HANGİ GÜNE NE KADAR ÖNEM VERECEĞİZ?
Zaman ve zemin, yüce Yaradan’ın kudretinin eseri olan yaratıkların önemlilerinden ve öndegelenlerindendir. Zamandan da zeminden de Allah Teala’nın üzerine yemin ettiği ve mübarek olarak nitelendirdiği yerler ve kesimler olmuştur. Tabii ki üzerine yemin edilen ve mübarek olduğu bildirilen zaman ve mekânlarla diğerlerinin değeri aynı değildir. Günler içinde Cuma’nın, aylar içinde Ramazan’ın, geceler içinde Kadir Gecesi’nin yer ve değeri herkes tarafından bilinmektedir.
Öteyandan herkesin hayatında önemli yeri olan bir gün ya da bazı günler vardır. Ama insanların tümü için aynı derecede değeri haiz olan günler vardır. Peki bu günler hangileri? derseniz, bu soruya cevap olacak veya aranan cevaba ışık tutacak nitelikte önemli açıklamaların yer aldığı bir konferansa götürüyoruz sizleri.
Ramazan ayı dolayısıyla dört konferans düzenlemeyi programına alan YOYAV, bu bilgi birlikteliğinin dördüncüsünü 5 Eylül 2010 (Kadir Gecesi öncesi) Pazar günü gerçekleştirdi. Önceki üç konferansta olduğu gibi bu konferansı veren de Dr. İbrahim Ateş’ti. Kadir Gecesi’nin eşiğine gelmenin haz ve huzuru içinde davetlilere duygulu dakikalar yaşatan Dr. Ateş, “Hangi Güne Ne Kadar Önem Vereceğiz?” konulu konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Yaşadığı an ve günlerin değer ve öneminin idraki içinde olan sevgili kardeşlerim, kadir bilenlerden ve kadri bilinenlerden olmalarını dilediğim kıymetli konuklarımız, gününü dününden daha kazançlı kılacak düşünce, duygu ve davranışlarda bulunmanın gayreti içinde olduğuna inandığım değerli dostlar, basınımızın güzîde temsilcileri!
Bin aydan daha hayırlı yani yaklaşık seksen üç yıldan daha değerli olan mübarek Kadir Gecesi’nin eşiğine gelmenin sevinç ve saadeti içinde düzenlediğimiz “Hangi Güne Ne Kadar Önem Vereceğiz? konulu konferansımıza katılarak Kadir gecesini karşıladığımız bu değerli dakikalarda bizimle birlikte olma ve gördüğüm bu güzîde topluluğu oluşturma inceliğini gösteren yüce heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, inşaallah birkaç saat sonra idrâk edeceğimiz mübarek Kadir Gecesi’nde bağışlanan bahtiyar insanlardan olmamızı diliyorum. Kadir-i Mutlak Allah Teâlâ’nın kadrini, O’nun ölümsüz mesajı olan Kur’ân-ı Kerîm’in kadrini, Kur’ân’ı insanlara tebliğ eden Resulûllah (S.A.V.)’ın kadrini ve Kur’ân’ın indirilmeye başladığı kadir gecesinin kadrini bilenlerden olmamız temennesiyle sözlerime başlarken, nüzulü ile Kadir Gecesi’ni bin aydan daha değerli kılan Kur’ân-ı Kerîm’in kafamıza, kalbimize, aklımıza ve hayatımıza inerek bizlere de benzeri bir değer kazandırmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
Her anımız ve her günümüz, telafisi mümkün olmayacak kadar önemli ve değerlidir. Ama en değerli gün yaşadığımız gün, en değerli an da yaşadığımız andır. Öteyandan herkes için doğup dünyaya geldiği gün de önemli bir gündür. Zira bu gün kişinin varedildiği gündür. Dolayısıyla bugün onun için büyük önem arzeder. Tabii herkesin doğumu kendisi için önemlidir ama iki doğum vardır ki, onlar inanan insanların tümü için önemlidir. Bunların ilki Hz. Peygamber (S.A.V.)’in doğumu, ikincisi de Kur’ân-ı Kerim’in doğumudur. Yani indirilmeye başlamasıdır. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in doğum günü 12 Rebiulevvel (20 Nisan
Tabii, dikkat edilmesi gereken gün ve geceler, sadece belirtilen gün ve gecelerle diğer mübarek geceler değil, onlarla birlikte yaşanan her gün ve gecedir. Ömür boyu yaşanan her anın değerini bilip, boş geçirmemeye ve Hakkın rızasına uygun davranışlarla dolu dolu geçirmeye çalışmak gerekir. Unutulmamalıdır ki, vakti boş geçirmek onu katletmek demektir. İsyan ve ihmalle geçirmek de felaketlere davetiye çıkarmak demektir.
