Filistin’i Himayede Türkler
Vakfımızın yürütegeldiği hayrî, sosyal ve kültürel etkinlikler cümlesinden olan “Bir Konu Bir Konuk Sohbet Toplantısı” serisinin Kasım 2018 ayı halkası olarak 29 Kasım 2018 Perşembe günü saat 13.30’da YOYAV Kültür Merkezi’nde A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sayın Seyfettin Erşahin tarafından “Filistin’i Himayede Türkler” konulu bir konferans verildi.
Bazı ilim ve fikir ehliyle YOYAV üyeleri ve kursiyerlerinin katıldığı bu konferansta konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulunan Sayın Erşahin, dikkatle dinlenen konuşmasında şunları söyledi:
“Filistin Devleti
Önemli şehirleri: Kudüs (Nüfusu: 550.000), Yafa, Hayfa, Gazze, Nablus, Eriha, Akka.
Yüzölçümü: 28.220 km2
Nüfusu: 7.220.000 (1993 tahmini). % 87'si şehirlerde yaşamaktadır.Km2 başına düşen insan sayısı: 255.8
Etnik yapı: 1948'de işgal edilmiş olan topraklarda yaşayanların % 79'u yahudi, % 21'i Filistinlidir. 1967'de işgal edilmiş olan Batı Yaka'da ise nüfusun % 91'ini Filistinliler, % 9'unu yahudiler oluşturur. Filistinlilerin tamamına yakını Araptır, az sayıda Çerkez vardır.
Dil: Yahudiler İbranice, Filistinliler Arapça konuşur.
Din: 1948'de işgal edilmiş topraklarda yaşayanların % 79'u yahudi, % 5'i hıristiyan, % 16'sı Müslümandır. 1967'de işgal edilmiş olan Doğu Kudüs ve Batı Yaka bölgelerinde ise nüfusun % 76'sı Müslüman, % 17.5'i yahudi, yaklaşık % 5.5'i hıristiyan, kalanı da diğer dinlere mensuptur. Müslümanların geneli sünni ve şafiidir.
Gazze ve Eriha
FKÖ ile İsrail arasında yapılan anlaşma sonucu kurdurulan özerk yönetimin hükmüne verilen bölgelerden Gazze:
Yüzölçümü: 363 km2 (Tüm Filistin'in % 1.28'i).
Nüfusu: 900.000 (1993 tahmini). Bu nüfusun % 75'ini Filistin'in değişik yörelerinden buraya sığınmış olan mülteciler oluşturmaktadır. Km2 başına düşen insan sayısı: 2479.3
Etnik yapı: Bu bölgede yaşayanların % 99.5'i Filistinli, % 0.5'i yahudidir.
Din: Bu bölgedeki nüfusun % 98.8'i Müslüman, % 0.7'si hıristiyan, % 0.5'i yahudidir.
Özerk yönetimin hükmüne verilen bölgelerden Eriha, Batı Yaka'da yer alan 10.000 nüfuslu küçük bir kasabadır.
Filistin’in Müslümanlar ve Türkiye İçin Önemi
Dini açıdan Filistin toprağında bulunan Kudüs ü Şerif Müslümanların ilk kıblesidir. Hz. Muhammed (sas) Mecid-i Haram’den buradaki Mescid-i Aksa’ya İsra yolculuğunu yapmış buradan da Mirac’a yükselmiştir. Peygamberimiz (sas) de yeryüzündeki en kutsal üç mescidden biri olarak Mescid-i Aksa’yı saymıştır. Kültürel açıdan Kudüs Müslümanların dini ve milli kimliklerinin ilham ve icra kaynaklarından biridir. Türkler bu coğrafyanın yaklaşık 8 asır hamiliğini yapmışlardır. Kudüs bugün hala Türklerin kurduğu siyasi, sosyal, dini ve kültürel düzen üzerinden yürümektedir. İnsanlık adına da ahlaken orada zulmü durdurarak adil bir barışın tesisine uğraşmaktadır.
