Gerçek Müminler Kimlerdir?
Mümin, münkir ve münafık kelimeleri günlük hayatımızda sıkça kullanılan kelimelerdendir. İnanan insana mümin, inanmayana münkir, iki yüzlü olup içi dışına uymayana da münafık denir. Kişinin nasıl bir kimliğe sahip olduğunu ifade ederken, inanç ve anlayışıyla fikir ve fiili göz önünde bulundurularak bu kelimelerden biri söylenir. Dolayısıyla bu kelimelerden biri herhangi bir kimse hakkında kullanılırken, o kimsenin inanç, anlayış ve düşünceleri ile davranışları esas alınır. İnkârcı olan bir kimseye mümin, inançlı olan bir kimseye de münkir denilemeyeceği gibi, içi dışına uymayan bir kimseye muhlis, doğru, dürüst ve samîmî olan bir kimseye de münafık denilemez. İmanı olana mümin, imanı olmayana münkir veya kâfir, sözü özü ile örtüşen, fiili fikrine uyan, doğru, dürüst ve samîmî olan kimseye muhlis, içi dışına uymayan iki yüzlü kimseye de münafık denir.
Kimseyi hak etmediği bir sıfatla tavsîf etmemek için, herkesin hâlinden haberdar olmak, durumunu dile getirecek kelimelerin içerik ve inceliklerini çok iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde tashîhi zor ve telâfîsi mümkün olmayan yanlışların yapılması kaçınılmaz olur. Bilhassa insanların inanç, anlayış ve davranışları ile ilgili konularda söz söylerken daha dikkatli ve duyarlı davranmak icap eder. Zira mümine kâfir, kâfire de mümin demek büyük bir günahtır. Bir hadîs-i şerîfte belirtildiği üzere, mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bu bakımdan mümin, mütedeyyin, muhlis, müstakim gibi kelimelerle, münkir, mülhid, münafık ve kâfir gibi kelimeleri birileri hakkında kullanırken, söylenen sözün ne getirip ne götüreceğini çok iyi düşünmek gerekir.
Bu ve benzeri konularda mensupları ile dostlarını aydınlatmaya özen gösteren YOYAV, 2015 yılının Ocak ayında planladığı kültürel etkinlikler cümlesinden olarak “Gerçek Müminler Kimlerdir?” sorusuna cevap içerecek bir sohbet toplantısı tertipledi. 15 Ocak 2015 Perşembe günü YOYAV Kurs öğretmenlerinden Afet Tan’ın Tecvid ve Arapça kurslarına katılan kursiyerlerin ikram ettikleri kahvaltıdan sonra saat 13.00’de salonu dolduran davetlilere doğru ve doyurucu bilgiler veren Dr. İbrahim Ateş, yaptığı konuşmada şu cümlelere yer verdi:
“Kullukta kaim ve Kur’ânî hayatta dâim olmanın gayret ve kararlılığı içinde olduklarına inandığım kıymetli konuklar,
imanında sâdık, ibadetinde ihlaslı, amelinde sâlih, sözünde doğru ve muâmelâtında müstakîm olmalarını dilediğim değerli dostlar,
Allah’a kul, Resûlüne ümmet ve müminlere kardeş olma yolunda yılmadan yorulmadan yürüyüp yol almalarını ve yücelmelerini temenni ve tavsiye ettiğim sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
îmânî incelikleri, Kur’ânî içeriklerle dikkatinize getirerek gerçek müminlerin kimler olduğuna dair bilgi birikimimizi sizlerle paylaşmak amacıyla düzenlediğimiz böylesine önemli bir toplantıya teşrif ederek düşüncelerimizi dile getirmemize vesîle olan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, îmanı kâmil, ameli sâlih ve ihlâsı tâm olan müstesnâ Müslümanlardan olmamızı diliyorum.
İnanan insana mümin, inanmayana da münkir denildiği bilinmektedir. Dolayısıyla biz bu sohbetimizde bilineni bildirmeye çalışmaktan çok, bilinmeyeni bildirmeye, yanlış bilineni düzeltmeye ve bilgi eksikliğini gidermeye çalışacağız. Bunu yaparken de Mevlâ-i Müte’âl Hazretlerinden muînimiz olup, bizleri maksadımızda muvaffak kılmasını niyaz ediyorum.
Tabii sizin gibi iman ehli insanlara gerçek müminlerden söz etmek, belki tereciye tere satmaya benzetilebilir ama, ben bugün burada konu ile ilgili ayet-i kerîmelerden bir kısmının içeriğini sizlerle paylaşarak, mevcut bilgilerinize yenilerini katmanıza yardımcı olmaya çalışacağım.
