Hâtem-i Nübüvvet Hz. Muhammed
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in doğum gününü, bir bayram sevinci ile karşılayıp sevgi ve saygı havası içinde kutlamayı güzel bir gelenek hâline getiren Müslümanlar, bu yıl Mevlid Kandilini yılın ikinci günü olan 2 Ocak 2015 Cuma günü idrâk ettiler. Dolayısıyla bir günde iki bayram ettiler. Hz. Peygamber (S.A.V.)’in doğum yıldönümünün, Müslümanların manevî bayramlarından biri olan Cuma gününe tevâfuk etmesi de, sevinç ve saadetlerinin katlanmasına vesîle oldu.
Yüzyıllardır yurdumuzda coşku ile kutlanıp birbirinden güzel binlerce programın gerçekleştirildiği Mevlid Kandili münasebetiyle tertiplediği toplantılarda Efendimiz (S.A.V.)’e getirilen sayısız salât ve selamlarla okunan hatm-i şerîflerin sevabını rûh-u şerîflerine armağan etmenin yanında, O’nun mübarek meziyetlerinden birini dile getirmenin gayreti içinde YOYAV, bu yıl tertiplediği toplantıda da benzeri bir güzelliği yaşattı.
Önceki yıllarda “Âlemlere Rahmet Hz. Muhammed (S.A.V.)”, “Menba-ı Muhabbet Hz. Muhammed (S.A.V.)”, “Muallim-i Hikmet Hz. Muhammed (S.A.V.)” gibi konularla tertiplediği toplantılarda davetlilerini doyurucu bilgilerle donatan YOYAV, bu yıl 2 Ocak 2015 Cuma günü kutlanan Mevlid Kandilinde düzenlediği “Hâtem-i Nübüvvet Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu programda duygulu dakikalar yaşattı.
Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ile başlatılıp, rûh-u Resûlullah’a ithafen okunan 20 hatm-i şerifin duası ile devam eden programda YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seyfettin Erşahin, Kültür ve Turizm Bakanlığı Emekli Müsteşar Yardımcısı Dr. Nazif Öztürk birer konuşma yaparak duygu ve düşüncelerini dile getirdiler.
İlk konuşmayı yapan YOYAV Genel Başkanı Dr. İbrahim Ateş, mesaj yüklü konuşmasında şu cümlelere yer verdi:
“Nûr-u Nübüvvetle aydınlanıp, rûh-u uhuvvetle kucaklaşan ve muhabbet-i Muhammedle yek diğerine yaklaşan kıymetli konuklar, mîlâd-ı Muhammedî’nin yıldönümünü kutlamak gayesi ile salonumuzu şereflendiren değerli dostlar, yeni yıla rûh-u Resûlullah’a salât ve selamlarını ileterek girmenin sevinç ve saâdetini yaşayan sevgili kardeşlerim, basınımızın güzîde temsilcileri!
Doğumu ile dünyayı nurlandıran ve irşâdı ile insanlığa ışık tutan gönüller sultânı sevgili Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm Efendimizin dünyayı şereflendirmelerinin yıldönümü dolayısıyla düzenlediğimiz “Hâtem-i Mübüvvet Hz. Muhammed (S.A.V.)” konulu programımıza katılarak gayretimizi kamçılayan güzîde heyetinizi gönülden ve samîmî duygularımızla selamlıyor, şefaat-i Resûlullâh’a eren, cennet-i a’lâya giren ve cemâlullâh’ı gören mutlu ve müstesnâ müslümanlardan olmamızı diliyorum.
Peygamberler zincirinin son halkası olan sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in sünnet-i seniyyesine sarılıp, saadet-i sermediyeye vesîle olacak sadâkat ve samîmiyeti sergilememiz temennisi ile sözlerime başlarken, sayısız salât ve selamlarımızla sonsuz sevgi ve saygılarımızı Efendimiz (S.A.V.)’e arz ederek ervâh-ı âcizânelerimizin ömür boyu rûh-u Resûlullah ile iletişim içinde olmasını niyaz ediyorum.
Bilindiği üzere beşeriyetin babası olan Hz. Adem (A.S.) ilk insan ve ilk peygamberdir. Son peygamber olan Hz. Muhammed (S.A.V.) de peygamberler zincirinin son halkasıdır. Az sonra arz edileceği üzere hâtem-ül enbiyadır. İnsanlığa iletilen ilahî mesajlar Hz. Adem (A.S.) ile başlamış, Hz. Muhammed (S.A.V.) ile sona ermiştir. Bu ikisi arasında adlarını bildiğimiz, bilmediğimiz birçok peygamberler gelmiş geçmiş, Allah Teâlâ’nın emir ve uyarılarını ümmetlerine iletmişlerdir.
