Âdem Gibi Adam Olmak
İnsanlar, yeryüzündeki yaratıkların en güzeli ve en mükemmelidirler. İnsanların atası da Hz. Âdem (a.s.)’dir. Yaradılışlarındaki güzellikle ataları Âdem (a.s.)’den tevârüz ettikleri özellikleri koruyup, güzel bir varlık olarak güzel bir hayat yaşamaya ve ataları Âdem (a.s.)’den gelen özellikleri devam ettirerek O’na layık torunlar olmaya çalışmalıdırlar.
Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki halîfesi olarak yarattığı ilim, irfan, idrâk, iz’ân, akıl, fikir, irade, iman, ihlas, ibadet ve itaat gibi müstesnâ meziyetlerle donattığı Âdem gibi adam olmaları için, O’nun özellik ve güzelliklerini öğrenip benzeri meziyetleri kazanmanın gayreti içinde olmalıdırlar.
Evet, her insan Hz. Âdem (a.s.)’in torunlarından biridir ama O’nun torunu olmak, Âdem gibi adam olmak için yeterli değildir. Çünkü Âdem (a.s.)’in torunları arasında O’nun inanç ve hayat anlayışını benimseyip, izinde olan iyi insanlar da var, şekli Âdem olmakla birlikte şeytânî davranışlarda bulunanlar da vardır.
Hem fizik, hem de fikir olarak Âdem (a.s.)’in meziyetlerine sahip olanlar, Âdem gibi adam olmaya yönelenlerdir. Fizikî yönden Âdem (a.s.)’e benzemekle birlikte, fikrî yönden şeytana uyanlar da şeytan gibi kötülüklere yönelenlerdir.
Dolayısıyla “Âdem gibi adam olmak” demek edepli, ahlaklı, terbiyeli, temiz, inançlı, bilinçli, iyi bir insan demektir. Böyle bir insan, Allah’a iman, ibadet ve tâ’at hâlinde olup, kullukta kusur etmemeye ve kullarla iyi geçinmeye çalışır. Başka bir ifadeyle Yaradan’a yaklaşmanın ve yaratıklarla kucaklaşmanın gayreti içinde olur. Bu ve benzeri konularda mensupları ile dostlarını aydınlatmanın gayreti içinde olan YOYAV, ilgi ile izlenen “Sorun Söyleyelim Sohbet Toplantıları”nın Mart ayı halkasında “Âdem Gibi Adam Olmak” konusunu programına aldı.
10 Mart 2016 Perşembe günü Vakıf üyelerinden Gülten Bozbay, Nimet Boyacıoğlu ve Lütfiye Bozbay’ın ikram ettikleri kahvaltıya katılan davetlilerin katıldığı sohbet toplantısında konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şunları söyledi:
“İlk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (a.s.)’in özellik ve güzelliklerini taşımanın gayret ve kararlılığı içinde olduklarına inandığım kıymetli konuklar, Hz. Âdem (a.s.)’in torunu ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmeti olmanın dirayet ve duyarlılığı içinde Hz. Âdem (a.s.)’i baba, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i de Peygamber olarak önder ve örnek almalarını dilediğim değerli dostlar, Hz. Âdem (a.s.)’in ahfâdı (torunları) ve inanan insanlar olarak yekdiğerine dostluk ve kardeşlik bağları ile bağlanmalarını temenni ve tavsiye ettiğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Hz. Âdem (a.s.) babamız gibi adam ve Hz. Havva anamız gibi hanımefendi olmanın ne demek olduğunu ve neleri gerektirdiğini arz ve ifade etmek amacıyla düzenlediğimiz bu günkü sohbetimize katılarak, konu ile ilgili düşüncelerimizi dile getirip, sizlerle paylaşmamıza vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, hayat boyu Hz. Allah’ın selâm ism-i şerîfinin esenliğinde olmanızı diliyorum.
Hz. Âdem (a.s.) babamızla, Hz. Havva anamıza layık torunlar olmamız temennisiyle sözlerime başlarken, “Ben, Âdem’in çocuklarının Efendisiyim ama bununla övünmüyorum” diyen sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’i adım adım izleyerek, her iş ve uğraşımızda O’nu örnek alarak sözünü ettiği Efendilik sıfatını toplumumuza taşımanın gayreti içinde olmamızı diliyorum.
Kıymetli konuklar!
Hz. Âdem (a.s.), beşeriyetin babasıdır. O’ndan günümüze kadar dünyaya gelen ve günümüzden kıyamete kadar gelecek olan her insan, O’nun torunudur. Âdem (a.s.) insanların atası, insanlar da O’nun ahfâdı (torunları)dır. O, ilk insan, ilk peygamber, ilk baba ve ilk öğretmendir. O’nun soyundan iyiler de gelmiş, kötüler de. Katiller de olmuş, maktuller de. Âlimler de olmuş, cahiller de. Zâlimler de olmuş, mazlumlar da. Peygamberler de olmuş, firavunlar da. Müminler de olmuş, münkirler de.
