Doymak Her Kişinin, Doyurmak Er Kişinin İşidir
YOYAV’ın hedefi, Hakkı duyurmak ve halkı doyurmaktır. Yirmi sekiz yıldır bu hedefe doğru yılmadan, yorulmadan yol almaya çalışmaktadır. Her müslümanın sahip olduğu imkânlardan, onlardan yoksun olanları yararlandırmakla yükümlü olduğu inancıyla, varlıklılarla varlıksızlar ve bilenlerle bilmeyenler arasında köprü mahiyetinde olup, onları buluşturmanın ve aralarında bir dayanışma ortamı oluşturmanın gayreti içinde olan YOYAV, Hakk’ın rızası doğrultusunda hedeflediği hayrî, sosyal ve kültürel hizmetleri geliştirerek gerçekleştirme cihetine gitmektedir.
Bu cümleden olarak aç ve muhtaç insanların yanında, yakınında ve yardımında olmanın, islamî bir vecîbe ve insanî bir vazîfe olduğunun idrâkiyle karınlarını doyurmaya ve ihtiyaçlarını gidermeye katkıda bulunmaya özen göstermektedir. Bu amaçla dağıttığı gıda paketleri, verdiği hediye çekleri, nakit, giyecek ve yakacak yardımlarının yanında ikram ettiği iftar yemekleriyle dostça dayanışma, kardeşçe kaynaşma ve hakça paylaşmanın güzel örneklerini sergilemektedir.
Bu çerçevede Ramazan-ı şerîfin estirdiği haz ve huzur havasını, dar gelirli dostlarıyla paylaşmak için başlattığı geleneksel iftar programlarını sürdürerek, 2016 yılı Ramazan ayında on defa iftar yemeği ikramında bulunmuştu. Bu yıl da benzeri iftar ikramlarını programına almaya hazırlanırken Ramazan’a yirmi dört gün kala 3 Mayıs 2017 Çarşamba günü “Doymak Her Kişinin, Doyurmak Er Kişinin İşidir” konulu bir konferans tertipledi.
Üç ayların üçüncüsü olan mübârek Ramazan ayına yaklaşmanın huzur ve heyecanıyla hazırlıkların yürütüldüğü bu kıymetli zaman diliminde, mensuplarıyla dostlarına aydınlatıcı açıklamalarda bulunan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici ve yüreklendirici konuşmada şunları söyledi:
“Üç ayların estirdiği feyiz ve fazîlet havasını doyasıya teneffüs ederek Ramazan-ı şerîfin eşiğine gelmenin sevinç ve saadetini yaşayan kıymetli konuklar!
Doyurarak doymanın, mutlu ederek mutlu olmanın ve sevindirerek sevinmenin bahtiyarlığına eren değerli dostlar!
Darda kalana dost, yolda kalana yoldaş, aç kalana arkadaş olduklarına inandığım sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Üç ayların üçüncüsü ve en değerlisi olan mübârek Ramazan ayını bir kere daha idrâk etmek üzere olduğumuz böylesine anlamlı ve önemli bir zaman diliminde düzenlediğimiz “Doymak Her Kişinin, Doyurmak Er Kişinin İşidir” konulu bu konferans vesîlesiyle siz kıymetli konuklarımızla bir araya gelmenin sevinç ve saadeti içinde seçkin heyetinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor, içinde bulunduğumuz bu manevî mevsimin feyiz ve fazîletinden faydalanarak Yaradan’a yar ve yakin olma yolunda hızlı adımlarla ilerleyen duyarlı ve dirâyetli Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Nasip olursa inşallah yirmi dört gün sonra rahmet dilimine girip estireceği rahmet ve mağfiret havasını birlikte teneffüs etme bahtiyarlığına ereceğimiz mübârek Ramazan ayının, bağışlanıp günahlardan arınmamıza vesîle olması temennisiyle sözlerime başlarken, Hakk’ın himâyesinde, hidâyetinde ve inâyetinde dâim olup, rızasına erdirdiği, cemâlini gördürdüğü ve cennetine girdirdiği bahtiyar müminlerden olmamızı niyaz ediyorum.