Filistin Müslümanların Himayesinde
Hz. Peygamber’in vefatından yalnızca 6 yıl sonra, 638’de İslâm orduları Kudüs kapılarına dayanmıştı. Şehrin dinî ve siyasi hâkimi Patrik Sophronius, ancak Halife Ömer bin Hattab bizzat gelirse şehri teslim edebileceğini söyleyince, Hz. Ömer Kudüs’e geldi. Şehrin Müslümanlara devrinin ardından, Hz. Ömer, Kudüs’te yaşayan bütün inançlara kendi haklarını veren bir emannâme imzaladı. Kudüs’te bugün bile devam eden birçok dinî düzenlemenin temeli, söz konusu fermana dayanır. Şehri gezerken Beyt-i Makdis’in yerinin de kendisine gösterilmesini isteyen Halife, günümüzde Mescid-i Aksâ alanı olarak bilinen yerde bir mescit inşa ettirdi.
Hz. Ömer’in başkent Medine’den gelerek Kudüs’ü bizzat teslim alması, kutsal şehirde İslâm hâkimiyetinin ve huzurun da başlangıcıydı.
Emevî halifelerinden Abdulmelik bin Mervan, Kudüs’e şehrin şanına yaraşır bir anıt eser yaptırmak istedi. Gerekli planların hazırlanmasının ardından, aralarında gayrimüslimlerin de bulunduğu bir ustalar topluluğu, çalışmalara başladı. 691’de kapılarını açan eser, ihtişamıyla ve Kıyâme Kilisesi’ninkinden daha yüksek kubbesiyle göz dolduruyordu. Yahudi inancına göre Hz. İbrahim’in, oğlu Hz. İshak’ı kurban etme emrini aldığı kayanın üzerine inşa edilen esere, bu nedenle Kubbetu’s-Sahra adı verildi. Kubbetu’s-Sahra, yapıldığı günden bu yana hiç yıkılmadan ayakta kalan en eski İslâm eseri unvanını korumaya devam ediyor.
Emevî halifelerinden Abdulmelik bin Mervan, Kudüs’ün şanına yaraşır bir mimari eser yaptırmak için hiçbir masraftan kaçınmadı.
Filistin Toluni ve İhşidi Türklerin Himayesinde
Mısır’da Tolunoğulları hânedanını kuran Ahmed b. Tolun 264’te (878) Filistin’i alınca Tolunoğulları’nın eline geçen Kudüs uzun bir süre Kahire merkezli devletlerin idaresinde kaldı. 293 (905) yılına kadar Tolunoğulları’nın, bir süre sonra Muhammed b. Tuğç tarafından kurulan İhşîdîler’in, 358’de (969) İhşîdîler’in Fâtımîler tarafından yıkılmasıyla da Fâtımîler’in hâkimiyetine girdi.
Bu dönemde, şehir dışında vefat eden birçok yahudinin buraya getirilip defnedilmesi âdetine paralel olarak idareciler dahil birçok müslümanın da burada defnedilmek istediği dikkat çekmektedir. Meselâ Abbâsîler’in iki Mısır valisi Îsâ b. Muhammed en-Nûşerî ve EbûMansûr Tekin et-Türkî el-Hazerî Kudüs’te defnedilmiştir. İhşîdîler’in kurucusu Muhammed b. Tuğç, kardeşi Hasan, oğulları Ebü’l-Kāsım Ûnûcûr ve Ebü’l-Hasan Ali ile İhşîdîler’in meşhur veziri ve hükümdarı Ebü’l-Misk Kâfûr da burada gömülen ünlüler arasındadır.
