FÂTİH VE FETİH UNUTULMADI...
Şanlı tarihimizin akışı içerisinde önemli bir yeri olan İstanbul'un Fethi'nin 557. yıldönümü dolayısıyla anma toplantıları tertiplendi.
Dinî ve millî bayramlarımızı kutlamayı bir gelenek hâline getiren YOYAV da bu vesileyle anma toplantısı tertipleyen sivil toplum kuruluşlarından biri idi. Bu kurum, mânâ büyükleri ile tarihî şahsiyetleri doğum ve ölüm günleri ile gerçekleştirdikleri önemli olaylar dolayısıyla anarak, onları hayırla yâd etmekte ve hatıralarını hafızalarda yaşatma cihetine gitmektedir.
Bilindiği üzere tarihî şahsiyetlerin gerçekleştirdikleri olaylar, amaçlarına ve elde edilen sonuçlarına göre önem taşırlar.
İstanbul'un fethi de bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasına sebep olması dolayısıyla, insanlık tarihinin yanında şerefli tarihimizin en önemli olaylarından biridir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)'in "İstanbul mutlaka feth olunacaktır. O'nu feth eden komutan ne güzel komutan ve O'nu feth eden asker ne güzel askerdir" mealindeki müjdesi, bu fethe ayrı bir anlam ve önem kazandırmaktadır. Peygamberimiz (S.A.V.)'in bu müjdesine kavuşmak için asırlar boyu birçok komutan ve asker mücadele etmiş fakat bu şeref, Türk hükümdarı Fâtih Sultan Mehmed ile O'nun şanlı ordusuna nasip olmuştur.
Fâtih Sultan Mehmed: "YA BEN İSTANBUL'U ALIRIM YA DA İSTANBUL BENİ..." sözüyle Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)'in müjdesine nail olmak için canını ortaya koymuştur. Canı vermeyince canana kavuşulmaz. Fâtih canını ortaya koyunca, Yüce Allah da O'na İstanbul'un fethini nasip etmiştir.
İstanbul'un fethine iştirak eden her nefer, fetih esnasında birer aslan kesilmiş, canını ve malını Peygamberinin müjdesine nail olmak için feda etmiş, kanının son damlasına kadar düşmanla çarpışarak, sonunda Bizans düşmüş ve fetih gerçekleşmiştir.
Fetih için canını ve malını ortaya koyan Fâtih ve askerlerinin ruhları için YOYAV mensuplarınca okunan hatm-i şeriflerin duasının da yapıldığı anlamlı anma toplantısı, 29 Mayıs 2010 Cumartesi günü YOYAV Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi.
Fâtih’in ruhu için Kur’an-ı Kerim tilâveti ile başlayan bu toplantıda davetlilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. İbrahim Ateş yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“Kıymetli konuklar, değerli dostlar, sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Başta müslüman Türk milleti olmak üzere İslâm aleminin tamamının iftihar vesîlesi olan İstanbul’un fethinin 557. yıldönümü dolayısıyla Fâtih’i fâtihalarla anmak amacıyla düzenlediğimiz bu anlamlı toplantıya katılarak büyüklerimize bağlılık ve atalarımıza ihtirâmımızı birlikte sergilememize katkıda bulunan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, Fâtih’i Fâtih eden inanç, bilinç ve duyarlılığı cümlemize nasip etmesini yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Fetih... Allah’ın inananlara nusret ve zafer bağışlamasıdır.
Fetih... İslâmın kesin zafer müjdesidir.
Fetih... Küfür karanlıklarının dağılıp, güneşin doğmasıdır.
Fetih... Şirk ve inadın kalplerden sökülüp, günebakan bitkisinin güneşe doğru yöneldiği gibi, kalplerin Hak ve Hakikate meyletmesidir.
Evet! Fetih gelince!... Kalpleri İslâm aşkı ile çarpan Müslümanlar! Fetih öncesi, sünnetullahın gerektirdiği bir takım imtihanlara hazır mıyız?
Şanlı Nebi (S.A.V.) kutlu görevine başladıktan 20 sene sonra ulaştı Fetih müjdesine... Evet! 20 yıl.. İmanda kararlılık... İşkenceleri hiçe sayma... Habeşistan’a hicret... Müşriklerin müslümanlara koyduğu ambargo... Erkam bin Ebi Erkam’ın evinde yapılan istişareler... Akabe Biatleri... Büyük hicret... Nüfus sayımı... Savaşlar (Bedir, uhud, Hendek...) Hudeybiye barışı... Ve Mekke’nin Fethi...
Şanlı Nebi ve seçkin sahabe kadrosu bu merhaleleri birer birer geçtiler ve fetih mukadder oldu. Ya biz... Biz, bu kilometre taşlarının neresindeyiz?
Yeniden fethin gelmesini mi istiyoruz? Sebeplere yapışmadan, şartlarını taşımadan menzili maksûda ulaşmak ne mümkün?
Yasirlere, Sümeyyelere, Bilâllere yapılan işkencelere hazır olmadan...
