DÜNYADA KOMŞULUK
Dayanışmayı düstur, paylaşmayı prensip ve çalışmayı ilke edinerek yurt sathında yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma duygularını geliştirip güçlendirmenin gayreti içinde olan YOYAV, gerçekleştirdiği kültürel etkinliklerde dilegetirilen düşüncelerle, insanî ilişkilerin iyileşmesine ve dostluk duygularının pekişmesine önemli katkılarda bulunmaktadır. Bireylerin birbiriyle ve komşuların yekdiğeriyle kaynaşıp kucaklaştığı kardeşlik ve dostluk ortamını oluşturup toplumda haz ve huzur havasını estirmede etken olan fikrî faaliyetlerinden biri de 14 Kasım 2011 Pazartesi günü düzenlediği “Dünyada Komşuluk” konulu konferanstı.
Çok sayıda davetlinin katılımıyla gerçekleştilen bu konferansta dinleyicilere duygulu dakikalar yaşatan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmasında şunları söyledi:
“Yanında, yakınında ve yöresinde yaşayıp kendisiyle aynı apartmanı, aynı mahalleyi, aynı köyü, aynı kenti, aynı ülkeyi ve aynı dünyayı paylaşan insanlara insanca yaklaşıp kardeşçe kaynaşmanın gayret ve kararlılığı içinde olduğuna inandığım kıymetli konuklar, incinse de incitmemeyi, kırılsa da kırmamayı, üzülse de üzmemeyi ilke edinmelerini dilediğim değerli dostlar, komşusunu kardeşi kabul edip ona hürmet, muhabbet ve merhametle muamelede bulunmanın önemini idrak eden inançlı ve bilinçli kardeşlerim, basınımızın güzide temsilcileri!
Dünya komşuluk günü dolayısıyla düzenlediğimiz “Dünyada Komşuluk” konulu konferansımıza katılarak gayretimizi kamçılayan ve bu hususla ilgili düşüncelerimizi sizlerle paylaşmamıza vesile olan güzîde heyetinizi gönülden ve samimî duygularımızla selamlıyor, cümlemize cennet ve Cemâlullah ile civâr-ı Resûlullah’ı niyaz ediyorum.
Yaradan’a yaklaşmayı ve yaratıklarla kucaklaşmayı ömür boyu ön planda bulunduran ve insanlarla ilişkilerini iyileştirmeyi esas alan duygulu ve duyarlı insanlardan olmamız temennisiyle sözlerime başlarken, çevremizdekilerle karşılıklı kardeşlik ve dostluk duyguları ile sevgi ve saygı hisleri içinde olup sevecen ve sempatik bir tavır takınarak huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamamızı diliyorum.
Bilindiği üzere bu dünyada yalnız değiliz. Başkalarıyla birlikte yaşıyoruz. Birlikte yaşadıklarımızın başında ise aile bireylerimiz, yakınlarımız, komşularımız, iş arkadaşlarımız, meslektaşlarımız, hemşehrilerimiz ve vatandaşlarımız gelir. Onlara karşı sorumluluklarımız vardır. Bu sorumlulukları yerine getirdiğimiz nispette onlar tarafından sevilir, Allah tarafından da takdir ediliriz.
Oturduğumuz apartman, sokak, mahalle, köy, kent ve ülkeyi paylaşıp birlikte yaşadığımız yakınlarımız, komşularımız, hemşehrilerimiz ve vatandaşlarımıza karşı iyi ve güzel davranışlarda bulunmalıyız. Onları incitecek ve rencide edecek kaba, katı ve sert hareketlerden de uzak durmalıyız.
İnsanî ilişkilerin iyileşmesini hedefleyen islamî ilkelerden biri de komşulara iyi davranmak ve onlara ihsanda bulunmaktır. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm inanan insanlara iki kavramdan söz etmiş ve bu iki kesimden olan kimselere ihsanda bulunmayı emretmiştir. Nisa Suresi’nin 36. ayeti ihsanda bulunulması gereken dokuz kesimden kimseleri evveliyet ve evleviyyet derecesine göre sıralarken beşinci sırada yakın komşuyu, altıncı sırada da uzak komşuyu zikretmiştir. Bu ayet-i kerimenin meali aynen şöyledir:
“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elleriniz altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi ve benzerlerine) iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”
İncelendiğinde de anlaşılacağı üzere bu ayet-i kerîmede Mevlâyı Müteâl Hazretlerinin mümin kullarına iki emri yer almaktadır. Bunların ilki Allah’a ibadet, ikincisi de insanlara ihsandır. Yani Allah’a kul, insanlara da kol olmaktır. İbadet yalnız Allah’a, ihsan da ayette anlatılan insanlaradır. Aslında herkese karşı iyi davranmak müslümanın meziyetlerindendir ama ayet-i kerimede sözü geçen dokuz kesimden kimselere ihsanda bulunmak daha dikkatli davranmayı gerektiren özel bir ihsandır.
