DERTSİZSENİZ, DERT SİZSİNİZ
Sosyal saadetin sağlanmasında etke
"Kıymetli konuklar, sevgili kardeşlerim, basınımızın değerli temsilcileri!
Yardımlaşmayı ilke, dayanışmayı düstur ve paylaşmayı prensip edinen YOYAV'ın çatısı altında siz değerli dostlarımız ve kıymetli konuklarımızla bir kere daha bir araya gelmenin haz ve huzuru içinde hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlayarak hoş geldiniz diyor, bilgi bahçemizdeki birlikteliğimizin bir ömür boyu devam etmesi dileğiyle sözlerime başlarken, cümlemize cennet ve cemalullah ile dünya ve ahiret saadeti niyaz ediyorum.
Bugünkü birlikteliğimize vesîle olan konferansımızın konusu, tetkikînize takdim edilen programda da belirtildiği üzere "Dertsizseniz, Dert Sizsiniz" cümlesiyle ifade edilen ve yekdiğerimizle yakından ilgilenmemizi öngören paylaşma prensibidir. Bu konu hepimiz için hayatî ehemmiyet arz eden önemli ve öncelikli konulardan biridir. Zira milletçe mutlu ve müreffeh olmamız, çevremizde olup bitenleri bilmemize ve birbirimizle yakından ilgilenmemize bağlıdır. Kimsenin kendini toplumundan tecrid etmeye, yaşadığı yer ve yöredeki insanların ızdıraplarına karşı ilgisiz kalmaya hakkı yoktur. Herkesin ailesine, yakınlarına, komşularına, iş arkadaşlarına ve yurttaşlarına karşı bazı sorumlukları vardır. "Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir." diyen Peygamber, bizim Peygamberimizdir. "Müslümanların işleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir." uyarısında bulunan Peygamber de bizim
Peygamberimizdir. "Benim evim, arabam, işim var. İhtiyaçlarımı giderecek gelirlerim de var. Keyfim yerinde, işim tıkırında, tuzum kuru kimseye ihtiyacım yok. Başkalarının bunalımları beni ilgilendirmez. Ben tok olduktan sonra, başkası acından ölüyormuş bana ne" deyip, aç ve açıkta olanları düşünmeyenlerle, soğuktan donanları ve sıcaktan yananları dert edinmeyenler, bu hadis-i şerifler müvacehesinde durumlarını ciddî bir şekilde değerlendirmelidirler. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." diyenlere de bir gün o yılanın dokunacağını bilmelidirler.
İçinde yaşadığımız ülke hepimizin ülkesi, üzerinde dolaştığımız dünya hepimizin dünyası, seyrettiğimiz gemi hepimizin gemisidir. Geminin herhangi bir yerinde açılan delik, o deliği açanların da onlara sessiz kalanların da batıp boğulmalarına yol açar. Yakınlarında çıkan yangının söndürülmesine katılmayıp ona seyirci kalanlar, o ateşin alevlerinin kısa bir süre sonra kendilerini saracağından şüphe etmemelidirler.
Memleketin meselelerine ve insanların ızdıraplarına kayıtsız kalmak doğru değildir. Sorunun çözümünde görev almayan kimse, o sorunun bir parçası olur. Ülke sorunlarına ilgisiz kalan kişi, gün gelir kendisi de o sorunların içinde kalabilir. Herkes milli meselelerin her birine sahip çıkarak onu kendi meselesi kabul etmeli ve üzerine düşeni ifa etmenin gayreti içinde olmalıdır. İyi veya kötü olan herşey hakkında düşüncesini dile getirmeli, iyiyi tasvip, kötüyü de tenkit etmelidir. Doğruları dile getirmekten geri durmamalıdır. Sorunlara sessiz kalmanın, dilsiz olmaktan kötü olduğunu unutmamalıdır.