Akıl, ilim, idrâk ve irfan sahibi olan müslümana yakışan, O’nun gibi imanlı, bilgili ve tevbekâr olmaktır. O’nun özellik ve güzelliklerini arayıp bulmak ve elde etmeye çalışmaktır. Hz. Âdem (a.s.), kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Suresi’nin: “Allah Âdem’e bütün isimleri öğretti…” mealindeki 31. ayet-i kerîmesinde beyan buyurulduğu üzere, Allah tarafından bilgilendirilen bir âlimdi. Aynı surenin: “Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin…” mealindeki 35. ayetinde belirtilen ilahî buyruk uyarınca cennete eşi Hz. Havva ile birlikte yerleşen ve O’ndan ayrılmayan örnek bir eşti. Şeytan onların ayaklarını kaydırıp, hadd-i tecavüz ettirmesi ile içinde bulundukları cennetten çıkarıldıktan sonra aynı surenin: “Bu durum devam ederken Âdem, Rabbinden bir takım ilhamlar aldı ve derhal tevbe etti. Çünkü Allah, tevbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.” mealindeki 37. ayetinde açıklandığı üzere Yaradan’a yalvarıp yakararak tevbe etti ve tevbesi kabul edildi.
Hz. Âdem (a.s.)’in Rabbinden aldığı ilhamlar hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bu ilhamlar, O’nu ikaz ve irşâd mahiyetinde tavsiyelerdir. İbn-i Mes’ûd’a göre, namazlara başlarken okuduğumuz “Sübhaneke”, Hz. Âdem (a.s.) tarafından o zaman söylenmiş bir tesbih ve duadır.
İnsanların babası Hz. Âdem (a.s.)’in yanıldığına göre, torunlarının yanılmaları da tabiidir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfinde: “Her âdemoğlu (insanoğlu) hata eder. Hata edenlerin en hayırlısı da tevbe edenlerdir.” buyurarak bu gerçeği beyan buyurmuş ve hata eden kişilerin en iyilerinin de ondan dönüş yapıp, tevbekâr olanlar olduğunu ifade ederek, Hz. Âdem gibi derhal tevbeye tevessül etmelerinin lüzumuna dikkat çekmiştir.
Dolayısıyla Âdem gibi adam olmak için ibadet, itaat ve iyilik ehli bir mümin olmanın yanında, bilgili bir kimse olup, eşi, yakınları ve çevresi ile huzur içinde yaşayıp, sürekli tevbe ve istiğfar hâli içinde olmak gerekir.
Hepimiz Hz. Âdem (a.s.) babamızla, Hz. Havva validemizin torunlarıyız. O’nların birer parçasıyız ve genlerini taşıyoruz. O’nlara intisap etmenin ve en güzel şekilde yaratılan insanlık ailesinin bireylerinden biri olmanın bahtiyarlığı içindeyiz.
Yaratılışta sahip olduğumuz bu güzel özelliği koruyup, Âdem (a.s.) babamızla, Havva validemize layık torunlar olmanın ve dünyaya geldiğimiz günkü gibi arı duru halde hayata göz yummanın gayreti içinde olmalıyız.
Erkek olanlarımız Hz. Âdem (a.s.) gibi adam olmayı, kadın olanlarımız da Hz. Havva gibi hanım olmayı hedeflemeliyiz. Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın ahfâdından olup, şeytanın evladına taş çıkartacak kadar tahripkâr tavır takınan sahtekâr Müslümanlardan değil, Hz. Âdem ve Hz. Havva’ya layık torunlar olmaya çalışan samîmî, sadık ve sebatkâr Müslümanlardan olmalıyız.
Kıymetli konuklar!
Yeryüzündeki yaratıkların en güzel ve en mükemmeli insandır. Bu gerçek, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Tîn Suresi’nin 4. ayeti ile Tegâbün Suresi’nin 3. ayetinde açıkça dikkatimize getirilmiştir.
Tîn Suresi’nin 4. ayetinde: “Andolsun ki biz insanı en güzel biçimde yarattık.” buyurulmuştur.
Allah Teâlâ insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır. Meali verilen ayet-i kerîmedeki “en güzel biçimde yarattık” ifadesi bu hususu belirtmektedir.
Tegâbün Suresi’nin 3. ayet-i kerîmesinde de: “Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de en güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır.” buyurulmuştur.
Bu ayet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzere, Allah insanları her yönüyle üstün meziyetleri haiz olarak yaratmış, böyle iken bir kısmı yaratılıştaki kabiliyetinin aksine olarak, kendi iradesiyle küfrü seçmiştir. İnsanların bir bölümü de yine kendi iradesiyle fıtratına uygun olan imanı seçmiştir.
İnsan, serbest iradesiyle ya mealleri verilen ayetlerde belirtilen kabiliyetlerini güzel kullanarak “kâmil insan” olacak, yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.
Yaratılışta sahip oldukları değerleri, davranışlarıyla düşürüp en aşağı mertebeye indirilen bu tür insanlar için, şairin dediği gibi:
“Dehrî arasan binde bir Âdem bulamazsın.
Âdem görünen harleri Âdem mi sanırsın.” demek yanlış olmaz.