Bu ihsan sırasının beşinci basamığında yakın komşu, altıncı basamağında da uzak komşu yeralmaktadır. Öncelik yakın komşuya olmakla birlikte, yakın komşuya da uzak komşuya da ihsanda bulunmak, inanan insanın ifası icabeden ilahî bir emir ve islamî bir vecibedir.
Kimse “komşumun benden ne üstünlüğü var ki, ona ihsanda bulunma yükümlülüğüm olsun?” dememelidir. Zira komşuya ihsanda bulunma yükümlülüğü, onun kendisinden üstün olduğu için değil, Allah’ın emri olduğu içindir. Ayrıca ihsanda bulunmak komşulardan sadece birinin görevi değil, her ikisinin de birbirine karşı sergilemesi gereken sosyal bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun derecesi komşuların yakınlık-uzaklık durumuna göre değişiklik arzedebilir. Tabii kişinin kapı komşusuyla kırk apartman ötedeki komşusuna karşı yükümlülükleri farklı olabilir. Keza aynı sokağı paylaştığı komşusuyla ayrı sokakta ikamet eden komşusu arasında da benzeri bir fark olabilir.
Meseleye bu perspektiften bakıldığında, insanlık ailesi birbirinin komşularıdır denebilir. Çünkü insanların tamamı aynı gezegenin sakinleridirler. Ülkelere ve kıtalara göre aralarında farklı mesafeler olabilir. Ama neticede hepsi aynı dünyada ikâmet etmekte, aynı havayı teneffüs etmekte ve aynı güneşin altında yaşamaktadır.
Bu itibarla insanın kapı komşusundan sözedilirken, kıta komşularından da sözedilebilir. Biz bu düşünceyle bugünkü konumuzun başlığını “Dünyada Komşuluk” olarak belirledik.
Dünya komşuluğunun da ötesinde dünyadaki insanlık ailesinin bireyleri birbirinin kardeşidir. Zira insanların tamamı Adem ve Havva’nın torunlarıdırlar. Söz buraya gelince ben, sürekli Harun Reşid’den miras avansı isteyen adamın hikayesini hatırlarım. Bu vesileyle onu da burada sizlerle paylaşmak isterim:
Adamın biri bir gün Abbasi Halifelerinden Harun Reşid’e gelerek:
“Ey müminlerin emiri! Ben senin kardeşinim. Dolayısıyla sen ölünce mirasın bana kalacak. Şu anda da biraz ihtiyacım var. Alacağım bu mirasa mahsuben bana biraz avans versen de ihtiyacımı görsem.” der. Harun Reşid:
“Sen nereden benim kardeşim oluyorsun?” deyince, adam:
“Sen Adem’in torunu değil misin?” der. Harun Reşid:
“Evet” der. Adam:
“Ben de Ademin torunuyum. Dolayısıyla sen benim kardeşimsin.” deyince, Harun Reşid, çıkarır adama bir altın verir. Adam, bir altını azımsanarak:
“Senin gibi büyük bir insana bir altın vermek yakışır mı?” der. Harun Reşid de O’na:
“O bir altını al da git. Adem’in diğer torunları duyarsa eline o da geçmez.” der.
Hepimizin yakın-uzak birçok komşularımız ve yakınlık derecelerine göre onlara karşı yükümlülüklerimiz vardır. Ev-apartman komşularımız, iş-dükkan komşularımız, yazlık-kışlık komşularımız, bağ-bahçe komşularımız, tarla ve benzeri arazi komşularımız ve daha birçok komşularımız var. Bunların hepsini gözetip haklarına riayet etmemiz gerekir.
