İHSÂN PENCERESİNDEN İNSANA BAKIŞ
Bireyleri birbirine bağlayan ve toplumlar arası tesânüdü sağlayan düşünce, duygu ve davranışları yaygın ve saygın hâle getirmek gayesiyle yürüttüğü bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmalarını başarıyla sürdüren YOYAV’ın tertiplediği toplantılarda gündeme getirdiği konularda kıymetli konuşmalar yapılmakta ve değerli düşünceler dile getirilmektedir. İnsanların ilgi ile izlediği bu toplantılardan biri de 29 Ağustos 2009 Cumartesi günü verilen “İhsân Penceresinden İnsana Bakış” konulu konferansın gerçekleştirildiği manalı ve muhtevalı toplantı idi. Ramazan ayı münasebetiyle planlanan beş toplantının üçüncüsü olan bu kapsamlı toplantıya katılan konuklarına selam, sevgi ve saygılarını ileterek sözlerine başlayan Dr. İbrahim Ateş, mesaj yüklü konuşmasında şunları söyledi:
“İnsan olmanın onurunu taşıyan, islam ve imanla şereflendirilmenin saadetini yaşayan inançlı, bilinçli ve sevinçli kardeşlerim, kıymetli konuklarımız, basınımızın değerli temsilcileri!
Kullarına Kur’anla konuşan, inananlara ihsân ve ikramda bulunan, müminlere merhametini, muhsinlere ihsanını ve mükrimlere ikramını esirgemeyen yüce Allah’ın “Selâm” ism-i şerîfinin esenliğine ermeniz dileğiyle güzîde heyetinizi en içten ve en hâlisâne duygularla selamlıyor, sağlık ve saadette dâim ve ihsân-ı Sübhân’a nâil olmamızı niyaz ediyorum. Yaratılmanın ve yaşamanın gayesini kavrayarak, Yaradan’a yar olma yollarına tevessül etmemiz temennisiyle sözlerime başlarken, rahmet-i Rahmân’a eren, Cennet-i â’lâya giren ve Cemâlullah’ı gören mesut ve bahtiyar insanlardan olmanızı diliyorum.
Günümüzde gözardı edilen ve üzerinde dikkatle durulmayan konulardan biri de “İhsân” konusudur. Müslümanlarca mutlaka bilinmesi ve hayat boyu göz önünde bulundurulması gereken bu konunun içeriği maalesef yeteri kadar bilinmemekte ve önemi idrak edilmemektedir. Dolayısıyla yaratılmamızın yegâne sebebi olan kulluk görevimizi layıkı vechiyle ifâ etme yönünde gerekli hassasiyet gösterilmemektedir. Bunun için biz bugünkü konferansımızda bu konuyu ele alarak ihsân penceresinden insana bakmaya çalışacağız. Bu bakışla bir ihsân ve üç ahsen-i dikkatinize getirmenin gayreti içinde olacağız. Bakışlarımızın basîretli, adımlarımızın isabetli ve davranışlarımızın dirayetli olması dileğiyle inâyet-i ilahî ve ihsân-ı Sübhanî’ye sığınarak yola çıkıyoruz. Yolumuzun açık, alnımızın ak, işimizin pâk ve amacımızın Hak olmasını diliyoruz.
Her şeyden önce ihsânın ne demek olduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü halk arasında “ihsân” denilince bir bay veya bayana verilen ad akla geliyor. Oysa ihsân kelimesi İslamî literatürde bir kişiye ad olarak kullanılmaktan çok, birden fazla ve farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu anlamlardan bir kısmı şunlardır: Bir işi tam ve noksansız yapmak, işin hakkını vermek, dürüst olmak, iyilik etmek, hayır yapmak, bağışta bulunmak ve emredilen bir şeyi gerektiği gibi yerine getirmek. Özet olarak ifade edilmesi gerekirse ihsân, yüce Allah’a layık ve rızasına muvafık güzel iş yapmak ve işleri layık oldukları şekilde güzel yapmak demektir. İbadette ihsân ise, meşhur Cibril hadisinde belirtildiği üzere, Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bu hadis-i şerifinde ihsân-ı şöyle tarif etmiştir: “İhsân; Allah Teâla’ya, O’nu görüyormuşsun gibi ibadet (kulluk) etmendir. Çünkü sen O’nu görmezsen de O seni görmektedir.”