Filistin Fatımi İdaresinde
Kudüs, 358-463 (969-1071) yılları arasında bir asır süreyle Fâtımîler’in hâkimiyetinde kaldı. 900’lü yıllarda Mısır’da yönetimi ele alan Fâtımîler, Memlûk öncesi dönemde Ortadoğu’nun tek hâkimiydi. Mekke ve Medine’nin yanında Kudüs de Fâtımîlerin gözde şehirlerindendi. 996’da babası Ebû Mansûr’un yerine tahta çıkan Hâkim bi emrillâh, 1021’de sona eren hilâfeti süresince Kudüs’e özel ilgi gösterdi. Hâkim’in en tartışmalı kararı da yine Kudüs’le ilgiliydi: Halife, 1010’da bütün Hıristiyanların acilen İslâm’a girmesini ferman buyurarak, Kıyâme Kilisesi’nin yıkılmasını emretti. Kilisenin imhası için çalışmalara başlanırken, Hâkim ikinci bir fermanla yıkımı durdurdu. 1021’de Kahire’de ortadan kaybolan ve cesedi dahi bulunamayan Hâkim’in akıbeti hâlâ meçhuldür.
Filistin Selçuklu Himayesinde (1071-1098)
Kudüs, çeyrek asır Selçuklu-Türkmen hâkimiyetinde kaldı. Selçuklu beylerinin önünde, iki önemli dış politika hedefi olmuştur. Bunlardan biri Anadolu’yu fethederek, Türklüğe ve İslâmiyete yeni bir yurt kazandırmak, diğeri ise Suriye, Filistin ve Mısır’ı fethederek, İslâm dünyasının siyasî birliğini sağlamaktı. Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethi meselesi hem Sultan Tuğrul Bey hem de Sultan Alp Arslan tarafından ele alınmıştır.
Selçuklular’ın batıya akınları sırasında önde gelen kumandanlarından olan Atsız b. Uvak 463’de (1071) Kudüs’e girdi (465/1073’tezaptettiği de rivayet edilir) ve Fâtımî valisini görevden uzaklaştırarak şehre hâkim oldu. Atsız, Mısır Fâtımî Halifesi Müstansır-Billâh adına okunmakta olan hutbeye son verip Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh ve Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan adına hutbe okuttu. Ancak altı yıl sonra çıktığı Mısır seferinde Kahire önlerinde Fâtımî ordularına mağlûp oldu. Bunun üzerine Kudüs’teki Arap asıllı kumandanlar ve idareciler Atsız’ın nâiblerine karşı isyan edip şehirde tekrar Fâtımî halifesi adına hutbe okutmaya başladılar (469/1077). Yenilginin ardından Dımaşk’a çekilmiş bulunan Atsız, Anadolu’dan gelip kendisine katılan Türkmen kuvvetleriyle beraber Kudüs üzerine yürüdü ve bir günlük kuşatmadan sonra şehri ele geçirip isyancıları şiddetle cezalandırdı.
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın kardeşi TâcüddevleTutuş 471 (1079) yılında Atsız’ı ortadan kaldırıp Kudüs ve çevresinin yönetimini Artuk b. Eksük’e verdi (477/1085). Artuk Bey 482’de (1089) Kudüs’te yeni bir cami yaptırdı. Onun ölümünün ardından şehrin yönetimi 491 (1098) yılına kadar oğulları Sökmen ve İlgazi’nin elinde kaldı.
Halep Selçukluları ile Dımaşk Selçukluları arasındaki mücadeleden ve Büyük Selçuklular’ın içinde bulunduğu karışıklıklardan istifade eden Fâtımî veziri ve başkumandanı Efdal b. Bedr el-Cemâlî, Kudüs’ü bir süre kuşattıktan sonra teslim aldı (Şâban 491 / Temmuz 1098). Selçuklular’ın Antakya emîri Yağısıyan şehri Fâtımîler’den geri almak amacıyla Nablus’a kadar gelip Kudüs üzerine yürüdüyse de başarı sağlayamadı. Bir yıl sonra da şehir Haçlılar’ın eline geçti (492/1099).