Komşularımızdan üzerimizde üç hakkı olanlar, iki hakkı olanlar, bir de tek hakkı olanlar vardır. Üç hakkı olanlar, akrabamız olan müslüman komşularımızdır. İki hakkı olanlar, akrabamız olmayan müslüman komşularımızdır. Tek hakkı olanlar da akrabamız ve müslüman olmayan komşularımızdır. Üç hakkı olanların hakkı; akrabalık, din kardeşliği ve komşuluk hakkıdır. İki hakkı olanların hakları; din kardeşliği ve komşuluk hakkıdır. Tek hakkı olanların hakları ise; komşuluk hakkıdır. Komşuluk münasebetlerinde bu haklar gözetilmeli, gözardı edilmemelidir.
Bunların ötesinde evimizin etrafında yaşayan diğer canlılar da komşularımızdır. Onlara da iyi davranılması icabeder. Büyüklerden birini evinin önündeki karıncalara ekmek ufalarken gören arkadaşı ona “ne yapıyorsun?” diye sorduğunda: “Bunlar bizim komşularımızdır. Onlara ikram etmemiz gerekir. Ben de onlara ikram ediyorum” demiştir. Bu zatın söz ve davranışından hepimizin çıkarması gereken çok ders vardır.
Dinimiz komşuluk haklarına o kadar önem vermiştir ki, komşunun komşusuna mirascı olması hariç, onu adeta komşusunun aile bireylerinden biri gibi görmüştür. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Cebrail bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki, ben neredeyse komşunun komşusuna mirasçı olacağını zannettim.” buyurmuştur. Kişinin pişirdiği yemeğin kokusuyla komşusunu rahatsız etmemesini isteyecek kadar komşusuna karşı davranışlarında dikkatli olmasını isteyen sevgili Peygamberimiz (S.A.V.): “Çorba pişirdiğiniz zaman suyunu (biraz) fazla koyun ve bir tabakta komşunuza ikram edin.” buyurarak komşular arasındaki paylaşımın önemine işaret etmiştir.
Herkes tarafından bilinen fakat üzerinde yeteri kadar durulmayan başka bir hadîs-i şerîfinde de: “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir.” diyerek komşularına karşı ilgisiz ve sıkıntılarına karşı duyarsız olan kimseleri ağır bir şekilde uyarmıştır.
Yanımızda, yöremizde ve çevremizde olanların üzerimizde hakları vardır. Bu hakların en geniş ve kapsamlı olanı ise komşu haklarıdır. Komşularımızın üzerimizdeki hakları nelerdir derseniz, benzeri bir soruyu Hz. Peygamber (S.A.V.)’e soran bazı sahabelere Efendimiz (S.A.V.)’in verdiği şu cevabı dikkatle okuyup ezberlememizi ve devamlı gözönünde bulundurmamızı tavsiye ederim: “Üzerindeki komşu hakkı; senden yardım istediğinde ona yardım etmen, borç istediğinde borç vermen, fakir olduğunda onu gözetmen, hastalandığında ziyaret etmen, hayır dokunduğunda tebrik, şer dokunduğunda da taziye etmen, öldüğünde cenazesine katılmandır. İzni olmaksızın evinin yapısını onunkinden yüksek yaparak havasına mani olma. Yemeğinin kokusuyla ona eziyet etme. Yemeğinden ona da ver. Meyve satın aldığında ona da ver. Vermeyecek olursan evine gizlice girdir. Onun çocuğunu üzmemek için çocuğun meyve ile dışarı çıkmasın.”
Komşuları görüp gözetme, haklarına riayet etmede akraba-yabancı, müslim-gayrimüslim ayrımı yapılmamalıdır. Kim ve hangi inançta olursa olsun, komşulara hürmet ve hukukuna riayette kusur edilmemelidir. Evet, atalarımız: “Ev alma, komşu al.” demişlerdir, doğrudur. Ama gerekli araştırmayı yaparak uygun görülen bir evi alıp orada oturmaya başladıktan sonra bu yerdeki komşularla iyi geçinip saygılı ve sabırlı davranışlarda bulunmak gerekir. Onları üzecek hâl ve hareketlerden kaçınmak, onlardan saygısız davranışlar olması halinde de sabır ve tahammül göstermek lazımdır. İyi komşuluğun, komşulara iyilikte bulunmaktan ibaret olduğunu sanmayıp, onunla birlikte olumsuzluklarına karşı sabırlı olmak gerekir. Bu hususta Ebu Hanife Hazretlerinin geceleri sürekli içki içip nara atarak kendisini rahatsız eden genç Yahudi komşusuna sergilediği sıcak ve sevecen yaklaşımı örnek alınmalıdır.