Böylesine kapsamlı bir kavramı ifade ettiği anlamlardan yalnız biri ile kullanmakla yetinmek, diğer anlamlarını gözardı etmek olur. O da, islamî literatürde önemli bir ilkeyi ifade eden bir kavramı cılızlaştırmak olur ki, böyle bir davranışta bulunmaya kimsenin hakkı yoktur. Zira böyle bir yaklaşım, büyüğü küçültmek ve genişi daraltmak girişiminden başka bir şey değildir.
Kur’an-ı Kerim’in ilgili ayetleri ile sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in muhtelif hadis-i şerifleri dikkatle ve dirayetle incelendiğinde, ihsân kelimesinin açıklanan anlamlarla kullanıldığı görülecektir.
Peki, biz Peygamberimiz (S.A.V.)’in Hz. Cebrail’in “İhsân nedir?” sorusuna cevaben söylediği: “İhsân; Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir.” cümlesindeki ibadet sözünden sadece, namaz ve oruç gibi şekli ibadetleri mi anlayacağız, yoksa daha geniş mi düşüneceğiz? İnsan sadece mesela namaz kılarken kul değildir. O her zaman kuldur. Doğumdan ölüme kadar her an, her yerde ve her durumda insan kuldur. O bakımdan hadis-i şerifin çevirisini: “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor.” şeklinde yapmak daha uygun ve doğru olur diye düşünüyorum.
Tabii buradaki kulluk kelimesi yanlış çağrışımlara yol açmamalıdır. Yalnızca Allah’a kul olmasını bilen kimse başka kulluklardan uzak kalır, başı dik ve sağlam kişilikli bir yapıya sahip olur. Allah’ı görür gibi yaşamak, kendini hep Allah’ın huzurunda ve murakabesinde hissetmek büyük bir mutluluk kaynağı olduğu gibi, insanı ahlâklı davranmaya da sevk eder.
Böyle bir seviyeyi yakalayanlar teneffüs ettikleri havada, kokladıkları çiçekte, içinde dolaştıkları tabiatta hep Allah’ın bir biçimde tecellilerini görmüşlerdir. Bu durum Allah’a yakın ve O’nunla barışık olmayı doğurur. O’nu daima yanında, içinde hissetmeyi sağlar. Allah’ı görüyormuş gibi yaşamak, kendini hep O’nun huzurunda hissetmek kişiye mutlu ve zengin bir iç huzuru kazandırdığı gibi; aynı zamanda insanın ölçülü, edepli ve bütün yaratıklara karşı şefkatli olmasını da sağlar.
Bu inanç ve anlayışla yapılan ibadet, iyilik, iş ve uğraşların karşılığında daha güzeli olan Cennet ve Allah’ın lutfu olan fazla nimetler ihsân edilir. Bu gerçek Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Yunus Suresi’nin 26. ayetinde şöyle beyan buyurulmaktadır: “Güzel davrananlara daha güzel karşılık, birde fazlası vardır.” Nahl Suresi’nin 30. ayetinde de: “... Bu dünyada güzel davrananlara güzel mükafaat vardır.” buyurulmaktadır.
İhsân gösteren, ihsân görür. Çünkü ihsânın karşılığı ancak ihsândır. Rahman Suresi’nin 60. ayeti bu gerçeği şöyle dilegetirmektedir: İhsanın (iyiliğin) karşılığı ihsandan (iyilikten) başka birşey midir?” Bu gerçeğin bilincinde olan müslüman, hayatı boyunca ihsândan geri durmamalıdır. Bazı basîretsiz ve kıymet bilmez kişiler tarafından birinin iyiliğine kötülükle mukabele edilse bile, onların olumsuz davranışları kâle alınmamalıdır. Zira o tür insanların olumsuzlukları kendilerine rücû’ edeceği gibi yapılan iyilik de yerde kalmayacak, yüce Yaradan tarafından fazlasıyla karşılığı verilecektir. Atalarımızın: “İyilik yap denize at. Balık bilmezse Halık bilir” sözü bu bakımdan ne kadar anlamlıdır.