Selçuklular’ın Kudüs’e hâkim oldukları yirmi beş yıl içerisinde şehir Sünnî çizgide önemli ilmî gelişmelere sahne oldu. Şâfiî âlimlerinden Nasr b. İbrâhim el-Makdisî, Nasriyye Medresesi’ni kurdu, onun ardından bir Hanefî medresesi kuruldu. Ebü’l-Ferec eş-Şîrâzî, Hanbelî mezhebi doğrultusunda dersler verdi. Bu dönemde İslâm dünyasının çeşitli yörelerinden çok sayıda meşhur âlim Kudüs’e gelmeye başladı.
Kudüs'te Selahaddin Eyyubi Dönemi
1187 yılında Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü Hittin Savaşında haçlıların elinden geri almayı başardı. Kudüs halkına en iyi şekilde muamele yaptı. Kübbetü's Sahra’nın üstündeki haç işaretini kaldırttı. Şehrin restore, mimari ve yenilenmesine çok önem verdi. Mübarek Mescid-i Aksa’ya Nureddin Zenki'nin hazırlamış olduğu minberi hediye etti. Bu minberin işlemesi İslam şaheserlerindendir. Selahattin Eyyübi’nin vefatından sonra Fransızlar kral Federik zamanında Kudüs’ü tekrar ele geçirdiler. İngilizlerin elinde 11 yıl boyunca kaldı. 1244 yılında Salih Kral Necmettin Eyyüp tarafından tekrar Müslümanlar tarafından geri alındı. 1243 ile 1244 yılları arasında Moğollar saldırıda bulundular ve şehri aldılar.
Filistin Memlük Türkleri Himayesinde
Memluküler 1259 yılında AynCalut savaşında Seyfettin Kutz ve Zahir Bibars önderliğinde Moğolları yendiler. Ve 1517 yılına kadar Filistin Kudüs dâhil Mısır ve Şam’a hâkim olan Memluklerin hâkimiyetinde kaldı.
Kudüs, Memlük Devleti’nin ilk kuruluş yılları sırasında (1250-1260) Suriye’deki Eyyûbîler ile Memlükler arasında birkaç defa el değiştirdi. Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın aracılığıyla Suriye’deki Eyyûbîler ve Memlükler arasında ya-pılan barış antlaşması ile (Safer 651 / Nisan 1253) Kudüs Memlükler’e bırakıldı. Ancak Filistin ve Kudüs 654 (1256) yılında tekrar Eyyûbîler’in eline geçti. Moğollar’a karşı kazanılan Aynicâlût zaferiyle (1260) Eyyûbî hânedanı da sona erdi ve şehir daha istikrarlı bir yönetime kavuştu. Hilâl-haç mücadelesinin sembolü konumundaki Kudüs’ün Haçlı tehlikesinin ortadan kalkmasıyla birlikte siyasî açıdan önemi azaldı. Coğrafî konumunun yanı sıra dönemin ana ticaret yollarının uzağında olması ve şehirde güçlü bir askerî birliğin bulunmaması bunda etkili olmuştur.
Memlükler’in Kudüs politikası genel siyasetlerine paraleldi. Moğollar ve Haçlılar karşısında aldıkları başarılı sonuçlarla askerî yeterliliklerini kanıtlayan Memlükler’in yabancı oldukları bu topraklarda yer edinmeleri ve siyasî meşruiyet kazanmaları ulemâ ve halk nezdinde destek bulmalarını gerektiriyordu. Bu sebeple Memlükler, müslümanlar tarafından üçüncü mukaddes şehir kabul edilen Kudüs’e büyük önem vermişler ve şehri yeniden imar etmişlerdir. Haçlı işga-linin ardından Kudüs’ün yeniden bir İslâm şehri haline gelmesi Memlükler tarafından yapılan bu yoğun imar faaliyetiyle gerçekleşmiştir. Günümüzde Kudüs’te bulunan 150 civarındaki önemli tarihî eserin sekseni Memlükler devrine aittir. Bu dönemde Kudüs’te inşa faaliyetlerinin artmasında Memlük sultanlarının kendilerini topluma kabul ettirme çabalarının yanı sıra dinî gayeler, Memlükemîrlerinin öldükten sonra müsâdere edilmesini önlemek amacıyla çocuklarını ve akrabalarını mütevelli yaparak mallarını vakfetmeleri gibi pek çok sebepten söz etmek mümkündür.