On iki aydan biri olmakla birlikte içerdiği bir gece bin aydan daha hayırlı olacak kadar değer ve itibarı hâiz olan Ramazan ayı, kıymetini Kur’ân’dan kazanan ve ihtişâmı Kur’ân ile ilan edilen müstesnâ ve mübârek bir aydır. Kim ne derse desin, O’nun değerini düşüremeyeceği gibi, kimse O’nu Allah ve Resûlü’nün anlattığı gibi anlatamaz. O’na ulaşan Müslümanlar, gündüzünü sıyâm (oruç), gecesini kıyâm (terâvih) ile değerlendirerek Yaradan’a yaklaşmanın ve estirdiği manevî havayı teneffüs ederek meleklerle kucaklaşmanın haz ve huzurunu yaşar. Üç aylara girerken: “Allah’ım! Recep ve Şaban’ı bize mübârek kıl ve bizi Ramazan’a kavuştur.” niyazında bulunan Resûlullah (s.a.v.)’in yolunda yürüyen her Müslüman, Recep ve Şaban aylarının manevî atmosferinde motive olarak, Ramazan’ı Resûlullah (s.a.v.)’in dilediği şekilde karşılamaya hazır hâle gelir.
Bu inanç ve anlayışla geçen yıllarda Ramazan’a yaklaşırken yaptığımız konuşmalarda, yapılması gereken hazırlık çalışmalarıyla ilgili düşünce ve değerlendirmelerimizi dile getirmiştik. Bugünkü konuşmamızda da Ramazan’da yaygınlaşan yardımlaşma ve paylaşma çalışmalarının temel taşlarından olan aç doyurmanın dinimizdeki değeriyle önemini anlatmaya çalışacağız. Yüce Rabbimizden bana anlatıp aktarmada, sizlere de anlayıp uygulamada tevfîkini refîk etmesini niyaz ediyorum.
Ramazan geldi geliyor derken, gölgesi üzerimize düşüverdi. İnşaallah yirmi dört gün sonra ilk teravih namazını kılarak mübârek Ramazan’ın manevî iklimine gireceğiz. Süre azaldı. Fazla bir şey kalmadı. Geride kalan yirmi dört gün içinde yapılan hazırlıkları gözden geçirip, unutulan bir şey olması hâlinde ivedilikle temini ve telafisi cihetine gidilmelidir.
Tabii Ramazan’ın hazırlattıklarını düşünürken, hatırlattıklarını da düşünmek gerekir. Ne zaman, ne için, ne ile ve kimlere gelir? Ne yaptırır, ne yaptırmaz? Neye baktırır, neye baktırmaz? Ne kazandırır, ne kaybettirir? gibi soruları sorup, uygun cevaplar verecek davranışlar içinde olmayı ihtar eder.
Öte yandan oruç, teravih, zekât, sadaka, infak, ikram, it’âm (aç doyurmak), ihsân, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti (hatim-mukabele), cami ve cemaate devam, zikir, fikir ve şükür gibi ibâdet ve iyiliklerle benzeri hayır ve hasenâtın îfâsına itinâ gösterip, fırsatı fevt etmemenin (kaçırmamanın) gayreti içinde olmayı hatırlatır.
Ramazan’ın hatırlattığı önemli hususlardan biri de açların acınacak halleridir. İmsâk saatinden iftar saatine kadar bir şey yiyip içmeyen oruçlu, gün boyu aç kaldığı için yiyecek bir şey bulamadığı için aç kalanın çektiği çile ve yaşadığı ızdırabı, tok olandan daha çok hisseder. Zira kendisi oruçlu olduğu saatlerde kısa bir süre de olsa benzeri acıyı tatmaktadır. Öyle ya, tatmayan bilmez. Damdan düşenin hâlinden, damdan düşen anlar. Bunun gibi bir ay oruç tutarak bir süre aç kalan insan, yıl boyu aç kalanın ızdırabını çok iyi anlar ve onu doyurmak için daha fazla çaba sarf eder. Dolayısıyla Ramazan, oruç tutan müslümanı, aç doyurma bakımından daha duyarlı hâle getirir. Ramazan ayında oruçlulara iftar verme, yıl içinde yoksulları doyurma duygusunu geliştirir.
Bu hayatî hatırlatmadan yola çıkarak bugünkü birlikteliğimizde, oruçlulara iftar vermenin, imkânsızlıktan dolayı aç olanlara da yemek ikramında bulunmanın önemini ifade etmeye çalışacağız.
