FARKLILIKLARI FARKETMEK
Aynı ailenin bireyleri olmakla birlikte ayrı anlayış, değişik davranış ve farklı fikirde insanların olduğu bilinmektedir. Hattâ zaman zaman evladın ebeveyne ters düştüğü, kardeşin kardeşe karşı çıktığı ve bazı eşlerin birbirinden bıktığı dahi görülmektedir. Bunlar ve benzeri nâhoş hallere düşünce, duygu ve davranışlardaki değişikliklerle yekdiğerlerine yaklaşımlarındaki yadırgamalar ve yanlış yargılamalar etken olmaktadır. Dolayısıyla olaylara bakışları ile sorunlara yaklaşımları ve alınacak önlemlerle ilgili öneriler hususunda farklılıklar yaşanmaktadır.
Bireyler arasında beliren bu tür farklılıklar, toplumlar ve ülkeler arasında da görülmektedir. Benzer görüşleri benimseyenler, yekdiğeriyle buluşup görüşerek birbirinin görüş, düşünce ve anlayışlarını paylaşıp aralarında görüş ve düşünce birlikteliği oluşturmaktadırlar. Farklı görüş ve anlayıştaki kimseler de birbirine sataşıp saldırgan tavır takınmaktadırlar.
Kişiler ve kitleler arasındaki böylesi farklılıkları farkedip ayrılıkları aza indirmenin ve herkes tarafından benimsenecek düşünceleri dilegetirip üzerinde anlaşmaya varılan hususların birlikte uygulanmasının, anlaşılamayan hususlarda da tarafların birbirini hoş görmesinin önemine dikkat çeken YOYAV, bu konuyu gündeme getirerek “Farklılıkları Farketmek” konulu bir konferans tertipledi. 7 Haziran 2012 Perşembe günü Vakfın kurs öğretmenlerinden Afet Tan’ın öğrencilerinin ikram ettiği öğle yemeğinden sonra salonu dolduran davetlilere doğru ve doyurucu bilgiler veren Dr. İbrahim Ateş, yaptığı yönlendirici konuşmada şunları söyledi:
“İnsanları dikkatle dinleyip düşüncelerini dirayetle değerlendirerek doğrulara destek ve eğrilere uyarıcı olmanın gayret ve kararlılığı içinde olduğuna inandığım kıymetli konuklarımız, Allah’ın kullarına yapıcı yaklaşımlarda bulunup doğruluk ve dostluklarda dayanışma içinde olmanın önemini idrâk ettiklerini düşündüğüm değerli dostlarımız, insanlarla iletişim içinde olup iyi ilişkilerde bulunarak iyilikleri paylaşmayı ve kötülüklerden uzaklaşmayı ilke edinmelerini dilediğim kıymetli kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
İnsanlar arası ilişkilerde iyimserliği, iyilik, incelik ve yüceliği ilke edinerek Hakkın rızasına ve halkın huzuruna vesîle olacak dostça dayanışmaya ve kardeşçe kaynaşmaya katkıda bulunmak gayesiyle düzenlediğimiz “Farklılıkları Farketmek” konulu konferansımıza katılarak gayretimizi kamçılayan, gücümüze güç katan ve davamıza destek veren güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, cümlemize sağlık, selamet ve saadet-i dâreyn ile sözlerime başlarken, sıcaklıkların her yerde hissedilmeye başladığı böyle güzel bir yaz gününde bizimle birlikte olma inceliğini göstererek toplantımızı taçlandıran siz kıymetli konuklarımıza hürmet ve muhabbetlerimizi arzederek hoşgeldiniz diyorum.
İnsanların tamamı Hz. Adem ve Hz. Havva’nın torunları olup, onlardan dünyaya gelmiş olmakla beraber, farklı tabiat ve kabiliyetlerde olup değişik duygu, düşünce ve davranışlara sahip oldukları herkes tarafından bilinmektedir. Hz. Adem’in oğulları Habil ile Kâbil’den bu yana beşeriyetin bireyleri arasında görüş, anlayış ve inanç farkları olduğu bilinmektedir. İnsanoğlunun yeryüzüne ayak bastığı andan bugüne kadar meydana gelen dövüş, kavga, sürtüşme ve savaşların tümünün temelinde yatan faktörler, belirtilen farklılıklardan kaynaklanan anlaşmazlıklardır. Güçlü ile zayıf, güzel ile çirkin, Hak ile batıl ve doğru ile yanlış arasında sürtüşme, sataşma ve çatışmalar tarih boyunca devam edegelmiştir. Herkes kendisinin iyi, karşısındakilerin kötü olduğunu savunmuştur. Kendisini eksiksiz, başkalarını kusurlu görmüştür. Hakkaniyeti gözetmeyip her zaman kendilerini haklı görmenin hastalığı içinde olan böylesi bencil ve basîretsiz insanlar, yaşadıkları yer ve yörelerde huzursuzluk çıkaran, saldırı ve savaşları başlatan taraf olmuşlardır. Bu tür kimseler, Allah’ın insanlara mesajlarını iletmekle görevlendirdiği peygamberlere bile başkaldırmışlar, inkarcı tavırlar takınmışlar ve isyankâr davranışlarda bulunmuşlardır. Bunun ötesinde, aynı milletin mensupları ve aynı dinin müntesipleri arasında bazı zamanlarda bazı kavgalarla savaşlara sebep olan anlaşmazlıklar zuhur etmiştir. Tarih buna tanık, belgeler bu gerçeği dilegetirmektedir.