Son peygamber Hz. Muhammed (S.A.V.)’in tebliğ ettiği Kur’ân-ı Kerîm, daha önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri ilahî mesajlarla birlikte kıyamete kadar yaşayacak insanların ihtiyaçları olan emir ve hükümleri de içeren son semâvî kitaptır. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm, insanlığa iletilen ilahî emirleri ihtiva edip, kıyamete kadar herkes tarafından uyulması ve uygulanması icap eden son semâvî kitap, Hz. Muhammed (S.A.V.) de kendinden önce gelen peygamberlerin tümünü tasdik eden ve peygamberlik sarayını tamamlayan, başka bir ifade ile peygamberler zincirinin son halkası olan hâtem-ül enbiyadır.
Mevlid yazarlarından merhum Süleyman Çelebi, ülkemizde en çok okunan “Vesîletü-n Necât” adlı meşhur Mevlid kitabının (Merhaba) bahrinin 16. beyti olan:
“Ey risâlet tahtının Sen hâtimi,
Ey nübüvvet mührünün Sen hâtemi,” cümleleri ile bu gerçeğe işaret etmiştir.
Tabii Süleyman Çelebi bu sözü, gelişi güzel ve kendiliğinden söylememiş, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Ahzab Suresi’nin: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” mealindeki 40. ayetinden esinlenerek söylemiştir.
Bu ayet-i kerîmenin incelendiğinde anlaşılacağı üzere Hz. Muhammed (S.A.V.) ile ümmeti arasındaki yakınlığın, baba-evlat yakınlığı olmayıp, peygamber-ümmet yakınlığı olduğu ifade edilerek daha sıcak ve daha önemli bir yakınlık olduğuna işaret edilmiştir. O’nun ümmetine şefkatinin, bir babanın evladına olan şefkatinden daha yoğun ve yüce olduğu vurgulanmıştır.
Öte yandan Hz. Muhammed (S.A.V.)’in kendinden önceki peygamberler gibi yalnız bir peygamber olmakla kalmayıp, peygamberler zincirini noktalayan hâtem-ül enbiya olduğu dikkatimize getirilmiştir.
Dilerseniz merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın (Hak Dini Kur’ân Dili cilt 6, s. 320-321) bu ayet-i kerîmeyi açıklarken dile getirdiği düşünceleri birlikte okuyalım:
“’Muhammed sizin içinizdeki erkeklerden hiçbirinin babası değildir…’ Yani kendisinden dünyaya gelmiş olmayan, sizin içinizdeki erkeklerden hiçbirinin gerçek anlamı ile babası olmamıştır. Bundan dolayı Zeyd’in de gerçekte babası değildir. Onun için, ‘hürmet-i musâhere’ (evlenme ile meydana gelen akrabalıktan dolayı haramlık) meydana gelmez ve bundan dolayı bir güçlük konusu olmaz. Gerçi Kasım, İbrahim, Tayyib, Tahir, Mutahher, adında oğullarının babası olmuştur. Fakat bunlar büluğ çağına erişmeden vefat ettikleri için, ayette geçen ‘ricâl’ (yetişkin erkek) kavramına dâhil olmamışlardır. Çünkü gerçek ‘recul’ büluğ çağına erişen erkeğe denir. Bununla birlikte büluğ çağına ermiş olsaydılar o zaman da “sizin erkeklerinizden” değil O’nun erkek çocuğu olurlardı. Ve yine olumsuzluk ifade eden cümlenin genel kapsamı bozulmazdı. Yani o zamanda ümmetin içinden hiçbir yetişkin erkeğin “recul”un, gerçekten babası olmamış olurdu. “Fakat Allah’ın Resûlüdür.” O’nun için babalardan daha çok şefkatli ve daha çok hayır dileyendir, ebedî hayatın sebebidir. Bu açıdan her resûl ümmetinin babasıdır denilebilir ise de, bu bir mecazî manadır. Mecazın hükmü ve belirtisi de, gerçek mananın ondan alınmasının sahih olmasıdır. Doğrusu gerçekten baba değil, babadan daha şefkatli Allah Resûlüdür. (Hem de Peygamberlerin en sonuncusudur.)