Mübârek Ramazan’ın bu hatırlatmasına kulak asan Müslümanlar, Haremeyn-i Şerîfeyn başta olmak üzere İslam dünyasının her yerinde toplu iftar sofraları sermekte ve milyonlarca oruçluya iftar yemekleri ikram etmektedirler. Harem-i Şerîf ile Mescid-i Nebevî’nin içinde ve dışında hazırlanan iftar sofralarına katılmaları için gelip geçenlere: “Lütfen! Bizim soframıza buyurun, birlikte iftar edelim.” diye yalvarırcasına ısrar edildiğine tanık olursunuz.
Yurdumuzda yıllardır belediyelerce kurulan iftar çadırlarında dileyen herkesin girip orucunu açacak şekilde varlıklı-varlıksız herkese açık olan iftar sofraları da millet ve memleketimizin iftihar tablolarıdır.
Öte yandan bazı vakıf, dernek ve benzeri sivil toplum örgütleriyle hayır sahibi vatandaşların, dost ve yakınlarıyla dar gelirli vatandaşlara ikram ettikleri iftar yemekleri de hayırsever halkımızın sahip olduğu müstesnâ meziyetlerin göstergelerindendir.
Bu gerçeğin bilincinde olan YOYAV da, Ramazan aylarında dar gelirli kardeşleriyle birlikte iftar edip, Ramazan’ın estirdiği sevinç ve saadet havasını onlarla paylaşmayı güzel bir gelenek hâline getirmiştir. Bu cümleden olarak 2016 yılındaki Ramazan ayında on defa iftar yemeği ikram etmiştir. İftara davet ettiği dar gelirli kardeşlerine, büyüklerinden tevârüs ettiği (diş kirası) geleneğini yaşatarak, diş kirası adı altında yol parası ve mütevâzi miktarda harçlık takdim etmiştir. Bu Ramazan’da da inşallah benzeri iftar yemekleriyle diş kirasını, davetine icabet edecek kardeşlerine takdim edecektir.
Bu hayırlı hizmeti gerçekleştirmesine vesîle olup, kıymetli katkılarda bulunan mensuplarıyla dostlarının desteklerinin devamı dileğiyle rıza-i ilahîyle ödüllendirilmeleri samîmî dilek ve dualarımız arasındadır.
Günümüzde unutulmaya güz tutmuş en güzel âdetlerden biri olan “diş kirası” geleneği, bu mübârek ayın ecdadımızın güzel ahlakına bir başka tesiri ve muhabbetiydi. Ramazan’ın gelmesiyle birlikte saray içinde ve dışında toplu iftar davetlerinin ardı arkası kesilmez, büyük konakların iftar sofralarında yer almak için tanıdık olmaya gerek duyulmazdı. Hâli vakti yerinde olan hane sahipleri, iftar vakti ansızın kapılarına gelen birini hemen sofralarına buyur ederdi. Özellikle maddî durumu iyi olmayan kimselere Allah rızası için ikramda bulunmayı bir görev sayar, misafirlerinin en iyi şekilde ağırlanması için ellerinden geleni yaparlardı. Misafirler iftarlarını yapıp kalkarken, hane sahipleri gelen misafirlere, kadife keseler içerisinde kehribar tesbihleri, gümüş yüzükleri diş kirası olarak hediye ederdi. Fakir fukaraya ise hane sahibinin zenginliği ve cömertliğine bağlı olarak hediyeler takdim edilirdi. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sünneti ve hediyeleşmenin canlı bir tezahürü olan bu gelenek insanlar arasındaki muhabbeti de artırırdı. Burada iyilik yapmada önde giden taraf iftarı veren hane sahibi değil, iftara gelerek ev sahibini mükellefiyetten kurtaran Allah misafiri olurdu.
Tabii, oruçluya iftar yemeği ikram etmede etken olan unsur, Müslümanların ruhlarındaki doyurarak doyma duygusuyla, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in oruçluya iftar ettirmenin ecir ve sevabını vurgulayan hadîs-i şerîflerinde yer alan teşvik ve tavsiyelerdir. Dilerseniz bu hadîs-i şerîflerden birinin mealini buyurun birlikte okuyalım: “Bir kimse Ramazan ayında bir oruçluya iftar verirse, günahları affolur. Hak Teâlâ, onu Cehennem ateşinden âzâd eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir.”