Bilgili, basîretli, akıllı, inançlı ve anlayışlı insanlara yakışan yaklaşımlar, kırıcı, kahredici ve katledici, saldırgan yaklaşımlar değil, yapıcı, yaklaştırıcı ve yönlendirici yaklaşımlardır.
Bunun içindir ki bütün semavî dinler, insanları Allah’a imana, insanlara ihsâna, davranışlarda dürüstlüğe, ilişkilerde iyiliğe ve hatalı hallerde hoşgörüye davet etmişlerdir. İnsanları ihlasa, insafa, itidale ve istikâmete çağırıp, devamlı sulhu, sükunu ve barışı ön planda bulundurup başta insanlar olmak üzere her canlıya şefkat ve merhametle muamelede bulunmayı tavsiye ve telkin etmişlerdir.
İnsanlar bu çağrılara samîmîyetle kulak asmış ve uyarılara uymuş olsalardı, geçmişte ve günümüzde yaşanan savaşlarla hazin hallerin çoğu vuku’ bulmazdı. Öyle ya, saldırılmak istemeyen saldırmaz, öldürülmek istemeyen öldürmez, haksızlığa uğramak istemeyen haksızlık etmez ve zulm edilmek istemeyen zalim olmazdı.
Geçen geçti, gelecek henüz gelmedi. Allah bugünün insanlarına şu anda yaşadıkları zamanı doğru ve duyarlı bir şekilde değerlendirip haksız davranışlardan ve hatalı hareketlerden uzak durup, Hakkın rızasına erdirecek ve halkın yüzünü güldürecek bilinçli ve basîretli davranışlarda bulunmayı nasip eylesin.
Kıymetli kardeşlerim!
Kâinattaki yaratıkların tamamı, Allah Teâlâ’nın yarattığı varlıklar olmaları bakımından eşittirler. Keza insanların tamamı da Hz. Adem’e intisap etme ve insan olma hususunda eşittirler. Ancak ömürlerinin süresi, bilgilerinin seviyesi, kabiliyetlerinin derecesi, iman ve ibadetlerinin varlık ve yokluğu ile azlık ve çokluğu, düşünce, duygu ve davranışlarının değişikliği bakımından eşit oldukları söylenemez. Zira belirtilen hususlarda hepsinin aynı durumda olmayıp, farklı konumda ve kıvamda oldukları bilinen bir gerçektir.
Bu itibarla mümin ile münkirin (iman edenle inkâr edenin), muhlis ile münafığın, müslim ile mücrimin, Yaradan’a yalvaranla yan bakanın, ibadet edenle isyan edenin, şükredenle şüphe edenin, ıslah edenle ifsad edenin, imar edenle ihmal edenin, çalışanla çalanın, yatanla yol alanın, yapanla yıkanın, bakanla bıkanın, atanla tutanın, sevenle sövenin, övenle dövenin, hoş görenle hor görenin, su getirenle testiyi kıranın eşit ve aynı değerde olduğunu söyleyemeyiz. Öyle ya, halde ve manavda satılan sebze ve meyvelerin sağlamıyla çürüğüne aynı parayı ödemeyiz. Sağlamı alır, çürüğü atarız. Herhangi bir şeyin sahihi ile sahtesini, iyisiyle kötüsünü, güzeliyle çirkinini de aynı değerde görmeyiz. Öteyandan aya ayak basanlarla ayakta uyuyanların eş değerde olduklarını söyleyenlere gülüp geçeriz.
Hal böyle olmakla beraber, herkesi her hususta bizim gibi düşünmeye ve dilediğimiz şekilde davranmaya zorlayamayız. Zorlasak da herkesi hoşnut edecek sonucu sağlayamayız. Onun için yapılacak iş; birbirimizi anlamaya çalışıp üzerinde anlaşmaya vardığımız hususları birlikte yapmamız, anlaşamadığımız hususlarda birbirimizi hoş görmemizdir. Birbirimizi kötüleyecek sözler sarf edip yekdiğimizi aşağılayacak davranışlarda bulunmamızın, hiç de hayırlı bir getirisi olmayacağını bilmeliyiz. İnsanların farklı inanç, anlayış ve kabiliyette olabileceklerini düşünüp, imkân nispetinde onlara anlayışlı davranmaya ve yapıcı yaklaşımlarda bulunmaya çalışarak onları kazanmanın gayreti içinde olmalıyız.