Müslüman gününü gün etme ya da vakit ödlürme gafletine düşmemelidir. İki günü eşit olanın aldandığını, dünü gününden iyi olanın da geri kaldığını bilmeli, gününü dününden iyi kılacak davranışlarda bulunmalı ve bugünün işini yarına bırakmamalıdır.
İbadet saatine uymayan, iş saatinde uyuyan ve uyku saatinde oynayan insanlardan hiçbir hayır gelmeyeceğini ve bu tür insanlardan teşekkül eden toplumların terakki edemeyeceğini unutmamalıdır.
Az önce arzettiğimiz üzere her zaman ve mekânın bir değeri vardır. Ama bazı zamanlarla mekânlar, içinde ve üzerinde meydana gelen olaylardan dolayı diğerlerinden daha fazla değer ve itibara sahip olmuşlardır. Örneğin, Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kuds-i Şerîf’in manevî değeri, diğer şehirlerle kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ’nın önemi, diğer mescid ve mabedlerle ölçülemeyecek derecede farklıdır. Aylar arasında Ramazan’ın, günler arasında Cuma’nın, geceler arasında da Kadir Gecesi’nin feyiz ve fazilet farkı da öyledir. Dünyada tavaf edilen tek yer olan Kabe-i Muazzama Mekke-i Mükerreme’de, Cennet bahçesi denilen Ravza-i Mutahhara Medine-i Münevvere’de, Mirac’ın hareket noktası olan mekân da Kuds-i Şerîf’tedir.
Namaz ve benzeri ibadetlere ihsan edilecek sevap için uygulanacak katsayı Mescid-i Haram’da yüzbin, Mescid-i Nebevî’de bin, Mescid-i Aksâ’da ise beşyüzdür.
Her ayın kendine has, özellik ve güzelliği var ama Ramazan’ın manevî değeri bir başkadır. Her şeyden önce Ramazan Kur’ân ayıdır. Ayrıca diğer aylarda olmayan birçok özellikleri vardır. Günler açısından da durum öyledir. Her gün değerli bir zaman dilimidir ama Cuma günü bir başkadır. Zira o müminlerin manevî bayramlarından biridir. Ayrıca diğer günlerde olmayan müstesna meziyetleri de vardır.
Gecelere gelince, Kandil geceleri başta olmak üzere Cuma gecesi, Şaban’ın yarısı (Berat) gecesi ve bayram gecesi gibi bereketi bol ve duası makbul olan önemli geceler vardır. Ama bunların hiçbiri Kadir Gecesi kadar değer ve itibarı haiz değildir. Zira Kadir Gecesi, Kur’ân’ın ifadesiyle bin aydan daha hayırlı bir gecedir. Bu gece Kur’ân’ın indirilmeye başladığı mübarek bir gecedir. Başka bir ifadeyle sözlerin sultanı olan Kur’ân-ı Kerîm’in dünyayı şereflendirdiği gecedir. Dolayısıyla Kadir Gecesi de Ramazan ayı da değerini Kur’ânı kucaklamalarından almışlardır.
Malumunuz olduğu üzere İslam zaman ve mekân tasavvurunda, mutlak iyi ya da kötü bir zaman yoktur. Zamanın ya da mekânın iyi-kötü olması, insana nisbetledir. İyi kullanılan zaman-mekân, kötü kullanılan zaman-mekân vardır. Farklı bir ifadeyle, uğurlu ve şanslı, ya da uğursuz ve şanssız bir zaman-mekân bulunmamaktadır. Zamanı ve mekânı iyi ya da kötü kılan insanın duruşudur. Hz. Peygamber (S.A.V.)'in, kulağına gelen her "uğurlu" ya da "uğursuz" nitelemesini cahiliyye aklıyla özdeşleştirip reddetmiş olması, bundandır. Çünkü böylesi bir akıl, insanın ruhsal donanımını iflasa götürmekte, manevî güç ve yeteneklerini köreltmektedir.
Kadir Gecesi'ne atfedilen bu değer, bizzat geceden mi kaynaklanmakta, yoksa geceye değerini veren başka bir unsurdan mı?
