İFSÂDA DEĞİL, İSLÂHA VARIZ
İnsanî ilişkilerin iyileşmesine, dostluk duygularının gelişmesine ve kardeşlik bağlarının pekişmesine katkıda bulunmak gayesiyle sürdürdüğü ilmî ve fikrî faaliyetlerini geliştirerek gerçekleştirmenin gayreti içinde olan YOYAV, toplumun tamamını ilgilendiren bir konuyu daha gündeme getirdi. Yetişkinlerin yetiştirilmesine özen gösteren bu Vakfın yıllardır yürütegeldiği bilgi ve beceri kurslarına katılan bazı hayırsever hanımların, kurs öğretmenlerinden Afet Tan’ın öncülüğünde hazırlayıp ikram ettikleri öğle yemeğinden sonra salonu dolduran davetlilere hitap eden Dr. İbrahim Ateş, yaptığı mesaj yüklü konuşmada şunları söyledi:
“Dünyada düzenli, düzeyli ve düzgün bir hayat yaşayarak, ahirette Allah’ın rızasına erdirecek, cennetine girdirecek ve cemâlini gördürecek doğru, dürüst ve dirayetli davranışlarda bulunmanın gayret ve kararlılığı içinde olduğuna inandığım kıymetli kardeşlerim, özü-sözü doğru, gözü-gönlü tok, hayrı-hasenatı çok ve kini-kederi yok olmasını dilediğim değerli dostlarımız, bozgunluk ve azgınlıklarla, taşkınlık ve şaşkınlıkların karşısında dik, dinç ve dinamik duruşlar sergilemenin önemini idrak eden muhterem misafirlerimiz, basınımızın güzîde temsilcileri!
Toplumun tümünü tehdit ve tedirgin eden felaket faktörlerinden biri olan bozgunculuğun maddî ve manevî boyutları ile yapacağı tahribatın vahametini dilegetirmek gayesiyle düzenlediğimiz böylesine önemli bir toplantıya teşrif ederek davamıza destek veren seçkin heyetinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor, hayatınızın her döneminde sulh, salâh ve islâh ehli insanlardan olmanızı diliyorum.
Herkesim ve her seviyedeki herkesi yakından ilgilendirdiğine inandığım “İfsâda Değil, İslâha Varız” konulu konferansımızda dilegetireceğimiz düşüncelerin dikkatle dinlenip, dirayetle değerlendirilmesi dileğiyle sözlerime başlarken, yüce Allah’tan cümlemizi müfsîdlerin fesâdından, hâsidlerin hasedinden, zâlimlerin zulmünden ve kötü ruhlu kimselerin kötülüklerinden korumasını niyaz ediyorum.
Bugünkü sohbetimizin bel kemiğini “ifsâd” ve “islâh” kelimeleri oluşturacaktır. Malumunuz olduğu üzere ifsâd bozmak, islâh da düzeltmek demektir. İfsâdın, bozuk anlamına gelen fâsid, bozukluk anlamına gelen fesâd, bozguncu anlamına gelen müfsid ve kötülük anlamına gelen mefsedet kelimeleri ile söz ve anlam yakınlığı olduğu gibi, islâhın da iyi ve düzgün anlamına gelen sâlih, düzgünlük anlamına gelen salah düzeltici anlamına gelen muslih ve iyilik anlamına gelen maslahat kelimeleri ile söz ve anlam yakınlığı vardır. Dolayısıyla konunun yeteri kadar vuzuha (açıklığa) kavuşturulması için, bu kelimelerin de bilinmesi gerekir. Bilhassa ifsâd ve müfsid kelimeleriyle islâh ve muslih kelimelerinin çok iyi anlaşılması icabeder.