İnsan birilerine ihsânda bulunduğu zaman, yaptığının faturasını o insanlara veya Allah’a çıkarmaya yeltenmemeli, onu unutup ilahî ihsânı muntazır olmalıdır. İhsân ettiği insanların, kendisinin ahiret azığını taşıyan insanlar olduğunu bilmeli, yaptığını başa kakma basiretsizliğini göstermemelidir. Çünkü kişinin iyiliği de kötülüğü de sonuç itibariyle kendinedir. İsra Suresi’nin: “Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz de yine kendinize etmiş olursunuz.” mealindeki 7. ayeti bu gerçeği dikkatimize getirmektedir. Hz. Mevlana’nın: “Bu dünya yaptıklarımızın yankılanıp yine bize döneceği bir dağdır.” sözü bu bakımdan manidardır.
Allah’ın ihsânını isteyenler, insanlardan ihsânını esirgememelidirler. İhsâna erenler muhsin olmalıdırlar. İyilik görenler iyilik göstermelidirler. Hemcinsleri olan insanlara ve yeryüzündeki bütün yaratıklara karşı iyi olmalı ve iyi davranmalıdırlar. Kasas Suresi’nin 77. ayetinde vurgulanan: “... Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et...” mealindeki ilahî buyruk kulaklarında küpe olmalıdır.
Kişinin nail olduğu ihsân ne ise, kendisi de başkalarına benzeri ihsânda bulunmayı görev bilmelidir. Zira ihsâna mazhar olmanın şükrü, başkalarına benzeri bir ihsânda bulunmaktır. Evet, ihsâna ermek hoştur ama, muhsin olmak daha hoştur. Onun için müslüman iyilik, güzellik ve dürüstlüğü ilke edinmeli ve onları sergileme cihetine gitmelidir. İhsânı ilke edinen müslümanın sıfatı muhsin olmalıdır. Muhsin olduğu zaman da rahmet-i Rahman’a yakın ve muhabbet-i Mennan’a mazhar olduğunu bilmelidir. Dolayısıyla kulaklarından birine Bakara Suresi’nin: “... Allah muhsinleri (iyi ve güzel iş yapanları) sever.” mealindeki 195. ayetini, diğerine de A’raf Suresi’nin: “Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.” mealindeki 56. ayetini küpe edinmelidir. Her an ihsân ile içiçe olmaya çalışmalı, Allah’ın sevgisini içinde, rahmetini de yakınında hissetmelidir.
Bu arada insanların gönüllerine açılan yolun ihsân kapısından geçtiğini bilmeli, onlara iyilikte bulunmayı ihmal etmemelidir. İnsanlara ihsânda bulunarak gönüllerini kazanma cihetine gitmelidir. Öteyandan ihsânın en basit şekillerinden biri olan güleryüz ve tatlı sözün, gönüllerin fethinde büyüleyici bir güce sahip olduğunu unutmamalıdır. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’in: “Siz insanları mallarınızla memnun edemezsiniz, ancak güleryüzlerinizle memnun edebilirsiniz.” mealindeki uyarısı, davranışlarının dizaynında etkili unsur olmalıdır.
Her Cuma günü hatiplerin hutbede metin ve mealini okuyarak cemaate devamlı duyura geldikleri bir ayet vardır. Bu ayet Nahl Suresi’nin 90. ayetidir. Bu ayette Allah Teala üç şeyi emrettiğini, üç şeyi de yasakladığını beyan buyurmaktadır. Ayet-i kerimenin meali aynen şöyledir:
“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsânı (iyiliği), akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
İncelendiğinde de anlaşılacağı üzere, Allah Teâla bu ayet-i kerimede dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor. Buna karşılık üç çirkin davranışı da yasaklıyor. Emrettiği esaslar: Adalet, ihsân ve akrabaya yardımdır. Yasakladıkları ise fuhuş, münker ve zulümdür.