Bunu yaparken, kendimizin haklı, karşımızdakinin haksız, bizim doğru onun yanlış ya da bizim iyi onun kötü olduğunu söyleyerek onu gücendirip bizden uzaklaştıracak basîretsiz söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. İnsanların değişik düşünebileceklerini gözönünde bulundurarak her düşünceyi dikkatle dinleyip dirayetle değerlendirmeye tabi tutarak doğru olanı kabullenme, yanlış olanı da düzeltme cihetine giderek gerçekleri kabullenmeye ve kabullendirmeye çalışmalıyız. Hak ve hakikat kim tarafından dilegetirilirse getirilsin onu benimsemekte tereddüt etmemeliyiz. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in: “Hikmet müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır.” mealindeki uyarısına uymayı ilke edinmeliyiz.
İnancı, bilinci, ilgisi, bilgisi, becerisi ve başarısıyla öne çıkan insanlarla iyiliği, iyimserliği, inceliği, edebi ve ahlakıyla sevilip sayılan kimseleri örnek alıp izlerinde olmaya, onlar gibi iyi ve ileri insanlardan olup maddeten ve manen yücelmeye yönelmeliyiz. Bu arada insanları iyiliklerde buluşturmaya ve aralarında sağlam ve samîmî dostluklar oluşturmaya çalışmalıyız. Bu çerçevede on yıldır barışı, sevgiyi, kardeşliği, dostluğu ve hoşgörüyü paylaşmak için ülkemize gelen dünya çocuklarının 1-5 Haziran 2012 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen 10. Uluslararası Türkçe Olimpiyatlarında sergiledikleri sıcak ve sevecen yaklaşımlarla samimi yakınlıkları, büyük-küçük hepimiz örnek almalıyız.
Öteyandan kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in aşağıda mealleri arzedilen ayetlerinde eşit olmadığı vurgulanan haller ve kimseleri çok iyi öğrenip, Allah katında üstün ve makbul kılacak hâl ve hasletleri kazandıracak davranışlarda bulunmalıyız:
“Öyle ya, mümin olan, yoldan çıkmış kimse gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar.
İman edip de iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır.
Yoldan çıkanlar ise, onların varacakları yer, ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevrilirler de kendilerine: ‘Yalandır deyip durduğunuz cehennem azabını tadın!’ denir.” (Secde, 18-20)
“Öyle ya, (Allah’a) teslimiyet gösterenleri, (o) günahkârlar gibi tutar mıyız?” (Kalem, 35)
“... De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” (Zümer, 9)
“Ey iman edenler! Size ‘meclislerde yer açın’ denildiğinde yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size ‘kalkın’ denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yüceltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele, 11)
“De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir. Pis ve kötünün çokluğu tuhafına gitse (yahut hoşuna gitse) de (bu böyledir). Öyleyse ey akıl sahipleri! Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide, 100)
“... De ki gören ile kör hiç bir olur mu! Hiç düşünmez misiniz?” (En’am, 50)
“... De ki körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?..” (Ra’d, 16)
“Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölge ile sıcaklık bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz...” (Fâtır, 19-22)
“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, canları ve malları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah, hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir. Ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” (Nisa, 95)
“Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli isteklerine erişenlerdir.” (Haşr, 20)
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.” (Fussilet, 34)
“(Ey müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve mescid-i Haram’ı onarmayı, Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah yolunda cihad edenlerin imanı ile bir mi tutuyor sunuz? Halbuki onlar Allah katında eşit değillerdir. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 19)
“Allah hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıkları gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Allah şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir. Hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu?” (Nahl, 75-76)
Mealleri sunulan bu ayet-i kerimeleri tefekkür ve tedebbürle okuyup içerdikleri incelik ve yücelikleri idrak ederek gösterdikleri güzelliklere yönelip Hakkın rızasına ve halkın hoşnutluğuna vesile olacak davranışlarda bulunan bilinçli ve basîretli insanlardan olmamız dileğiyle sözlerimi noktalarken, Mevla-yı Müte’al Hazretlerine şöyle yalvarıp yakarıyorum: “Allah’ım! Bizlere öncekilerin ve sonrakilerin ilmini öğret. Arif ve kâmil kişilerin anlayışını ilham et. İlmiyle amel eden ihlaslı insanların amelleri gibi amel etmeyi nasip et ve bizleri Sana yakın olan salih kullarından eyle ya Rabbi.”