Ashâb-ı kirâm: “Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftar verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz.” deyince, buyurdu ki:
“Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de, bu sevap verilecektir. Bu ay öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennem ateşinden âzâd olmaktır. Bu ayda, emri altında olanların vazîfesini hafifletenleri, Allah Teâlâ affedip, Cehennem ateşinden kurtarır. Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunun ikisini Allah Teâlâ çok sever. Bunlar, kelime-i şehâdet söylemek ve istiğfar etmektir. İkisini de zaten her zaman yapmamız lâzımdır. Bunlar da Allah Teâlâ’dan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden O’na sığınmaktır. Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır.”
İslamın dışında hiçbir inanç ve anlayışta oruçluya iftar verip, karnını doyurmanın, oruç tutmuş gibi ecir alacağı söylemi yer almamıştır.
Diğer taraftan aç doyurmak, insanın insana yapacağı en hayatî yardımdır. Çünkü aç kalmak, ölümle karşı karşıya kalmak, doymak da o tehlikeyi savmaya vesîle olur. Bunun içindir ki, Yunus Emre:
“Çalış, kazan, ye, yedir.
Bir gönül ele getir.
Yüz Kabe’den yeğrektir.
Bir gönül ziyareti.” demiştir.
Ben de yıllar önce yazdığım “Yardımlaşma ve Dayanışma” başlıklı şiirimin ilk dörtlüğünde:
“Varlıklı varından bolca vermeli.
Yoksula yardımla kanat germeli.
Aç doyurmak için sofra sermeli.
Halka hakça verip, Hakka ermeli.” demiştim.
Açlığı, yoksulluğun uç noktası ve zirvesi kabul ederek Hakk’ı duyurmayı ve halkı doyurmayı hedefleyen Vakfımız YOYAV da, darda kalana dost, yolda kalana yoldaş ve aç kalana arkadaş olmayı ilke edinmiştir. Bunun için de “dilendirenlerden değil dinlendirenlerden, yoksuldan doyanlardan değil yoksul doyuranlardan olmalı” demiştir.
Bunu derken de, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in yemek yedirmek ve aç doyurmakla ilgili hadîs-i şerîflerinden esinlenmiştir. Bu cümleden olarak aşağıda mealleri arz edilen hadîs-i şerîflerdeki tavsiye ve telkinleri sürekli göz önünde bulundurmuştur:
“Her kim, bir din kardeşini doyasıya yedirip içirirse, Allah da o kimseyi cehennem ateşinden yedi hendek mesafesi uzaklığında (onu) uzaklaştırır ki, her bir hendek arasındaki uzaklık beş yüz senelik mesafedir.”
“Allah’ın affı mağfiretine sebep olan hususlardan bir tanesi de, Müslüman kardeşini sevindirmendir. Aç iken onu doyurman, üzüldüğünde de üzüntüsünü gidermendir. (Bu davranış onu sevindirmiş olur.)”
“Herhangi bir Müslüman, aç olan herhangi bir müslümana (yemek) yedirirse, Allah ona cennet meyvelerinden yedirir ve herhangi bir Müslüman, susayan bir müslümana su içirirse, Allah Teâlâ ona rahik-i mahtum (sarhoşluk vermeyen mühürlü halis içki) dan içirir.”
“Kim Allah rızasını isteyerek aç bir kimseye (yemek) yedirirse, ona cennet vacip olur. Kim de aç bir kimseye yemeği men eder (vermez)se, Allah ona kıyamet günü lütfunu men eder ve ona cehennemde azap eder.”
“Kim kardeşine tatlı bir lokma yedirirse, Allah ondan kıyamet günü mevkıfin (duruş yerinin) acısını giderir.”
“Kim bir yetimi yiyecek ve içeceğine çağırırsa, Allah ona cenneti vacip kılar.”
“Rahmân’a ibâdet edin, yemek yedirin ve selâmı yayın (selâmlaşın), selametle cennete girin.”
“Selâmı yayın, yemek yedirin ve gece insanlar uykuda iken namaz kılın, selametle cennete girin.”
Bu hadîs-i şerîften anlaşılacağı üzere namaz kılmak ibâdetin, selam vermek muhabbetin, yemek yedirmek de uhuvvetin (kardeşliğin) ilk adımıdır. Bu adımları atanlar, inşaallah cennete adım atmış olurlar.