Bu sorunun cevabını Kadr Suresi’nin birinci ayeti açıkça vermektedir. Buna göre, bu muhteşem gece, tüm değerini Kur'an'dan almaktadır. Çünkü Kur'an, bu gecede inmeye başlamıştır. Bir geceyi 30.000 kat daha değerli kılan unsurun geceye-zamana ait olmadığı, bu gecenin sabit bir zamana tekabül etmemesinden de anlaşılır. Zira üzerinde konuşulan zaman, Kameri takvime ait bir zamandır ve Kameri takvimi Şemsî takvimden ayıran en tipik özellik de sabit değil sürekli değişken olmasıdır. Buna göre, Kameri yıl içerisinde kutsal kılınan her tür zaman parçası (Ramazan, Kadir Gecesi, İsra ve Mirac Gecesi gibi) kutsallık ve bereketini, bizzat kendilerinden değil, kendi dışlarındaki bir değerden almaktadırlar.
Kadir Gecesi'ne, 30.000 kat değer getiren unsurun Kur'ân olduğu anlaşıldıktan sonra, doğru olan tüm kutsallık ve bereketin herhangi bir sabit zaman parçasına/geceye değil Kur'an'a izafe edilmesidir. Bunun anlamı da şudur:
Ey insan! Bu vahiy indiği zamana dahi 30.000 kat değer yüklemiştir. İndiği kendi hâlinde bir çöl kasabası sakini olan Abdullah'ın oğlu Muhammed'i 'Âlemlere rahmet' olan bir elçi etmiştir. Sıradan bir çöl kasabası olan Mekke'yi, 'Kentlerin Anası' olan mübarek ve muhterem belde etmiştir.
Evet, bütün bunları yapan Kur'an eğer senin yüreğine, zihnine, hayatına ve dünyana da inerse, sana bir gecesi bir ömür kadar bereketli bir hayat bahşetmez mi? Senin duygu, düşünce ve eylem potansiyelini binlerce kat artırmaz mı?
Ashabtan bazı kimseler rüyalarında Kadir Gecesi'nin Ramazan'ın son yedi gününde olduğunu görüp bunu Hz. Peygamber (S.A.V.)’e haber verince, Rasûlullah: "Görüyorum ki rüyalarınız Ramazan'ın son yedi gecesi hakkında birbirini tutuyor. Artık kim Kadir Gecesi'ni arayacaksa onu Ramazan'ın son yedisinde arasın." buyurmuştur.
Bir başka hadîs-i şerîfte ise: “Kadir gecesini Ramazan’ın son ongününde arayın.” buyurmuştur.
Bu rivayetlerden Rasûlullah'ın kadir gecesini bilmediği anlamı çıkmaz. Nasıl bilmez? Kur'an O’na nâzil oldu ve Kur'ân'ın ilk defa indiği gün O’nun hayatının dönüm noktasıydı. Bir insan hayatının en önemli olayının gerçekleştiği zamanı hiç unutur mu? Fakat burada konumuz bu değildir ve asıl olan, Rasûlullah (S.A.V.)'ın onun tam gününü söylememekle amaçladığı husustur.
Yüzyıllardır Müslüman geleneği, rivayetlerin de katkısıyla, Ramazan'ın 27. gecesini Kadir Gecesi niyetine ihyâ etmekte, yüz milyonların yanık yürekleri Rablerinin rahmet ve şefkat pınarına bin bir umutla kurumuş dudaklarını dayamaktadır.
Bu sembolik kutlamada tek yürek olmuş yüz milyonların biricik arzusu şu muştuya nâil olmaktır: "O gece boyunca melekler, Rablerinin izniyle (ölü canlara) hayat taşımak için bölük bölük inerler; her çeşit barış, huzur, saadet ve güven taşırlar... ta şafak sökünceye dek!.."
Çünkü, vahyin taşıdığı barış, huzur, saadet, güvenlik ve özgürlük (selam) tek çeşit değildir; duygu, düşünce ve eylem olarak bireyin tüm hayatını kapsar. Sadece bireysel değil toplumsal barış, huzur, saadet ve güvenin de tesisi fıtratla aynı kaynağa ait olan vahyin diriltici soluğuna (ruh) muhatap olmakla gerçekleşir.
Kadir Gecesi, Kadir Sûresi'nde de ifade edildiği üzere, "Kur'an'ın indirildiği; bin aydan daha hayırlı olan; Rab'lerinin izniyle Ruh ve meleklerin her türlü iş için indiği; tan yeri ağarıncaya kadar esenlik, huzur ve güven kaynağı olan" bir gecedir.