Erkâm’ın evi misali, dâvânın stratejisini belirleyecek istişare karargâhını kurmadan...
Dâvâsını, Habeş Meliki’ne anlatan Cafer (R.A.) misali, başka bir ülke devlet başkanına anlatabilecek çapa ermeden...
Kısaca... Peygamber ve sahabe kadrosunun sünnetullah gereği geçtiği yol ve badirelerden geçmeden... Evet! Fethin gerektirdiği ehliyet ve liyâkate sahip olmadan fetih elbette mümkün değil...
Öyleyse, önce “Fethe giden yol” u açabilecek şartlardan söz edelim: Bunlar; Lider ve Lider’e bağlı ordudur.
Her türlü dünya nimeti teklifi karşısında: “Siz ne diyorsunuz! Bir elime ay ve bir elime güneşi verseniz bile, gene de dâvâmdan vazgeçmem.” diyebilen kesin kararlı bir lider...
“Anam-babam sana feda olsun, ya Rasulullah!..” sözleriyle Lider’e bağlılıklarında zirveye çıkmış sahabe kadrosu misali, Lider’e bağlı ordu...
Tebliğ, davet, emri bil ma’ruf, cihad basamaklarını geçebilmek... İşte “Fethe giden yol...”
Mekke’nin Fethin’nde de açık olarak görüyoruz ki; fetih önce kalplerden başlıyor. Gönülleri fethetmek gerekiyor önce... Bütün insanlığı, İslâm’ın rahmet ve feyiz iklimine davet etmek... Bütün insanlığın hidayetini istemek...
Çünkü, evrensel bir dinin adıdır İslâm... İşte Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesinin sırrı...
Gönüllere hitap edilecek ki, Ömer’ler Müslüman olsun.
Gönüllere hitap edilecek ki, Medine’liler Lider’ini kendi şehirlerine davet etsin ve Medine’ye İslâm karargâhı kurulsun.
Gönüllere hitap edilecek ki, Halit bin Velid’lere hidayet kapısı açık tutulsun.
Fetih ruhunu hazmetmiş insan, insanlar arasında elinde kılıçla değil, gül ile dolaşan insandır.
Bütün bu yollardan geçtikten sonra sünnetullah tecelli edecek ve fetih gerçekleşecektir. Artık İslâm nimeti gözle görülür duruma gelmiştir. Fetih gelince, insanlar fevc fevc İslâm’a koşacaklar...
Müşriklerin Hazreti Hamza’yı şehit ettiği yetmiyormuş gibi, ciğerini sökerek intikam alan Vahşi’ler Müslüman olacak...
Bütün fetihler için kaynak ve merkez Asr-ı Saadet... Yani Peygamber ve Ashabı... İşte ideal örnek...
Peygamber müjdesine mazhar olan Fatih Sultan Mehmet de, Bizans’ın inkâr, zulüm ve ahlâksızlığını tarihin karanlığına gömmüştür. Fatih, İstanbul’a girerken, Bizanslı kadınların üzerine güller atarak karşılamaları, Fethin önce kalplerde neşvü nema bulduğunun işareti değil mi?
Şimdi de fethe nasıl ulaşabileceğimizi -derin mütâla’a ve dikkatlerimizi çevirerek- Kur’an-ı Kerim’den takip edelim:
“Ey iman edenler! Size, elem verici Cehennem azabından koruyacak bir ticaret (alış-veriş) yolunu göstereyim mi? Allah’a ve resûlüne iman edersiniz. Can ve mallarınızı (ortaya koyarak) Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu, sizin için en hayırlı olanıdır. (Eğer Allah ve Rasûlüne iman ederek Cihad ederseniz) Allah sizin günahlarınızı bağışlayacak, altlarından ırmaklar akan Cennetlere ve Adn Cennetlerinde tertemiz meskenlere koyacak. İşte bu kazançların en büyüğüdür. Büyük kurluş budur. Bütün bunlardan başka seveceğiniz bir şey daha var. (O da) Allah katından bir yardım ve yakın bir zafer vardır. Ey Muhammed inananlara müjde ver. Ey iman edenler! Allah’ın dininin yardımcıları olun... Biz inananları düşmanlarına karşı destekledik de üstün geldiler.” (Saf Suresi, 10-13)
Kerim Derman’ın 26 Mayıs 2002 tarihli Zaman Gazetesi’nde yayınlanan “Fetih Kıyamete Kadar Sürecek” başlıklı yazısında dilegetirdiği gibi kelime anlamıyla fetih, açma, açılma karşılığında kullanılır. Merkezde yer alan bu mânâ zenginliği, kimi zaman ufuklara sığmayan derinlikler içerir. Kâh Kur’an ve fermanların açılıp okunması için (feth ü kıraat) kullanılmıştır; kâh zorlukların aşılması (feth-i müşkilât) için. Ve en önemlisi bir sureye isim olmuş ve o surede geçen terkiple sahabeyi taçlandırmıştır bu mübarek kelime: Feth-i mübîn.
