştir. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in zamanında burası bir Türk köyüydü. Ahî Evrân’da aslen Türk tür.
Uzun adı Nasırüd-din Ebül-hakayik Mahmud El Hoy’dur. Ancak bir gün herkesin korktuğu bir yılanın onu görünce uysallaşması sonucunda kendisine Evrân lakabı verilmiştir. İlkokul eğitimini burada tamamlayan Ahî Evrân, daha sonra Horasan’a giderek burada çeşitli hocalardan dersler almıştır. Özellikle dönemin ünlü âlimlerinden Razi’den Felsefe, Kur’ân ve Tefsir derslerini alarak kendisini geliştirmiştir.
Osmanlı Devleti’nin gelişiminde önemli bir pay sahîbi olan Ahî Evrân 93 yaşında vefat etmiştir. Hayatını kazanmak için zanaat öğrenmiş ve bunları Anadolu’da gezdiği yerlerde insanlara öğretmiştir.
Nefse düşman akla yakın faziletli bir kişiydi.
Ahîlik, toplumda yaşayan herkesi birbirine yaklaştıran, kaynaştıran dost edindiren ve dayanışma kurulmasını sağlayan bir olgudur.
Toplumu birbirine bağlayan bu önemli bağların nasıl bir araya getirildiğini Ahîliği okudukça, özümsedikçe daha iyi anlarız.
Bir toplum olarak değerlerini korudukça birlik ve beraberliği devam eder. Türklerin Anadolu’da 1000 yıldan fazla bir süre içinde varlığını korumasındaki sır, Ahîlik anlayışı içerisinde toplumun yalnız bir grubun değil, bütün katmanlarının bu değerlere saygı göstermesi ona içten bağlanmasıdır.
Ahî, kendi kendine yeterli insan olmalıdır. Kimseye yük olmayacak, kendi elinin ekmeği ile ayakta kalacak; bununla da kalmayacak, ekmeğini herkesle paylaşabilecektir. Ahîlik halkın sırtından geçinenlere, haksız kazanca, hileli işlere, hele hele bir köşeye çekilip tembel tembel oturanlara karşı cıkmış, onlarla mücadele etmiştir.
Ahîlik; zengin fakir ayrımı yapmaz. Dil, din ırk ayrımı gözetmeyen, herkese eşit muamele yapılan bir anlayışın simgesidir. Ahîliğin temel felsefesi; dünya ve ahiret dengesidir. İnsanlara hem dünya için, hem de ahiret için çalışmaları gerektiğini öğütlemektedir.
Ahî olmak ve peştemal kuşanmak için kişinin bir Ahî tarafından önerilmesi zorunludur. Üye olmak isteyenlerden yedi fena hareketi bağlaması ve yedi güzel hareketi açması beklenmektedir:
·Cimrilik kapısını bağlamak, lütuf kapısını açmak
·Kahır ve zulüm kapısını bağlamak, hilim ve mülayemet kapısını açmak
·Hırs kapısını bağlamak, kanaat ve rıza kapısını açmak
·Tokluk ve lezzet kapısını bağlamak, riyazet kapısını açmak
·Halktan yana kapısını bağlamak, Hak'tan yana kapısını açmak
·Herze ve hezeyan kapısını bağlamak, marifet kapısını açmak
·Yalan kapısını bağlamak, doğruluk kapısını açmak
Ahîlik teşkilatı 3 dereceli bir düzene dayanır. Her kapı üç dereceyi içerir. Bu dereceler şöyle sıralanır:
·Yiğit Yamak Çırak
·Kalfa Usta Ahî
·Halife Şeyh Şeyh-ül Meşayıh
Kırşehir de kabri bulunan Ahî Evrân'ın kurduğu bu teşkilatla ilgili Ahîlik geleneğinin unutulmaması için Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Odaları tarafından bazı şehirlerde her yıl Ahîlik haftası ve kutlamaları yapılmaktadır. Ahîlik teşkilatı, gençlerin iyi yetişmesini ve meslek kazanmasını sağlardı. Savaş, afet vs. kötü durumlarda da kurum, üyeler ve halk arasında dayanışma olurdu. Padişahlar ve diğer yöneticiler de Ahîlik teşkilatını destekleyerek gelişmesini istemişlerdir.