Mademki, bu geceyi bin aydan hayırlı yapan şey, Kur'an'ın bu gecede indirilmesidir; öyleyse bizler bu geceyi Kur'an'ı okuma, anlama, yaşama ve yaşatma ziyafeti yapmalıyız. Kur'an'ın manasına ve tefsirine ağırlık vererek O’nu idrak etmeli ve yaşamalıyız. Anladıkça ve yaşadıkça O’nu yaşatmanın aşkını ve şevkini yaşamalıyız. Ayrıca bu geceyi, nafile namaz ve duayla geçirmemiz tavsiye edilmiştir.
Bu gece maddî ve manevî bütün nimetlerin müminin gönlüne yağdığı, iki cihanın bayram oluş müjdesinin müminin gönlünde hissedildiği, Kur'an, ibadet ve oruçla ruhun yükselişini zihnin de müşahede ettiği bir gecedir. Böylesine bir gecede, İlahi yardım ve manevî fetihler sağanak yağmur gibi müminin gönlünü ve zihnini serinletir. Dünya kaygılarından ve dertlerinden özgürleştirir. Kur'an-ı Kerim'de Rabb'imizin bizlere çok büyük nimetler ikram ettiğini gördüğümüzde, Allah'tan hatalarımız için bağışlanma dilememiz emredilmiştir. Bu hakikati yüce Rabbimiz Nasr Suresi’nin 1-3. ayetlerinde şöyle beyan buyurmuştur: "Allah'ın yardımı ve fethi geldiği zaman, insanların bölük bölük Allah'ın dinine girdiğini gördüğün zaman, Allah'ı hamd ile tesbih et. O'ndan af dile. Şüphesiz ki Allah tevbeleri kabul edendir." İstiğfar, (Allah'tan bağışlanma dilemek) "Ben başardım..." cümleleriyle başlayan insanın içindeki başarı hırsına ve her şeyi sahiplenme meyline engel olur. İnsanın bütün başarı ve zaferleri kendinden bilerek Allah'ı devreden çıkarma durumunu ortadan kaldırır. Bu nedenle inşaallah bu gecede hatalarımız için af dileyerek yüceleceğiz.
Başarıyı ve nimeti kendinden bilme, insanı kibre düşürür. Kibir ise küfre götüren bir zehirdir. Kibrin baş düşmanı, tevazudur. Huşu Hakk'a boyun eğmek, tevazu Hakk'a teslim olmak, Hakk'ın hükmüne itirazdan vazgeçmektir. Bu iki kavramın da en güzel halleri namaz ve oruçla yaşanır.
Hz. Aişe, Kadir Gecesi'ne ermenin şükrünü ve şevkini idrak etmek için Rasûlullah'a yönelip şöyle bir soru soruyor: Ya Rasûllallah, Kadir Gecesi'ne erme şerefine nail olursam nasıl dua edeyim, dedim: Rasûlullah da şu duayı okumamı söyledi: “Allahümme inneke afüvvün, tuhibbu'l-afve, fa'fü annî” Yani: "Allah'ım Sen affedicisin, affı seversin, beni de affet."
Bu dua, Kadir Gecesi'nde bizi Kur'ân, namaz ve orucun güzel iklimine davet eder; bu iklimi ruhumuza hissettirir.
Bu duada Rabb'imizin sonsuz ikramlarını ve affediciliğini hissederiz. Tevbenin güzelliğini ve affedilmenin vazgeçilmezliğini bir nefes gibi içimize çekeriz. Tevbe ve istiğfar, Allah hariç her şeyden dönmek ve yüz çevirmektir. Sıradan insanların tevbesi, günahları içindir. Allah dostlarının tevbesi ise Rabb'lerini unutarak geçirdikleri her an içindir.
Rahmet kapılarının ardına kadar açıldığı mübarek gün ve geceler, günahlarımızın affı ve İlahî dergâhta makbuliyetimiz için çok ciddî fırsatlardır. Kusurlarını, günahlarını idrâk etmeyen veya edip de bunlarda hâlâ ısrar edenler, mağfiret ihtiyacı içinde oldukları hâlde, tevbe ve istiğfarda bulunmayanlar, İlahî affa başka nasıl erişebilirler ki? Yaptığımız tevbeler samîmiî ve gerçek olmalı, bir daha da o günaha dönülmemelidir. Bu gecelerde olsun kendi kendimizi kandırmamalıyız.