Az önce arz edildiği üzere islamî literatürde inanan insana mümin, inanmayana münkir veya kâfir, ikisi arasında gelip gidene de münafık denilmektedir. Münafıkların kimler ve özelliklerinin neler olduğunu 26 Şubat 2014 Çarşamba günü bu salonda yaptığımız “Münafık Muhlis Olur mu?” konulu sohbetimizde detaylı bir şekilde dile getirmiştik. Keferenin kimler ve özelliklerinin neler olduğunu da inşaallah nasip olursa gelecekte yapacağımız başka bir sohbette açıklamaya çalışırız. Bugünkü birlikteliğimizde ise müminlerin önde gelen meziyetleri ile gerçek müminlerin kimler olduğuna dâir özet açıklamalarda bulunacağız.
Her şeyden önce, müminin kim olduğunu bilmek için, imanın ne demek olduğunu bilmek gerekir. Ehlince bilindiği üzere iman; inanmak ve tasdik etmek demektir. Yani Allah Teâlâ’nın varlığına, birliğine, kudretine, yaratıkların tümünü O’nun var ettiğine, gönderdiği peygamberlere, indirdiği kitaplara, kaza ve kadere, öldükten sonra geri dirilmeye, hayrın ve şerrin takdirinin Allah’tan olduğuna, meleklerin, cennet ve cehennemin var olduğuna ve diğer iman esaslarına inanmak, bu inancı dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmek ve gereğinin ifası cihetine gitmektir.
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in Bakara Suresi’nin 285. ayetinde: “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. ‘Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır.’ derler.” buyurulmuştur.
İmanla ilgili konularda dil, kalp ve diğer uzuvların uyum içinde olması gerekir. Zira kişinin belirtilen hususlara iman ettim deyip, o imanla bağdaşmayacak söz ve davranışlarda bulunması doğru değildir. İmanın kemâle ermesi ve sahibinin mükemmel mümin olması için; ibadet, ta’at, ihlas, ittika, infak, istikamet, itidal, sadâkat ve samîmiyet gibi islamî esaslara uyulması ve kullukta kusur edilmemesi gerekir. Müminin uyması icap eden islamî kurallarla muttasıf olması gereken meziyetler, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in müteaddid ayet-i kerîmelerinde dikkatimize getirilmiştir. Bu cümleden olarak Müminûn Suresi’nin baş kısmındaki 11 ayette şu açıklamalar yer almıştır:
“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,
onlar ki, namazlarında huşu içindedirler,
onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler,
onlar ki, zekâtı verirler,
ve onlar ki, iffetlerini korurlar,
Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.
Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir.
Yine onlar (o müminler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler;
ve onlar ki, namazlarına devam ederler.
İşte, asıl bunlar vâris olacaklardır,
(Evet) Firdevs’e vâris olan bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar.” (Müminûn, 1-11)
Kur’ân-ı Kerîm’in ikinci ve en uzun suresi olan Bakara Suresi’nin başında önce Kur’ân-ı Kerîm’den onun muttakiler için bir yol gösterici ve hidayet kaynağı oluşundan, sonra da gayba imandan ve islamın temelini oluşturan ana vazifelerden söz edilmiş ve bu arada insanların inanç yönünden üç guruba ayrıldığına işaret edilmiştir.
Birincisi müminlerdir; onların vasıfları ilk beş ayette özetlenmiştir.
İkincisi kâfirlerdir; onların durumu da altıncı ve yedinci ayetlerde özetlenmiştir.
Üçüncüsü münafıklardır; bunların durumları da geniş bir şekilde ele alınarak sekizinci ayetten yirmi birinci ayete kadar geçen ayetlerde açıklanmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm insanlığa doğru yolu göstermek için gönderilmiş bir kitaptır. Bu itibarla ilk önce kendisine muhatap olan insanlığın doğru veya yanlış inanç durumunu, bunların getirdiği mesuliyetleri, doğruya veya eğriye inanan insanların dünyada ve ahirette karşılaşacağı neticeleri izah etmiştir.
Müminlerin vasıflarının özetlendiği ilk beş ayetin meali şöyledir:
“Elif. Lâm. Mîm.
O kitap (Kur’ân); onda aslâ şüphe yoktur. O, muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.
Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.
Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler, ahiret gününe de kesin kez inanırlar.
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzerindedirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” (Bakara, 1-5)
Gayba iman, islamın “amentü”sünün kısaltılmış ifadesidir. Manası: Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kaza ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde “gayba iman eder” veya“ederler” cümlesi geçmektedir. Bunların hepsi, iman esaslarının kısaltılmış şeklidir.
Burada gayba imandan sonra “kelime-i şehâdet, namaz, zekât, oruç ve hac” dan ibaret olan islamın beş temelinden sadece “namaz ile zekât” zikredilmiştir. Bu iki temelin zikri, örnekleme yoluyla diğerlerine de işarettir. Bu itibarla Kur’ân-ı Kerîm’de “namaz ile zekât” bu ayette olduğu gibi beraber anıldığı vakit, beş temele işaret edilmektedir.