Kudüs’ü birkaç defa ziyaret eden Bahrî Memlük sultanlarından I. Baybars, Kubbetü’s-sahre’nin yıkılan kısımlarını tamir ettirmiştir. Surların dışında şehre gelen tâcirleri karşılamak ve fakirleri barındırmak maksadıyla bir de han yaptıran I. Baybars bazı köylerin gelirini şehirdeki kutsal mekânların bakımına ayır-mıştır. Yine Kudüs’ü ziyaret eden sultanlardan Kalavun 681’de (1282), şehre gelen fakirler için RibâtuKalavun’u (Ribâtü’l-Mansûrî) yaptırmıştır. Sultan Lâçin de Mihrâb-ı Dâvûd’u ihya etmiştir. Kudüs’ün Bahrî Memlükler devrinde esas gelişmesi Muhammed b. Kalavun döneminde (1293-1294, 1299-1309, 1309-1341) olmuştur. Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-sahre’yi tamir ettiren sultan Kubbetü’s-sahre etrafındaki kemerleri de yaptırmış, Mescid-i Aksâ’nın arka tarafını mermerle kaplatmış, Harem-i şerif’teki bazı mâbedlerin kubbelerini yaldızlatmıştır. Kaynaklar, bu faaliyetlerin büyük bir itina ile yapıldığını ve yıllar sonra bile yeniliğini koruduğunu kaydetmektedir. Kırk yıldan fazla hüküm süren Muhammed b. Kalavun döneminde pek çok medrese, çarşı, han, hamam ve ribât yapılmış, Kudüs Kalesi yenilenmiş ve şehre su getirilmiştir. Kalenin batı köşesindeki cami 1310 yılında inşa edilmiştir. Sultanların Kudüs’e olan ilgisi BurcîMemlükleri zamanında da devam etmiştir. Berkuk ziyaret maksadıyla Kudüs’e gelmiş ve bir süre burada kalmıştır. 1386’da Dârü’l-vekâle (Kaysâriyye) adıyla bilinen Hânü’z-Zâhir’i yeniden yaptırmış, Kudüs’ün su yolunu (Kanâtü’l-arûb) tekrar inşa ettirmiştir. Barsbay, Eyyûbî sultanlarından el-Melikü’l-Muazzam Îsâ’nın 1216’da yaptırmış olduğu sebili (sebîlüŞa‘lân) tamir ettirmiştir (832/1429). el-Melikü’z-Zâhir Çakmak, Kubbetü’s-sahre’nin yıldırım düşmesi sonucu yanan kubbesini onartmış, Mısır sahillerine yapılan hıristiyan saldırıları sebebiyle Kudüs’teki hıristiyanların yapılarını yıktırmıştır. 857’de (1453) tahta çıkan el-Melikü’l-Eşref İnal, Mescid-i Aksâ’yı tamir ettirmiş ve Kayıtbay döneminde onarıldığından daha sonra SebîlüKayıtbay olarak bilinen sebili yaptırmıştır. Bu sebile su temin eden Kanâtü’s-sebil’iHoşkadem 1462’de yeniletmiştir. Ayrıca Kayıtbay tarafından yıktırılarak yeniden yaptırıldığı için el-Medresetü’l-Eşrefiyye olarak da bilinen el-Medresetü’s-SultâniyyeHoşkadem devrinde bina edilmiştir. Sultan Kayıtbay, Eşrefiyye Medresesi’ni 887’de (1482) yeniden yaptırdığı gibi uzun yıllar ihmal edilen Kanâtü’s-sebîl’i ve Sebîlü Kayıtbay’ı tamir ettirmiştir.