Yurdumuzda ve dünyamızda olup biten her şey, insanlık ailesinin her ferdini ilgilendirdiği gibi, bizleri de yakından ilgilendirir. Bizler meselelerimize sahip çıkmazsak, ya başkaları gelir ona sahip çıkar, veya birileri gelir onu temelden yıkar. Her iki hal de bizleri sıkar. Yıkılma ve sıkılma sıkıntısıyla müptela olmamamız için, meselelerimize sahip çıkıp, görevimizi yerinde, zamanında ve eksiksiz ifa etmemiz gerekir.
Evimiz, mahallemiz, şehrimiz, köyümüz, kentimiz, ülkemiz ve dünyamız hepimiz için önemlidir. Yurdumuzda ve dünyamızda olup bitenlere karşı ilgisiz kalamayız. En alt kademedekinden en üst düzeydeki yetkiliye kadar herkesin ülke ve insanımız için yapabileceği bir iş ve yerine getirmekle yükümlü olduğu bir görev vardır. Herkesim ve her seviyedeki herkesin bu görevi ifa etmesi ve üzerine düşeni eksiksiz yapmaya çalışması gerekir. Kimse yaptığı ile yetinmeyi düşünmemeli, devamlı daha fazlasını yapmanın gayreti içinde olmalı ve üstlendiği işleri en güzel şekilde gerçekleştirmeye yönelmelidir. Herkes sahip olduğu imkânları onlardan yoksun olanlarla paylaşmayı, insan olmanın şartı ve şerefi kabul etmelidir. Kul kulun yardımında oldukça Allah'ın da onun yardımında olacağına inanarak, Allah'ın kullarına yardım elini uzatmayı görev bilmelidir. Toplum hayatında huzur yolunun; malı olanın malından, ilmi olanın ilminden, makamı ve mevkii olanın hizmetinden birşeyler vermesiyle açılacağını bilmeli ve bu bilinçle davranışlarını dizayn etmelidir.
Kapılarını Allah'ın kullarına kapatanların da bir gün kapıda kalacaklarını, darda kalanlara destek olmayanların da darda kaldıklarında destek görmeyeceklerini düşünerek, insanlara ihsanda bulunmayı ihmal etmemelidir. Herkesin duasını almaya çalışmalı, ama darda kalanların dualarını alma hususunda daha duyarlı davranmalıdır. Onların dualarının Allah katında kabul göreceğini bilmeli ve Nahl Suresi'nin 62. ayetindeki: "Darda kalmışın dua ettiği zaman, isteğini karşılayan kimdir?" mealindeki ilâhî uyarıyı anlamaya ve icabına uymaya çalışmalıdır. Allah Teala'nın, gönlü kırık kullarının yanında olduğunu düşünerek, kendisi de onların yanında olmaya çalışmalı, onları ihmal etme değil, ikmal etme cihetine gitmelidir. Halsizlerle hemhal ve dertlilerle hemdert olup birlikte derman aramaya yönelmelidir. Yaşlılara yaklaşmanın, yoksullarla paylaşmanın, düşkünlerle dayanışmanın ve güçsüzlerle kaynaşmanın yollarını araştırmalıdır. Bu konularda geçmişte gerçekleştirilen çalışmalarla kendilerine gelen ikinci müşteriyi siftah yapmayan komşularına gönderen tacirlerin, birkaç gün görünmeyen komşusunun kapısını çalıp hâlini soran komşuların, yaptıkları yemekten bir tabak da çevrelerindekilere ikram eden duyarlı ev hanımlarının, şehir içinde bindikleri dolmuş ve otobüslerde oturdukları yerlerden kalkıp yanlarındaki çocuklara, yaşlılara ve kadınlara yerlerini veren centilmen insanların yapıcı yaklaşımlarını örnek almalıdır.