Biz bugünkü birlikteliğimizde, belirtilen kelimelerle benzeri kelimeleri de kullanarak konu hakkında sizlere bazı bilgiler vermeye çalışacağız. Allah Teâlâ’dan bizlere bildiklerimizi aktarmada, sizlere aktarılanı alma ve anlamada cümlemize anladıklarımızı uygulamada tevfikini refik etmesini niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Az önce de arzettiğim üzere ifsâd bozmak, islâh da düzeltmek demektir. Alemde aslolan salâhdır. Yani düzgünlük ve iyiliktir. Fesâd yani bozukluk ve kötülük ise bilahare müfsidler tarafından meydana getirilen haldir. Bakara Suresi’nin: “Hatırla ki Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. (Melekler): ‘Â!... Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbih ediyor ve Seni takdis ediyoruz’ dediler. (Rabbin): ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ dedi.” mealindeki 30. ayetinde geçen Meleklerin: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?” sözünden, insanoğlunun yeryüzünde yaşamaya başlamasından önce orada bozgunculuk olmadığı anlaşılmaktadır. Bu noktadan hareketle yeryüzünde bozgunculuğun bazı insanlar tarafından başlatılmış olduğu söylenebilir. İnsanlardan ifsâd cihetine gidenler olduğu gibi, islâh yönüne yönelenler de olmuştur. Öyle ki yeryüzünde yapanlarla yıkanlar yanyana yaşamış, bozanlarla düzeltenler içiçe olmuşlardır. Mü’minler (inananlar) muslih (düzelten), münkirler (inkarcılar) de müfsid (bozan) olmuşlardır. Yani ifsâd inkâr ehlinin, islâh da iman ehlinin özelliği olmuştur. Enbiya, evliya ve ehlullah iyiliği ilke edinerek, ifsâdı izâleye (kötülüğü gidermeye) ve islâhı idameye (düzeltmeyi sürdürmeye) çalışmışlardır. Müfsidler huzursuzluğu, muslihler de huzuru hedeflemişlerdir.
Tarih boyunca bozguncuların yaptıkları bozgunluklar neler olmuştur? derseniz, neler olmamıştır ki? derim.
Bozguncuların yaptıkları bozgunluklar, o kadar çok ve çeşitlidir ki, değil onların tamamını, bir kısmını dahi böyle bir sohbete sığdırma imkânına sahip değiliz. Ancak birkaç örnek verilmesi gerekirse şunlar söylenebilir:
Kalp, kalıp, karakter ve kaliteyi bozanlar,
Birlik, beraberlik, dirlik ve düzeni bozanlar,
Din, inanç ve ahlâkı bozanlar,
Oyun, düğün ve kuralları bozanlar,
İstikrârı, dengeyi ve huzuru bozanlar,
Bireyler, birlikler ve toplumlar arasını bozanlar,
Eşler, arkadaşlar, kardeşler ve dostlar arasını bozanlar,
Komşular, kurumlar ve kuruluşlar arasını bozanlar,
Çevreyi, tabiatı ve genleri bozanlar ve daha niceleri...
Belirtilen bozgunculukların tamamı kötü ama en kötü bozgunculuk, Allah’ın insanlar için vazettiği (koyduğu) dinî esasları ve kuralları bozmaya yönelik olandır. Öteyandan bozukluk ve bozgunculukların tümü kalpteki bozuklukla başlar. Kalbi bozuk olanın kalıbı ve karakteri de bozuk olur. Kalbi sağlam olanın işi, uğraşı ve davranışı da sağlam olur. Kalbi bozuk olanın kalıbı düzgün olmaz. Fikri fasîd olanın fiili sâlih olmaz. Fiili fesâd ve kalbi hasedle dolu kimselerden de insanlara iyilik gelmez. Kalb-i selîm sahibi olmak kurtuluşda esastır. Şairin dediği gibi:
“Sanma ey hâce, senden zer-ü sîm isterler
Yevme lâ yenfe’u da kalb-i selîm isterler.”
Bu şiiri söyleyen şair Şuara Suresi’nin: “O gün, ne mal fayda verir, ne de evlad. Ancak Allah’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulurlar.)” mealindeki 88-89. ayetlerinden esinlenmiştir.
Kalb-i selîm; şüphelerden, şirkten temizlenmiş, ihlasla iman etmiş kalp demektir. Saîd b. Müseyyeb (r.a.) demiştir ki: Kalb-i selîm manen sıhhatte olan kalptir ki, bu da mü’minin kalbidir. Kafir ve münafığın kalbi ise manen hastadır. Bu gerçek Bakara Suresi’nin 6-12. ayetlerinde şöyle dikkatimize getirilmektedir:
“Gerçek şu ki, kafir olanları (azap ile) korkutsanda korkutmasan da onlar için birdir, iman etmezler.”
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”
“İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık” derler.”