Bu ayet de dahil olmak üzere Kur’an-ı Kerim’in 11 ayetinde geçen “ihsân” kelimesi, 39 ayetinde geçen “muhsinîn” yani “muhsinler” kelimesiyle olmak üzere toplam olarak 50 ayette, insan hayatında ihsânın önemi ile muhsinlerin meziyet ve mazhariyetleri dikkatimize getirilmektedir. Bu ayetlerde belirtilen ilâhî öğüt ve uyarılar anlaşılmadan ihsânın tam manasıyla hayata yansıtılması imkânsızdır. Dolayısıyla muhsin olmayı isteyen her müslümanın onları okuyup içeriğini öğrenmesi gerekir.
Bu ayetlerin tamamını izah etmeye böyle bir saatlik konferans süresi yeterli olmadığı için, biz bugünkü birlikteliğimizde söz konusu ayetlerden sadece birini inceleyerek içeriğini arz etmeye çalışacağız.
Nisa Suresi’nin 36. ayetinde Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizmetçi vb.) ihsânda bulunun (iyi davranın). Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.”
Herkes bu kadar kimseye ihsânda bulunsa, dünyada ihsânın girmediği yer ve ulaşmadığı insan kalmaz.
İnsanın ihsânda bulunması gereken kimseler kimlerdir? sorusuna cevap verebilmek için bu ayete bakmak gerekir. Ayet-i kerimeye göre ilk ihsân, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmektir. Onu takiben ayette sıralanan 9 kesimden kimselere ihsân edilmesi emredilmektedir. Dolayısıyla insanın ihsânı, kendisine en yakın olanlardan başlar, dalga dalga genişleyerek daha uzaktakilere doğru devam eder. Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet ve kullukla başlayan ihsân, kişinin ebeveyni ve ayette sıralanan kesimden kimselerle devam ederek en yakınından en uzağına doğru uzanır gider. İnsanların dışındaki tüm canlıları da kapsayan ihsân, tabiattaki varlıkların tamamına yönelik olmalıdır. Zira sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadis-i şerifinde: “Allah Teala her şeye ihsânda bulunmayı yazdı” buyurmuştur.
Dünyadaki iş ve uğraşların tümünü ve bunları yapmakla yükümlü olan insanların tamamını göz önünde bulundurun. Bu insanların tamamının veya tamamına yakınının işlerini doğru, dürüst, zamanında ve eksiksiz yaptıklarını tasavvur edin. Yükümlülüklerin yerine getirildiği, işlerin eksiksiz ve hakkaniyete uygun olarak yapıldığı bu ortamda hiçbir haksızlık ve huzursuzluğun meydana gelmesi düşünülebilir mi? Düşünülemez. Neden? Çünkü bu ortam muhsinlerin (işlerini tam, eksiksiz ve dürüst yapanların) ortamıdır. Allah böyle insanları sever, böylesi ortamlar da Allah tarafından sevilen insanların ortamları olur.
Tabii insanların ihsânî yönleri farklıdır. Kiminin ki dörtte bir, kiminin ki dört dörtlük, kiminin ki yarı yarıya, kiminki de eksiksiz olabilir. Herkesin hakiki halini ancak Allah bilir. Bize düşen kendi durumumuzu düzeltmekle işe başlamak ve Allah tarafından sevilen muhsinlerden olmaya çalışmaktır.
İhsânın amacına ulaşıp, ihsân edene ve edilene umulan sevinç ve saadetin sağlamasında etken olan unsurlardan biri de, başlatılan ihsânın yarıda bırakılmayıp sonuna kadar sürdürülmesidir. Bir gün gülüp, ertesi gün asık suratlı olmak, bir gün görüp, diğer gün görmemezlikten gelmek, bir gün doyurup, bir gün aç bırakmak ve bir gün selam verip, bir gün merhaba bile dememek gibi dengesiz davranışlarda bulunmak doğru değildir. Tabii ki, ihsânın azı da iyidir ama onu eksik bırakmayıp tamamına erdirmek, kulu Allah’ın ihsânları ile lütuflarına erdirir ve ebedi hayatta yüzünü güldürür. Orada yüzlerinin gülmesini isteyenler de başlattıkları ihsânları sonuna kadar sürdürürler.