Semalar dile gelip Hudeybiye anlaşması imzalandığında nazarları gökleri zorlayan nice kutsî sulhün “apaçık bir fetih” olduğunu bilememişti belki. “Savaş” diyordu, “haksızlığa kıyam” diyordu, “İslâm’ın izzeti” diyordu kameti bâlâ yiğitlerin müteheyyiç ruhları. Halbuki Allah Resulü, göklerin dile gelmesi, vahyin ışıltılar saçmasına binaen, “sabır” diyordu... Zahiren bir fetih yoktu ortada, ama Kur’an sadık bir rüyanın fethe dönüşen muştularından haber veriyordu.
Ve zaman gösterdi ki Hudeybiye bir fetihti; gönüllerin fethi... Taşlaşmış kalpler yumuşayacak, kuruyan gözler yaşaracak, gönüller üzerindeki küfür prangası çözülecek ve vicdanlar fethe yönelecekti.
O günden sonra her açma, çözme, feth-i mübîn’in bir parçası oldu. İstanbul’un fethi de sadece bir şehrin ele geçirilmesi değildi. Düşen kalelerin ardından çiçek açan din özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü ortaçağın çok ötesine taşan müsamahanın evrensel bir tebellürüydü.
Fatih, iyi keşfetmişti fethin derin mânâsını. O yüzden Kur’an’ın sevgi ve hoşgörü iklimini taşıdı Kostantiniyye topraklarına. Sevgi emniyet doğurdu, saygı diyaloğa neden oldu. Ve kapılar açıldı yerden gökyüzüne, semadan rahmet yağdı kıraç topraklara.
Fetih, tarihin tozlu yapraklarında kaybolup gitmedi; inanın! Çünkü kaba bir anlayış içinde fethi sadece şehirlerin ele geçirilmesi gibi algılayanlar, ruhumuzda var olan sevgi ve merhamet menbaını göremedi.
İstanbul’u fethederek memdûh-ü’n Nebî (Peygamber tarafından övülen) olup, tarihte hiçbir hükümdâra nasip olmayan bir manevî mertebeye mazhar olan Sultan Mehmet Fatih Han Hazretleri, İstanbul’u İslâm topraklarına katarak çağ açıp çağ kapatan muzaffer bir komutan olduğu gibi, kurduğu vakıfla da büyük bir çığır açan dirayetli bir devlet adamıdır. Dolayısıyla dünya çapında Fâtih olarak ne kadar ünlü ise, vâkıf (vakıf kuran, vakfeden) olarak da o kadar ünlüdür.
Recep 875 Hicri (Ocak
a- Görevli sayısı 195 olan 7 camii ve mescid,
b- Toplam görevli sayısı 176 olan medrese ve tetimme medreseleri,
c- Toplam görevli sayısı 38 olan bir imaret,
d- Toplam görevli sayısı 13 olan bir darüşşifa,
e- Toplam görevli sayısı 3 olan bir dârü’t-tâ’lim.
f- Toplam görevli sayısı 9 olan bir zaviye (kalenderhane)
den oluşan hayrat müesseseleri olduğu ifade edilmektedir. Vakfettiği camilerdeki görevlilerin dağılımı ise şöyledir:
Fatih Camii = 95 görevli
Ayasofya Camii = 91 görevli
Şeyh Vefazade Camii = 12 görevli
Yeni Kule Camii = 2 görevli
Zeyrek Camii = 9 görevli
Eski İmaret Camii = 4 görevli
Galata Camii = 12 görevli
Medresenin görevlileri ile bunlara verilmesi öngörülen ücretler de şöyledir:
8 medresenin her birinde bir müderris, bir mu’îd, 15 öğrenci, bir kapıcı, bir ferraş ve bir müstahdem.
Bunlara ödenmesi öngörülen günlük ücret ise müderris’e 50 akçe, mu’îd’e 5 akçe, öğrencilerin her birine 2’şer akçe, kapıcı, ferraş ve müstahdemlere de 2’şer akçedir.
Günümüz yöneticilerinin örnek almalarını dilediğimiz bu muzaffer kumandanı, İstanbul’u fethinin 557. yıldönümü dolayısıyla bir keredaha rahmet, mağfiret ve şükranla anıyor, ruhunun şâd, mekânının cennet ve makamının yüce olmasını niyaz ediyoruz.
Bu anlamlı günde bizimle birlikte olduğunuz için siz saygıdeğer konuklarımıza da takdir ve teşekkürlerimizi ileterek sağlık ve saadette daim olmanızı diliyoruz.”
Dr. Ateş’in bu yönlendirici ve yüreklendirici konuşmasından sonra kürsüye gelen şair Faruk Oray ve Dr. Asaf Demirbaş’ın okudukları fetih ve Fâtih ile ilgili şiirler toplantıya renk kattı. Toplantı, Fatih’in ruhu için okunan hatm-i şeriflerin duası yapılarak sevabının ruhuna bağışlanmasıyla noktalandı.