Aşağıda mealleri arz edilen ayet-i kerîmelerde de, gerçek müminlerin kimler olduğu beyan buyurulmaktadır:
“Müminler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.
Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.
İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal, 2-4)
Mealleri arz edilen bu ayet-i kerimelerin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere müminler, Allah anıldığı zaman yani sırf Allah’ın ism-i celâli söylendiği, sıfatlarından hiç bahsolunmaksızın ve fiillerinden, kudretinden hiçbiri gösterilmeksizin yalnızca “Allah” denildiği zaman yürekleri oynar, kalplerini rahmet ümidi ve sevgi heyecanı kaplar, muhabbetle karışık bir korku sarar, Allah’ın azamet ve ihtişamından kaynaklanan bir ürperti kaplar. Üzerlerine O’nun ayetleri okunduğu vakit imanlarını artırır. Bilgi ve ibadet sebepleri ve delilleri arttırça iman da taklitten çıkıp tahkik özelliği kazanmaya başlar, tahkik gelişir, yakîn ve itminanları ziyadeleşir. Onlar ancak Rablerine tevekkül ve itimat eylerler. Başkasına değil, yalnızca Allah’a güvenir ve O’na teslimiyet gösterirler. İşlerinde başarıyı O’ndan beklerler. Onlar ki, namazı hakkıyla kılar ve kendilerine verilen rızıklardan infakta bulunurlar. İşte onlar, yani bu özellikleri kazanmış olan müminler yok mu, hakkıyla mümin olanlar işte ancak bunlardır. Gerçekte mümin diye ancak bunlara denilir. Zira hem kalpleri, hem kalıpları ve amelleri ile mümindirler. Bunlar için Rableri katında yüksek yüksek dereceler, büyük bir mağfiret ve kerim bir rızık vardır. Öyle kerim bir rızık ki, sayısı ve süresi tükenmez. Ardı arkası kesilmez, zararsız ve tükenmez, derdi, belası olmaz, sırf hayır ve sırf nimet olan bir rızık vardır ki, iman ile güzel amelin ecri işte budur.
Bu ayet-i kerimelerin üzerinde durup düşünüldüğünde anlaşılacağı üzere, özellikleri anlatılan müminler için “… İşte onlar gerçek müminlerdir…” denilmiştir.
Enfal Suresi’nin bu ayet-i kerimeleri önemli bir hakikati dikkatimize getirerek hakiki mümin olmanın gereğini göstermektedir. Gerçek mümin olmanın icabını içeren bu ayet-i kerimelerin mefhûm-u muhâlifinden, o evsafı taşımayan kimselerin samîmî mümin olmayacakları veya imanlarının zayıf olacağı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, mümin görünen münafıkların sahtekârlıklarısâbittir. Onların bu hâli Bakara Suresi’nin 13-16.ayetlerinde şöyle beyan buyurulmuştur:
“Onlara (münafıklara): İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit ‘biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!’ derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler).
(Bu münafıklar) Müminlerle karşılaştıkları vakit ‘(bizde) iman ettik’ derler. (Kendilerini saptıran) Şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
Gerçekte, Allah onlarla istihzâ (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başı boş dolaşırlar.
İşte onlar, hidâyete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (Bakara, 13-16)
Müminlerin muttasıf oldukları müstesnâ meziyetlerden bir kısmı da Hucurât Suresi’nin 15. ayetinde şöyle beyan buyurulmuştur:
“Müminler ancak Allah’a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra aslâ şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ile ve canları ile savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.”
Yani müminler ancak o kimselerdir ki, Allah ve Resûlüne iman etmişlerdir, dilleri ile ikrar verdikleri gibi kalpleri ile de sağlam inanmışlardır. Sonra da işkillenmemiş, şüpheye düşmemişlerdir. Demek ki iman etmek için önce kalpten şüpheyi atmak şart olduğu gibi ileride devamı için şüpheden uzak olmak da şarttır. Onlar sonradan da şüpheye düşmemişlerdir. Malları ile, canları ile Allah yolunda cihad etmektedirler, yani Allah’a itaat yolunda her türlü zahmet ve sıkıntıya göğüs germektedirler; işte onlar sâdıklardır, iman davasında sâdık, verdikleri ikrara kalpleri ile ve fiilleri ile içten bağlılık göstermiş samîmî Müslümanlardır.
Gerçek mümin ve Müslüman olmak için bu samîmiyeti göstermek gerekir. Samîmiyetten uzak olanlar gerçek Müslüman olamazlar. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi:
“Müslümanlık denilen rûh-u ilahiyi arasak,
Müslümanız diyen insan yığınından ne uzak.
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir.
Müslümanlık bilmem amma gâliba göklerdedir.”