Filistin Haçlı İstilasında 1099-1260
Papa Urban’ın çağrısına uyan Haçlılar, Avrupa’nın dört bir yanından toplanarak, Godfrey de Buillon komutasında Filistin’e doğru harekete geçti. İslâm topraklarında önlerine gelen bütün yerleşim birimlerini yakıp yıkarak coğrafyanın kalbi-ne kadar ilerleyen Haçlılar, bir aylık kuşatmanın ardından, 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirdi. Kutsal şehrin Haçlılar tarafından alınması, Kudüs sakinleri için gerçek bir felâket oldu. Sur içinde yaşayan binlerce Müslüman, (Ortodoks) Hıristiyan ve Yahudi kılıçtan geçirildi. Batılı tarihçilerin de teyit ettiği gibi, Kudüs’ün dar sokaklarında atlar baldırlarına kadar çıkan kan denizinin içinde iler-ledi.
Filistin Eyyubiler Himayesinde
Kudüs’ü işgal edip ahalisini kılıçtan geçiren Haçlılar, şehirdeki bütün dinî eserleri kendi kontrolleri altına almıştı. Mescid-i Aksâ ve çevresindeki mescitler kilise ve at ahırlarına dönüştürülürken, Ortodoks Hıristiyanlara ait mekânlar da sahiplerinin ellerinden alındı. Haçlıların Kudüs’teki yaklaşık 90 yıllık hâkimiyeti, SalahaddînEyyûbî’nin (1138-1193) olağanüstü gayretleriyle sonlandırıldı. Fâtımîleri ortadan kaldırdıktan sonra Suriye bölgesindeki diğer emirlikleri emri altına alan Salahaddîn, 1187’deki Hıttîn Savaşı’nda Haçlıları korkunç bir yenilgiye uğrattı. Kudüs’e muzaffer bir komutan olarak giren Salahaddîn, şehri yeniden huzur ve sükûnete kavuşturdu.
Salahaddîn Eyyûbî’nin yeğenleri Kâmil, Eşref ve Muazzam I. Haçlı Seferi’nin savuşturulmasından sonra, kendi aralarında çatışmaya başlamıştı. Kâmil, Alman İmparatoru II. Friedrich’le temasa geçerek, Filistin’i Haçlılara 17 Mart 1229’da teslim etti.
Filistin Harezm Türkleri Himayesinde1260
Kudüs’ün el değiştirmesi, Müslümanlar arasında olduğu kadar Hıristiyanlar arasında da kargaşaya yol açtı. İmparator İkinci Friedrich, İslâm kültürüne duyduğu hayranlık nedeniyle, kendi çevresinde kabul görmemiş bir isimdi. Kudüs’te bir süre kaldıktan sonra, sessiz-sedasız şehri terk ederek yeniden Avrupa’ya döndü.
CelaleddinHarzemşah’ın1231’de vefatından sonra ona bağlı pek çok askeri güç Harezmiler adıyla Kuzey Irak’ta kaldı. Sonra Selçuklu toprağı Cezire ve Suriye’ye bazen saldırılar düzenlediler. Eyyubi sultanı es-Salih onları amcası es-Salih İsmail’e karşı paralı asker olarak kiraladı. Harezmiler 11 Temmuz 1244’te Kudüs’ü Haçlılarda geri aldılar. Harzemşahların yaklaşık 15 yıllık idaresinin ardından, 1260’da Mısır’da iktidara gelen Memlûklar, Filistin ve Suriye’yle birlikte Kudüs’ü de kontrol altına aldı. Kudüs, bundan sonra yaklaşık 250 yıl sükûnet içinde yaşayacaktı.