Ramazan ayının 27. gecesi genel itibariyle Kadir Gecesi olarak kabul edilir. Aslında son 10 gün içindeki tek gecelerin hepsini Kadir gecesi imiş gibi şuurla ihya etmek gerekmektedir. Çünkü bu gece, ayetin ifadesiyle bin aydan daha hayırlı bir gecedir.
Yüce Rabbimizin lütuf ve keremi ile çok bereketli ve şerefli bu geceyi hakkıyla idrâk etmeliyiz. Bu gecede, Rabbimize sonsuz şükürler ve hamd ü senâlarda bulunmalıyız. Gönüllerimiz, bir taraftan Ramazan ayının sonuna yaklaşmanın hüznünü, diğer taraftan da bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesine ulaşmanın heyecan ve mutluluğunu yaşamalıdır.
Kur’ân-ı Kerîm’in inmeye başladığı bu gecenin, biz Müslümanlar nazarındaki kıymeti sonsuzdur. Kur’ân-ı Kerîm’in inmeye başlamasıyla insanlık dalâletten, cehâletten, düşmanlıktan, her türlü sapıklıklardan, çaresizlikten kurtulmuştur. Alemlerin Rabbi, kullarıyla mükâlemede bulunmuş, onları ebedî saadete davet etmiştir. Kullarına bazı sınırlar çizmiş, bu sınırların ihlal edilmemesi hâlinde onları Cennet’ine alacağını vaad etmiştir. Onun için böylesine önemli bir dönüm noktasını teşkil eden Kadir Gecesi’ni samîmiyetle ihyâ etmeliyiz.
Ebû Hureyre (R.A.)’den gelen rivayete göre; Peygamberimiz (S.A.V.): “Her kim iman ederek ve mükâfatını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları mağfiret olunur. Yine her kim de faziletine iman ederek ve mükâfatını sadece Allah Teâlâ’dan bekleyerek Kadir Gecesi’nde kalkarsa (namaz kılar, ibadet ederse), geçmiş günahları mağfiret edilir.” buyurmuşlardır.
Kadir Gecesi’nin gündüzünü de gecesi gibi ihyâ etmek gerekir. Onun fazîleti de, gecesi gibi büyüktür. Enes b. Mâlik (R.A.)’ten rivayete göre; Peygamberimiz (S.A.V.): “Dört gece vardır ki, geceleri gündüzleri, gündüzleride geceleri gibi (fazîletli)dir. O gün ve gecelerde Allah Teâlâ, yağmur ve bereketi bol bol ihsan eder, insanları cehennemden âzâd eder, çok miktarda ihsanda bulunur. Bunlar; Kadir Gecesi ve sabahı, arefe gecesi ve sabahı, Berat Gecesi ve sabahı, cuma gecesi ve sabahı” buyurmuşlardır.
Günahlarımıza “estağfirullah” demeliyiz. Tevbe dil işi değil, kalp işidir. Tevbe; vücudun bütün zerrelerinin Cenab-ı Hakk’ın yoluna dönmesi demektir. Tevbenin kabul olması için kişi samîmî bir pişmanlık hâli duymalıdır. Yüce Rabbimiz Tahrîm Suresi’nin 8. ayetinde: “Ey iman edenler! Samîmî bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter. Peygamber’i ve O’nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların önlerinden ve sağlarından nurları aydınlatıp gider de, “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; Çünkü Sen herşeye kadirsin.” derler.” buyurmaktadır.
Rabbimizin engin merhameti bu gece yardımcımızdır: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet edicidir.” Bu müjdeyi aslâ unutmayalım.
Rabbimizin rahmeti herşeyi kuşatmıştır. Her insan bu İlahî rahmetten istifade edebilir. Ancak şu hususa dikkat etmek gerekir ki: “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, “Günah işlemeye devam edin” demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tövbelerinin kabul edileceğini bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip Allah Teâlâ’ya dönmelerini teşvik etmektir. Çünkü tevbe kapısı daima açıktır. Allah, kulunun tevbe etmesini, günahını itiraf etmesini sever.
Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması gereken bir ibadettir. Ruhu arındırmanın en güzel yollarından biridir. Kur’ân-ı Kerîm de ameli ne olursa olsun, istisna koymaksızın herkes tevbeye davet edilmekte ve şöyle buyurulmaktadır: “... Ey müminler! Hep birden, bütün günahlarınızdan Allah’a tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz.”