Gerçek mutluluğu başkalarını mutlu etmekte bulan, sevindirmekle sevinen, huzur vermekle huzura eren, doyurmakla doyan, yemeyip yedirerek ve giymeyip giydirerek hayır işlemenin hazzını duyan yüce ruhlu insanların yoluna girmelidir. Bu yol yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma yoludur. Dolayısıyla Allah ve Resulünün istediği yoldur. İnsanlık bu yolda yürümeye günümüzde her zamankinden daha çok muhtaçtır.
Dünyayı saran ekonomik kriz, geçtiği yerlerdeki herkesi ve her şeyi kasıp kavurmaktadır. Bu kriz, bazı yöneticilerimizin söyledikleri gibi ülkemizi teyet geçmemekte, toplumun tümünü tehdit eder tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır. Kapatılan işyerleri, işçi çıkaran işletmeler, ürettiklerini pazarlayamayan üreticiler, hayatî ihtiyaç maddelerini alma imkânı olmayan tüketiciler, iş bulamayan işsizler, evlerine ekmek götüremeyen aile reisleri, kredi kartı borçlarını ödeyemediklerinden dolayı evlerine haciz gelen borçlular ve daha niceleri...
Bütün bunlar, dünyayı dar boğaza sokan ve dar gelirlilerin durumunu dayanılmaz kılan ekonomik krizin getirdiği olumsuzluklardan birkaçıdır. Hiç de hoş olmayan bu tablolar, krizin yurdumuzda açtığı sosyal ve ekonomik yaraların derinliğini gösteren acıklı tablolardır.
Yaralarımızı sarıp dertlilerimize derman olmamız için, ızdıraplarını içimizde hissetmemiz ve topyekün harekete geçerek tedavilerinde görev almamız gerekir. Zira bu dert sadece ona dûçar olanların derdi değil, hepimizin derdidir. Yarayı yaramız kabul edip, hep birlikte çare aramalıyız. Bu hususta:
"Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.
Adam aldırmada geç git diyemem, aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, Hakkı tutar kaldırırım."
diyen millî şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'u örnek almalıyız. Bu arada beğenilen ses sanatkârlarımızdan İbrahim Tatlıses'in yorumladığı bir türküde geçen:
"Yaram sızlar, yaram sızlar,
Yaralının hâlinden ne bilsin yarasızlar." cümlesi ile rahmetli Aşık Mahzuni Şerif'in yazıp yorumladığı mısralardan olan:
Yoksulun sırtından doyan doyana,
İnsan bu duruma nasıl dayana.
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana,
Bilmem söylesem mi söylemesem mi?
mısraını birlikte terennüm ederek içeriğini içimize sindirmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki, dert insanın ayrılmaz arkadaşıdır. Dolayısıyla insan acizdir. Çünkü kâinat çok büyük, insan çok küçüktür. Hastalıklar, felaketler ve olumsuz hallerin bütünü düşünülürse, insan yaşadığı sürece çok zor durumlara düşebilir. Ne kadar kuvvetli, zengin ve yüksek makamlarda oturan insanlar vardı ki, kimisi bir gün bir mikroba mağlup olmuş, kimisi bir kaza sonucu sakatlanmıştır.Kimse kendinden ve geleceğinden emin olmamalıdır. Bugün varlık içinde olan yarın darlık içinde olabilir. Geçmişte bu hususla ilgili yaşanan acı bir olayı burada sizlerle paylaşmakta fayda mülahaza ediyorum. Tarih Dergisi'nin 1951 yılı Eylül ayında yayınlanan 7. cildindeki 9-81. sayı ve 553. sayfasında, 19. Abbasi Halifesi El Kahir Billah Ebu Mansur Muhammed'in (932-934), halifelikten alındıktan sonra gözleri oyularak bir zindana atıldığı ve bilahare dilenerek: "Bir vakitler halifenizdim. Şimdi avuç açan bu ihtiyara acıyınız." dediği nakledilmektedir. İnsan ne oldum delisi değil, ne olacağım düşüncelisi olmalıdır.