Hz. İbrahim (a.s.) yemek yemek istediği zaman bir iki mil (1 mil 1609 metre) yürür ve kendisiyle birlikte yemek yiyecek birini ararmış. Zira birlikte yemek yemek insanların yekdiğerine karşı kardeşlik duygularını geliştirir ve aralarında sevgi bağlarını pekiştirirmiş. Süfyân-ı Sevrî: “Aynı sofrada yemek yiyenler, aynı memeden emenler gibi kardeş olurlar.” demiştir.
Hz. Ali (r.a.) bir gün ağlamış, niçin ağladığını soranlara: “Bana bir haftadan beri misafir gelmedi. Allah Teâlâ’nın beni aşağılamış olmasından endişe ediyorum.” demiştir.
Bir kimse, yemeğini bir başkasıyla paylaşırsa aç kalacağından korkmasın. Bölüşmenin bereket vesîlesi olacağını bilsin ve paylaşmayı prensip edinsin. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in: “Bir kişinin yemeği iki kişiye yeter. İki kişinin yemeği de dört kişiye yeter. Dört kişinin yemeği ise sekiz kişiye yeter.” mealindeki hadîs-i şerîfi kulağına küpe etsin ve paylaşmadan geri durmasın.
İnsanlara ikram edecek bir imkâna sahip olmayan da, öyle bir imkâna sahip olsaydım da, Allah’ın aç kullarını doyursaydım diye temenni etsin. Böyle bir arzu ve istek içinde olmanın, o işi yapmış gibi kendisine ecir ve sevap kazandıracağını bilsin.
İsrailoğullarından bir âbid, onların yaşadıkları açlık günlerinde bir kum yığınının yanından geçerken, içinden “bu kum yığını un olsaydı da aç kalan israiloğullarını onunla doyursaydım” diye temennide bulunmuş. Bunun üzerine Allah Teâlâ, israiloğullarının o zamandaki peygamberine vahy ederek, falan kişiye söyle, ‘Allah Teâlâ senin içinden geçen o samîmî niyetinden dolayı, o tepedeki kum kadar unla aç insanları doyurmuş gibi sana ecir ve sevap ihsan etti diye müjdele’ buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de bir hadîs-i şerîfinde: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.” buyurmuştur.
Aç insanları doyurmanın ecir ve sevabı bu kadar büyük olduğu gibi, muhtaç insanların ihtiyaçlarını gidermeye çalışmanın ve katkıda bulunmanın da o kadar ecir ve sevabı vardır. Efendimiz (s.a.v.)’in bu hususu dile getiren hadîs-i şerîflerinden bir kısmının meali de şöyledir:
"Kim herhangi bir din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, bunun için çaba gösterirse, o ihtiyaç sonuçta görülsün veya görülmesin, Allah o kimsenin (gösterdiği çabalardan dolayı) geçmiş ve gelecek bütün günahlarını bağışlar. Cehennemden âzad olduğuna ve münafıklıktan kurtulduğuna dair iki berat yazar."
"Kim din kardeşinin bir ihtiyacını giderirse, (kıyamet gününde) amellerin tartılacağı yerde ben onun yanında olurum. Hayırlı amelleri ağır gelirse ne ala, şayet hafif gelirse ona şefaat edeceğim."
"Her kim din kardeşinin bir ihtiyacını gidermeğe çalışırsa, Allah da o kimsenin atacağı (yürüyeceği) her adım için yetmiş sevap yazıp, işlediği günahlardan yetmişini affeder (siler). Şayet o ihtiyacı gidermeyi başarmışsa sanki yeniden doğmuş gibi geçmiş günahları affedilir ve sorgusuz hesapsız cennete girmeye hak kazanır."
"Her kim bir din kardeşinin ihtiyacını giderirse, ömrü boyunca Allah'a ibâdet etmiş gibi sevap kazanır."
"Herhangi bir kimse din kardeşinin bir ihtiyacını veya sıkıntısını gidermek için koşup didinirse, Allah o kimseye yetmiş beş bin melek göndererek onu koruma altına alır. Şayet bu işi sabahleyin yapmışsa, melekler ona akşama kadar dua ederler (her türlü fitneden korurlar). Gece (din kardeşi için) koşturmuşsa, sabaha kadar ona istiğfarda bulunurlar. Bu uğurda (yolda) ayağını her kaldırışında kendisine bir sevap, her ayağını indirişinde de onun bir günahı affedilir."