Filistin Osmanlı Türkleri Himayesinde
Yavuz Sultan Selim, Mercidâbık’ta Memlükler’e karşı kazanılan zaferden sonra Halep, Hama, Şam üzerinden güneye doğru ilerleyerek 4 Zilhicce 922’de (29 Aralık 1516) İdrîs-i Bitlisî’nin de aralarında bulunduğu devletin bir kısım ileri gelenleriyle ve askerle birlikte Kudüs’e geldi. Ancak Kudüs, padişahın gelişinden önce muhtemelen Ekim 1516’da Osmanlı yönetimine girmişti (Ercan, s. 10). Bu tarihte başlayan Kudüs’teki Osmanlı yönetimi, 1831-1840 yıllarında gerçekleşen Kavalalı Mehmed Ali Paşa dönemi hariç Aralık 1917’ye kadar yaklaşık dört asır devam etti. Kudüs, Osmanlı yönetimi altında hep sancak statüsünde kalmakla birlikte bağlı bulunduğu merkez zamanla değişti. 1516-1831 yılları arasında Şam eyaleti, 1841-1865 yılları arasında Sayda eyaleti ve bu son tarihte Sayda ve Şam eyaletlerinin birleştirilmesiyle oluşturulan Suriye vilâyeti içinde yer aldı. 1872-1917 döneminde ise müstakil mutasarrıflık statüsü verilerek doğrudan merkezî hükümete bağlandı.
Kudüs, Kanuni Sultan Süleyman döneminde büyük bir imar ve inşa faaliyetine sahne oldu. Memlûklar, Kudüs içinde ve özellikle de Mescid-i Aksâ alanında göz kamaştırıcı eserler bırakmışlardı. Ancak şehir surları, Eyyûbîlerden alınan siyasi miras gereği, yıkık bir şekilde muhafaza edilmişti. Kanuni’nin emriyle, Kudüs surları 1537-1541 yılları arasında yeniden imar edildi, şu anda hâlâ kullanılan yedi kapı da bu dönemde açıldı. Osmanlılar, Kudüs’te sayısız çeşme, sebil ve şadırvan inşa ettiler, mevcut eserleri onardılar, şehri mamur ve bayındır bir hale getirdiler. Memlûklar bir “taş medeniyeti” iken, Osmanlılar “su medeniyeti” olarak öne çıkmıştı.
Filistin’de Yahudilere Devlet Kurma Fikri
1799: Fransız General Napolyon Bonaparte, Osmanlı yönetimindeki Flistin'de bir Yahudi devleti kurulması fikrini ortaya attı.
1879: Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre'nin Basel şehrinde toplandı. 1896'da gazeteci TheodorHerzl, ''Der Judenstaat'' yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınlamıştı ve kongrede bu kitaptaki fikirler tartışıldı. Herzl, Viyana'da yaşayan bir Yahudi'ydi. Yahudiler'in kendi devletini kurmasını savunuyordu ve özellikle Avrupa'daki Yahudi düşmanlığına karşı bu fikri geliştirmişti.
Kongrenin sonunda, Basel Programı yayınlandı. Bu belgede, Filistin'de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı'nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu.
Filistin’e Yahudi Göçü
1897'den önce, çok az sayıda Siyonist göçmen zaten bölgeye gelmeye başlamıştı. 1903'e kadar, bunların sayısı 25 bine ulaştı. Çoğu Doğu Avrupa'dan gelmişti. Bölgenin yarım milyona yakın Arap sakiniyle birlikte yaşıyorlardı.
O zamanlar Filistin, Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı. 1904 ila 1914 arasında 40 bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası geldi.
Filistin’in Türklerin Himayesinden Çıkışı
Birinci Dünya Savaşı sırasında da Filistin ve çevresi Osmanlı idaresindeydi. İngiltere'nin desteklediği Arap güçleri Osmanlı hakimiyetine son verene kadar bu durum sürdü.