Ebu Hanife’nin alkolik Yahudi olan genç bir komşusu vardı. Her akşam içki içer, kör kütük sarhoş olup çağırır bağırır ve nara atardı. Komşusu Ebu Hanife’ye huzur vermez, gecelerini zehir ederdi. Bir gece sesi kesildi. Durumunu merak eden Ebu Hanife kapısını çalıp halini öğrenmek istedi. Cevap alamayınca çevredekilere sordu ve tutuklandığını öğrendi. Derhal yanına gitti, karakola varınca, oradaki yetkili kendisini saygıyla karşıladı ve: “Efendim bizim size gelmemiz lazım” diye izzet ve ikramda bulundu. Sebeb-i ziyaretini öğrenip tutuklanan Yahudi komşusunun sesini duymayınca durumunu merak edip, yapabileceği bir hizmet olup olmadığını öğrenmek için geldiğini söyleyince, karakol yetkilisi adamlarına derhal Ebu Hanife’nin komşusu alkolik Yahudiyi ve o gece tutuklananları Ebu Hanife’ye hürmeten serbest bırakmaları talimatını verdi. Serbest bırakıldığını öğrenip Ebu Hanife’yi orada gören genç Yahudi, utanarak neden kendisini ziyarete geldiğini ve tahliye sebebini öğrenince, O’na öteden beri saygısız davranışlarıyla eziyet ettiği halde kendisine eziyet edenin tutuklanmasıyla ondan kurtulup sevineceğini sandığı komşusunun tersine bir tavır sergileyip üzüldüğünü gördü ve neden kendisini kurtardığını sordu. Ebu Hanife, dininin buyruklarından dolayı komşusunun yardımına koştuğunu söyledi. Bunu duyan Yahudi, senin dinin, devamlı sana eziyet eden bana yardım etmeni mi emrediyor? deyince Ebu Hanife’nin cevabı (evet) oldu. Bu cevabı işiten Yahudi, Ebu Hanife’nin gösterdiği incelik ve yücelik karşısında adeta ezilerek: “Ben sana bu talimatı veren dine giriyor ve müslüman oluyorum” deyip, kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu.
Komşuya iyi davranmayı emreden dinimiz, ona eziyet etmeyi de yasaklamıştır. Komşuya sözle, gözle ve gülmeyen yüzle eziyet etmek şöyle dursun, komşunun köpeğine taş atmak bile ihsan ile bağdaşmaz. Dolayısıyla inanan insan komşusuna iyi olmayan hiçbir şeyi yapmaz. Komşunun tavuğuna “kiş”, merkebine “çüş” demek bile onu üzerse hoş karşılanmaz.
Komşusunun havasını kesecek, evinin önünü kirletecek, sükunetini zedeleyecek, huzurunu kaçıracak davranışların tümü tasvip edilmez. Pencereden, balkondan halı kilim silkmek, radyo, televizyon, teyp, müzik seti ve benzeri cihazların sesini aşırı bir şekilde açarak ya da sandalye, masa gibi ev eşyasını sert bir şekilde çekerek veya kapıları hızlı bir şekilde kapatarak gürültü çıkarmak, gece yarısında çamaşır ve bulaşık makinelerini çalıştırmak veyahut balkonda mangal yakarak dumanı ve et kokusuyla komşuları rahatsız etmek hiç de hoş karşılanmaz.
Ebu Hanife Hazretlerinin evinde fare görüldüğünde bazı yakınları bir kedi edinmesini söylediklerinde “kedinin sesini duyan fareler komşunun evine kaçarlar” demiştir.
İslam dini, yalnız ibadet ve namazdan ibaret değildir. Onunla birlikte muâmelât (davranış) dinidir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadîs-i şerîfinde: “Din, davranıştır” buyurmuştur. Müslümanın davranışlarını Allah ve Resulünün direktifleri doğrultusunda düzeltmesi ve dizayn etmesi o kadar önemlidir ki, “din, davranıştır” denilmiştir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’e bir kadından sözedilerek, “falanca kadın çok namaz kılar, sadaka verir ve oruç tutar ama o diliyle komşularına eziyet eder” denildiğinde, Resulullah (S.A.V.): “Ona cehennemde olduğunu duyurun.” buyurmuştur. “Falanca kadında az namaz kılması ve oruç tutmasıyla bilinir ama komşularına iyi davranır” denildiğinde de Resulullah (S.A.V.): “O cennettedir” buyurmuştur.