Öyle ya insanı yaratıkların en güzel ve mükemmeli kılan faktör, fizikî güzellikten çok, fikrî ve ahlakî güzelliktir. Şairin dediği gibi:
“Şu Âdem dedikleri, el ayakla baş değil,
Âdem manaya derler, göz, kulakla kaş değil.”
Hz. Âdem (a.s.)’in özellik ve güzelliklerini taşıyıp, onları yaşatma ve yaymanın gayreti içinde olan torunları, ümmeti olmakla iftihar ettikleri Hz. Muhammed (s.a.v.)’in: “İnsanların en hayırlısı, insanlara yararlı olandır.” mealindeki uyarısına uyarak bir arada bulundukları insanlara yardım elini uzatmanın yanında, yaşıtları ile yarınlarının yararlanacakları eserleri yaparak, insanlığın istifadesine sunma cihetine giderler. Yaptıkları cami, okul, hastane, kütüphane, çeşme, yol gibi eserlerle kurdukları vakıflar ayakta kaldıkça, onlardan yararlananların hayırlı dualarını alır ve sürekli sevap kazanırlar. Şairin dediği gibi:
“Âdem odur ki, koya her yerde bir eser,
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.”
İnsan ölünce unutulmayıp, iyilikle anılması ve hayırla yâd edilmesi için, insanların istifadesine sunacağı kalıcı eserler bırakmanın, onlara ışık tutacak faydalı bilgileri içeren ilmî eserler meydana getirmenin ve edindiği bilgileri başkalarına öğretip aktarmanın gayreti içinde olmalıdırlar. Böyle olurlarsa onların gönüllerinde taht kuracağı gibi, rahmet ve mağfiretle anılmaya hak kazanacağını bilmeli ve benzeri güzelliklerin yaşatılması cihetine giderek, İsrâ Suresi’nin aşağıda meali arz edilen 70. ayetinde özellikleri anlatılan saygıdeğer insanlardan olmaya çalışmalıdırlar:
“Biz, hakikaten âdemoğullarını (insanoğlunu) şân ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın bir çoğundan cidden üstün kıldık.”
Görüldüğü gibi bu ayet-i kerîmede Allah Teâlâ, insanoğluna lütuf ve ikramının bir özetini vermekte ve onun âlemdeki özel yerine işaret etmektedir. Müfessirlere göre insanın şân ve şerefi ve diğer varlıklardan üstünlüğü; Allah’ın ona verdiği beden güzelliği, el, göz, kulak gibi organlarını daha becerikli bir şekilde kullanması, konuşabilmesi, gülüp ağlayabilmesi, okuyup yazması, başka bir takım varlıkları kendi hizmetinde kullanması, aletler icat etmesi, olaylar arasında sebep-sonuç alakasını görmesi ve bu sayede geleceğe yönelik programlar ve hazırlıklar yapması, iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin kavramlarına sahip olması; kısaca, maddî ve bedenî, ahlakî ve ruhî meziyetleri haiz olmasıdır.
Netice olarak arz etmek isteriz ki, Âdem gibi adam olmak, Hz. Âdem (a.s.)’i memnun edeceği gibi, âlemi de mes’ut eder.
Sohbetimizi Hz. Âdem (a.s.)’in oğlu Şit (a.s.)’e beş maddeden oluşan önemli bir öğüdü ile noktalamak istiyorum:
Ey Şit! Oğullarına söyle:
*Dünyaya ayrılmayacaklarmış gibi bakmasınlar. Buradan bir gün göçüp gideceklerini düşünsünler.
Çünkü ben, Cennete ayrılmayacağım gibi baktım da olan oldu.
* Hanımlarının sözünü hakikatin tâ kendisi sanıp hemen kabul etmesinler. Biraz düşünüp isabet derecesini incelesinler.
Çünkü ben, hanımımın sözünü düşünmeden kabul ettiğim için yasak ağacın meyvesinden yedim, sonunda da uzun bir pişmanlığa maruz kaldım.
* Yapacakları işin sonunu düşünsünler.
Eğer ben, yasak ağacın meyvesinden yerken bu işin sonunu düşünseydim başıma bunlar gelmeyecekti.
* Bir işe başlarken içinde o işe ait bir endişe ve isteksizlik olursa, tekrar bir daha düşünüp yeniden tetkik etsinler.
Şayet ben, yasak ağaçtan yiyeceğim sırada içimdeki endişe ve isteksizlik üzerinde durup kararımı yeniden gözden geçirseydim, sonunda bu pişmanlığa düşmeyecek, o hatayı işlemeyecektim.
* Doğruluk ve isabet derecesini kesin olarak bilemedikleri işlerde de istişare etsinler. Dürüstlüğüne inandıkları kimselerle yaptıkları istişare neticesindeki karara göre hareket etsinler.
Eğer ben, meleklerle istişare edip işimin sonunu onlarla müzakereden sonra karara bağlasaydım, başıma gelenlere müstahak olmayacak, musibetlere maruz kalmayacaktım.
Hepimizin bu öğüdü kendimize verilmiş bir öğüt kabul ederek dikkatle ve dirayetle okuyup uygulamaya özen göstermemizi, çocuklarımızla torunlarımıza da tavsiye etmemizi diliyor, güzîde heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.”