HÂTEM, Âsım kırâetinde “tâ”nın üstünü ile diğer kırâetlerde esresi ile okunur. Esre ile hâtim ismi fâil olup, hatim eden, sona erdiren veya mühürleyen demektir. Mühür de bir şeyin belgelendirilmesi ve tasdiki için sona basıldığından hem son mânâsını, hem tasdik mânâsını içerir. Şu halde iki kırâet, “hâtem-ün Nebiyyîn” niteliğinin iki anlamına ayrı ayrı işaret ediyor. Yani Muhammed Resûlullah hem peygamberleri sona erdiren son peygamberdir, peygamberlerin en sonuncusudur, hem de bütün peygamberleri tasdik ve belgeleyen ilahî bir mühürdür. Eğer O gelmeseydi diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların varlıklarını ve peygamberliklerinin gerçekliğini ilmen ispat etmek mümkün olmayacaktı. Çünkü diğer peygamberlerin hayat ve varlıkları tarihin bağrında Muhammedin hayatı gibi açık ve sağlam olarak bilinmemektedir. Öyle ki, bu gün Kur’ân olmasaydı Musa ile İsa’nın bile varlıkları ciddiyetle ispat olunamazdı. Hz. Muhammed’in hayatının ve peygamberliğinin tarihte açıklık ve kesinlikle bilinmesi sayesindedir ki, diğer peygamberlerin de geçmişteki peygamberliklerini tasdik için bir belge elde edilmiş bulunuyor. Aynı zamanda Muhammed (S.A.V.) diğer peygamberlerin kendisi hakkındaki müjdelerini gerçekleştirmek itibariyle de onların peygamberliklerini mühürleyen ilahî bir damgadır. Hz. Muhammed (S.A.V.)’in peygamberliği ile insanlık din açısından ilerlemenin son noktasına erişmiştir. O’ndan sonra başka peygamber beklememeli, Muhammedî nuru izlemelidir. “Allah her şeyi çok iyi biliyor.” Her şeyi bilip duyuyor. Onun için bu hükümleri emrediyor.”
Kıymetli konuklar!
“Hâtem-i Nübüvvet Hz. Muhammed” konulu bugünkü programımızda üzerinde durup düşünmeye davet etmek istediğimiz bir başka husus da, Ahzab Suresi’nin açıklaması arz edilen 40. ayet-i kerîmesi ile Fetih Suresi’nin 29. ayet-i kerîmesini yan yana koyarak birlikte değerlendirmeye tabi tutmamız olacaktır. Bunun için, gelin önce Fetih Suresi’nin 29. ayetinin mealini de birlikte okuyalım:
“Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Beraberinde bulunanlarda kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vaat etmiştir.”
Dikkat edileceği üzere Ahzab Suresi’nin 40. ayetinde Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusu olduğu ifade edilmektedir. Fetih Suresi’nin 29. ayetinde de, “Muhammed Allah’ın Resûlüdür.” denildikten sonra beraberindeki Müslümanların önemli özellikleri anlatılarak “… Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir…” denilmektedir.
Bu ayet-i kerîmenin arz edilen ilk cümlelerinden de anlaşılacağı üzere, asr-ı saadette Hz. Peygamber (S.A.V.) ile birlikte yaşayan ashâb-ı kirâmın muttasıf oldukları “kâfirlere karşı çetin ve kendi aralarında merhametli olma, Hakk’ın huzurunda rüku ve secdeye varma, Allah’ın lütfunu dileme ve rızasını gözetme” özelliklerinin günümüz Müslümanlarında da bulunması, Hz. Peygamber (S.A.V.)’in yanında olmalarının önemli şartlarındandır.
Her müslümanın bu hususu göz önünde bulundurması ve davranışlarını o doğrultuda dizayn etmesi gerekir.
Hz. Peygamber (S.A.V.)’in hâtem-ül enbiya (Peygamberlerin sonuncusu) olması, yapılacak değerlendirmede onlardan geri kalması olarak anlaşılmamalıdır. Tersine onları noktalayan ve onaylayan son peygamber olduğu anlaşılmalıdır. Geliş zamanı itibariyle âhir zaman peygamberi olmakla birlikte, derece itibariyle onlardan önde olduğu unutulmamalıdır. İsrâ ve Miraç gecesi Mescid-i Aksâ’da peygamberlere imam olması, bu gerçeğin göstergesi olduğu gibi, “Adem, su ve çamur arasında iken ben Peygamberdim.” mealindeki hadîs-i şerîfi ile “Ben, Adem’in çocuklarının Efendisiyim ama övünme yok.” mealindeki hadîs-i şerîfi bu hususu belirleyen deliller cümlesindendir.
Bu gün, siz kıymetli konuklarımızla birlikte bir kere daha doğumunu kutladığımız sevgili Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselam Efendimizin ömür boyu yolunda ve izinde olup, ahlakı ile ahlaklanmamız ve sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılıp sâhip çıkmamız temennisi ile sözlerimi noktalarken, Efendimize salât ve selamlarımızı yineliyor, yıllar önce bir şairin:
“Uğrar isen ey bâd-ı sabâ semt-i Haremeyne,
Ta’zîmimi arz eyle resûl-üs Sekaleyne.” diyerek, esen rüzgâra yalvardığı gibi yalvarıyor, siz saygıdeğer konuklarımızın da Mevlid Kandilinizi gönülden kutluyor ve bugün için yazdığım iki dörtlükle huzurunuzdan ayrılmak istiyorum:
“Allah’tır âleme O’nu anlatan.
Kur’ân’dır bizlere O’nu tanıtan.
Ahlaktır değerine değer katan.
Hâtem-ül enbiya nebiyyi zîşân.
Habîb-i Hüdâ, herkes O’na hayran.
Şefî’iusât, canlar O’na kurban.
Âlemlere rahmettir, dedi Yezdân.
Hâtem-ül enbiyanebiyyi zîşân.”