“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve mü’minleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.”
“Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elîm (acıtıcı) bir azap vardır.”
“Onlara: Yeryüzünde fesâd çıkarmayın, denildiği zaman, ‘biz ancak islâh edicileriz’ derler.”
“Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar.”
Mealleri arzedilen ayetlerin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere inkâr ehli insanlarla iki yüzlü münâfıkların kalpleri manen hastalıklı olup, o hastalıkla kendilerini akıllı görerek Allah’ı ve inanan insanları aldattıklarını sanarlar, ancak kendilerini aldatırlar. Durumlarını düzeltmeleri şöyle dursun, kötülükleri körüklemeye ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya devam ederler. Onlara yaptıklarının yanlış olduğu uyarısında bulunarak bozgunculuk yapmayın denildiğinde de, bozgunculuğu kabullenmeyip kendilerinin ancak düzeltici kimseler olduklarını söylerler. İşte bozguncuların önemli özelliklerinden biri de budur. Kendilerinin kötü kimse olduğunu kabullenmedikleri gibi, meydana çıkardıkları fitne ve fesâd hareketlerini de iyilik addederler. İfsâdda ısrar eden böylesi bozguncu ve basîretsiz insanların davranışlarını düzeltmeleri düşünülemez. Bu gerçek Yunus Suresi’nin 81. ayetinde şöyle vurgulanmaktadır:
“... Şüphesiz Allah bozguncuların işini düzeltmez.”
Yaptıkları yanlışların farkına varıp kötülükten dönerek tevbe edip durumlarını düzeltenlerin de bağışlanacakları birçok ayet-i kerimede dilegetirilmektedir. Örneğin Bakara Suresi’nin 160. ayetinde:
“Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkca ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokca kabul eden ve çokça esirgeyenim.” buyurulmaktadır.
En’am Suresi’nin 48. ayetinin sonunda da:
“... Kim iman eder ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.” buyurulmaktadır.
Maide Suresi’nin 54. ayetinde ise:
“Ayetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı. Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip kendini islâh ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” buyurulmaktadır.
A’raf Suresi’nin 35. ayetinde:
“Ey Ademoğulları! Size kendi içinizden ayetlerimi anlatarak peygamberler gelir de kim (onlara karşı gelmekten) sakınarak kendini islâh ederse, onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” buyurulmaktadır.
Nisa Suresi’nin 145-146. ayetlerinde:
“Şüphe yok ki münâfıklar cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlara aslâ bir yardımcı bulamazsın. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini (ibadetlerini) yalnız O’nun için yapanlar başkadır. İşte bunlar (gerçekten) mü’minlerle beraberdirler ve Allah mü’minlere yakında büyük mükafat verecektir.” buyurulmaktadır.
Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayib kavmine, Hûd Suresi’nin 84-86. ayetlerinde belirtilen uyarılarda bulunduğuna, bu Surenin 87. ayetinde ifade edildiği üzere kavmi Hz. Şuayib’e: “Ey Şuayib! Babalarımızın taptıklarını (putları) yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmayı terketmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve çok akıllısın demişlerdi.” Bunun üzerine Hz. Şuayib onlara aynı Surenin aşağıda meali arzedilen 88. ayetinde beyan buyurulduğu üzere: “Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar islâh etmek istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah’ın yardımı iledir. Yalnız O’na dayanırım ve yalnız O’na döneceğim dedi.”
Bu ayet-i kerimenin incelendiğinde de anlaşılacağı üzere Peygamberlerin öndegelen görevlerinden biri de islâhdır. Onun için, Allah’ın buyruklarını insanlara iletmekle görevlendirilen peygamberler, ümmetlerini bozgunculuktan kurtarıp, onların durumlarını düzeltmeleri için başlattıkları islâh hareketlerini ömür boyu devam ettirmişlerdir. Peygamberlerin izinde olan iman ehli insanlar da onların yolunda yürüyerek ifsâdı önlemenin gayreti içinde olmuşlar ve islâh hareketini sürdürmüşlerdir.