Bir adam Hz. Peygamber (S.A.V.)’e gelip komşusunu şikayet ederek onun kendisine eziyet ettiğini söyler. Resulullah (S.A.V.) sabretmesini ister. Adam ikinci kez gelip tekrar şikayet ettiğinde Resulullah (S.A.V.) yine sabretmesini ister. Üçüncü defa gelip yine komşusunun kendisine eziyet etmesinden müşteki olduğunda, Resulullah (S.A.V.) ondan eşyasını evinden çıkarıp yola bırakmasını ve orada eşyasının yanında oturmasını ister. Adam istenileni yapar ve eşyasını yola bırakıp yanında oturur. Bu hali gören komşuları ona gelip neden böyle yaptığını sorarlar. Adam da komşum bana eziyet etti bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) bana eşyamı evden çıkarmamı emretti der. Komşuları da: “O komşun Allah ve Resulünü öfkelendirmiş, Allah ona lanet etsin” derler. Nihayet eziyet eden komşu Resulullah (S.A.V.)’e gidip, insanların kendine lanet ettiklerini söyler. Resulullah (S.A.V.) de ona: “Allah sana onlardan önce lanet etti. Komşuna iyi davran ve onu razı et” buyurur. Bunun üzerine komşusundan özür diler ve onun rızasını alır.
İslam dini komşuyu kırmamaya ve ona eziyet etmemeye o kadar özen göstermiştir ki, komşusuna eziyet edeni müşrik ve pislik gibi görerek namaz ve cihadının makbul olmayacağını ifade etmiştir. Resulullah (S.A.V.) gazvelerinden birinden önce ordusunu denetlerken: “Komşusuna eziyet eden bugün bizimle birlikte olmasın” buyurmuş. Bunun üzerine safların arasından çıkan bir kişi: “Ey Allah’ın Resulü! Ben bugün komşumun duvarına bevl ettim. Bunu yapmakla ona eziyet etmiş oldum mu?” dediğinde, Resulullah (S.A.V.) ona: “Bugün bizimle gelme” buyurmuştur.
Bu hadîs-i şerîften açıkça anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (S.A.V.) komşusunun duvarına bevl ederek onun duygularına saygı göstermeyen kimseyi günahkâr bir mu’tedî addederek bu günahtan arınmadan önce müslümanlarla birlikte cihada katılmasının caiz olmadığına işaret etmiştir.
Günümüzde bazı kimseler komşuların en iyisinin kapısını kapatıp evine çekilerek insanlarla görüşmeyen ve böylece kimseye kötülük etmeyen insan olduğunu sanırlar ki, bu doğru bir anlayış değildir. zira böyle bir anlayış, dayanışma, yardımlaşma ve sevgi temeline dayalı olan toplumun temelini sarsar, birlik ve beraberlik duygularını dinamitler. Dayanışmaya darbe indirir. Bu ise Hucurat Suresi’nin aşağıda meali arzedilen 13. ayet-i kerimesinde de beyan buyurulduğu üzere insanların kavimler ve kabilelere ayrılmasındaki tanışma ve kaynaşma hikmetine ters düşer. Buyurun bu ayet-i kerimenin mealini birlikte okuyalım:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdardır.”
Bu ayetin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere, Hz. Adem ve Havva’dan çoğalan insanlar, yeryüzünde çeşitli renk ve dilde küçüklü-büyüklü topluluklar oluşturmuşlardır. Küçükten büyüğe, kabileden milletlere varıncaya kadar farklılık gösteren bu oluşumun, temel sebebinin kitlelerin birbirini tanıyıp, anlaşmak ve kaynaşmak olduğu anlaşılmaktadır. Yani soy-sopla övünmek yerine, birleşip bütünleşmek öngörülmüştür.
Bu gerçeği gören Koca Yunus’un çağlara aşan çağrısında dilegetirdiği gibi biz de bize, size ve hepimize hitabederek:
Gelin tanış olalım,
İşi kolay kılalım.
Sevelim, sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.