"Her kim, din kardeşinin ihtiyacını karşılamak üzere çaba gösterirse, Allah da o kimse ile cehennem ateşi arasında yedi hendek engel yaratır. Öyle ki her bir hendek arasındaki mesafe, yerle gök arasındaki mesafe kadar genişliktedir."
“Sıkıntıda olan bir kimsenin sıkıntısını gideren kişiye, Allah yetmiş üç sevap yazar. Bu sevap ve hasenâttan bir tanesi, o kişinin dünya ve ahiret işlerini düzenler (mamur eder), geri kalan yetmiş iki sevap ise, o kimsenin cennetteki yüksek derece, mertebelere yükselmesine vesîle olur.”
Mealleri verilen hadîs-i şerîflerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere açları doyurmak ve muhtaçların ihtiyaçlarını gidermek, Allah’ın ihsânına ve rızasına erme vesîlesi olacak islamî bir vecîbe ve insanî bir vazîfedir. Müslümanlar bu vecîbe ve vazîfeyi îfâ etmekten geri durmamalıdırlar. Kutsal Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in İnsan Suresi’nin 6-10. ayetlerinde Allah’ın has kullarının bazı güzel özellikleri belirtilmekte, 11-22. ayetlerinde de onlara ihsân edilecek mükâfatlar açıklanmaktadır. Özelliklerinin belirtildiği ayetlerden 8. ayette:
“Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” 9.ayette de:
“Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (derler.) buyurulmaktadır.
8. ayette geçen “alâ hubbihî” kısmına “kendi canları çekmesine rağmen” yerine “Allah sevgisiyle” manası da verilebileceği müfessirler tarafından ifade edilmektedir.
Her iki açıklamaya göre yoksul, yetim ve esirle benzeri muhtaçlara yemek yedirmenin, herhangi bir dünyevî düşünceyle değil, Allah rızası için yapıldığı vurgulanmaktadır. Dolayısıyla bu işin islamî bir vecîbe ve insanî bir vazîfe olduğuna işaret edilmektedir.
Yirmi dört gün sonra idrâk edeceğimiz Ramazan ayında bir kere daha oruçlulara iftar ettirme imkânını bulacağız. Bu vesîleyle Vakfımızca tespit ve davet edilecek dar gelirli ailelere iftar yemeği vermek isteyenlerin vakit geçirmeden isteklerini görevlilerimize iletmelerini duyurmak isteriz. Ayrıca aç ve muhtaçlara verilmek üzere yardım etmek isteyenlerin de düşündükleri türden yardımları makbuz karşılığı görevlilerimize teslim etmelerinin, yapmak istedikleri hayırların gerçekleştirilmesi için yeterli olacağını ifade etmek isteriz.
İdrâk etmek üzere olduğumuz Ramazan-ı şerîfin hepimiz için hayırlara vesîle olması dileğiyle sözlerimi noktalarken, hayırlarınızın makbul ve dualarınızın müstecâb olması niyazıyla hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyor, saygılar sunuyorum.”
Dr. Ateş, gözleri yaşartan ve ruhları rahatlatan bu kıymetli konuşmasından sonra okunan 30 hatm-i şerif, 2013 Yasîn-i Şerîf, 321 bin İhlâs-ı Şerîf, 210 bin Fatihâ-i Şerîfe, 643 Mülk Suresi, 931 Nebe’ Suresi, 1906 Fetih Suresi, 17 bin 800 Ayet’el-Kürsî, 733 bin 600 Salâvât-ı Şerîfe, 1 milyon 174 bin Kelime-i Tevhid, 63 bin Esma-ül Hüsna ve 302 bin Besmele-i Şerifenin duasını yaparak sevabını rûh-u Resûlullah ile diğer Peygamberlerin, ashâb-ı kirâmın, evlâd ve ahfâdı Resûlullah’ın ruhlarıyla din ve devlet büyüklerinin, şehitlerin, ebediyete göçen YOYAV’lıların ve toplantıya katılan misafirlerin ölmüşlerinin ruhlarına armağan etti.
Toplantı, sunulan ikramın alınması ve hazırlanın broşürün dağıtımıyla noktalandı.
Bu kare kod ile haber ve resimleri cep telefonunuza indirebilirsiniz.