Bu hal Hz. Adem’den günümüze kadar devam edegelmiştir. İnkâr ehli bozguncular bozgunluklarını, iman ehli düzelticiler de düzeltmelerini devam ettirmişlerdir. Bozguncular azabı, düzelticiler de huzur ve mutluluğu haketmişlerdir. Bozguncuların dûçâr olacakları azabı anlatan ayetlerden biri olan Nahl Suresi’nin 88. ayetinde şöyle buyurulmaktadır:
“İnkâr edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat arttıracağız.”
Bu ayetin incelenmesinden de anlaşılacağı üzere insanları Allah yolundan alıkoyan inkâr ehline yapılacak azabın katlanmasının sebebi, yaptıkları bozgunluklardır. Yoksa Allah Teâlâ insanlara haksız yere azap edecek değildir. Bu gerçek Hûd Suresi’nin 117. ayetinde:
“Halkı iyi (islâh) olduğu halde Rabbin, haksızlıkla memleketleri helak etmez.” şeklinde vurgulanmaktadır.
İslâhı ilke edinip düzgün bir hayat yaşamaya ve meydana gelen bozuklukları düzeltmeye çalışan insan da, yaptıklarının karşılığını görecek ve Allah katında mükafatlarını eksiksiz alacaklardır. Bu gerçeği beyan eden ayetlerden biri de A’raf Suresi’nin: “Kitaba sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.” mealindeki 170. ayetidir.
İfsâdın âkibetinin azap, islâhın sonucunun da huzur ve saadet olacağına inanan insan iş, uğraş ve davranışlarında her türlü fesâd ve bozgunculuktan kaçınmanın yanında, yaşadığı yer ve yörede yapılan bozgunculuklara karşı ilgisiz ve sessiz kalmamalıdır. Yapılan bozuklukları düzeltmeye ve yapılması muhtemel olanları da önlemeye çalışmalıdır. Yeryüzünde fitne ve fesâd çıkarmanın getireceği felaketi bilmeli, bilmeyenleri de uyarmalıdır. Bozgunculara karşı mücadelede başarılı olmanın en önemli şartlarından birinin, namuslu insanların da en az namussuzlar kadar cesur olmaları icabettiğini unutmamalıdır.
Bu arada kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in Maide Suresi’nin 63. ve Kasas Suresi’nin 77. ayetlerinin sonlarındaki: “... Kuşkusuz Allah bozguncuları sevmez.” mealindeki ilahî uyarıya uyarak Allah’ın sevmediği ifsâd ehli insanları sevme basîretsizliğinde bulunmamalıdır. Öteyandan bozguncuların sonlarının nasıl olduğuna bakmayı emreden A’raf Suresi’nin 86. ve 102. ayetlerindeki ilahî ikazı gözönünde bulundurarak öyle bir akıbete dûçâr edecek davranışlardan uzak durmalıdır.
Bozguncuların Allah ve insanlar tarafından sevilmeyeceğini bilmeli, hayat boyu her zaman ihsânı, islâhı ve ihlâsı gözetmenin gayreti içinde olmalıdır. Davranışlarını, Kasas Suresi’nin 77. ayetinde dilegetirilen direktifler doğrultusunda dizayn etmeye çalışmalıdır. Dilerseniz bu ayetin mealini birlikte okuyalım: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”
Bu ayette bozgunculuğu arzulamanın dahi doğru olmadığı belirtilirken, Bakara Suresi’nin 60, Araf Suresi’nin 74, Hûd Suresi’nin 85, Şuara Suresi’nin 183 ve Ankebut Suresi’nin 36. ayetlerinde benzer ifadelerle: “... Yeryüzünde bozgunculuk etmeyin.” buyrularak fesâdın getireceği felakete dikkat çekilmektedir. Bu felaket nedir derseniz, onu öğrenmek için Rûm Suresi’nin 41. ayetinin mealini buyurun birlikte okuyalım: “İnsanların bizzat kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın, belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”
Meali arzedilen bu ayette, kötü fiillere, ibret olsun diye dünyada iken verilen karşılıklar için “bir kısmı” denilmekte ve asıl cezanın ahirette olduğuna işaret edilmektedir. Dolayısıyla fesâdın getireceği felaketlerden dünyada görülenler onun kötü sonucunun sadece çok az bir bölümüdür. Asıl sonucu ahirette olup azabı kat kattır. Ne dersiniz, basit bir dünya hayatı, ahirette kat kat azaba dûçar edecek bozgunculuğa tevessül etmeye değer mi?