İngiltere savaşın sonunda, 1918'de bölgeyi işgal etti. 25 Nisan 1920'de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere'ye, bölgenin manda idaresi için yetki verildi. Bu değişim döneminde üç söz verildi. 1916'da Mısır'daki İngiliz idarecisi Sir Henry McMahon, Osmanlı'nın Arap illerinde Araplara bağımsızlık sözü vermişti. Bununla beraber galip devletler Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye bölüyor, Filistin'de ise uluslararası idare kurulması öngörülüyordu.
1917'de, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Filistin'de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü verdi. Bu vaat, Siyonistlerin önderlerinden LordRothschild'e gönderilen mektupta yer alıyordu. Bu mektup Balfour Deklarasyonu olarak anılıyor.
Filistin’e Türkiye Cumhuriyeti’nin Desteği
Genel anlamıyla Filistin davasında Türkiye'den yükselen tepkileri ahlaki ve stratejik düzeyde değerlendirmek mümkün.
Türkiye, Filistin halkıyla yüzyıllar öncesine giden ortak bir tarihe ve yakın kültürel ve sosyal ilişkilere sahiptir.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile 1975 yılından itibaren resmi ilişkilerini sürdüren Türkiye, 15 Kasım 1988’de sürgünde ilan edilen Filistin Devleti’ni ilk gün tanıyan ülkeler arasında yer almıştır.
1967 Arap-İsrail savaşıyla birlikte Türkiye solu da Filistin davasında bizatihi iştirakle yer aldılar.
İsrail-Türkiye ilişkilerinin iç siyasete etkisi sorulduğunda, akla iki kilit olay geliyor: Biri 2009'da dönemin başbakanı Erdoğan'ın Davos Zirvesi'nde yaptığı "oneminute" çıkışı, diğeri de Mavi Marmara baskını.
Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nun İsrail Cumhurbaşkanı ŞimonPeres'in de katıldığı "Gazze: Ortadoğu'da Barış" panelinde konuşan Erdoğan, konuşmasının kısıtlandığı gerekçesiyle "oneminute" (bir dakika) diyerek tepki göstermiş, ardından oturumu terk etmişti.
ABD başkanı D. Trump’ın ABD büyükelçiliğini Müslümanların hassasiyetini hiçe sayarak 2018’de Kudüs'e taşıması Türkiye'nin sert bir tepki göstermesine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan mekanizmaları harekete geçirdi. Uluslararası arenada da birçok adım atıldı. ABD büyükelçisi geri çağrıldı ve İsrail'in Ankara büyükelçisi ülkesine geri gönderildi.
Özetle; Filistin Müslümanların 14 asırdır himayesindedir. Bu aşağıdaki şekilde gerçekleşmiştir:
- 1 Dört Halife Dönemi: Kudüs’ün Fethi (638-661)
- 2. Emeviler Dönemi (661-750)
- 3. Abbasiler Dönemi (750-969)
- 4. Türk Valiler ve Fatımiler Dönemi (878-969)
- 5. Fatımiler Dönemi (969-1071)
- 6. Selçuklular (1071-1098)
- 7. Haçlılar Dönemi (1099-1187)
- 8. Eyyübiler Dönemi (1187-1244)
- 9. Harizm Türkleri Dönemi (1244-1260)
- 10. Memlükler Dönemi (1260-1516)
- 11. Osmanlılar Dönemi (1516-1917)
- 12. İngiltere Dönemi (1917-1948)
- 13. İsrail Dönemi (1948-?)
- Kudüs 637-1917 arasında 1192 yıl Müslümanların hakimiyetinde kaldı.
- 1099-1178 arasında 88 yıl Haçlıların elinde
- Türklerin Himayesinde toplam 789 yıl
- 90 yıl Türk valiler, 27 yıl Selçuklular, 15 yıl Harizmliler, 256 yıl Memlükler 401 yıl Osmanlılar
- Müslümanların elinde 1192 yıl: bunun 403 yılı diğer müslümanlarda 789 yılı Türklerde.”