Ahîlerin yönetmeliği olan fütüvvetnamelere göre, Ahînin üç şeyi açık olmalıydı: Eli açık, yani cömert olmalı; kapısı açık, yani misafirperver olmalı; sofrası açık, yani aç geleni tok göndermeli. Üç şeyi de kapalı olmalıydı: Gözü kapalı olmalı, yani kimseye kötü nazarla bakmamalı; kimsenin aybını görmemeli, dili bağlı olmalı, yani kimseye kötü söz söylememeli; beli bağlı olmalı, yani kimsenin namusuna ve şerefine göz dikmemeli.
Ahîlik mensuplarının, takdir edilmelerinin yanında cezalandırıldıkları da olurdu.”
Programda son konuşmayı yapan Çırak Eğitim ve Öğretim Vakfı Başkanı İbrahim Karakoç da yaptığı yüreklendirici konuşmada özet olarak şunları söyledi:
“Ahî Evrân; Ahmet oğlu Mahmut, Azerbaycan’ın Hoy kasabasında 1171 tarihinde doğmuş bir Türk çocuğudur. Mahmud bin Ahmet el-Hoyi unvanından baba adının Ahmed ve doğum yerinin Hoy olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonra Ebü’l- Hakayık unvanı almış olup öte yandan Nasiruddin lakabıyla tanınmıştır. Verilen unvan ve lakap Hoy’luAhmed oğlu Mahmud’u dinsel yönden yücelten, unvan ve etiketlerdir. Anadolu’da, kısaca Ahî Evrân olarak anılmıştır.Hoy kenti şimdi Van’ın Özalp ilçesine 80 km uzaklıkta bir İran kentidir. Bundan dolayı Ahî Evrân’ın İranlı olduğu, Fars olduğu iddia edilir ki, yanlıştır. O bölgede, Orta Asya’dan göçen Türkler yaşamaktadır ve Ahmet oğlu Mahmudun ailesi de Orta Asya’dan göç etmiştir. Evren, Türk boylarında ejderha, yılan anlamında kullanılmaktadır. Hatta Mahmudun yılanlarla arkadaşlık yaptığı için bu unvanı aldığı söylenilmektedir. Öte yandan Türklerde yılanın ebedi ve mutlu bir yaşamın sembolü olduğu ve Ahi Evren’in, sonsuz mutluluk ve kardeşlik anlamına kullanıldığı, aslında Ahi Evren olması gereken deyimin özellikle Kırşehir’de ve esnaf örgütlerinde “Ahî Evrân”a dönüştüğü iddia edilmektedir. Bazı araştırmacılar “Ahi Evren” derken bazıları “Ahî Evrân” demektedir. Bizde, Ahî Evrân olarak anacağız.
Ahilik, Türk Tarihinin bir dönemine damgasını vurmuş bir örgütlenmedir. Sivil bir toplum örgütüdür. Türk milleti hep, “Asker-Millet “ olmayla övünmüş ve övünmektedir. Ahilik örgütlenmesine baktığımızda ilginç bir durumla karşılaşırız; Türk –İslam Tarihinin büyük ve ilk komutanlarından Ebu Müslim, saraç çıraklığından yetişme bir komutandır. Ordusu esnaftan oluşmuştur ve esnaf ordusuyla hem İslam tarihinde Halifeliği el değiştirtmiş, hem de Çin ordusuna büyük bir yenilgi tattırmıştır. Esnaf sanatkârımızın bu durumdan övünç duyması gerekir. Eğitimci gözüyle bakıldığında, belki de dünyada bir ilk örnek bir kurum ortaya çıkmaktadır. Uygulamalı, üretime yönelik bir eğitim, her yerde, her ortamda eğitim ve her yaşta eğitim. Modern dünyanın uygulamaya gayret ettiği “Yaşam Boyu Eğitim” uygulaması, yedi yüz yıl önce Anadolu’da Ahilik kurumunun uyguladığı eğitimle nerdeyse birebir örtüşmektedir. Biz, onlarca yıldır, iki yüz yılı aşkın bir süredir Almanya’da uygulanan Çıraklık Eğitimine örnek almaya çalışıyoruz. Oysa örnek alınması gereken kurum, Ahilik kurumu, bizim olan, yedi yüz yıl önce ahilik kurumu içinde uygulanmış çıraklık ve mesleki eğitim kurumudur.Her şeye karşın, günümüzde toplumun her kesiminin, onur duyulacağı “Ahilik Kurumu”ndan ders alması gerek.