Zaten insanın ihsânını devam ettirmesi, yaradılışında sahip olduğu güzelliği koruyarak ebediyete irtihal edeceği ana kadar sürdürme vesîlesidir. Diğer bir ifadeyle insanın ihsân sahibi olması, yaradılışına uygun davranması demektir. İyiliği ilke edinip ömür boyu onunla iç içe olan insanlar, inşaallah dünyaya geldikleri gün sahip oldukları güzellikleri koruyarak hayata gözlerini yumma bahtiyarlığına ererler.
Ben, bu inanç ve anlayışla okuyup incelediğim ayet ve hadislerden esinlenerek yıllar önce: “İnsan ihsâna bürünür, ihsân da insanda görünürse, hayat cennete dönüşür.” demiştim. Bugün de ona inanıyor ve onu ifade etmek istiyorum. Yüce Allah’tan bizleri bu güzelliği koruyarak huzuruna varan, Cennetine giren ve Cemalini gören mutlu kullarından kılmasını niyaz ediyorum.
Kıymetli kardeşlerim!
Bugünkü birlikteliğimizde dilimizin döndüğü, aklımızın erdiği ve vaktimizin elverdiği nispette “ihsân” ile ilgili düşüncelerimizi dile getirmeye çalıştık. Ancak sayılı dakikalar hızla geçti ve süremiz doldu. Dolayısıyla değinmeyi düşündüğümüz üç “ahsen”le ilgili açıklamalarımızı yapmaya vakit kalmadı. Biri ahsen-ül Hâlıkın (en güzel Yaradan) yani yüce Allah. İkincisi ahsen-ül mahlûkîn (yaratılanların en güzeli-insanlar). Üçüncüsü de ahsen-ül âmilîn (amel edenlerin en güzeli-müminler). Nasip olursa inşaallah bu üç ahsenle ilgili düşüncelerimizi ilerideki birlikteliklerimizde paylaşmaya çalışırız.
İhsân edilen insanların, kendilerine ihsânda bulunanlara yapacakları dualardan biri de: “Allah senden razı olsun ve akibetini güzel eylesin” demektir. Keza birbirini Allah için seven dostlar da yekdiğerine böylesi güzel dualarda bulunarak: “Ahsenallâh-u âkibeteke.” Yani “Allah akibetini güzel eylesin.” demelidirler.
Bunun ötesinde hepimiz sabah-akşam yaptığımız dualar arasında şu güzel duaya da yer vermeliyiz: “Allahümme ahsin âkıbetenâ fi-l ümûri küllihâ ve ecirnâ min hizyi-d dünyâ ve azâbi-l âhirah.” “Allah’ım! Bütün işlerde akibetimizi güzel eyle. Bizi dünyada rezil olmaktan ve ahirette azaba dûçar olmaktan koru.”
Bu isteklerimizi içtenlik ve samimiyetle Allah’a arz ederek, dünyada kötülüklerle kirlenmekten, ahirette de azap edilmekten korunmamız için, ilahî ihsân ve inâyeti niyaz etmeliyiz. Yüce Allah’ın esmâ-i hüsnâsının (güzel isimlerinin) tecellî ettiği her iş ve her şeyde ilâhî bir ihsân ve eşsiz bir güzellik olduğunu idrâk edip, o iyilik ve güzellikleri özümüze sindirip, hâl ve hareketlerimize yansıtarak her hâlimizde ihsân havasını estirmeye çalışmalıyız.
Böylece iyiliklerde ileri, kötülüklerden geri ve günahlardan beri olma yönünde bilinçli ve basîretli insanlardan olmayı hedeflemeliyiz.