Ahî Evrân ilk eğitimini Azerbaycan’ın Hoy kasabasında almıştır. Sonra Horasana giderek çağının ünlü bilginlerinden Fahreddin Razi’nin derslerine devam etmiş. Fahreddin Razi’den fen bilimleri ve dini eğitim (akli ve nakli bilimler) almıştır. Bu arada ünlü Türk-İslam bilginlerinden AhmedYesevi’nin öğrencilerinin sohbetlerine (seminerlerine) katılmış ayrıca Şihabüddin-i Suhreverdi hazretlerinden de eğitim almıştır. Aldığı eğitimlerle, felsefe, tasavvuf, fıkıh (İslam hukuku), tefsir, hadis ve kelam konularının yanı sıra tıp ve kimya konularında da uzmanlaşmış, çok yönlü bir bilim insanı olmuştur. Ahî Evrân otuzlu yaşlarda, iyi bir ekonomisttir. Felsefe, tıp ve kimya alanlarında bilgi sahibidir. Sonraları tefsir, hadis, kelam, fıkıh ve tasavvuf konularında eserler vermiştir. Ayrıca İbn-i Sina ve hocası Fahreddin Razi’nin eserlerini, Farsçaya çevirmiştir. Sağlığında yirmiye yakın eser kaleme almıştır. II. Gıyaseddin Keykavus’a sunduğu dört ciltlik Letaif-i Hikmet adlı eserinde felsefe, ahlak, İslam Hukuku ve ibadetleri içerir. Ayrıca Sadreddin Konevi’ye yazdığı mektuplar ve sultanlar hakkında eserleri bulunmaktadır. Horasanda eğitim dönemini tamamlayan Ahî Evrân Hac görevini yerine getirmek üzere Arap yarımadasına gitmiş, Hac görevini tamamladıktan sonra, dönüşünde o yıllarda İslam âleminin bilim merkezi sayılan Bağdat’ a yönelmiş, Bağdat yolunda daha sonra hocası ve kayınpederi olacak büyük İslam bilginlerinden Evhadüd-Dini (Hamid) Kirmani ile tanışmış, Bağdat’a birlikte varmışlardır.Bağdat, Ahî Evrân’ın; tarihe mal olacak kişiliğinin ve görevinin oluşmasını sağlayan merkez olmuştur. Bağdat’ta, ilk adım; hocası ve şeyhi Kirmani’nin, Ahî Evrân’ı Halife Nasır Li-dinillah ile tanıştırması ile atılmıştır.”
Yapılan bu kıymetli konuşmalardan sonra tekrar kürsüye gelerek okunan hatm-i şerîfin duasını yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, hâsıl olan sevabı rûh-u Resûlullah ile ashâb-ı kirâmın, evliyâullahın, şühedânın, sulehânın, din ve devlet büyüklerinin Ahî Evrân-ı Velî ile O’nun gibi çığır açan ilim, irfan ve irşad ehlinin ve bilumum müminîn ve müminâtın ruhlarına armağan etti.
Program, ikram edilen aşurenin alınmasıyla noktalandı.
Sunucu Yasemin Aras
Kur'ân-ı Kerim Tilaveti Mesut Özünlü
Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı
Hatim Duası
Aşure İkramı
Bu karekod ile resimleri ve haberi cep telefonunuza indirebilirsiniz.